• işsizlikle terbiye edilmek, belki de kritik noktası bu olan toplum tahayyülüdür. her türlü eleştiri kıymetlidir ama altında yatan psikolojiyi de okumak lazım. hizmet sektörü içindeki birçok basit iş gelecekte olmazsa bugün bu işleri yapanlar gelecekte neler yapacaktır?

    temel çıkış noktası aslında buydu bu sorunun. türkiye gelir dağılımı bozukluğu arşa çıkmış bir ülkedir ve nüfusunun genel eğitim düzeyi ve kalitesi son derece düşüktür. yine de türkiye'de nüfus artış hızı giderek yavaşlıyor. geneldeki evlilik oranlarının ve çocuk sayılarının düşmesi genelin eğilimini gösterecekse ve genelin zekası da über değildir varsayımından hareketle bu geniş bir kesimin işsizlikle terbiye edildiğini gösterir.

    gezegenin kaynakları sınırsız olamayacağına göre nüfusun artışının düşük olması gerekiyor. aksi takdirde bugün de gördüğümüz gibi doğa bunu düzeltiyor. işsizlik ve sosyal normlarla terbiye edilmek de aslında bunun bir diğer ortaya çıkış şeklidir. iş bulmamasına rağmen evlenen ve çocuk sahibi olarak anne babasına yük olan embesillerin sayısında mesela ciddi bir azalma oldu.

    bu uzun vadede, hizmet sektörünün ve bugün esnaf olarak bildiğiniz kesimin iş yapamamasıyla da alakalıdır. çünkü genel geçer bir norm olarak iş bulamıyorsa evlenemeyen evlenemeyecek olan yığınla insan var. bu sosyal normların hala geçerli olması belki de gezegenin sınırlı kaynakları için de olumludur.

    ekonomi derin bir krize girecek. metropollerin geleceği ne olacak sorusu orta yerde duruyor. temelde ekonomik aktiviteyi körükleyen niş beyaz yaka işleri eğer kalıcı uzaktan çalışmaya geçecekse, bu metropollerin inşaat, altyapı ve hizmet sektörlerinde küçülmeyi getirecektir ama yığınla niteliksiz insan ne yapacak derken kastettiğim tüketici alışkanlıklarındaki değişimler olacaktır.

    hizmet sektörünü canlandırmaya ne kadar hevesli olacağız pandemi sonrasında?

    uzaktan çalışabilen kesimler metropollerde yaşamak isteyecek mi?

    istemezlerse ekonomisi küçülen metropollerde özellikle varoş semtlerdekiler ne yapacak?

    ayarında bir değişimle işsizlikle terbiye edilecekler. evlenip çoğalmaları sosyal normlar ya da kendi iradeleriyle kısıtlanacak. bugünkü genç işsizliği bile bunu gösteriyor. mevcut sosyal normların kolay kolay çoğalmalarına izin vermeyeceği bu kesimler yine de herhangi bir gelire sahip olmamanın ve çalışmıyor olmanın yarattığı stres nedeniyle bir şekilde sosyal tansiyonlar, siyasi değişimler ve asayiş sorunları yaratmaya devam edeceklerdir. yine de zamanla enerjileri de düşecektir.

    asıl sorun ise bu tip baskılara daha az maruz kalan toplum kesimleridir. refaha daha uzak ve tarım toplumuna daha yakın olan dezavantajlı toplum kesimleri yani koca bir orta doğu ve ülkemizdeki bilumum göçmenler.

    işe yaramaz yığınların çoğalma trendi aslında nesiller boyunca refaha yaklaştıkça hızlanarak düştü. 8-10 kardeşli dedelerden, 2-3 kardeşli babalara ve onlardan da tek çocuklu çekirdek ailelere evrildi. kaynaklardaki sert düşüşe karşı zamanla yaşanan bu değişimde sadece kaynakların değil aynı zamanda bireysel tercihlerin de payı var. şehir hayatının içinde çok çocuk refah kaybı demekken, köy yerinde bedava iş gücü ve ırgat demekti. göç eden kitlelerin bunun farkına varmasıysa zaman aldı.

    bu zaman kısıtlı kaynakların dağıtımıyla beraber kısmen işsizlikle terbiye edilerek kısmen de refah kaybına tolerans gösteremeyecek olan bireylerin hür iradesiyle gerçekleşti. o halde soru şu olmalı.

    kendi vatandaşlarımız için böyle bir zaman söz konusuyken, şu an amip gibi çoğalan göçmenler için de böyle bir zaman var mı?

    işsizlikle terbiye edilmek açlıkla terbiye edilmekten evladır. ikincisinin yaratacağı asayiş sorunları daha büyük çaplı olur. buna karşı alınabilecek önlemlerinse ahlaki sakıncaları gündemde olmaya devam edecektir.
  • sözlüğün sözlük olduğu başlıklardan biri.

    toplum 5.0 felsefesi teknolojiyi içselleştirmiş bir toplumu ifade etmekte, peki teknolojiyi nasıl içselleştireceğiz? işsiz kalarak mı?

    belki de evet. buna demonetizing yani parasızlaşma deniyor.

    kısaca şöyle ifade edelim, bir şeyin üretim maliyeti yeterince ucuzlarsa bedava dağıtılır mı?

    30 yıl önce bir bilgisayar, video kamera, ses kayıt cihazı, navigasyon aleti, telefon, müzik çalar vb bir çok aleti aynı anda almak için belki 100bin dolar ödemek ve hepsini taşımak için de kamyonete ihtiyaç vardı. bugün hepsi 1000 doların altında cebimizde.

    bir şirket olduğunuzu düşünün, kendi ürettiğiniz bilgiyi arşivlemek ve yönetmek için dahi onlarca çalışan, odalarca dolap ve evrak gerekirdi, şimdi sadece 1 muhasebe elemanının elindeki bir yazılımla halloluyor.

    30 yıl önce sağ dikiz aynası bile opsiyonelken bugün geri görüş kamerası standart paketlerde yer almaya başladı.

    15 yıl önce bir mesaja 2 kontör öderken şimdi binlercesini harcıalem olarak veriyorlar, yüzüne bakmıyoruz.

    dünyanın en pahalı şeyi olan bilgi dahi bugün çok ucuz çoğu zaman bedava. enstruman çalmayı öğrenmek mi istiyorsun? kendi mobilyanı kendin mi yapmak istiyorsun? finans öğrenip borsa oynamak mı istiyorsun? hepsi bedava.

