• bu sabah güzide sanılan bir cafede yapılan kahvaltı esnasında patetes kızartmasının dibinden kızarmış böcek çıkması sonucu yaşanmış dialoglar dizisidir.

    _bakar mısınız? bu nedir?

    genç bir garson gelir ve tabağı alır, patron dair tüm çalışanlar tabağın etrafında toplanmıştır. tam beni özür manyağı yapacaklar, duyurmamam için yalvaracaklar derken; kıdamli garsonlardan biri gelir.

    _evet biz ustalarla tartıştık bu bir böcek.
    _bravo; ne göz varmış
    _şimdi efenim tahminimize göre buradan bi yerden düşmüş..yani mutfaktan kaynaklanmıyor.
    _ siz bu dediğinize inanıyor musunuz? benim yerimde olsanız ne yapardınız?
    _ valla kardas alır kenara kordum, hepimiz topraktan geldik toprağa gideceğiz.

    5 dakika sonra;kasada;

    _evet ne vardı sizin?
    _bir süper kahvaltı bir de böcek.
    _hahaha
    _çok mu gülüncünüze gitti?
    _ valla kardaş biz sürekli ilaçlıyoruz.olacağın önüne geçilmiyor, ayrıca patatesleri dondurulmuş alıyoruz belki içinde vardı ne bilelim;

    sınavların yan etkisinde zaten mal moduna geçmiş bendeniz daha fazla tartışmanın gereksiz olduğunu düşünerek hayırlı işler dedim ve daldan dala atlayarak karanlık ormanda gözden kayboldum.
  • tüm cesaretini toplayan genç adam bir pazar sabahı camlar yağmurdan dayak yerken sevdiğine açılır ancak sevdiğinin alıcıları çoktan kapanmıştır..

    e: bir kahve içelim mi? (çocuk hemen orada bir kahve içmek istememiştir aslında, ramazandır ve aslında oruç tutmasa da tutanlara hep saygı duymuştur, kendince iftardan sonrasına bir randevu kopartmaya çalışmaktadır..)
    k: orucum.
    e: "allah kabul etsin" der ve aynen blade runner filminde geçtiği gibi o an da yağmurda kaybolan gözyaşları gibi kaybolur gider..
  • simdi anlatacagim olayi cok dusundum hangi baslikta kullanayim diye. o saatlerde cinnet gecirdigim icin belki cinnet icerikli bir basliga yazsam diye dusundum, ama olayin komedi yonu de oldugu icin buraya geldim. hey hat. hikayem soyle basliyor efendim:

    hayati not: olayin kahramani, yani ben, dunya uzerinde yasanilan cenabetlikleriyle nam salmis bir insan evladidir.

    pazar gunu 1.10 da londra aktarmali amerika ucagim icin 2 saat kadar once ataturk havalaninda hazir ve nazirdim. kontrolden gectim. sigara aldim bi kac karton. boarding kartimi kaybettim. (cenabetlik ufaktan basliyor hazir olun gerilime) polislerden yardim istedim, 5 dakika sonra yerde buldular cok sukur. neyse ucaga bindim. son 10 ucusumda(afaki bi rakam) hic ekranli ucaklardan denk gelmemisti, ama bu sefer istanbul-londra arasi denk geldi. (ki 4 senedir ucuyorum boyle bir sey hic olmadi.) ulan dedim icimden tirsarak, bu kadar iyi bir yolculugu haketmiyorum ben ama hayirlisi. londraya indik. tekrar check in yaptirmak icin american airlinesa gittim. (thy yapamadi zira sistemde ariza varmis.) gorevli kadin pasaportu evirip cevirirken kabiyla icindeki defter birbirinden ayrildi. aha dedim sictik. kadin amirlerini aradi, ok aldi ve beni saldi. 1.30 saatim vardi, gate belli degildi. sagda solda oyalandim. ve sonunda e45 nolu gate e dogru yola ciktim. gittim, havalani guvenlik amirlerinden biri beni karsiladi. kendileri 1 saattir beni ariyorlarmis. (lan?!?) kendileri ile aramdaki ufak diyalog:
    -sizi burdan hayatta gondermem bu pasaportla.
    -ya siz gonderin, ben ny da hallederim,lutfen ptesi gunu dersim var. cok sey kaciririm.
    -imkani yok. lutfen thy ile gorusun.

