• tiyatro özelinde, bale, opera gibi sahne sanatları genelinde son zamanlarda bir kısmı beni iyice deli eden kitle. çünkü bu insanlar nerede olduklarını umursamazca davranıyor çoğunlukla. bundan kastım, tiyatro salonlarını yüceltelim, oraya herkesin ulaşamayacağı statüler verelim, takım elbisemizi giyip, fötr şapkamızı takalım ya da akşam tiyatroya gitmek için döpiyes alalım değil elbette... ama salon umurumuzda olsun. o esnada hem yakın çevremizdekilere hem de salondaki diğer insanlara saygımız olsun. yani kısaca işin özü saygıda bitiyor.

    profesyonel, amatör ya da amatör altı reji, dramaturg ya da oyunculara da bazı şeyler söylemek gerek ama burada sadece seyirciye odaklanıyorum. hem sahneye hem etrafındakilere saygı göstermeye devam eden, oyunları gerçekten izlemek için gidenleri tenzih ederek - oyun, oyuncu, izleyici ilişkisini bu noktada es geçip - bir seyirci olarak beni deli eden kitleyi artık aşağıdaki şekilde gruplandırıyorum;

    ego tatmini için gidenler: çoğu zaman amacı oyun izlemekten ziyade orada bulunmak olan grup bu. büyük şehirlerde ve küçük illerde bulunabilirler. küçük illerde daha çok, mevki ya da etiket sahibi olan insanlar bu grubun içine girerler. büyük şehirlerde, oyun öncesi fuayede bağıra bağıra konuşup, kimi tanıdığını belli etme ihtiyacı hissedenler de bu gruba dahil olabilirler.

    bu gruba girenlerin bir kısmı da bilgi birikimini etrafa ve oyun sonrasında çevresine bir şekilde belirtme ihtiyacını taşıyanlar. hadi yine bunların içindeki istinasları da ayıralım eğer varsa, çoğu zaman oyunu nasıl bulduğunu ya da ne düşündüğünü sorsanız; harikaydı ya da çok kötüydü diyerek bir nedensellik belirtmeksizin durmaksızcasına konuşarak bu eksen etrafında dönerler.

    oyun esnasında oflayıp, puflayan, sonra ekipten biriyle muhabbet çevirince oyunu ölümüne savunanlar da dahil edilebilir.

    ve daha bir sürü...

    hani bunların ana konuyla direkt bir ilgisi yok, etrafa bulaşmadıkları sürece kendi tercihleri diyerek geçilebilir. ama bu da türk tiyatro izleyicisinin yönlerinden biridir bence.

    cep telefonuna yapışık kitle: özellikle akıllı cep telefonlarının yaygınlaşmasından itibaren telefonuna yapışık yaşayan bu kitleyi sinema salonları, tiyatro salonları, opera ya da bale performansları kısaca her yerde, büyük küçük ayırmaksızın imkanı olan her şehirde görmek mümkün. bir kısmı telefonlarının sesini kısmayı akıl edebiliyor iyi ki. (acil durumları ayırarak) oyunu izlemeye gelmişsin araya ya da oyunun sonuna kadar beklesen de whatsapp yazışmanı orada yapsan? facebookta kendini oyun esnasında etiketlemesen, bunun üzerine gelen yorumları oyun esnasında beğenmesen, bizde senin ekranının ışığından kendimizi kurtarabilsek olmaz mı? hayır reji gereği sahne kenarına spot vurdurulmuş, genel ışıklandırma kapatılmış ve adam o esnada oyunun en can alıcı tiradını veyahut mizansenini sergiliyor ama aynı anda pek çok seyirci ışık saçan ekranlarından dünyayı kurtaran yazışmalarını yapıyor. salon bir ışık yuvası.

    ve sadece bir anlığına değil, bu yazışmalar tüm oyun/film boyunca devam ediyor.

    bir kaç gün önce oyun esnasında, oyun öncesi ya da sonrası değil, oyun esnasında kendi selfielerini çeken sonra fotoğraflara bakıp onları yorumlayan seyirciler de gördüm ya artık ölsem de gam yemem.

