• her bölümünü büyük bir keyifle izlediğim dizi.
    --- spoiler ---

    dna sonuçları manipüle edilmiş ve bebeğin babası al karakteri ya da diğer sapkınlardan biriymiş gibi geldi,sonunu izlerken özellikle al'ın pişkinliğini gördükçe
    --- spoiler ---
  • gerçeğe uygun bir diziyse vay yeni zelanda'nın haline dedirtiyor. erkekler, polisler, inanışlar türkiye'den beter. koyunlara tecavüz etmenin normal karşılandığı, kızların çocuk bile olsalar şortla gezmelerinin sürtüklük olması, yalan söylüyor, aranıyor vb gerekçelerle çocuklarla ilişkiye girmekte problem olmadığının düşünülmesi, 12 yaşında bir çocuğun hamile kalmasının kimseyi irrite etmemesi, polis teşkilatının olayı soruşturmaya gönülsüzlüğü, sosyal hizmetlerin adam gibi çalışmaması, pedofillerin rahatlıkla çocuklarla ilgili işlerde çalıştırılabilmesi vesaire vesaire. iç sıkan atmosferin üstüne bu berbat erkek yargılarını da ekleyince insana afakanlar bastırıyor kısacası
  • izlediğim en kaliteli mini dizi. bir diğeri için (bkz: mildred pierce)

    öncelikle şunu belirteyim, diziyi açıp da ilk bölümünü bir izleyeyim bakayım nasılmış diye bir düşünceniz varsa ardından kalan altı bölümünü de izleyip hemen bitiriveriyorsunuz. sonra üzülüyorsunuz..

    açıkçası ben son bölümde her şey açığa çıktı görüşündeki hiç kimseye katılmıyorum. bu diziyi, mini diziyi, uzun filmi...vb. güzel yapan en önemli faktörlerden biri her bölümde ufak ufak seyircisine olan bitenle ilgili ipuçları sunması. birazdan bölüm bölüm bu detaylara ineceğim. ama son bölümde patlayan bombaların hiçbiri benim için sürpriz olmadı, hali hazırda çoktan tahmin ettiğim sonuçlardı.

    artık çok eminim ki jane campion ve holly hunter sinemada ya da ekranda kesinlikle en sevdiğim duo. ötesi yok! en sevdiğim -hatta top onda- film listesinde de mevcut the piano ile başlayan birlikteliğin, top of the lake ile yeniden alev alması çok çok hoşuma gitti..

    diziye dönecek olursam...

    --- spoiler ---

    bir kere al'in bir haltlar karıştırdığı 2. ya da 3. bölümden belli oluyor. robin'in al'in evinde baygın uyandığı an ilk ipuçlarındandı mesela. sonra al patoloji uzmanını şarlatan olarak (ve adamın gizemli tavrını da vurgulayarak; otelde kalması...vs.) afişe etti ki demek ki önceden de bir vukuatlar olmuş. fakat en son 5. bölümde cafede çalışan sorunlu çocukları resmen masadaki müşterilerine sunuyordu. bir ara masaya kahve getiren kızlardan birini kafasıyla gösterdiği 3-4 sn. lik bir an bile mevcut. dolayısıyla son bölümde patlamadı aslında bomba.

    hatta ben tui'nin çocuğunun babasının da al olduğuna çok eminim, laboratuvarda matt ve kendisinin raporlarını değiştirdiğini düşünüyorum ki tui'nin son sahnede al'in salonundaki kanepede uyanması ya da al'in matt'in küllerini getirmesi de bunun göstergesiydi bence.

    unutmadan, tui'nin no one yazmasının sebebi de esasen matt'in robin'e, "no one tui'yi benim sevdiğim kadar sevemez" dediğinden değil, çocuklara tecavüz edilmeden önce uyuşturucu verilmesinden kaynaklı. dolayısıyla tecavüze uğradıklarının farkında bile değiller, tam da bu yüzden no one.

    tekrar edeceğim ama dizinin güzelliği burada zaten, her bölüm seyircisini sona taşıyan pek çok ipucu veriyor.

    bu entrikalarını bir yana bırakacağım ve beni esas keyiflendiren ve izlediğimden son derece zevk almamı sağlayan sahnelere değineceğim biraz.

