• "bir taş, bir yaprak, yitik bir kapı; bir yaprak, bir taş, bir kapı. ve tüm unutulmuş yüzler.

    biz bu sürgüne çıplak ve yalnız geldik. karanlık rahminde anamızın yüzünü göremedik; hapis olduğumuz etinden kurtulup bu dünyada kelimelerle anlatılmayan hücre hapsine mahkum olduk.

    hangimiz kardeşini tanıdı? hangimiz babamızın yüreğinin içine baktı? hangimiz ebediyen hücre hapsine mahkum olmadı? hangimiz her şeye ebediyen yabancı ve yalnız değil?

    ... ey rüzgarın savurarak getirdiği bedbaht hayalet tekrar geri gel."

    look homeward, angel
  • 1958'de çevrilen "you can't go home again" dışında hiçbir kitabı yok türkçede. özellikle "look homeward, angel" yetkin bir isim tarafından çevrilse ne güzel olur. yayınevinin kapısında sabahlarım vallahi.
  • gods lonely man adlı eseri paul schrader'i çok etkileyen ve neticesinde taxi driver'in ortaya çıkmasında dolaylı olarak katkıda bulunan yazar
  • birincil nesne iliskilerinin (örnek: anne ve baba) icsellestirilmis tasarimlarindan kendini ayirmaya calistigi rivayet olunan yazar
  • başrollerini colin firth ve jude law' ın paylaştığı , yönetmenliğini michael grandage 'ın yaptığı, 2016 yapımı genius adlı filmde , wolfe'un üretim süreci, editör-yazar aşamasına yoğunlaşmak sûretiyle ele alınmış.
  • daha ziyade öykülerinden hazettiğim amerikalı oyun, öykü ve roman yazarı...
    otobiyografik olduğu söylenen eugene gant adlı kahramanının başından geçenleri anlattığı 'look homeward, angel' ile ünlenmiş, eugene'in yaşantısından kesitler vermeye 'of time and the river' ile devam etmiştir. genç yaşta ölmüştür...
    ölümünün akabinde yayınevi, yarım bıraktığı eserlerini de yayımlamıştır...
  • wolfe'u nasıl anlatmak lazım?

    son zamanlarım epey bu adamla geçiyor naçizane çabalamak istiyorum. okumadan evvel yalnızca faulkner'ın övgüyle bahsettiği adam olarak aklımda bir yerlerde not olarak kalmış.

    arka plan 1920-30'ların amerikası. buhranlar, sıkıntılar derken günümüz türkiye'siyle de birazcık özdeşleştirmek mümkün.

    metinlerinde ilk dikkatimi çeken betimleme bolluğu oldu. çok fantastik bir şey anlatmıyor belki ama gündelik yaşamla ilgili öyle ayrıntıya boğuluyorsunuz ki ulan ben bir şey görmüyormuşum, miyopmuşum diyorsunuz. ki ben harbiden de miyobum.

    mikroskobik bir gözü var wolfe'un. ve aşırı duyarlı antenleri. bir çok kişiye düz gelecek bir görüntüden, hüzünleniyor, sıkılıyor, ayrıntı seli akıtıyor. ilk hissiyatım şu oldu: bayağı sıkıntı çekmiş bir adam belli.

    çıkış yok

    hayatında hiç yalnız kalmamış bakımlı insanların, yalnızlığın iyi yanlarını size nasıl bir hevesle övdüklerini görmek şaşkınlık vericidir. kendimden bilirim. hayatımın büyük kısmında - gördüğüm insanların hepsinden de fazla- hep yalnız olmuşumdur. ayrıca kısa süreliğine, bu tuzu kuru insanların bir kaçını da tanıdım. münzevi hayatı yaşamaya dair özlemleri hayret vericiydi. akşamları, çocuklarının ve tatlı eşlerinin hevesle onları beklediği kırdaki güzel evlerine ya da çekici metreslerinin, yüzlerinde sıcak bir gülümseme ve pahalı parfümlerle yıkanmış ihtiraslı vücutlarıyla onları kucakladıkları, harika apartmanlarına dönerlerdi. yani tüm bunlar fasa fiso, zırvadan ibaret.

    bazen onlardan birisi seni akşam yemeğine davet eder: evsahibiniz kırk altı yaşında kibar bir beyefendi, hafif kelleşmiş, biraz tombul, iyi beslenmiş görünüyor ne var ki pek de matah, dikkate değer bir yanı yok. aslında en estetik görünen milyoner, tip olarak rahat ve cömert görünse de duyarlı bir zekaya sahip, davranışları nazik, oldukça dingin, gülüşü biraz hüzünlü, hafif bir muziplik içeriyor. sanki tüm ızdırabı, umudu, hiddetli öfkeyi tecrübe eden bir gençlik yaşamış da artık hayattan ne beklediğini bilen biri gibi. ''gözkapakları birazcık yorgun'', sabırla kaderine boyun eğmiş ve pek de kırgın değil gibi.