    geç kalan kitle: adı üstünde geç kalırlar. bu büyük şehirlere mahsus bir durum değil. küçük yerlerde evi salonun dibinde olsa bile itinayla en az 10 dakika geç kalan insanlar gördüm. aslında daha önemli olan sorun, sürekli olarak bunu tekrarlayıp, erken gitmeyi bir aptallık olarak görenler. şu protokol kısmına hiç değinmeyeceğim bile.

    bu kitlenin içinde, geç kaldığı gibi, hemen bulduğu yere oturmayan, itinayla etrafta tanıdıklarını arayan, salon içinde bakına bakına yavaş ve kendinden emin adımlarla dolanırken etrafı kolaçan eden, bir iki kere salonu turlayan fantastik bir kısım var ki ben kendilerine hayranım.

    konuşmak için gelen kitle: günlük iş, hayat, ev dertlerini birbirleriyle paylaşmak için tiyatro salonunu seçen insanlar olduğunu düşünüyorum. yoksa oyun esnasında birilerinin kredi borcunu, faizini, banka ile hesaplaşmalarını, birinin kız arkadaşı ile yaşadığı sıkıntıları, bir okulun tüm dedikodularını bir şekilde oyun esnasında dinlemenin başka bir açıklaması olamaz. ışıklar kararınca bu grup rahatlıyor sanırım, psikolojik.

    yemek yiyen kitle: yok sanıyorsunuz değil mi? ama var. ve umarım hiç rastlamazsınız. sinema salonunda bahsetmiyorum, oyun esnasında ilgilerini ellerindeki abur cubura veren bu kitlenin en sevdiği şey, o poşetler ya da ambalajlardan fütürsuzca hış huşş sesleri çıkarmak. yiyecekler bittiğinde bile.

    çocuklar: aslında bu konuda en masum olan çocuklar. çünkü onların üzerinden anne baba ya da yanlarındaki yetişkinlere değineceğim. şimdi küçük çocukları hatta bebekleri salona getirmişsiniz. o zaman sanırım onun sorumluluğunu almak lazım. kimse "ama çocuk o, ağlar sızlar" demesin. tabii ki çocuk, ağlar sızlar fakat önce onu böyle bir ortama getirmeden önce düşünmek gerekir. ilgisini çekecek mi? küçücük bebek, daha bebek!! kör dövüş' ten, gergedan' dan ya da martı' dan ne anlasın? nesine baksın da onca dakika ilgisini sahnede tutsun? ağlıyorsa ve durmuyorsa da bir zahmet salondan çıkarın. minicik bebeği zorla salonda tutmanın ne anlamı var?

    sonra çocuklar geliyor. kimse "aman çocuk işte, bağırır da, salonda koştutur da" demesin. bu ailelerle birlikte nice anne-baba, salona getirdiği çocuğun sorumluluğunu üslenmiş, çocuk ne etrafı ne salonu rahatsız etmesin diye ecel terleri döküyor, çocuğu sürekli kontrol altında tutuyor. şimdi, kastettiğim kitledeki insanların çocukları salon içinde gönüllerince at koştururken diğer aile ve çocuklara yazık değil mi? örneklere bakalım;

    salon içinde çocuk koştururken, koltukları pat pat indirip kaldırırken, bağıra bağıra kardeşiyle kavga ederken büyük bir huşu ve minik bir tebessümle onu/onları izleyen anne-baba...