    öncelikle adam & eve sekansları. örneğin matt ve grishina'nın paradise sınırları dahilinde ecstasy alıp eğlendiği sahneler ya da robin ve johno'nun ormanda tui'yi ararken bir anda ateşlendiği sahne. insan vücudunun çözülemeyen doğasının doğayla maksimum dozda karıştığı an... hem seyretmesi keyifliydi hem de beni bireysel olarak sevk ettiği düşünceler..

    new zealand'ın muhteşem doğası arka fonu süslerken geçen neredeyse tüm sahneler harikaydı ve aslında sanki bir tablonun önünde takılı kalmış da saatlerdir ayrılamamışsınız hissiyatı doğuruyor, bende öyle en azından. tıpkı the piano'da kumsalda çalınan şaheser gibi.

    onlarca dizi izliyorum ve bazen öyle karakterlere denk geliyorum ki insanlık tarihinde daha iyisi yaratılamaz diyorum; mesela brenda chenowith. fakat şu an çok çok eminim ki gj dizi ve televizyon tarihine gelmiş en uç ve ulaşılması güç karakterdir. bundan sonra daha iyisinin yaratılabileceğini gerçekten düşünmüyorum ve kendisinin top of the lake'ten en sevdiğim tiradıyla noktamı koyuyorum:

    bunny: what about love ? perhaps ı'm just meant to love cocks.
    gj: ı believe in the profit motive. what people called love, if its not reciprocated it turns into either apethy or hatred. become completely disillusioned. then the truth begins to express itself.
    bunny: what about loneliness ?
    gj: that's your best card.
    bunny: what for gj ?
    gj: to disillusionement! get that and get it good.

    --- spoiler ---

    en en son olarak da jane campion'ın yırtık kadın çorabı takıntısını yine yeni yeniden, tüm albenisiyle top of the lake'te görmek de tebessüm ettirdi..
  • isminin neden "top of the lake" oldugunu son bolumde anladigimiz, yer yer huzunlendiren, yer yer dusunduren, oyunculuklari ve senaryosuyla oldukca etkileyen mini dizi. elisabeth moss ve holly hunter rolleriyle resmen butunlesmis. 2013 emmy veya altin kure'de odul almalari hic sasirtici olmaz.

    --- final bolumu spoiler ---

    paradise kadinlari ve gj... "keske yasadigim sehirde de boyle bir komun olsa, icim daraldikca gitsem," diyor insan...

    robin: gj, tui'ye yardim etmek istiyorum.
    gj: ah, siz de hep birilerine yardim etmek istiyorsunuz. su afrika'ya yardim etmek istiyor mesela. once kendine yardim et! ucaklardaki gibi! once kendi maskeni tak.
    robin: kendime nasil yardim edecegim?
    gj: dinlemiyorsan sana soylememin ne anlami var?
    robin: dinliyorum!
    gj: hayir! duydugun tek sey kendi cilgin dusuncelerin, surekli akan bir bok nehri gibi... dusuncelerini olduklari halleriyle gor. yardim etmeye calismayi kes, plan yapmayi kes, pes et! senin icin de, baskalari icin de cikis yok! burada yolun sonunda, dunyanin sonunda "cennet" adini verdigimiz bir yerde yasiyoruz. ama nasil gidiyor? mukemmel mi? hayir! hic olmadiginiz kadar delirdiniz. (sessizlik) yorgun musun? o zaman buraya uzan. kedi gibi... vucudun muazzam zekasiyla boy olcusebilecek hicbir sey yoktur. dinlen...

    --- final bolumu spoiler ---
  • sessiz,sakin ve derinden gelen, gereksiz efektlerden arınmış,sadece ve sadece iyi oyunculuk ve yeni zellanda ile dolu güzel dizi.faramir abimizi de özlemişiz.
  • 6. bölümü izleyip gözleri dolmayanın insanlığından şüphe ettiğim dizi.