    gerisin geri thy ye dondum. ama malesef kimse ilgilenmedi. british aksanli bir adam, ben size yardim edemem dedi ve yolu gosterdi.
    american airlinesdaki kadin durumuma uzulmus olacakki, "immigration desk'e git!" dedi. neyse oraya gittim. onlarda pasaport kontrolune gitmemi, oradaki polislerin yardimci olacagini soyledi. gittim. durumumu acikladim. once: "size 24 saatlik londraya cikma izni verelim, halledin gelin bi kosu" gibi bi teklif yaptilar. hemen kabul ettim. 1-2 arkadasim vardi orda, bir sekilde ulasirdim ben onlara. (bu arada yanimda 10 dolar nakit var.) sonra guvenlik amirlerinden biri geldi ve: "sizi amerikaya bu halde yollayamiyoruz, tahmin edersinizki ulkemize de alamayacagiz." dedi.
    -ee dedim ben nolcam peki?
    -bu aksam 10 da istanbul ucagi ile gonderelim.
    -peki dedim ve beklemeye basladim.
    yaklasik yarim saat sonra:
    - size 1 iyi 1 de kotu haberim var.
    - (hasktr, kesin 2si de kotu.) nedir?
    - ucak yarin sabah 10daymis ama iyi haber sizi burada misafir edecegiz.
    - tamamdir. (el mecbur.)
    yanima 15 dakika sonra 1 polis verdiler ve beni arka odalardan birine goturduler. bu arada pasaportumla vedalastim zira el koydular. once 2 adet resim cekildim, 3-5 kagit imzaladim, parmak izi verdim. sonra esyalarima da el koydular. arasindan 3 kitabimi alabildim cok sukur. beni assagi yukari 15 metrekarelik bir odaya aldilar. benle beraber 3 hintli ve 1 filipinli de ordaydi. (1 de telefon vardi cok sukur, ordaki polislerden 5 dolara bir kart aldim. aileme haber verdim, sakin olmalarini soyledim.)bir tuna sandvic ve 1 portakal suyu da aksam yemegiydi.
    yarim saat sonra beni odaya getiren polis camda belirdi. (oda duvara gomulu 1 tv, 4 adet yere zincirli sandalye, 4-5 adet koltuk, 2 tuvalet ve bir kac gazeteden ibaret. 3 yani duvar, diger tarafi cam. bisey soylemek isterseniz, su isterseniz o camla konusuyorsunuz.) beni sorusturmaya goturduler. 2-3 metrekarelik bir oda, bir masa, bir sandalye, 1 telefon. okadar. oturdum. sorular tamamen sacmalik. ornek vereyim:
    - neden londradasiniz?
    - neden bostona gidiceksiniz?
    - amerikada ne yapiyosunuz? gibi.
    sorulari cevapladiktan sonra sorularin sacma ve anlamsizligindan dem vurdum. yasi tahminen 25 civari olan polis de gulumsedi okadar. odama geri goturuldum. 2 saat sonra doktor kontrolune gitmek uzere yeniden odamdan alindim. tuberkuloz testine, akciger testine filan tabi tutulduktan sonra odama geri dondum. 4te indigim londrada gece 1.30 olmustu ve elimdeki ciltlik penguen malesef bitmisti. 2 gibi uyumusum koltukta. filipinli kadinin hickiriklariyla uyandim. cilginlar gibi agliyordu. anladigim kadariyla bir okula kayit yaptirmis, (computer engineering gibi bisey sacmaladi) ama calisiyormus, kendisi inkar ediyor tabi. 1 saat telefonda bagiristan sonra kadini sorusturmaya goturduler. kendisine sorulan cok basit bir soruya cevap verememis. (soruyu bilmiyorum da cevabi software ve hardware olmaliymis, o cevap verememis heyecandan, oyle dedi.) o sirada polis bana sabah 8 de gelecegini soyledi ve gitti. sabaha kadar uyumusm gece 4ten itibaren. polis uyandirdi, yaninda 1 polis daha vardi. herkesin ortasindan hic bir guvenlik agindan gecmeden 2 yanimda polis ve pasaportsuz halde, ucagin normal boarding vaktinden 15 dakika oncesinde ucagin 35 f koltuguna oturtuldum. sol yanim bos, bir yanindan 1 polis ile birlikte. digeri koridorun diger tarafina oturtuldu. turkiyeye kadar bana eskortluk ettikten sonra beni turk polisine teslim ettiler. bir avuc "garip" ruslarla ayni yerde bekledikten sonra gecmis olsun dilekleriyle beni saldilar. peder bey beni aldi eve getirdi. ertesi sabah babamin bir arkadasi vasitasiyla x karakolunda sabah 8de pasaportun yenilenmesi icin bekleniyordum. bir kac saatte onu da halledip ayni gun aksam uzeri ucaga atlayi almanya aktarmasiyla geri geldim. almanyada da 2 kere durduruldum, fotograf makinamin icine bile bakildi.