    üst kattaki balkondan salona " baba, ben buradayım" diye bağırıp el sallayan çocuk vs... ve bunların hepsi bu çocuklar için doğal...

    bunların yanında her bel altı espriye delice gülen, hareketli müzik çaldığında rahatlayıp haydi eller havaya moduna geçen ve daha nicesini yazmaktan sıkıldığım için geçiyorum. kısaca ve daha bir sürü işte... aslında tüm bunların altında yatan ana nedeni muhtemelen herkes biliyordur zaten. bu durum küçük bir yansıma sadece.
  • yukarıda allah razı olsun seviyeyi yükseltiyor diye sayılmış ankara dtcf tiyatro bölümüne dahil olmakla beraber elitizmle uzaktan yakından alakası olmaması gerektiğini düşündüğüm seyircidir. kılığına kıyafetine, gülmesine ağlamasına bakılmadan hoş gelmişlerdir, gelmelilerdir.

    facebook'ta karşıma çıkan ve iş gereği ulan bizim oyunla ilgili ne yazdılar acaba diye ara ara bakmak zorunda kaldığım ankara dt müdavimleri sayfasında bu kıltorik elitist tayfanın bayrak taşıyanlarını görebilirsiniz. bu cinsin ekserisi akün, şinasi ve hadi hadi cüneyt gökçer dışındaki sahnelerdeki oyunlara burunlarını indirip gitmedikleri gibi bir de ay şu güldü bu erken alkışladı, şunun telefonu titredi diye ego tatmin ederler her oyun çıkışı. ben ki aylarca emek vermişim o oyuna, oynayan en yakınım canım ciğerim, izlerken bu kadar tribe girmiyorum. bunlarda nasıl bir sensör açıksa burun kıvıracak seyirci arıyorlar. sen gelme ulan ayı. burası az gelişmiş bir ülkenin devlet tiyatrosu. biletler on lira-altı lira. bu kurumun misyonu seni rafine hissettirmek değil önce anadolu'ya tiyatro götürmek.

    yıllar önce antalya dt'de memet baydur'un kamyon oyununa her hallerinden işçi oldukları belli on kişilik bir grup gelmişti. ben onların ellerinden öpüyorum. kalkmış gelmişler helal olsun. ama sağımdaki solumdaki kokanalara beğendiremedik kendilerini. bir burun kıvırmalar, bir "bunlar" da gelmiş tripleri. allahın ayıları oyun başlayınca iyice kıl olmuşlardır diye seviniyorum zira özellikle bilenler bilir, hamalın apartmanın en üst katına piyano taşırkenki halini anlattığı tirad tam da bu salaklara cevap niteliğindedir.

    o gün bugündür özellikle devlet tiyatrolarında kasıntı seyirci gördüm mü cinlerim tepeme çıkar. tiyatro halk içindir, beğensen de beğenmesen de bu milletin görgüsü adabı şu koşullarda bu derecededir. sen aydınsan bekleyeceksin ki onlar da gide gele, etraflarına baktıkça ha bu da böyle bir şeymiş demek diyecekler. bu entry'i de içerden bir insan olarak kraldan çok kralcı artist seyirciye yazdım burda dursun. siz rahat olun oturun oyununuzu izleyin, seviyeyi yükseltmek işi orda sahnede, sahne arkasında, provada emek verenlere kalsın.

    edit: burda sosyoekonomik bakımdan görece alt düzeyde oldukları için hor görülen seyircileri savundum. en öne oturup oyuncuların gözüne baka baka whatsapp'tan mesajlaşan concon gençliği ölümüne korkutuyorum o ayrı.
  • türkiye'de çoğunluğu bilinçsiz olan seyirci malesef. duraksamalarda alkışlayanlar mı dersiniz,sahnedeki oyuncunun oyunun akışı içerisinde kendi kendine sorduğu sorulara cevap verenler mi yoksa oyun devam ederken selfie çekmeye çalışanlar mı..hepsi mevcut.
  • oyun sonundaki sıralı alkış kısmında en büyük ilgiyi iyi performans gösterene değil, esas oğlana göstermektedirler. birkaçtır bu duruma denk geliyorum; gıcık oluyorum.

    bir gün dayanamayacağım, dönüp salondakilere "performansın hakkını verin lan ipneler; rol önceliğinin değil" diye haykıracağım

    yillar sonra editi: sadece bizim ulkeye has degilmis, dunyanin her yerinde boyleymis aga
  • çoğu zaman saati 10' a kurup internetin başında bekleyendir.
    (bkz: biletiva)
  • ferhan şensoy'un oyun sahnelenirken telefonla oynayan seyirciye atarlanması, türkiye'deki tiyatro izleyicisi ile ilgili düşüncemi bir kez daha haklı çıkardı.