    (bkz: you motherfuckers)
    (bkz: björk)
    (bkz: joga)
  • hakkında yazmak istediğim her şey spoiler niteliğinde:

    --- spoiler ---

    al'in ne pis bir insan olduğunu en başından anlamayan, hatta kendisini çok seven insanların ne çok olduğunu görmemi ve dünyada böyle kötülüklerin olabilmesine nasıl göz yumulabildiğini daha iyi anlamamı sağlayan dizi oldu.

    sürekli erkekliğiyle kadın ortağını ezmeye çalışması, iş arkadaşının yanındayken aynada kendini hayran hayran kesmesi ve ne pis bir egosu olduğuna dair mesaj vermesi, robin istemediği halde sürekli kendisiyle ilişkiye girmek için ısrar etmesi, evine iş konuşmaya geldiğinde romantik yemek ortamı hazırlayıp baskıyı artırması (taciz illa fiziksel değildir), sarhoş etmek için bardağına içkiyi doldurup durması (ki ilaç koymuş olabileceği çocukları da benzer şekilde uyuttuklarının anlaşılmasından sonra bir ihtimal olarak ortaya çıktı), robin sarhoş olunca onu soyması ve üzerine kendi gömleğini giydirerek hem onu küçük düşürmesi hem de ilgilendiği için onu borçlu konumuna düşürmesi, restoranda çalışan insanlara tavırları (eastern promises'daki babayı hatırlattı) ve çalışanların sinmiş tavrı, vs. vs. vs. ayrıca matt'e karşı çok rahat olması, öte yandan matt'in ondan çekinmesi de sıradan göt bir herif olmadığını, asıl büyük balık olduğuna işaret ediyordu çok emin olmasak da.

    bu arada matt'in tui'ye tecavüz ettiğini nasıl hala düşünen birileri var ona da şaşırdım. zaten en başından tui'nin bıraktığı mesaj "no one"ın, "tek bir kişi değil" anlamına gelebileceğini robin söylemişti. ki dizinin son bölümünde zaten "çok kişiden" neyin kastedildiği anlaşıldı. dna testi sonucunu elbette al salladı. ek olarak matt'in lider olamayacağı da tavılarından çok netti.
    --- spoiler ---
  • öncelikle çok beğendiğim dizi olmuştur. şu ana kadar izlediğim polisiye bir öykü aktaran diziler içerisinde true detective ile birinciliği paylaşmaktadır ki bu durum diziyi çok daha farklı kulvarda olsa da the wire'dan bile daha çok beğendiğim anlamına gelmektedir. true detective'i özellikle belirtmek istedim, her ne kadar ikinci sezonunda bir kadın karakter karşımıza çıkıyor olsa da genel bir sorun olarak bu tarz kadın karakterlerin bir erkek tarafından yazıldığı top of the lake gibi benzer kulvarda bir diziyi izleyince çok daha net anlaşılıyor. feminizmin kurucu fikir öncüllerinden veya ideolojik yazımından herhangi bir eser okumuş değilim, bu konuda cahilim. o yüzden dizi için diğer yazarların dediği gibi feminist veya eko-feminist gibi tespitlerde bulunamayacağım. fakat kadın karakterler, diğer pek çok eserde olduğu gibi bir fantazi ürünü değil, sistemde rol biçilebilmesi için erkekleştirilmiş de değil. benim çok hoşuma gitti bu durum.

    spoiler safhasında da dizi ve karakterlerle ilgili daha ayrıntılı yorumlarımı yazacağım.

    --- spoiler ---

    sanırım kimse karakter isimlerinden bahsetmemiş, kriminal bireyimizin adı matthew, çocuklarının isimleri ise luke, mark ve johnno. dört kanonik incilden gelen isimleri var. bunu kriminal karakterin, hala bozulmamış irlanda aksanına ve annesinin mezarı karşısında, babasının kemeriyle kendisini adeta bir opus dei üyesiymişçesine kırbaçlamasına bağlayabileceğimiz gibi yönetmen/senaristten bir gönderme şeklinde de anlayabiliriz belki; emin değilim.

    ayrıca, tui için çok çaba sarf eden, muhtemelen kendisi de istismar mağduru olan çocuğun ismi de jamie, yani james'in dimunatif formu. st. james, isa'nın 12 havarisinden birisi olup, kardeşleriyle birlikte celile gölü'nde balıkçılık yapan bir karakterdir ve havariler arasında ilk şehit olan da odur. bilemiyorum, insan beyni bildiği konuları, normalde durumun alakası olmasa dahi, ortadaki durumla ilişkilendirmek konusunda usta bir cihaz. sanırım zorlama bir tahmin bu ancak yine de burada dursun.