    üretim yeterince ucuzladığı zaman ücretsiz dağıtılabilir. endüstri 4.0 devrimi gerçekleştiği zaman insanlara çalışsınlar diye değil, çalışmasınlar diye para ödenmesi gündeme gelebilir. işsizlik oranlarını düşürmek için uğraşmak yerine işsizliği kabullenmek de bir yöntem olabilir mi?

    birkaç yıl önce isviçre'nin vatandaşlık maaşı verme düşüncesi vardı. bu o kadar uzak bir şey değil. aynı zamanda o kadar iyi de değil, kendi dinamiklerini getirecek bir şey olurdu.

    vatandaşlık maaşı verildiği durumlarda çalışmayan insanlar toplumda dışlanırdı. sistemin kaynaklarını tüketmek ama katkıda bulunmamak toplum açısından yanlış karşılanacaktır. bunun örneğini almanya'da görebiliriz. sürekli işlerinden çıkıp işsizlik maaşı haklarını sonuna kadar kullanan, mümkün olan her yolla vergi ödemekten kaçan türkler almanlar tarafından bu yüzden sevilmiyor.

    gelecekte, insanların barınma, yiyecek, iletişim gibi ihtiyaçları için endişelenmeyeceği standart vatandaşlık maaşlarının gelmesi (gelişmiş ülkelerde) mümkün olabilir. bu durumda insanlar çalışmayacak mı? elbette çalışacak. öncelikle lüks istekler için, ikincil olarak sosyal statü için, toplum tarafından dışlanmamak için insanlar çalışacak ve maaş alacaklar. aldıkları maaşı dünyayı gezmek, lüks yat almak, daha dev ekran bir tv için harcamaya devam edecekler.

    bu aynı zamanda bir tersine göç etkisi de yaratabilir. neden? çünkü böyle bir ortamda sadece kalifiye insanların iş bulması mümkün olacak. fabrikada forklift operatörüne, montaj elemanına, sokakta çöpçüye ihtiyaç yoksa ve bu insanlar toplumda kabul görmüyorsa ne yapacaklar? elbette gelişmiş ülkeden vatandaşlık maaşını alıp kendilerine iş sağlayabilecek olan, üstelik o maaşla çok daha fazlasına sahip olabilecekleri gelişmekte olan ülkelere gidecekler. ne o? son birkaç satır çok mu tanıdık geldi?

    5. jenerasyon toplumda insanlar sadece üretmenin verdiği haz ve getirdiği sosyal statü için çalışacaklar. hayat mücadelesinin içinde kaybolmak yerine bilim yapacaklar, sanat üretecekler, icat yapacaklar. evini geçindirmek için değil, geliştirdiği yeni projenin finansmanını biriktirmek için çalışacaklar. toplumsal gelişim açısından harika bir zaman dilimi olacak ama buna ayak uyduramayan insanların topluma yeni bir alt tabaka yaratması söz konusu olabilir.
  • kitaplardan yazilan tanimlari tekrar etmeye gerek gormuyorum. merak eden acar okur. burada bahsedecegim seyler gunumuzde toplum 5.0 diye adlandirilan steril toplum anlayisidir. buna cogu insan gercekten ihtiyac duymakta cunku ben bile kendi basima bazi karakterdeki insanlarla ayni toplumda yasamak istemiyorum. dunya'da garip tesadufler sonucu varlik saglamis her insani kucaklamak gibi ulu gorevim yok cunku. bu bir arz-talep meselesi ve bu yuzden de bu talep bir tur arz ile karsilik bulacaktir kesinlikle. o yuzden neler olup bittigini en azindan kurtulusu mumkun olmayan insanlarin haricinde belki sinirda kalacak insanlarin gelecekleri icin bir kurtulus imkani sunabilir. yazi bu kismina kadar cok snob bir tat verebilir fakat emin olun bu yeni steril toplum anlayisinda cok daha acimasiz haliyle karsilasilacak. bu degisim "benim omrum icerisinde gerceklesmez" diye de dusunmeyin. ondan sonra o birilerinin agzinin suyu aka aka "oh bedava para iste bu" diye bekledikleri universal basic income denilen evrensel temel gelir ile yasamak zorunda kalacaginiz bir non-uprageded organizma olarak kalmaniz cok mumkun. o yuzden bu yaziyi karsiniza alarak degil de ne ogrenebilirim diye yaklasarak okumanizi tavsiye ediyorum. su cekincemi de bastan vereyim: burada bu ustuncu tavir benim kisisel personamdan gelen bir davranis olarak tahayyul etmeyin. tamamen anonim bir tur ozan manzumesi gibi okuyun.

    hayal edin! yemyesil cimler, sabahlari duzenli sulaniyor, etrafta cer cop yok, insanlar sabah yuruyuslerine cikmislar, ortalama yas 98 olmus, sabah yuruyusune ciktiginiz yerde insanlarin yuzleri guluyor. sizleri gunaydin diyerek selamliyorlar. yuruyus yolunda ilerlerken kenardaki su fiskiyelerinin bakimini yapan iscinin elindeki aletlerin ileri teknoloji oldugunu dusunun. ustu basi oyle kir pas icinde degil. gayet iyi bir teknik egitimden gecmis. aklinda sadece o yolda yuruyecek insanlarin siradaki hafta icin de canli cimleri saglamak oldugunu dusunun. oyle gecim sikintisi filan yok o iscinin aklinda. cocugumun gelecegi derdi filan yok. gayet yuksek bir ciddiyetle sanki bir roketin boosterinin nozzle basinc ayarini yapar gibi cim fiskiyesi ile ilgilendigini dusunun. kendisine, yaptigi ise ve dolayisiyla o yuruyus yolunu kullanan insanlara saygisi var.

    biraz daha ileri gittiniz ve kenarda bir organik atik tesisi gordunuz. giris kapisi icerisinden atiklarin gecirecegi kimyasal islemler icin bekleme sahasini gorebiliyorsunuz. icerideki iscilerin ustu basi biohazar tulumlariyla donatilmis. buyuk bir titizlikle gerekli hazirliklari yapiyorlar. yan taraftaki cim alanin budanan cimlerinin atiklari buraya geliyor. turlu kimyasal islemler sonucunda bir tur organik gubre haline getiriliyor ve tekrardan cim sahanin reklamasyonu icin kullaniyor. tam o sirada giris yoluna bir elektrikli kamyon giris yapiyor, motor sesi egzostu filan yok. sizin onu farkmetmedigini anlayip coktan durmus bile sizin onu farkmenizi sabirla bekliyor. butun her sey sizin biraz daha olsun rahat bir hayat yasamaniz icin.

    biraz daha ilerlediniz ve karsiniza o hergun uzerinden gectiginiz kucuk kopru cikti ufak derenin uzerinden gecen. derenin kenarlari ayni cizilmis bir resim gibi ve derli toplu. degisik kuslar, hayvanlar var etrafta asagi baktiginiz zaman goruyorsunuz ki koprunun uzerinden gecerken hayvanlar bile mutlu.

    simdilik bu hayalin icinden bir geri cikalim.

    sizce burasi neresi? komunite 2.0? mahalle 2.0? kim tarafindan yonetiliyor? belediye 2.0? muhtarlik 3.0? bilmem ne 5.0? neyse ne evet asil soru burada yasamaya kim layik gorulecek?

    kim layik degil ona bakalim biraz.

    hicbir ise yaramayip sadece sizlanan insanlar.
    hicbir sey yapmadan her seyin en iyisine layik oldugunu dusunen insanlar.
    etrafindaki insanlara faydasi olmayan, tuketen, yok eden, somuren ve enerji emen insanlar.
    kolektif bilince sahip olmayan bencil insanlar.
    sark-kurnazligina sahip insanlar.
    sevgisiz insanlar. (buraya bir serh koyuyorum)
    guven vermeyen insanlar.
    tembel insanlar.
    kisacasi aslinda herhangi iyi bir hayati haketmeyen insanlar.

    gelecekte kesinlikle herkese ayni hayat standarti sunulmayacak. hatta bu tesadufen bir sekilde bu hayati yasama ihtimali olanlarin ellerinden alinacak bile. iste buna toplum 5.0 deniyor. cunku siz sadece tuketiyorsunuz diyecekler. bu insanlarin yok edilmemesi icin ellerindeki tek sey kullanilacak o da yasam enerjileri. yasam enerjileri karsiliginda o evrensel temel gelir denen para odenecek. boylece arti deger urtemeyen o kisir insanin omru de oldukca kisa olacak.