    türkiye gibi ülkeler, medeniyet seviyesi üst seviyede gibi lanse edilse de, değildir.cahil ve alt sınıf toplumlardır. sadece üst seviye gibi görünmeye çalışırlar.

    burada insanlar, gerçekten zevk aldıkları için sanatla uğraşmazlar. sanat bizde "kültürlü gibi görünmek" için kullanılan bir ambalajdır. operadan nefret eder, "sık sık operaya" giderim demek için gider. jazzdan nefret eder ama sosyal medyada "evde kahve ve jazz keyfi" diye caka satar.

    niye sahtekarsınız?
    harbiden biz niye böyle sahtekar insanlarız?

    mesela ben sanat galerilerine gidip, illüstrasyon çalışmalarını incelemekten keyif alıyorum. fakat tiyatroyu sevmiyorum.

    -aaa tiyatroyu sevmiyor musun?
    -hayır sevmiyorum. sevmek zorunda mıyım?

    evet sevmek zorundasın çünkü herkes tiyatro sever!

    işte insanları böyle yalandan kültür-sanat sevdalısı yapmaya çalışırsak, kendimizi zorla entelektüel göstermeye çalışırsak, tiyatroda oyun izlemek yerine telefonda oyun oynarız.

    facebook'ta yer bildirimi yapıp, hava atmak için viyana'da senfoni izleriz; almanya'da almanca bilmeden tiyatro oyunu izleriz. örnekleri işkembeden sallamıyorum. bizzat tanıdıklarım.
  • kafayi yemis ve neden tiyatroda oldugunu unutmus seyircidir, her tiyatroya gittigimde sinir krizinin esigine geliyorum, sifir saka. surekli aralarinda bir konusma oluyor, telefonla goruntu alinmasi yasak olmasina ragmen fotograf ceken, video ceken... tiyatroyu izleme yasina gelmemis cocugunu getiren, oyunda yiyecek yiyen... cocuguna yediren... cocuk gibi davranan, cocuk gibi muamele edilmeyi hak ediyor aslinda. alice'e gittigimde o nedenle uygulamayi cok sevmistim, telefonunu cikaranlarin uzerine yesil lazer sıkıyorlardi, isaretliyordu boyle point, bu bence utanc verici bir sey. bunu devlet tiyatrolari da yapmali. konusanlari da isaretlemeli.

    en son kanli nigar'a gittim, 6 yasindaki cocugu getirmis, cocuk hakli, cocuga diyecek bir sey yok. 6 yasindaysaniz ve kanli nigar'a suruklenmisseniz, ortam sıkıcıdır. ikinci perdede cocugun eline cips acip verdiklerini ölürüm de unuturum.

    zaten, insanlar genel olarak bi ayilastilar. ayiliga sifir tolerans politikasiyla pasif agresif direniyorum artik. her konustuklarinda donup gozumu dikip bakiyorum, ins. ne bakiyosun diyen cikar da, artik nolacaksa olsun ya. metroda, inenlerin alaninda bekleyenler icin de gozumu dikip bakiyordum, artik isi bir adim ileriye goturdum sanki onlar hic yokmus gibi, dumduz yuruyorum oyle amerikan futbolu oynar gibi, artik omuz, kol, ayak neresi carparsa carpsin umrumda degil. yaya gecidinde de atiyorum anasini satayim kendimi yola, yeter be. yaya gecidinde yaya gorunce hizlanmak nedir ya? neyse, niye baktigimi tane tane anlatmaktan buyuk keyif alirim. amk comaristanlilari ya... yerine gore davranma kulturunu niye herkes evden cikarken unutuyor hic bilmiyorum.
  • efendim, eger zaman zaman bu baslik beni anlatiyor diyorsaniz, sizlerden ricam, cep telefonlarinizi tiyatro salonlarina sokmayiniz!
    hadi soktunuz; hadi oyun baslamadan bas bas yapilan goruntu almak yasaktir anonsunu duymadiniz, anlamadiniz; hadi oyuncu da sizin hareketlerinizden etkilenmeyecek kadar uzak; cevrenizde oyuna dikkat kesilmis insanlari da dusunun.
    tiyatro konsantrasyon isidir, seyirci de oyuncu kadar sorumludur, salondaki her bireye karsi.
  • tiyatro seyircisi, edebi bir sanat türü olan tiyatro ekosisteminin bir parçası. ekosistem içerisinde, aylarca sadece izlediğimiz o rol için emek harcamış oyuncular var. ses, görüntü ve sahne teknisyenleri var. ortada özenle yazılmışi, seçilmiş, belki dilimize çevrilmiş bir oyun var. son olarak, bu oyunun hayatlarına dokunabileceği biz tiyatro seyircisi var.