    baş roldeki karakterimizin ismi de robin. türkçe olarak bildiğimiz kızılgerdan. sıklıkla normal bülbülle karıştırılan, güzel ötüşlü, küçükken kumruyla beraber insandan en kaçmayan kuş olması nedeniyle en aptal kuş olarak nitelendirdiğim canlı. ayrıca halihazırda, büyük oranda eşitlikçi bir yuva anlayışları olan kuşlar arasında dişinin en fazla inisiyatif aldığı, en çok aile reisi olduğu türlerden bir tanesi. protagoniste çok yakıştırdım bu ismi de, tesadüf olduğunu düşünmüyorum.

    matt mitcham'ın kızıyla olan ilişkisinin istismar boyutuna ulaşmadığını düşünen yazarlar olmuş ancak dizi bu konuyu tam olarak aydınlatmasa da aksi yönde bize güçlü emareler veriyor. kaldı ki, bu tarz konuların tam olarak aydınlatılabilmesinin zorluğu da göz önüne alındığında ben bu anlatımı çok sevdim.

    matt mitcham, küçüklüğünde annesi tarafından fiziksel istismara uğramış, şiddet görmüş bir karakter. annesi tarafından, babasına ait olan kemerle dövüldüğü bilgisine dizide ulaşıyoruz. tüm bunlara rağmen ve aslında bunlardan ötürü matt'in annesine hayranlıkla karışık, sağlıklı olmayan bir sevgi duyduğunu da pek çok sahnede görüyoruz. paradise'dan bahsedilirken, orasının annesinin gömülü olduğu yer olduğunu söylemesi ve bu durumun sahiplenmesine sebebiyet vermesi; annesinin mezar taşı karşısında üstü çıplak olarak kendisine bir fetiş nesnesi haline getirdiği kemerle vurması, tui'yi bulmak için ne derece kararlı olduğunu gösterirken adeta bir totem yerine koyduğu annesinin fincanını bile kırması gibi sahnelerle bu gözümüze sokuluyor. yine matt, ilk mastürbasyonunu 7 yaşında yapıp, ilk cinsel ilişkiyi de 11 yaşında yaşadığını söylüyor. bu cinsel ilişkinin kendi yaşıtıyla olup olmadığına ilişkin bir bilgi olmadığı gibi, bu kadar küçük yaşlarda yaşanılan ilişkilerin genelinin yaşça büyük bir kişinin istismarı sonucu olma ihtimali elbette ki daha büyük. kısaca, matt de pek çok istismarcı gibi çocukluğunda istismar mağduru olmuş bir birey. üstelik bunu kafasında normalleştirerek atlatmaya çalışan, paradise'daki kadınlarla ilk karşılaşmasında da ona söylendiği üzere "alfa" tavırlar geliştiren ancak yeri geldiğinde kendisiyle çelişecek derecede duygusal tepkiler veren birisi. şimdi bu kısmı aklımızda tutalım.

    yukarıda anlattığım karakter özelliklerinin yanında, oğullarının matt'i, kafası güzelken tui'nin yatağında gördüklerini söylemesi, bu görüntünün de pek baba - kız ilişkisine benzer bir yanının olmadıklarını vurgulaması, matt'in bunu yanlışlamak yerine, agresifleşerek, tui'yi çok sevdiğini tekrarlaması ve oğullarına saldırmasını da ekleyelim.

    matt eğer böyle bir durumun olmadığından eminse, neden bebeğin olmayacağını bu kadar vurguluyor, beşiği kırıyor, bebeği kaçırıyor ve tüfeği ona doğrultmuşken öldürülüyor; bu soruları da soralım.

    matt'in evinde yaşayan bebekli kadın için, al'in çocuğun babasının luke mu yoksa mark mı olduğunu sorması; matt'in robin'in kendi kızı olduğunu bile bile o sıralarda arasında bir problem olmayan johnno'ya en azından durumdan bahsetmemesi gibi konular da evin yapısının pek de öyle ensesti kınayan bir şekilde olmadığını anladığımızı da aklımızda tutalım.