    bu yukarida bahsettigim komuniteler nerede olacak peki? sehir merkezlerinin nispeten yakinlarinda kurtarilmis ufak bolgeler halinde olacak. butun bir alani bastan sona kalkindirmak icin dunya'nin kaynaklari yeterli degil. ustelik dunya uzerindeki her insana da bu kaynaklardan harcama yapmak efektif degil. cunku bu insanlar sadece tuketiyorlar. toplum 5.0 artik bu insan kutlesinin su an elindeki tek guc olan kitlesel tuketime de ihtiyac duymadigi anda resmen hayata gececek. nedir bu kitlesel uretim?

    iste bugun influencerlerin yukari kaydirdigi her linke bakan, oradan gereksiz alisveris yapan insanlarin bu yaptiklari harcamalar sonucu olusan ekonomik aktivitenin outputuna ihtiyac duyulmadigi o ekonomik doygunluk noktasindan bahsediyorum. output burada gross domestic product denen collocationi kastediyorum. biraz acmak gerekiyor bunu havada kalacak cunku.

    su an nasil maas kazaniyorsunuz? (ozellikle nasil para kazaniyorsunuz demedim, cunku maas alan hickimse para kazanmiyordur, maas kazaniyordur, yevmiye aliyordur, harclik, yasamlik vs hakediyordur. para kazanmak daha baska bir sey, bunu nasil ayirt ederiz diyorsaniz, kazandiginiz para direkt olarak sizin kendi zeka, girisim, emek ve kapital girdinizle mi kazaniliyor buna bakacaksiniz. bunlardan birisi eksik ise siz maas kazaniyorsunuz demektir.) birisi size yapacaginiz isi soyluyor, siz de onu yapiyorsunuz. buna karsilik size de para veriliyor. aslinda bu verilen sey de para degil de neyse. eger buraya kadar bu salak ne sacmaliyor diye dusunuyorsaniz size nacizane tavsiyem kestirip atmayin, anlamaya calisin. yoksa o bahsettigim komunitelerin disinda periferde kalan insanlardan olacaginiz kesindir. size verildigi kadar bu maas ile iste siz de yukari kaydirmali linklerden filan alisveris yapmak hakki kazanirsiniz. bu sekilde elinizdeki para tekrar alinir. aslinda iste sizin en basindan beri is yapma becerinizle dogru orantili sekilde enerjiniz alinir. bu her yerde boyledir. her is alaninda boyledir. fakat iste bazilarininki cok ucuza gider bazilarininki de nispeten daha iyidir.

    buna yavas yavas son verilmek uzere artik. artik gereksiz hicbir insana is verilmeyecek. siradan islerin kimlerin yapacagi gayet acik. listenin basinda "bensiz olmaz" diyen insanlar var. bu her meslekten, her alandan olabilir. kendisini vazgecilmez goren her insan hemen defedilecek. urettikleri cikti ile harcadiklari kaynak arasinda uyumsuzluk olanlar hemen defedilecek bunlar da ikinci sirada. ikamesi cok kolay yapilabilecek insanlar da hemen ucuncu sirada. yani o yuzden "acaba benim meslek ne kadar risk altinda" diye dusunmenize gerek yok. her insan ne kadar katki urettigini kendi biliyor bu dunyada. bununla ilgili korku yasayan herkes defedilecek. icinizde buna dair bir endise yasiyorsaniz gercekten cok haklisiniz. belki hayatta ilk defa gercekten cok haklisiniz. eger kendinize ceki duzen vermezseniz defedileceksiniz. periferde yasayacaksiniz.

    periferde bir kapsulde yasayacaklar once. sentetik et ile beslenecekler. enerji hapi filan yutacaklar. ayni bugunun tavukculuk endustrisindeki tavuklar gibi bir hayat yasayacaklar. onlerine hazir mama verilecek ve muhtemelen de 40-45 yasinda filan kendiliginden hayatlari son bulacak. dedigim gibi onlarin o anda ellerindekitek sey o hayat enerjileri olacak. deger ureten tek sey o kaldigi icin o da yavas yavas yarattiklari masraf karsiligi verdikleri verim ile uyusmazlik olusturdugu anda istikaklari daha da azalacak. boylece yavas yavas yok olacaklar. bu onlarin iyi senaryo. bundan sonrakileri ise belki bu sartlara bile sahip olamayacaklar.

    burada kimseye kizmaya gerek yok ve bunlar da oyle karanlik ve moral bozucu hikayeler degil. uretimi yoksa bir insanin kendisi de yok demektir. bu, bu kadar basit. insanin bedensel olarak varliginin hic bir anlami yok. hani o varolussal sancilar var ya iste insanin bastan sona anlamsiz bir et yigini olmanizdan kaynakli. bazi insanlarda bu varolussal sanci yoktur. bu her zaman onlarin aptalligindan olmasi ile korelasyon tutmaz, bir de hayatlarini anlamlandiracak isler pesinde vakit harcamalarindan kaynakli sekilde bu varolussal sanciyi yenmis insanlar var. evet bazilari gercekten aptal ve ne oldugunun bile farkinda degiller. zaten onlar da ayni 100 oncesinin atlari gibi kullaniliyorlar bugun. george orwell'in hayvan ciftligi adli romanindaki at'in akibeti gibi ayni.

    hani bazen bir sarki ile karsilariz insan, dokunur ona, dans etmeyi bilmese bile bir kipirdanma gelir kendisine, ici urperir. iste o sarkiyi uretmis biri ile bir olabilir mi o insan? olamaz! su anki likelari, favlari, tiklari, followlari, bir videoyu izlemesi filan evet bir deger fakat ileride buna ihtiyac duyulmadigi anda onlara ne olacak dusundunuz mu hic? o sarkilar onlar icin uretilmedigi zaman, o filmler onlar icin cekilmedigi zaman?

    insan nufusu bundan 1000 yil once oyle bugunku gibi 8 milyar filan degildi. dunya o zaman da dunyaydi. dunya o zaman da vardi ve hayat devam ediyordu. direkt dogadan gecinen insanlar ve onlarin kurduklari toplum, toplum 1.0. evet medeniyetin gelistirilmesi icin cokca insan gucune ihtiyac duyuldu. bos arazilerin uzerinde calisacak insanlara ihtiyac vardi. economy 1.0 diyelim buna. toprak-irgat ekonomisi. daha sonra sanayi devrimi geldi. 1ir denen birinci sanayi devrimi. buhar gucu vs iste. bu sefer insanlarin makinalari kullanmasi gerekti. fabrika-isci ekonomisi yani ekonomi 2.0. egitim sistemi bunun icin tasarlandi. daha sonra makinalara elektrik geldi. 2ir denen ikinci sanayii devrimi. insanlar hala cok sanssiz degillerdi. fabrika isci duzeni devam etti. daha sonra otomasyon geldi. robotlar filan. biraz daha akilli makinalar. insanlara olan ihtiyac azaliyordu. buna da 3ir dendi yani ucuncu sanayii devrimi. bugunlerde 4ir geldi. daha cok yeni. fabrikalarda artik daha da az insana ihtiyac duyulacak. bunun bir de 5ir olani var. iste tamamen otonom fabrikalar. belki bugun binlerce kisinin calistigi fabrika o zaman 10 kisi ile calistirilacak. tabii ki bu uretimin yarattigi refah da var, dolayisiyla olusan ve degisen toplum da var. iste boylece siralaniyor ve olay geliyor toplum 5.0'a.