    tiyatro seyircisi olarak aldığımız bir biletle, 1-3 saatliğine kendimize, bu oyundan edebi bir zevk almak adına bir söz veriyoruz. bu sözü tutabilmemiz için oyuncuların ve bizim dikkate ihtiyacımız var.

    birkaç gün önce gittiğim bir tiyatro oyunundan çıkınca bu husustaki rahatsızlıklarımı hatırlamak ve hatırlatmak istedim. bunları paylaşırken doğru aksiyonların üzerinde durmak isterim.

    düşen telefonlar: telefonlarımız artık tablet boyutunda, telefonlarımızı kucağımızda tutmak yerine çantalarımıza ya da cebimize koyabiliriz. böylelikle yere düşüp ses çıkarmazlar. ve oyun esnasında telefonumuzun ekranına bakmayız.

    unutulan alarmlar: oyuna girmeden önce telefonumuzun alarmını kontrol edebiliriz. eğer alarm oyun sırasında çalacaksa alarmı iptal edebiliriz.

    çalan telefonlar: oyuna girmeden önce telefonumuzu sessiz moda alabiliriz. böylelikle o tablet boyutundaki cırlak telefon hem bizim hem de oyuncuların dikkatini cırlayarak dağıtmaz.

    sesli yorumlar: tiyatroya arkadaşlarımızla gelmiş olabiliriz. ama yorumlarımızı sesli ya da fısıldayarak dile getiremeyiz. çünkü bu seyircinin ve daha da önemlisi oyuncuların dikkatini dağıtır.

    çok da zor durmuyor, yalnızca bir oyunun bize ulaşması için verilen emekleri düşününce.
  • yıllar içinde değişime uğramış sanatsever kitle. tabii bunda çocukluktan itibaren kazanılan kültür ve görgünün, ayrıca bulunulan ilin bile yansıması etken olmakta. tereddütsüz.

    ilk-orta ve liseyi ankara'da bitirmiş birisi olarak; ankara'nın izleyici kitlesindeki sanata ve sanatçıya duyulan saygı kılık kıyafet, dinleme-izleme edebi, alkış zamanlamasına bile yansıyan protokolcu bir ciddiyet içindeydi.

    izmir'e geldiğimde ise pek de hoşnut olmayarak gözlemlediğim, üniversiteden itibaren gitmeye devam ettiğim tiyatro ve özellikle bale ile senfoni konserlerinin bariz bir rahatlık içermekte olduğu yönünde hem sanatçı, hem de izleyici olarak.

    özellikle dün izmir devlet tiyatrosu'nda tanık olduklarım beni afallattı. sahneye karşı tiyatro biletini tutarak selfie çekenler, instagrama story atanlar, marjinal olacağım diyerek kılık kıyafette ucuz bir görüntü sergileyenler; yalnızca cariyeleri ve hamam sahnesini merak ederek izlemeye geldikleri çok çok belli olan garip bir güruh; salon dolu mu dolu ama kalite yerlerde. utanç verici.
hesabın var mı? giriş yap