    ne diyim, geldim artik. trajikomik degil mi?
  • yakın bir arkadaşımın başına gelmiştir. aynı zamanda kimsenin de başına gelmesindir. birlikte iş yaptıkları ve ağabey deyip, çok değer verdikleri bir büyükleri akşam evlerine gelecektir. fakat akşam olmadan, bu beyin yanında çalışan elemandan bir telefon alırlar:

    eleman: abla, x ağabeyi kaybettik...
    arkadaşım: uf saçmalamayın ya, telefonunu filan duymuyordur. koskocaman adam nereye kaybolacak? hem akşam bize gelecek...
    eleman: abla, öyle değil, sen yanlış anladın. bugün kaza geçirdi, vefat etti demek istedim.
    arkadaşım: (yıllar sonra anlattığı anda bile gözlerini dolduran, derin bir sessizlik)
  • kadıköyün kırık dökük kaldırımlarında yürürken yağmurun topladığı suyu yanlışlıkla yanımdan geçen gencoya sıçratmam sonucu yaşanmıştır.olayı özensişzce yazılmış bir gazete haberi kıvamında verecek olursak;

    yy'nin kaldırım taşına basmasıyla su sıçrar ve adam "sakın pardon deme lan" diyerek olaya yeni bir boyut kazandırır. adama ne diyem mahmut mu diyem demek de vardır ama sağlığına önem veren yy daldan dala atlayarak karanlık ormanda gözden kaybolur.
  • şirkette herkes kendi çapında çalışırken, ilhan selçuk'un vefat ettiği öğrenilir.

    - aaa, ilhan selçuk ölmüş.
    + kim?
    - ilhan selçuk.
    + hasta mıydı ki?
    - (bön bön bakılarak) nasıl yani?
    + .... (sessizlik)
    + ne bileyim ben magazin takip etmiyorum.
    - magazin mi?! peki.
    + .... (sessizlik)

    başka söze gerek yok sanırım.
  • rus işgali zamanları, rize. dedemin anlattığına göre ruslar, köylülerin hepsini bir kiliseye doldurur, kilisenin içini de bir çocuk boyuna gelecek şekilde sıcak suyla doldurur*. ve anlattığına göre ruslar, eğer köylüler evlerini terk etmeye razı olursalar onları bırakacaklarını ve onlara ekmek vereceklerini söylerler ve yukarıki camlardan ekmek atmaya başlarlar.

    bizimkiler hazırlanırlar ve yola çıkarlar*. dedemin annesi boylu poslu, hükümet gibi kadın, babası ise zayıf, cılız, kara kuru biriymiş*. dedemin annesi yol boyunca, 100 metre sırtındaki yükü taşır, sonra yükü yere bırakır ardında da iki ufak kızını alır yükten 100 metre öteye nırakırmış. rize'den izmir'e kadar bu şekilde gelmişler**. neyse bir şekilde çeşme'ye varmışlar ve hükümet bunlara denize sıfır bir tane yalı vermiş. ama hem ölen yunanlıların cesetlerinden sebep hastalık vermiş, hem kuyulara saklanan yunanlılardan korku varmış hem de çeşme'de ne lahana ne de mısır yetişiyormuş*. bir kısım akraba izmir'de kalmaya karar verir ama bizimkiler yola ıkar. ilk önce manisa, ardından bursa derken sakarya'da ikamet etmeye karar verirler***.