    ozur dileyerek devam etmek insanlik onuruna daha uygun oldugu icin; makinalardan daha aptal insanlarin bu dunya uzerinde yeri yok. yasamalarinin hicbir anlami kalmiyor. insan hayati mukaddes filan degil. bir insanin hayati ile bir papatyanin hayati arasinda anlam farki yok. bu anlami o insanin kendisi katiyor kendi hayatina. bunu katamayan bir insanin ekonomik vasfi yok dolayisiyla. bunu klasik ticari anlamda dusunmeyin, fakat icine dogdugumuz dunya boyle bir yer iste. kaynaklar kit ve insanin istekleri sonsuz. biliyoruz ki bunu karsilamak imkansiz. dunya nufusu 142 trilyar olamaz. diyelim ki super davrandik birbirimize bir noktadan sonra dunya uzerinde mekan kalmayacak. yani olay buraya converge ediyor. buna sebep olan seylerden biri de insanin bir gun olecegini biliyor olmasi.

    bu noktada birkac referans ya da en azindan key word vermek faydali olacaktir.

    necropolitics
    nekropolitik und grenzregime (nekropolitik ve sinir rejimi)

    simdi basta kurdugumuz hayale gelelim. o guzel cim kapli yuruyus yoluna kimin girmesiniz istemezsiniz? en azindan birilerinin girmesini istemezsiniz degil mi? iste orada bir sinira ihtiyac duyacak oranin toplumu. o sinir konuldugu anda iste o duvarlari cektikleri anda otekiler -duvarin arkasinda kalanlar- gecmiste -yani bugun- belki gerizekali dedelerinin 50 yil once bayila bayila oynadiklari tower defence oyunlarinin ne anlama geldigini anlayacaklar o duvarlari asmaya calisanlar. bir anda zihinlerinde simsek gibi bir iki snapshot belirecek. o gerizekali dedelerinin agizlarinin suyu aka aka izledikleri zombi dizilerindeki zombilerin bugun -yani gelecekteki o andaki gun- kendilerinin olduklarini anlayacaklar. hah tabii ki kelimenin tam anlamiyla bir tur anlamak degil bu, aslinda anlamayacaklar. bu onlarin curuk beyinlerinde birer ikiser snapshot olarak belirecek. fakat ote yandan o duvarlarin arkasindaki otekilerin zihninde simdiye kadar olan biten -yani bugunden o gune- ise butun berrakligi ile var olacak. kitaplardan isin buralara nasil geldigini okuyacaklar. her seyi bilierek yollarina devam edecekler.

    duvarin dis tarafinda o insansilar -insan 1.0 yani- birbirlerini yerlerken, duvarlarin kapattiklari alan icinde guvenle ve uretkenlikle yasayan posthuman evrimin ona gerektirdigini yerine getirecek ve sonraki neslinin rolunu garanti altina almak icin doga ile evren ile binlece yildir verdigi savasi vermeye devam edecek.

    bu isin boyle olmamasi icin yollar yok degil fakat bunu iste o gelecegin mustakbel zombileri kendileri istemiyor. aslinda herkes gercekten tam da istedigi kaderi yasiyor. o mustakbel zombiler egitilemiyor, anlattikca reddediyorlar. hayir diyorlar. kabul etmiyorlar.

    onlar zaten her seyi biliyorlar. tam da bu yuzden iste ileride eti kiloyla satilacak cocuklar doguracaklar. uzgunum ama boyle. neden?

    (bkz: nekropolitika/@vitruvius kadini)
  • sanirim ilk kez japonya basbakani (bkz: shinzo abe) tarafindan dile getirilmis felsefe.

    (bkz: endustri 4.0) ile birlikte su an machine learning, deep learning, ai gibi konular cocuk oyuncagina donmus durumda. isletmeler cagin gerisinde kalmamaliyim diyerek oldukca cuzi kabul edilebilecek yatirimlarla daha once insanlara yaptirilan isleri makinelere yaptirmaya basladilar. ustelik makineler hem insana gore daha ucuz, hem de insan kadar hata yapmiyorlar.

    su an bu yeniliklerle elde edilen tasarruflar sirketlere ve calisanlara tatli gelse de bir sure sonra en iyi ihtimalle sirketler ise alim hizlarini yavaslatacaklar. kotu senaryo ise insanlarin isten cikarilmaya baslanmasi. iste toplum 5.0’in ardinda “teknoloji toplumlar tarafindan bir tehdit olarak degil, bir yardimci olarak algilanmali” inanci yatiyor.

    edit: imla
  • günümüz devletlerinin nasıl geçeceğini merak ettiğim toplum türüdür.

    insanlar olarak farklı yetenek ve ilgi alanlarıyla doğduk ve büyük ölçüde rastsal olarak ürüyoruz. bu süreçler en sonunda yeteneklerimiz ve karakterlerimiz arasındaki bu farkların bize daha rahat ve konforlu yaşam koşulları olarak döneceğine olan inancımız üzerine ilerliyor, ilerleyegeldi.

    mamafih, burada çok temel bir sorun var. toplumun bir kesimi rahat ve konforlu yaşarken bir sosyal sınıf oluşturuyor. bu yaşamdan beklediği konforu bulamayan ama bulanları görenler de başka bir sosyal sınıf oluşturuyor.

    sosyal stereotip eylem olarak iki adet örnekle anlatmak gerekirse bunlar doktorun cahil kalmış hastayı aşağılaması ile doktoru döven hasta yakını olabilirler.

    burada doktor sadece yetenekleri ve çalışma becerisiyle profesyonel kapasitesini artıran kişiyken, karşı taraf ise bu kadar çok çalışma isteği ve yeteneğine sahip olmayan/olamayan taraftır.

    politik ideolojiler aslında kendilerine bu ortak davranış kalıplarından neşet edecek ortamlar yaratırlar. siyasal islam'ın yükselişinden, komünizm'in gelişimi ve çöküşüne kadar birçok farklı siyasal ideolojinin çıkış noktası insanların istemeden de olsa bu davranış kalıplarından ortak şekilde ürettikleri duygulardır.

    zemin oluştuktan sonra bu duyguları siyasal olarak konsolide edecek ortam kendiliğinden gelişir.

    refah burada çok güçlü bir kavram olarak kendini bulacaktır. bu tarz davranış kalıplarının kendilerine bulabileceği zemini daraltan şey refahın ne derece toplumun her sathına yayılabildiğidir.

    mesela aylık gelire göre yaşam standartlarının bir toplumda ne kadar değişkenlik gösterebileceği, o toplumun ürettiği refahın toplum sathına ne derecede yayılabildiğini gösterir.

    bununla beraber refaha erişimi yüksek olan insanların toplumsal görünürlüğü de önemlidir. çünkü davranış kalıplarının toplumsal hüviyet kazanabilmesi için refaha olan konumları farklı olan toplum kesimlerinin etkileşimlerinin de artması gerekmektedir. bu nedenle, köyden kente göç arttıkça mesela işçi hareketleri ya da siyasal islam gibi ideolojiler kendilerine daha çok zemin bulabilmişlerdir.

    bu tarz ideolojiler ortak olarak kaynak bölüşümlerinin adaleti üzerine vurgu yaparlar. adalet duygusal karşılığı olan bir kavramdır ama ilginçtir adalet aynı zamanda mantıksal karşılığı da olan bir kavramdır.

