• francois truffaut'nun en cok eglenerek yaptigi ve gisede en buyuk hayalkirikligi yaratan filmi oldugu soylenir; sahnelerin kesilip araya baska sahnelerin girmesi, hikayenin oradan oraya atlamasi, final sahnesinin cekilecegi gun orada olan oyunculara gore senaryonun degistirilmis olmasi gibi sebeplerden takip etmek guctur, elestirmenlerin begenmesine ragmen gisede basarisiz olmustur. final sahnesini begenmemis olmama ragmen, filme, ozellikle

    -spoiler-

    "anam su an dusup olsun ki..." lafi uzerine sahnenin kesilip, dusup olen kadinin gosterilmesine,
    piyanistin, karisini yalniz birakmamasi gerektigini kendine tekrarlayarak odadan kacisina,
    bir de bardaki tartismanin anlamsizligini anlatmak isterken piyanonun basina gecisine

    -spoiler-

    bayildim.
  • françois truffaut’nun 1960 yılı yapımı siyah beyaz filmi tirez sur le pianiste. türkçe adıyla “piyanisti vurun” . françois truffaut bize 400 darbe’nin siyah beyazlığıyla geliyor. filmdeki içsel konuşmalar, kullanılan müzikler, fransa panaroması yerli yerinde. truffaut’nun amaçladığı bu bir nebze.

    truffaut’nun yeni dalga ile birlikte kendi filmlerinde kullandığı teknikleri göz önüne bulundurduğumuzda karakter merkezli bir seyrin olduğunu görüyoruz. piyanisti vurun’da piyanist edouard seroyan’ın (charles aznavour) –bir şekilde- dahil olduğu oyuna tanıklık ediyoruz. bir kafede piyanistlik yapmakta ve hırslarıyla gelmek istediği noktayı görüyoruz. ama bu iş seroyan’ın düşündüğü gibi kolay olmayacaktır. zira kendisinin utangaçlık üzerine aldığı kitaplara rağmen bunun üstesinden gelememesine, sevgisini, nefretini, tepkisini kendi bireyselliğinden veremediğine tanıklık ediyoruz.

    “tu sais bien. quand je te détesterai, je mettrai ma casquette !“

    “çok iyi biliyorsun. senden nefret edince, kasketimi giyeceğim !”

    sinemada amerikanizm’e göndermeler de mevcuttur. truffaut’nun bu yönünü hemen hemen herkes bilir. kendisi bir düşünceyi kendi seçtiği karakterlerinin sıradan yaşantılarından sıradan anlarında verir.

    tirez sur le pianiste’teki karakter ilişkilerine baktığımızda kopuk aile bağlarına, toplumdaki sosyal çözülmelere gitmemiz mümkün. fido, antoine doinel’den sonra yine sefaleti, ilgi yoksunluğunu temsil eder. fido ise fidele kökünden gelir, yani fransızca sadık. lena; bize ilgisiz ve sevgisiz bir kadını; edouard savaşı, içselliği; theresa, yitirilişi; clarisse şehveti, arzuyu; plyne ise depresifliği, toplumun sert yönünü, bıçak ve üzerinde olmayan kansa edouard’ın piyano ve gelecek resitalleri için neleri göze aldığını yansıtır. biliyoruz ki edouard’ın aslında korkak ve çekingen bir mizacı var. ernest ve momo ise baskıcılığı, kıyafetleri ve içtikleri pipoyla da rahatlığı ve yaşantılar arasındaki uçuruma bırakır bizi.

    “beni sevmemeye başladığında, bunu söyle !”

    boby lapointe‘in framboise performansı müthiştir. “avanie et framboise” şarkısı filmi hicivsel kılar. 1960’ların dünyasındaki yaşamlardan bir kesit vardır film boyunca. yaşantılar ve 1960 dünyası mantalitesi… fransız bürokrasisinin topluma verdikleri ve gelişen avrupa modeli de filmden alabileceğimiz diğer paydalar. film yer yer boğucu olabilmekte. bunu söylememiz gerekir. filmin kısmi boğuculuğu senaryosundan değil, senaryo metnini okudum, bizim sonuca giderken karşımıza hayal kırıklıklarının çıkması. beklentilerin yüksek tutulmaması elzem. bu, truffaut’ya yapmış olduğumuz bir saygısızlık değil, aksine truffaut’nun düşüncelerine set çekmememizden.

    “….bıktım, anladın mı? bıktım! bu bir artiste göre hayat değil. olası ki gerçek bir artist değilim. ama öyle sanılmasına ihtiyacım var. öyle olması için de çabalıyorum. fazla bir şey de istemiyorum !!

    seninle yaşamak için eğer sabrın gerekmediğini sanıyorsan yanılıyorsun. bir senedir piyano sohbetin çok güzel. sana hemingway hakkında ne düşünüyorsun diye sorulursa: …öyle görünüyor ki bütün plaklarımın koleksiyonunu yapıyor… ve falanca resitalimi sevmedi! ve filanca, falancaya şu an ki en büyük piyanist olduğumu söyledi. ama, benim şunu kabul edip bunu reddeden bir halim mi var? dupont benim için ne düşünüyor? kapıcı beni televizyonda gördü mü? aman tanrım! her şeyi on defa tekrarlıyorsun. sanki ilk defa işitiyormuşum gibi mi yapmam gerekiyor? bunun bir yaşam şekli olduğuna inanıyor musun? uzun sürede bunun biraz sıkıcı olduğunu düşünmüyor musun? senin daha iddialı ve dehandan daha emin olmanı tercih ederim. hiç değilse, böyle, huzur içinde olacağım !!..”