    neyse gel zaman, git zaman seneler 60'ların başı olmuş. dedemin babası adapazarı'nda, annesi ise rize'de vefat etmiş*. bu sıralarda dedeme bir telgraf gelmiş. rize'deki tarlalardan kadastrı geçiyormuş ve dedemin oraya gelip tarlalarının tapusunu almasını istemiş devlet. dedemin yola çıkmaya gözü yememiş ilk başta, sonra kaşım gözüm derken ikinci bir telgraf daha gelmiş. bu kez telgraf rize'ye geri dönen akrabalarındanmış " adem, gelme yoksa fururuk" diye tehdit etmişler. e tabi benim zavallı dedem de ardından çocuklarını ve karısını emanet edecek hiç kimsesi olmadığı için vazgeçmiş rize'ye gitmekten.
  • bundan 2-3 gün önce, akşam üzeri yaşadığım bir olaydır. mahalle esnafının birinde oturup muhabbet ederken bir araba çocuğa çarpar, oturduğum sandalyeden fırlayıp karşıya geçip çocuğu yerden kaldırıp bir şeyi var mı diye bakarken biri'nin yanıma gelip; "iyi misin" demesi, benim "iyiyim, çocuk da iyi, sadece dudağı patlamış, hastaneye götürelim" demem, çocuğun "anneme götürün" beni demesi, çocuğu esnaf bir arkadaşla annesine götürmemiz, çocuğun annesi, çocuğunu görünce bayılması, esnaf arkadaşın anneyi ayıltmak için iki-üç tokat kullanması -bu tokatlama olayı görülmeye değerdi-, annenin ayılması, sonra hep birlikte hastaneye gitmemiz.

    burası trajik olay. neyseki çocuğun hiçbir şeyi yokmuş. şimdi komik tarafa geliyoruz, çocuğun tedavisini beklerken duvara yaslanmam, bana yeniden yöneltilen "iyi misin" sorusu, vücut sıcaklığımın düşmesi ve heyecanımın geçmesi, dizime giren müthiş bir ağrı, ağzıma gelen kan tadı. "ne oldu bana" demem, arkadaşın cevaplaması, çocuğa yardım edecem diye koşarken bir araba hafifçe sana çarptı, sen düştün, ama hiçbir şey olmamış gibi devam ettin, seni de tedavi ettirelim, dudağın kanıyor, ayrıca sekiyorsun." anlatılanlardan sonra başıma gelenleri hatırladım, "ben tedavi medavi olmam" deyip hastaneden çıkıp evime gitmem. dizime bir merhem sürdüm ertesi günü bir şeyi kalmadı. tedaviyi kabul etseydim iğneler falan. hiç komik değil. bunun neresi komik diyeceksiniz, insana araba çarptığı zaman insan hatırlamaz mı lan? deli gibi, manyak gibi yardıma koşuyorsun. yurtdışında yapsam bunu, kesin türktür bu manyak derler. araba'nın çarptığı çocuğa yardıma koşarken neden etraftaki etkenleri düşünmediğimin nedenide var hani.
  • erasmustaki bir arkadaşın "am studying for the exam. pffffff" minvalinde cümlesine, baska bir arkadaşının "turkce konus yawwwwww" diye cevap vermesi.
  • bir yanda; asgari ücretin 1400 euro olduğu hollanda'da yoksulluk sınırı altında yaşayan kişi sayısının 950 000'e yükselmesi neticesinde hükümetin eleştirilmesi.
    diğer yanda; asgari ücretin 300 euro olduğu türkiye'de açlık sınırı altında yaşayan milyonlarca kişinin hükümete çeşitli sevgi gösterilerinde bulunması, kraldan çok kralcı olması.
hesabın var mı? giriş yap