    kendi çıkarı söz konusu olduğunda birey adalet duygusunu uyararak kendine ve hatta çevresine rıza inşa edebilir. siyasetin duygularla da yapılabildiğini dikkate alacak olursanız, mantıksal olmayan kararlara duygusal adalet mekanizmaları üzerinden toplumu razı edebilirsiniz, tabii salt çoğunluğunu.

    kaynak bölüşümlerinde adalet duygusunu uyararak ortaya çıkan bütün ideolojiler, siyaseten bir bir etkinliğini kaybeder hale geldi. çünkü kaynakların artırımı üzerine uzun vadede eğilemeyince rıza üretimi sekteye uğrar. az kaynak demek az rıza demektir.

    fakat bu ideolojilerin yükselişi bir başka sosyolojik olguyu ortaya çıkarır. kaynak dağıtım adaleti üzerinden geliştirilen duygusal siyasetin yerleşmesi beraberinde kaynaklara olan erişimde kültürel homojenite yaratır.

    buna örnek olarak yeşil sermaye verilebilir. eskiden olduğu gibi rahat yaşama lüksüne artık sadece seküler kesim değil, aynı zamanda muhafazakar kesim de ulaşabilir hale gelmiştir. bu durumun liyakatle olan uyumluluğu/uyumsuzluğu ise ayrı bir konudur.

    kaynaklara erişimi uzak olan kesim, yakın olan kesime sürekli bir haset/gıpta/öfke karışımı ile bakacaktır eğer bir şekilde yalakalık ile kendi kaynaklarını artırma şansına vakıf olacağına inancı kalmamışsa.

    buraya kadar türkiye'deki durumu açıklamaya çalıştım. bir de global değerlendirme yapayım.

    refahı tabana ne kadar başarılı bir şekilde yayabildiğinize bağlı olarak toplumlarda sosyal düzenler stabil kalır. bu 5000 yıl önce de böyleydi, bugün de böyle.

    fakat tarım toplumlarının bir avantajı vardı. çok yüksek refah üretilmediği için kolay kolay gerginlikler yaşanmadı. buna ek olarak farklı topluluklar da birbirleriyle yüksek etkileşime girmedi. tarih boyunca farklı topluluklar savaş ve ticaret dışında birbiriyle pek etkileşim yaşamadı denebilir.

    üretimin toprağın fonksiyonu olduğu tarım toplumunda bu nedenle farklı hayat standartları kolay kolay gerginlik yaratamadı. çünkü o toplumlarda da bürokratik elitler kaynak dağıtım mekanizması üzerinden mütemadiyen toplumsal rıza inşasına dikkat ettiler.

    edemedikçe işte, roma imparatorluğu çöktü, musa firavunu devirdi, muhammed mekke sermayesine meydan okuyarak sermaye birikim rejimini değiştirdi vs.

    sanayi devrimi ise daha kaotik bir sürece vesile oldu. bireylerin yeteneklerine bağlı olarak üretebilecekleri refah düzeyi sanayi devrimi ile tarım toplumunun çok üzerine çıktı. bu nedenle erken sanayileşmiş ülkeler diğerlerinin üzerinden buldozer gibi geçti.

    ortada üretilebilecek bir refah, yani artma potansiyeli olan kaynak, varken farklı yaşam standartları fransız ihtilali gibi sonuçlar yaratsa da süreç akamete uğramadan işçi hakları/ücretleri, çalışma yasaları gibi kavramlarla ilerletildi.

    erken sanayi devriminde dahi niteliksiz işçiler iş yapabiliyordu ama tarım dönemi gibi de değildi. kaba kas gücü sadece şehirlerde işe yarar oldu. süreç uzmanlaşmanın derinleşmesiyle de devam etti.

    kaynak bölüşümünden elbette huzursuz olmuş kesimler de vardı. bu noktada sistem demokrasi, insan hakları, fırsat eşitliği gibi kavramlarla pastayı büyütecek kavramları popülerleştirdi.

    mesela sistem için en büyük sıkıntı, zeka seviyesi yüksek bireylerin eğitim şansına ulaşamayarak ziyan olması ve üretilecek pastanın daha az büyümesiydi.

    bireysellik de böyle böyle gelişti ama sistem yine de tıkanmaya başladı. çünkü dünya genelinde artan nüfus içinde yetenekli ve eğitim alabilmiş insan sayısı oran olarak hep azaldı.

    üretilecek refah azalınca iyice neoliberal politikalarla sistemin ömrünü uzatmaya çalıştılar. artı değeri refah üretemese de talep üretebildiği sürece sermayenin ve malların serbest dolaşımı üzerinden dünya ticareti sürdürüldü.

    alman turistler yunan adalarında tatil yaparken, yunan sanayisi almanya'dan mal ithal etmeye devam etti. almanlar az çocuk yapıp az tatil yapmaya başladıkça turizm gelirleri ile ithalat kapanmaz hale geldi. günün sonunda yunan ekonomisi krize girdi.

    neoliberalizmin bir sonucu da aşırı büyüyen hizmet sektörü oldu. sanayi ve hizmet sektörü arasındaki denge önemlidir. iç üretim hizmete yetişemezse ithalat patlar ve sürdürülemez bir denge oluşur.

    nihayetinde bir şekilde günümüze geldik. nitelikli insan/gereksiz insan oranı sürekli düşüyor. parasal döngüde, ister sermayedar olun ister emekçi, kapital para daha az kişide toplanıyor. bunun büyük kısmı refaha yakın işler yapanlarsa, bir diğer kısmı da devlet beslemesi olarak semiren kesimlerdir.

    bu da genel olarak para politikalarını işlevsizleştiriyor. maliye politikaları ise hakim sermaye sınıflarının çıkarları nedeniyle etkin kullanılamıyor. hoş kullanılabilse bile para politikaları kadar hızlı kullanılamıyor.

    kabaca artık niteliksiz iş gücüne olan ihtiyaç üretilebilen refahın artan nüfus hızına yetişememesi nedeniyle sürekli düşüyor. pandemi de sürecin katalizörü oldu.

    toplum 5.0 bu durumda bütün bu kaotik yapının en sonunda evrilebileceği yeni sosyal dengedir ve denge uzun bir süre stabil kalacağı için yeni sosyal düzen de olacaktır.

    sıkıntılı süreç ise bu dengeye nasıl ulaşılacağıdır. devletler nasıl adımlar atacak, nüfus politikaları ne olacak, işe yaramaz insanlar sadece universal basic income üzerinden kaderlerine nasıl razı olacak. daha doğrusu niteliksiz yığınlar nasıl kontrol altına alınacak ve nasıl yavaş yavaş yok edilecek.

    dünya'nın şiddet araçlarıyla kitlesel bir soykırım ile bunu yapacak kadar delireceğini şimdilik zannetmiyorum. bu durumda, bu kitleler işsizlikle terbiye edildikten sonra süreç kadınların eş tercihlerine dayanarak nüfusların düşürülmesi olacaktır. fakat refaha üretimine hepten uzak afrika ve merkezi orta doğu gibi bölgelerde kitlesel soykırım tek alternatif olabilir. özellikle bugün ışid'in afrika'daki yükselişini okuduktan sonra bu düşünceye daha da yaklaşmaya başladım.
  • kitlesel soykırıma senden başlayabilir miyiz peki?

    bu başlıkta yazdıklarım yüzünden aldığım ve pek de bir derinliği olmayan mesajlar silsilesinin başındaki ilk sorudur. psikoloji gerçekten çok ilgi çekici bir bilim dalıdır. bazı davranışlarımızı gizleyerek tepki göstermeye kalkarız. bazen buna zıt fikirlerin ikisine birden vurur görünerek başka bir noktada olduğumuzu gösteririz. böylece hassas olduğumuz noktaları gizlemeye çalışırız.