    netice itibariyle çocuk matt'ten olmayabilir. ve hatta bana göre değil de. ancak matt'in istismarcı olmadığını söylemek bana kalırsa ancak aksi yönde güçlü bir emareyle yapılabilecek bir eylem. peki neden bana kalırsa çocuk matt'ten değil ve raporlarda al'in manipülasyonu var? çünkü matt, şu an ismini unuttuğum kadınla yatağa girmeden önce iktidarsız olduğunu söylüyor. çocuklarının beyanları da tui'yle "oynaştıkları" şeklinde. üstelik bunlar gerçekleşirken yine sarhoş ve metamfetamin türevleri kullanmış durumda. al'in polis şefi olduğu kasabada, matt'in kan örneği yerine kendi kan örneğini vermesinden daha kolay bir şey düşünemiyorum.

    gelelim johnno mitcham'a. herkesin kafasında aynı soru, johnno'nun aslında robin'e, tecavüz olayında bir payı var mı, yok mu? bana kalırsa dizi burada da harika bir iş çıkararak konuyu kasten açıkta bırakıyor. flashbackleri izlediğimizde johnno'nun robin'e sadece el sallamadığını, seslendiğini de görüyoruz. bu bir artı. ancak söz konusu el sallama, bir jest olarak incelediğimizde tam olarak giden kişiye seslenirken yapılan bir el sallamaya benzemiyor da. el sallamanın hemen arkasından farlar yanıyor ve kamyonet direkt olarak hedefe hareketleniyor. robin, olayın şokundan ötürü johnno'nun kamyonette olduğunu unutmuş olabilir mi yoksa johnno özellikle mi düşük bir profil çiziyor. kaldı ki bu çocuk, kasabanın ali kıran baş keseni matt mitcham'ın oğlu değil mi? karşısındaki serserilerin aslında ne derece sünepe adamlar olduğunu, son kalan adamdan zaten anlıyoruz. sonrasında ağır uyuşturucu sorunu yaşadığını ve tayland'da hapis yattığını biliyoruz. suçluluk duyduğu aşikar ama bana kalırsa duyduğu bu suçluluk, bir şey yapamamanın getirdiği bir suçluluk değil sadece. benim tahminim, toplu ve rıza dahilinde bir seks yapılabileceği ve böyle bir durumu sağlamanın kendi komünitesinde onu daha kuvvetli bir yere oturtabileceği düşüncesiyle, aslında anlattığı kadar saf olmayarak bu işin bir parçası olduğu ancak sonradan etkin pişmanlık gösterdiği ancak yetkin bir pişmanlık gösteremediği yönünde. abartıyorsun ivar diyecekler için de hemen belirteyim, 17-18 yaşlarındayken, bu durumlara benzer olan, sonuçları da benzer olabilecekken aktif bir şekilde müdahil olabildiğim; iki olaya şahitlik ettim. kız, erkeği sever; erkek daha çocuktur, sevmez ama sevişmek ister, bir sürü de hikaye duymuştur, akbabalar üşüşür, taşaklar beyne hücum eder, sağdan soldan duyulan hikayelerin böyle başladığı ve bu durumun normal olduğu inancı yerleşir ve bu da gerekli motivasyonu sağlar. erkek gruplarının kavgaları da genelde böyledir, bir sürü içerisinde git gide daha fazla ses çıkar ve bir yerden sonra o kadar ses çıkmıştır ki, olayı durdurabilecek veya durdurmak isteyen birey bunu seslendirmek istemez. bazen herkes korka korka, dayak yiyeceğini bile bile ve istemeden kavgaya girilir. sık rastlanan bir salaklıktır.