    truffaut’nun siyah beyaz ile dinginliğini bulmak mümkün. ikili yaşamlardan dahası var: müzikal gösteriler, insanların birliktelikleri, kendi içinde kendi derecesini yakalayan bir film tirez sur le pianiste. siyah beyaz film severlerin keyif alarak izleyeceğini umuyorum.
  • boby lapointe - framboise

    adı francoise’ydı

    ama ona franbuaz derlerdi

    onbaşının fikriydi ama onda nadiren bulunurdu fikirler

    bize içki servisi yapardı maine - et - loire’ın bir köşesinde

    ama onun adı madelon değildi

    kızın başka bir adı vardı

    hem sonra imkansızdı

    onun çenesine dokunulmazdı

    zaten kız da antibes’dendi

    ne kılık!

    kıl ve franbuaz

    onlar kaderin memeleridir

    kız elbette antibes’dendi

    karayiplerden daha yakındır

    caracas’tan daha yakındır

    pezenas’tan daha mı yakındır?

    bilmiyorum.

    bir fransız kızı olmasına karşın, o sevişmeye karşıdır.

    o bir fransız kızı olup gözleri ateş saçsa da..

    beni huzura kavuşturmuyor,

    o sevişmeye karşı duruyor.

    ben ki sevişme taraftarıyım ama bu ne kılık oluyor?!

    kıl ve franbuaz

    kaderin memeleridir.

    çok az bir avantajı vardı

    daha fazlasına sahip olmak için

    ilave ettirdi, güzellik enstitüsünde. - ha ha ha

    maine-et-loire’da bu olabilir.

    armut gibi güzel göğüs yapılabilir.

    angers’te bir enstitü var.

    hiç tehlikesiz ameliyat ediyor.

    en gençten en yaşlıya kadar.

    hemen hemen herşey değişebilir.

    değiştirilemeyecek olan şey hariç.

    ne büyük kılık!

    kıl ve franbuaz,

    kaderin memeleridir.

    daha fazla avantaj

    avantajın avantajı

    o angerslı göğüsleriyle döndüğünde sordum:

    iki kere on?, izin ver de şakalaşayım bu angerslı memeyle

    ama elimden kurtulmak için çayırda ilerleyip hız kazandı

    arkasından koşmadım, yakalamak istemiyordum

    angersli bir memeyi..

    kıssadan hisse

    kıl ve memeler!

    (bu çevirimi sevgilime ithaf ediyorum.)*
  • truffaut'nun en oyunbaz, anarşik mizaha sahip filmi insana bir yandan godard'ı diğer yandan woody allen'ı hatırlatır. belki genç charles aznavour'un kadınlarla yanyana yürürkenki tipinin ve düşüncelerinin woody allen'a benzemesinden. esas kadın ise marie dubois'dır.
  • charlie'nin monologları oldukça eğlencelidir, bazen kendi sözünü bile dinlemez. ayrıca filmle ilgili şöyle güzel bir detay da vardır:

    --- spoiler ---

    filmin sonunda charlie kardeşinin karlar arasındaki evine geldiğinde ilk aynaya bakmaya gider, baktığı aynaysa kırıktır; arka planda da olsa charlie'nin yüzünü kırık aynada görürüz. kırık ayna truffaut'nun bilinçli tercihi midir bilinmez ama devamında olacak olaylar için güzel bir detay, foreshadowingtir.

    --- spoiler ---
  • 1960 yılı mahsulu fransa yapımı bir françois truffaut filmi. david goodisin down there isimli romanından uyarlanmıştır. shoot the pianist ve/veya shoot the piano player olarak da bilinir.

    charlie kohler her gece aynı barda çalan bir piyanisttir. aynı barda garson olarak çalışan lena kendisine deliler gibi aşıktır. bir gün kardeşi chico peşinde iki gangster ile bara gelir, kardeşinin kaçmasına yardım eden charlie gangsterlerin yeni hedefi olur. garson lena ile yakınlaşan charlie, beraber yaşadığı küçük kardeşi fido'nun gangsterler tarafından kaçırılmasından sonra harekete geçmeye karar verir. olaylar gelişir.

    truffaut'nun ilk dönem işlerinden. kalburüstü senaryosu ile dikkat çeken, usta işi kurgusu ve spontane gelişen oyunculukları ile truffaut filmografisi içinde kendi adıma her daim özel bir yer tutan film.
  • (bkz: framboise)
  • film-noir olarak göremediğim film.bence daha çok drama gibi olmuş.karışık konusu, ve belki de charles aznavour un oyunculuğu bunda etkili oldu.bir piyanisti iyi oynamış ancak bir film-noir baş karakteri bence olamamış.
    bunların dışında filmde beni eğlendiren olay bobby lapointe nin framboise performansıydı.
  • jean cocteau'nun 1960 yılında françois truffautya bir mektupta "başyapıt" olarak nitelendirdiği film:

    "... cocteau déclarant à truffaut dans une lettre de 1960, à propos de tirez sur le pianiste : « mon françois, ton film est un chef d’œuvre, une manière de prodige. et je t’embrasse. » "
    (françois'im, filmin bir başyapıt, bir harika. seni öpüyorum."

    kaynak
  • 1960 yapımı françois truffaut filmi. başrollerde charles aznavour, marie dubois ve nicole berger vardır. david goodis'in down there adlı romanından uyarlanmıştır. edouard saroyan isminde geçmişiyle sorunları olan utangaç bir piyano virtüözünün hikayesidir. geçtiğimiz yıllarda cnbc-e tarafından yayınlanmıştır.
hesabın var mı? giriş yap