    önceki yazılarda kitlesel soykırıma işlerin varmayacağını düşündüğümü söylemiştim ama başka bir açıdan bakınca aslında zaten şu an bir soykırım yaşanıyor. soykırımı insanları topluca öldürmek gibi düşünmemek gerekiyor.

    orta doğu, afrika, güney doğu asya gibi dünya’nın az gelişmiş bölgelerini göz önüne alalım. kaynaklar az ve bunlar için çetin bir mücadele var. insan hayatının bir değeri yok ve sürekli olarak iç çatışma ortamında ölüm kol geziyor. bu da bir nüfus projeksiyonu demektir.

    özellikle gençler artık kolay iş bulamıyor. iş bulsa ücreti tatmin etmiyor. bu nedenle istese de evlenemiyor. evlenemediği için üreyemiyor. bu da başka bir soykırım demektir.

    burada başka alışkanlıklar da var. mesela iç savaşın olduğu yerlerde insanlar çok çocuk yapıyor çünkü bunların çoğu ölüyor. bu bir davranış kalıbı yaratıyor. iç savaş ortamından kaçsa da çocuk yapmaya devam ediyor ve savaş olmadığı için nüfus artıyor.

    aslında kıymetli bir sorudur ve ben henüz bir cevap bulamadım. kaliteli işlerde çalışan yüksek ücretli kesim maliyeti nedeniyle çocuk yapmaktan kaçınabilir bu kendi tercihidir. iyi bir iş bulamayan, iyi kazanamadığı için evlenmek istemesine rağmen evlenemeyen insanların çocuk yapmama tercihi ise ilk örnekteki gibi değildir dışarıdan gelen bir baskıdır.

    bir de kötü durumunu umursamadan çok sayıda çocuk yapan kesim var. temel soru ise şudur. maddi durumu iyi olan insan çocuk yapmamayı tercih ediyor normaldir. maddi durumu kötü olanlarsa,

    1) kötü durumu nedeniyle kendisi çocuk/evlilik istemeyebilir.

    2) istemesine rağmen toplum kötü durumu nedeniyle ona evlilik şansı tanımaz. (klasik bildiğiniz işsiz adama kız verilmez mottosu)

    3) berbat durumunu umursamadan çocuk yapan çiftlerden olabilir.

    bunların üçü de kötü maddi koşullarda olmasına rağmen ait oldukları toplum katmanıyla ilişkilerindeki farktan ya da kendi bilinç seviyeleri arasındaki farktan dolayı ortaya farklı sonuçlar çıkarıyorlar.

    bu farklar kuşkusuz birey toplum ilişkilerinin getirdiği bir durumdan neşet ediyor. soykırım için illa insanları gaz odasına toplayıp katletmek gerekmiyor. muhtelif etnik, mezhepsel ya da dini oluşumu birbirine kırdırarak nüfus ve enerjilerini yoruyorsanız, insanları işsizlik ve hatta açlıkla terbiye ediyorsanız, pandemi karşısında aşıya erişimi zorlaştırıyorsanız, bunlar da bir çeşit soykırımdır.

    dünya’da farklı ülkelerin, ülkelerde farklı toplum katmanlarının, şehirlerde farklı mahallelerin refahtan paylarına düşen arasındaki fark giderek büyüyor. büyüyen bu farklar gerilimleri sürekli canlı tutuyor. aktarılacak kaynak azaldıkça da gerilim büyüyor.

    kaynağın giderek azalma nedeni ise bilim ve teknoloji için gereken uzmanlaşma düzeyinin durmaksızın artmasıdır. lise mezununun banka müdürü olduğu dönemler çok eskilerde kaldı. belirli bir alanda uzmanlaşacak personel için yapılacak yatırımın boyutu giderek arttıkça bu personelin toplumun kalanıyla paylaşımı da giderek azalıyor.

    bu da kapitalist sistemde uzmanlaşacak personelin ailesinin de belli bir uzmanlık ve bilinç düzeyinde olmasını getirebilir. insanlık deli gibi bilimsel araştırmalarla bilgi üretiyor ama ürettikçe de emekçiler arasında nitelikli-niteliksiz ayrışması da hem kültürel hem ekonomi politik açıdan büyüyor.

    yani kapitalizm'in doğası gereği yarattığı eşitsizlikten bahsetmiyorum. emekçilerin kendi aralarında yaşadığı farklılıklardan bahsediyorum. artık nitelikli emekçi olabilmek için bile size yapılması gereken yatırımın boyutları eskisinden çok daha fazladır. salt analitik zekayla rahat bir yaşam sürmek geçmişin aksine artık çok zor. bu nedenle yeteneğin yanında çalışmanın ağırlığı artarken bu çalışmanın mümkün olması için sağlanması gereken ortam ise aslında doğrudan sabit sermaye yatırımlarıdır.

    psikolojik olarak bu durumu hazmetmek zor. bu yüzden çoğu zaman küfür yiyorum burada. en terbiyelisi de geçen başta dediğim mesajı atan yazardı.

    dini hassasiyetleri olan biriydi fakat bunu gizleme ihtiyacı hissetti. bunun için zıt kutupların ikisini de yererek işe başladı. her şeyin nedenini biliyordu. her şeyi bilen insanlar genel olarak kendi doğrularını size benimsetmek isterler. herkes kendileri gibi düşünürse mutlu olurlar. buraya yazdığım her şeyden derin bir şüphe duyuyorum tamamen yanlış da olabilirler. bu yüzden bunun nedeni şudur gibi keskin yargılardan hep kaçınmaya çalışıyorum.

    mamafih, her şeyi bilen birine bir açıklama yapmaya kalkmak beyhudedir. kaba tavırlar, düzeysiz üslup, basit imla hataları her şeyi bilen insanların ortak özellikleridir. onları çileden çıkaran söylemlerin başında ise şu gelir.

    maalesef sizi engellemek durumundayım. söylemek istediğiniz son bir şey var mı?

    bu an işte gizleme ihtiyacı yaratılan maskelerin döküldüğü bir andır. kutsalları seküler yaşamla çatışma yaşadığında insan bunu kabullenmekte zorlanır. çünkü kurduğumuz bir iç dünya var ve onun sarsıldığını görüyoruz. kimimiz burada aklama mekanizmaları geliştiriyoruz. gerçek islam/feminizm/komünizm bu değil diyoruz artık kutsalımız hangisiyse.

    kısacası, kitlesel bir soykırım aslında bir şekilde farklı şekillerde uygulanıyor daha doğrusu uygulanmak zorunda bırakılıyor. insanlar bu kararı toplum baskısıyla ya da kendi iradeleriyle alıyorlar. bunun tek aksi örneğiyse, afrika ya da orta doğu gibi istikrardan uzak bölgelerde yaşanan savaş ve çatışma ortamı nedeniyle sürekli ölümlerin olduğu coğrafyalardır. insan beyni burada üreyebildiğin kadar üre çünkü çoğu bir şekilde ölecek diye kendini şartlıyor. suriye'deki çatışma ortamından türkiye'de en azından görece stabil bir yere geldiğinde bile beynin kendini üremeye şartlaması bu yüzdendir.

    yazarla ilgili analize kendi cümleleriyle devam edelim. imla hataları bana ait değildir.