    robin eğer bana da sorsaydı o sorduğu soruyu, ben de hayır demezdim. zaten çok gurur kırıcı bir soru, bu bir sebep ama gerçekten cevabı hayır olsa da hayır demezdim. çünkü yüzde yüz bir hayır mı bunu bilmek gerçekten güç. kişinin kendisi için de güç. ancak sonrasında bu adamlarla görüşmediğini, hırpaladığı elemanın onu tanımamasından anlıyoruz. dediğim gibi dizi bu konuyu bilerek açıkta bırakıyor, gerçek hayatta da en çok aklımızı kurcalayan konular çoğunlukla olayların tam olarak siyah ve beyaz şeklinde ayrılamaması değil mi? johhno'nun, robin'in önünü tuvalette kestiği sahneyi hatırlayalım. bir adım sonrası cinsel taciz midir? eğer bir adım sonrası cinsel tacizse, robin'in önceki üç uyarısı ve fiziksel mücadelesi sırasında zaten taciz başlamış olurdu; yani geriye dönük olarak tüm eylemleri taciz sayardık ve johnno'nun tuvalete girdiği ilk andan başlatırdık. ancak robin'in dördüncü denemede rıza göstermesiyle, bu sefer ilk üç deneme geriye dönük olarak taciz sıfatından kurtuluyor. alın size bir gri alan daha. sıkıntıların doğduğu bölgeler, buralar.

    gelelim robin griffin'e. rachel mcadams'ın canlandırdığı dedektif karakterinden çok daha kanımın ısındığı ve çok daha başarılı bulduğum birisi. iyi bir insan robin. öznel biçimde etik olarak sorgulanabilecek birisi, ki ben sorgulamadım, ancak dizi bu karakterle, genel geçer etik kurallarına uymanın iyi olmanın koşulu olmadığını vurguluyor ki ben çok beğendim. kızıyla iletişim kurmamasını eleştirenler olabilir. nişanlısına geri dönüş yapmamasını, bu sırada bir başkasıyla birlikte olmasını eleştirenler de olabilir. johnno'nun kardeşi olduğu bilgisine ulaştığında, onunla yine de sevişmek istemesini ve hatta bu durumu eşcinsellikle kıyaslaması da eleştirilebilir insanlar tarafından. ancak robin iyi birisi. robin çok zarar görmüş olmasına karşın, zarar vermek istemeyen birisi. elisabeth moss'u mad men dışında ilk defa ekran karşısında seyrettim ve tekrar hayran kaldım. daha çok kadınlarda gördüğüm o "içimde bir sıkıntı var, bir şeyler yanlış gidiyor" tavrını oynayışı, sessizliği vs. harikaydı. çok fazla bahsetmeyeceğim, bir kadın perspektifinden okumayı çok isterim. artık görüşmediğimiz, çok sevdiğim bir eski arkadaşımı hatırlattı tavırları; onun da etkisi olabilir.

    ve al parker... bu adam "ben sinsi ve tehlikeliyim, benim gibi güçlü görünümlü ezik heriflerden her bok beklenir" diye bütün dizi boyunca bağırdı. dizinin dakikalarını kontrol etmiyordum izlerken, olaylar matt'e bağlanınca resmen dizinin yazarına acıdım; çünkü gözlerimizin önünde bir tacizciyi, bir istismarcıyı büyütüp yetiştirmiş ama kaleminin ucundaki faili yakalayamamıştı. neyse ki, on dakika daha olduğunu görünce rahatladım. o kadar fazla malzeme verildi ki bölümlerde;

    kahve içmeye gittiklerinde, siparişi almak isteyen çocuğun ne dediğini bir türlü anlamıyor gibi hareket edip, kaba davranmasında başladı tekinsizlikler. arzuladığı nesneyi kasti olarak toplum içerisinde aşağılayan fakat hafifçe normalden sapan bir tavır gösterdi. aynısını bu sefer robin'i kahveciye çağırdığında da servis elemanı kıza yaptı. son bölüm haricinde, ki son bölümde de yapması aşırı dikkat çekici olurdu, çocuk yaştaki insanlara her zaman buyurgan, aşağılayıcı, fazlaca dominant bir karakter özelliği gösterdi.