    ----------------

    dönüp odaya girdiğinde, yaşadığın brooklyn'den çok uzakta hissediyorsun. çocukken hissettiğin, bilmediğin ya da görmediğin, imkansız gelen herşey, gerçek olmak üzere.

    tüm görkemli renkleriyle şehrin manzarası kalbini yakıyor, on iki yaşındayken hayal edip yaşadığın gibi. aynı servetin, şöhretin ve zaferin her anda senin olacağını düşünüyorsun, hayal edebileceğinden görüp görebileceğin en talihli ve mutlu büyük adamların ve hoş kadınların arasında yerini alacağını düşünüyorsun- hepsi tam burada işte, bir şekilde seni bekliyor, elini uzatsan dokunabileceğin mesafede, bir sözcük uzağında, nereden gireceğini bilsen, yalnızca bir duvar, kapı, küçük bir mesafe ayırıyor seni.

    bir anda eski, vahşi, adını koyamadığın arzu yeniden uyanıyor ve buluyorsun girebileceğin kapıyı - bu adam söyleyecek sana. tam şu an soluduğun hava, mümkün olamayacak kadar güzel bir şansın cazibesiyle dolu. tekrar sormak istiyorsun, hayatına böylesine güç, otorite ve rahatlık veren, yaşamın tüm o çirkinliğini, mücadelesini, öfke, açlık ve arayışını çok uzaklarda gösteren büyülü sır nedir, - ve cevap verir mi diye düşünüyorsun - ama hiçbir şey söylemiyor sana.

    sonra bir anda zamanın ve şehrin eski anlaşılmaz gizemi ruhunu müthiş bir bıkkınlık ve mağlubiyet duygusuyla kaplıyor. bu adamın, onun metresinin ve tanıdığın tüm insanların, ölümsüz bir ışıkla parıldığını görüyorsun ama onların temposu ve yaşamları sana rüyadan bile daha yabancı geliyor. aralarında dolaşıp da hayatlarına asla erişememeye lanetlenmiş ya da onların çağına uyum sağlayamayacak bir hayalet gibi hissediyorsun.
    asla dokunamayacağın, yaklaşıp anlayamayacağın, ruhun acılarını ve yorgunluğunu tatmadan yaşamayı öğrenmiş yaratıklar arasındaymış gibi hissediyorsun; senin yaşadığın zaman boyutunda hiç yaşamamış garip bir şehir ırkı. sonsuz ve hatırlanamayacak kadar eski, dakikalar, saatler, günler ve yıllarla ölçülen, yaşamlarında bir noktada, sekiz bin coşku önce, yirmi bin sarhoş gece geride, dokuz bin hainlik ya da kaypaklık anı ve iki yüz flört eskide kalmış şeklinde hatırlanan zamanlar. bu nedenle bu kişilerin yaşamı gençliğin ve masumiyetin hatırlanmadığı, çarpıcı ve korkunç bir haz çağından ibaret ve bu sende dehşet denizinde boğuluyormuş, yönünü ve zamanını yitirmiş hissiyatı uyandırıyor.

    çıkış yok.
  • chinese coffe filminde al pacino kendisinden esinlenerek yaratılmış bir karakteri oynamaktadır.

    aynı zamanda 2016 yapımı genius filminde kendisi ile editörü arasındaki ilişki beyaz perdeye yansımıştır.

    29 yaşındayken beyninde oluşan tüberküloz sebebiyle hayatını kaybetmiştir ve türkçede halen daha çevirisi bulunmamaktadır.
  • en tanınmış yapıtı olan bu melek satılık değil’ de wolfe, roman kahramanı eugene gant’m kişiliğinde kendisini, çocukluğunu ve çevresini anlatıyordu. romandaki tiplerin ve olayların gerçeğe uygunluğu, doğum yeri olan asheville’deki yakınlarının tepkisine yol açtı. yayımcısının ısrarıyla otobiyografik romanlarını sürdüren wolfe, of time and the river (“zaman ve ırmak üzerine”) adlı yapıtında, bu kez gant tipinin harvard üniversitesi’ndeki ve avrupa’ felsefenin daki yaşamını ele aldı. öbür iki romanı ve çeşitli ilkeleri başka yapıtları ölümünden sonra yayımlandı.
    yer yer olağanüstü bir şiirselliğe ulaşan yergici yapıtları beğenildiği kadar olumsuz eleştiriler de almış olan wolfe, üzerinde uzun süre tartışılan bir sanatçı olmuştur.
  • kendisine "yeteneksiz dahi" denilmiştir. çünkü bu kadar yaratıcı ve başarılı olmasının sebebi yeteneği değil, kendisini ifade edebilmek için gösterdiği olağanüstü mücadele gösterilmiştir.
hesabın var mı? giriş yap