    --- spoiler ---

    birader sen kendi entrynde insanlara soykırım yapılabilir merak ediyorum, müslümanlar liyakatlı olamaz tarzında, hafif imasında bulunan cümlelerin var.

    ben bu usluba karşılık bu uslubla karşılık verdim.

    melek gibi konuşsan bende melek gibi konuşurdum

    bayağı bayağı argümansal medeni muhabbet etmek yerine ağlakçılık yapıyorsun. şaka gibi. hahaha
    --- spoiler ---

    üslup önemlidir. sizinle aynı fikirde olmayan birine karşı dahi üslubunuzu korumak zor geliyorsa, tartışmadan bir fayda elde etmek zorlaşır. çünkü tartışmanın ekseni bir sonuca varmaya değil haklı çıkmaya dayanır. o zaman karşı tarafa haklı olduğunu söyleyip konuyu kapatmak en iyisidir.

    argümansal medeni muhabbet, birader, bende gibi imla hataları ne anlama geldiğini bilmediği kelimeleri kullanma gayreti, kısacası basit bir sokak ağzı ve buna ek olarak kutsalına zarar gelmesinden duyulan korkunun yarattığı öfkenin dışavurumu.

    yine de, bu konu aslında sosyolojik çıkarımlar yapma açısından son derece kıymetlidir. temelde geliştirilmesi gereken özeleştirinin yokluğunda birey kendi kutsallıklarının yüceliği üzerine bir dünya inşa eder.

    bu dünya hakikatle sınandıkça kitleler kutsallarına halel getirmemek için öfke, nefret ve korku içinde kutsalları yüceltmek zorunda kalırlar. bu da üslupta düzeysizlikleri beraberinde getirir çünkü dizginleri duygular ele aldığında mantık tatile çıkar. her mantık doğru olmayabilir tabii ve bu hem sosyal hem de pozitif bilimler için geçerlidir. ama mantık duyguların etkisini minimize ederek hakikat arayışı içinde bir sonuca varmayı deneyen bir çerçeve çizer.

    islam’ı son derece derinden yaşayan bir insanın sosyal ya da politik bir analiz yaparken islam’ı sadece bir parametre olarak değerlendirme yetisine sahip olması buna örnek olarak verilebilir.

    bu arada bir konuyu da netleştirmem gerekiyor. ben gelişmemişliğimizin nedeni olarak hiçbir zaman islam’ı öne sürmedim, tarım toplumu alışkanlıklarını öne sürdüm. ayrıca dinlerin de, sadece islam değil bütün dinlerin, salt bireysel olmadığını ve bir toplum tasavvuru da yarattıklarını hep akılda tutmak gerektiğini söyledim.

    ana karakteri tarım toplumuna dayalı bir düzende toplum tasarlamak olan islam da bundan münezzeh değildir. buradaki sorun, çağa ait şekilde üretilen refahın toplumun bütün kesimlerine alışkanlıkları gönüllü şekilde değiştirecek bir düzlemde yayılamamasıdır. bu da toplumun bazı kesimlerinde tarım toplumu reflekslerinin daha dominant kalmasını sağlar. bu aslında kültürel kimliklerin de farklılaşma sürecinin başlangıcıdır.

    kültürel kimliklerin farklılaşması sınıf bilinci oluşma sürecini baltalayarak yeterli refah üretemeyen toplumlarda popülizm, post truth gibi hakikatlerden kaçınmacı ve sanal olan kutsallar için güvenli ortam yaratma stratejilerini meydana getirir. en azından son 20 yılda olan buydu.

    bu durumda merkeze alınacak refah ve bilgiye dayalı söylemlerle dini tarım toplumundan kopartacak stratejiler uygulamak gerekir. bugün bunu zorlaştıracak en temel sorun ise bilgi üretimi ve dolayısıyla refah üretimi için gereken ilk yatırımın son derece artmasından dolayı kültürel kimliklerdeki geniş uçurumdur.

    kolaylaştıracak olan şeyse bilgiye ulaşımın kolaylaşmasıdır. son dönemde artan deist/ateist birey sayısındaki artışta bunun önemli payı vardır. bu da günümüzde hiç olmadığı kadar bir yaşlı genç çatışmasını ortaya koyar.

    son olarak da tarım toplumu reflekslerinin 21. yüzyılda neden gelişme önünde engel olduğunu bir kez daha açıklayarak bitirmek istiyorum. sanayi toplumunun aksine tarım toplumunda tüm üretim tarıma dayalıdır.

    dolayısıyla toprak kıymetlidir hatta bir devletin ne kadar çok toprağı varsa o kadar güçlü olduğu zannedilir. halbuki çok toprak çok sorun demektir. ciddi bir ticaret aksı üzerinde değilse, petrol de yoksa ve tarımsal üretim altyapısı da vasatsa aldığınız toprak oraya yatırım yapmak zorunda olduğunuz anlamına gelir. bu da bir maliyettir.

    çok toprağı güçlü devletle özdeşleştirmek bir tarım toplumu refleksidir. ikinci olarak tarım toplumundaki tek üretim mekanizmasının tarım olması, üretilebilecek katma değeri de kısıtlar. iq değeri 170 olan dehayla 70 olan embesil tarlada eşdeğerdir ve bir ırgat gücündedir.

    tabii bu bu kadar kesin değil ama yüksek bilişsel niteliklerin katkı sunabileceği seçenek sayısı tarım toplumu-sanayi toplumu-bilgi toplumu geçişinde üstel olarak artmaktadır. bilgi üretimiyle refah arasındaki derin ilişki de bu geçişi tamamlamış modern toplumlarla dünya’nın kalanı arasında ciddi bir refah farkı yaratır.

    toplumsal ölçekte ele alınca refah alanının süreksizlikler içermesi pek kabil değildir. bu alan genelde bir refah gradyanı oluşturur. gezegenin kaynakları azaldıkça da bu gradyan göç hareketlerini tetikler. tam emin değilim ama küresel göç hareketi yükünü şimdilik gelişmemiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere olan göçler şeklinde değerlendirebiliriz.

    bunun nedeni refah üretimiyle ulus bilinci gelişimi ve kurumsallaşma arasındaki ilişkidir. bu yüzden ikinci göç türü olan gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere olan göç sayısal olarak ilkine göre daha kısıtlıdır. bilgi üretimi için gereken ilk yatırım arttıkça daha da kısıtlanacaktır.

    kitlesel soykırım ya da açlıkla terbiye edilme gibi söylemler ise mevcut durumda sürdürülmesi zor olan yüksek refah gradyanıyla ilişkilidir. geleceğini belirleyecek olansa bu göç hareketinin gelişmiş ülkelere yönelme ihtimalidir.

    bu ülkelerde artık kas gücüne ya da basit becerilere dayalı olarak yapılacak işlere ihtiyaç kalmadı demek için belki erken ama 20 belki 10 yıl sonra da erken olacak mı?

    bu süreçte işler geri dönülmez şekilde soykırım uygulamalarına dönerse olacakları öngörmek çok zor. çünkü işsizlikle ya da refahla terbiye edilenlerin çocuk yapma tercihleri kendi rızalarıyla bir çeşit uysal soykırım olsa da, açlıkla terbiye edilen kitlelerin hareketini bu şekilde ele almak köklü radikal eylemleri getirebilir. bunu meşrulaştırmaktan çok olmayacağını ne garanti edebilir aslında bunu merak ediyorum. öfkenizi bana yansıtmak yerine belki rasyonel kontra argümanlar üretirsiniz.