    robin'in içtiği şarapta muhakkak bir kimyasal vardı. zaten bütün yemek fiyaskoydu ve karşı tarafı zorlamaya yönelikti. bu tavır sadece erkekler tarafından yapılmıyor, belirtmek isterim. içeriği kasten tam anlatılmayan veya yanlış anlatılan bir duruma düşürülür karşı taraf ve bu son derece normalmiş gibi davranılır. burada karşı taraf olarak, "ne alaka" diye düşünürsünüz ama karşınızdaki insanda net ve objektif bir rahatsız edicilik görmediğinizden ses çıkarmazsınız. çıkarırsanız, ekşi'de "üff snn be slq" diyen insan konumuna düşersiniz. robin, "ben böyle bir şey için pek hazırlıklı gelmedim" dediğinde bu konu üzerine en azından bir "ya çok pardon, tam anlatamadım ben sanırım" veya "istersen dışarıda yiyelim" vs. demek yerine, konuyu sessizlikle geçiştirmek başka türlü bir ısrar yöntemi. tecrübe etmiş olanlar bilecektir.

    yine yemekteki falsolardan; karşındaki insan sana spesifik bir konuda konuşmak için gelmiş, dinlemiyorsun. sana bahsettiği şüphenin karşılığında da ad hominem yaklaşıp, hatırlamak istemediği tecrübelerin konusunu açıp belden aşağı vuruyorsun. bu, birisine bir kez yalan söylendiği için, o kişinin seni yalan söylemekle suçladığında, "sana daha önce yalan söylendiği için, yalan söylediğimi düşünüyorsun" demek kadar saçma bir argüman. doğru da olabilirdi ancak doğruluğundan emin olmak için daha derin bir sorgulama gerekirdi. al bunu yapmıyor. manipülatif ve baskıcı kişiliğini ortaya çıkarıp, robin'i duygusal açıdan zor duruma düşürüyor. zayıf anında da konuyla çok alakasız olarak elini tutmaya çalışıyor. çok alakasız olarak diyorum çünkü hamlesini elini tutmak gibi için değil, kağıda yönelik gibi gösteriyor. bu sinsiliğe gerek duymasa, insanı bu kadar tedirgin etmezdi.

    adamın oturduğu ev zaten ilk bakışta herkesin dikkatini çekmiştir. yeni zelanda'da belki öyledir diye düşündürtmüyor zaten dizi, mitcham evi gördüğümüz en zengin diğer ev olmasına karşılık böyle bir durum yok. kalan evler, basbayağı kasaba evleri. bir polis şefinin, teknesi, arabası, evi bu denli içinde bulunduğu toplum standartlarından yüksekse dikkat çekmesi çok normal. çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz diye boşuna söylememişler.

    adli tıp uzmanını boş laflarla karalaması bir yana, olaydan bir sene önce, vajinasında kokain bulunan 13 yaşında bir kıza araba çarpması bilgisini, hele ki yaşadığı yer gibi küçük bir bölgede unutmasının imkansız olduğu düşünülürse, robin'le paylaşmaması da aptallığa yorulamayacak kadar önemli bir ayrıntı.

    bütün bölümler boyunca sorgulanması gereken konuları hiçbir zaman sorgulamaması, bu konuda robin tarafından getirilen tavsiyeleri küçük görmesi ve reddetmesi, ilk bölümlerde matt'ten aldığı nesne (para mı, uyuşturucu mu bilmiyoruz,) robin'e tuzak kurması, evde içtikleri geceden sonra robin'in doğal olarak iç çamaşırlarıyla uyanmayı sorgulamasını hücum ederek savunması, özel hayatına karışması, çadıra gelmesi vs. daha sayabileceğim örnekler vardır muhtemelen ama hatırlamıyorum.

    kısaca kendisi benim bir numaralı şüphelimdi. çocuğun babasının da kendisi olduğunu düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    izleyin.
  • keskin geçişleri var bu dizinin, sert diyalogları, güzel oyunculukları ve çok değişik karakterleri izlenmeli.
  • bütünlüğü içinde en ilgimi çeken yanı kesinlikle gerçekçiliği olan müthiş yapımdır. hiçbir sahnede, hiçbir durumda tamamıyla kurgu, böyle bir şey olmaz duygusuna kapılmadım. genel olarak dizi ve film izlerken -fütüristik olanlar hariç- hep gerçek hayatta olabilme ihtimaliyle değerlendiririm senaryoyu ve oyunculuğu. ve bu dizi çok keskin gerçekçiliği, basit anlatımı ve derin finaliyle beni çok etkiledi. kısaca şans vermenizde fayda var.
hesabın var mı? giriş yap