    bu nedenle bir yanda gülmek haram diye komedyen kafası kesen taliban varken diğer yanda toplum 5.0 üzerinden salt bilgiye dayalı bambaşka bir toplum inşa eden gelişmiş insanlar topluluğu var. bu kadar keskin bir gelişmişlik farkını stabil tutmayı insan ırkı olarak nasıl başaracağız bilmiyorum. bilmediğim için de geleceği düşündükçe korkuyorum.
  • kendini übermensch vizyonerler zanneden 2-3 edgelordun okudukları birkaç "kitabın" fazla etkisinde kalarak veya #thanoswasright gazına gelerek modası geçeli en iyi ihtimalle 75 en kötü ihtimalle iki bin yıl olacak kast sistemi, eugenics, soykırım, survival of the fittest vb. köhnemiş saçmalıkları kustukları başlık.

    süslü kelimeler ve güncel terminoloji kullanıyor olmaları, dışarıdan "acı gerçekleri söyleyen cool eleman" görünmeleri sizi yanıltmasın. bu adamların dedeleri tarihin hep yanlış tarafında yer aldı. 100-200 yıl önce zencilere, 80 yıl önce yahudilere ve geçmişte daha nicesine zombi, parazit, insan 1.0 vb. şeyler diyorlardı. bugünse değişen paradigmalara ayak uydurdular sadece.

    bunların amacı kalkınma, medeniyet vs. değil ona emin olabilirsiniz. gelecek diye tasvir ettikleri şeyin aslında binlerce yıldır var olan sıradan bir barbarlık olduğunun farkında değiller elbette. ve hayır, bunun binlerce yıldır var oluyor olması gittiğimiz yerin orası olduğu veya bunun doğru olduğu anlamına da gelmiyor. çünkü insanlık tarihi bakmasını bilen için zaten bu şekilde düşünen insanlara karşı bir mücadeleden ibaret. çok yavaş ilerleyen, bol bol geri adım atılan, çok kanlı bir mücadele. ama yavaş da olsa stabil şekilde insanlık ilerliyor ve bunların köhnemiş fikirleri de her geçen saniyeyle hak ettikleri yer olan tarihin foseptik çukuruna daha da gömülüyor.

    bu gibi adamlar her zaman sadık köleler oldular. şimdi de böyleler ileride de böyle olacaklar. bunların mottosu arbeit macht frei. köle olmayı kanıksadıkları için de özgür ve özgürleşmek isteyen insanlardan nefret ediyorlar. bu yüzden kendilerine bu gibi insanların olmadığı fantaziler yaratmışlar. bu yüzden yıllardır kölelikten kurtulmak isteyenleri ezmeye çalışıyorlar ama eninde sonunda başarısız oluyorlar.

    özetle: burada gelecek şöyle böyle olacak diye süslü püslü kelimelerle tatava yaptıklarına bakmayın. geleceğin nasıl olacağı hakkında hiçbir fikirleri yok sadece masturbasyon yapıyorlar. onlara kalsa gelecek geçmişten farksız olacak; sadece biraz makyajı tazelenmiş olacak o kadar. tarih bize çok net şunu gösteriyor: insanlığın yavaş da olsa gittiği yer bunların fantazilerindeki yer değil tam aksine bu gibi adamların ve saçmalıklarının olmadığı bir yer.

    edit: son olarak kendisine çok bayılmasam da ursula le guin'in bir sözüyle bitireyim: we live in capitalism. ıts power seems inescapable. so did the divine right of kings. any human power can be resisted and changed by human beings.

    edit2: düzgün şeyler yazan yazarları tenzih ediyorum elbette.
  • dünya homojen değil ve uzun süre de olmayacak. batı ve gelişmiş ülkelerde nüfus azalmaya devam edecek (göçler hariç).

    afrika, hindistan, uzak asya'da bir süre daha artmaya devam edecek. nüfus artışı, doğum oranından değil, ölüm oranının düşüklüğünden kaynaklanacak. ortalama ömür uzadıkça nüfus daha çok yaşlanacak.

    buraya kadarı kehanet değil, matematik modellerin söylediği basit gerçekler.

    yaşlanan nüfustan dolayı çalışan nüfus azalacak. demografi nedeniyle son 20-30 yıldır gördüğümüz deflasyon, muhtemelen yerini arz talep kaynaklı enflasyona bırakacak: daha az çalışan, daha az üretim, daha çok tüketen (emekli nüfus)

    bu noktada, sosyal güvenlik sistemleri, uzun emeklilik yıllarının nasıl finanse edileceği gibi sorunlar 21.yy'a damga vuracak. çalışanların vergileriyle bu sorunun aşılması mümkün değil. zenginlik vergilerini konuşacağız. devletlerin borcu daha da artacak.

    ciddi oranda bir yaşlı seçmen olacağı için, sosyal güvenliğin çöpe atılacağını sanmıyorum. yoksa liberallere kalsa yaşlıları ölüme terkedecekler belli.
    enflasyonla ve artan borçlanma ihtiyacıyla faizler yukarı gelecektir ama fon sahipleri bu tabloyu ne kadar fonlamak ister, istemezse ne olur kestiremiyorum. (bütün devletler benzer durumda olacağı için net rezervler erir ve fon sahibi olarak emeklilik fonları ve sermayenin kendisi kalır)

    bir noktada dünyadaki devletlerin koordineli bir kamulaştırma/vergi reformu yapmaları kaçınılmaz olabilir. (ki g-15 global vergiyi tartışıyor)

    sovyet ya da iskandinav tipi değil de amerikan tipi bir sosyalizm görebiliriz, ömrümüz yeterse.
  • bu konuda araştırma yapanlar için "bruno salgues: society 5.0; industry of the future, technologies, methods and tools" tavsiye edebilirim.

    not: kitabın pdf versiyonunu arayanlar yeşillendirebilir.
  • merkezinde insan ve insanın yaşam kalitesi olan, süper akıllı toplum da denilen endüstri 4.0'a karşı japonyanın geliştirdiği bir kavram. dijital dönüşümün, teknolojik gelişmelerin topluma entegre edilmesi, işbirliği ile fayda sağlamasını amaçlar ki yapay zeka dediğimizde tehdit ve korku senaryolarına karşı farkındalık yaratması önemlidir. (“avcı-toplayıcı toplum” olarak adlandırılan toplum 1.0, “tarım toplumu” olan toplum 2.0, “sanayi toplumu” olarak nitelendirilen toplum 3.0 ve “bilgi toplumu” olarak geçen toplum 4.0)
    toplum 5.0 uzmanlara göre dijitalleşme ve yapay zekanın etkisinin her yönüyle değerlendirildiği, insanların makine ve robotlarla ilişkisinin en verimli biçimde sağlandığı bir toplum modelini öneriyor.
    kpmg türkiye şirket ortağı, veri, analitik ve dijital lideri gökhan mataracı gökhan mataracı, toplum 5.0 dediğimiz kavramın insan odaklı, adil, sürdürülebilir bir yapıyı kurgulamak için var olduğunu; amacın dijitali öne çıkarmak olmadığını söylemişti.
hesabın var mı? giriş yap