• küçükken yaz tatili anlayışı köye gitme olan ailenin bir çocuğu olarak kendisiyle bayaa bi haşır neşirdim ben. köy olunca malum tarlası, bağı, bahçesi de çokca vardı ve dedemler su sulama dedikleri bildiğin tarlayı sulamaya bizi de götürürlerdi. lan o kadar çok sevdiğimiz gibi manyak gibi de nefret ederdik. valla çiftçilik zor zanaat. gecenin 4'ünde tarla mı sulanır amına koyiim. sulanıyodu işte. ondan sonra ben badılcan yemem, domattan tiksiniyom. eşeen zikine ye af buyur. olm çok zor yemin ediyom. uykundan kalkması, gecenin ayazı, o ayazda suyla haşır neşirlik falan filan..

    işte böyle böyle traktöre olan merakım iyice arttı benim. ''dede bi kerecik ben sürem, dede hadi gezek, düdüüt yapam..'' e dedeler de torun oldu muydu hayır diyemiyolardı. bi de yaş küçük, sevimli olduğumuz zamanlar(ki aşırı çirkinim, dandik bi tipim var.. adam öyle bile severdi beni).. adam hac'dan oyuncak traktör getirdiydi lan 24 yaşında bana. hem gülmek hem ağlamak nedir o zaman şeettim.

    ben iyice öğrendim bu mereti, çapaya gidiyoz, ot yapmaya gidiyoz.. bazen giderken bazen dönerken ben sürerdim. o kadar zevkliydi ki meret. hızlı değildi.. ama üstü açıktı bizimkisinin(çoğu öyle de bazıları kapalı oluyo), 60'la gitsen sümüğün donardı, suratına böcek sıçardı.

    bi kere çapadan dönüyoz, ben tutturdum, ben sürcen, biliyom gari, bokunu yiyim baba diye kandırdım bizimkini. olm yavaş sür, ağzına sıçarım ikazlarından sonra geçtim başına. sağ tekerin üstünde babam, arkada römorkta çapacı kadınlar. 2'si de halam. ne güzel gidiyoz düz yolda. bırak arabayı, bisiklet sollayamam o hızla, temkinli gidiyom. zaten azıcık gaza bassam babam benim güzel oğlum deyip kafama vuruyo. sağa döncez bak ilerden, azcık yavaşla dedi bizimki. içimden la biliyoz amına koyiim, iyice çocuk belledi yaa diye kızıyom. geldik, döndüm. anam ne dönüş.!! ben gazdan çektiydim oysa ki ayağımı.. arkadan patır putur sesler duydum. şöyle bi bakayım dedim giderken, kadınlar havalarda, ''abooouvv, anaaam, yavaş oluveee, duu gariii..'' diye diye yere düşüyolar. aha yaraa yedik deyip toparlamaya çalışayım dedim, döndüm bu sefer baba yok. sağa bakıyom, sola bakıyom, herif bildiğin yok. arkadan ''dur artık amına kodumun çocuğuuu, frene bas'' diye bağırış duydum, rahatladım, yaşıyo herif. durdurduk traktörü, millet iyi mi diye bakınıyoz. lan sayıyoz sayıyoz 2 kişi yok. biri de halam.. lan nereye uçabilirler ki en fazla diye düşünüyom. kadınlar yerlerde zaten, anaam başım, nerelere gideem diye ağlaşıyolar.. birinin de başörtüsü yüzünü kaplamış bayaa böyle. gittim ''iyimin neriman teyzeee'' diye bağırdım. kadın ''göremiyoom, göremiyoom oolum'' diye ağlaşıyo.. bildiğin şoka girmiş kadın. neyse, o döndüğüm yere gittik, römork ters dönmüş lan bildiğin. ağladım ağlicam. kesin halam öldü diye düşünüyom. akşam da babam zikecek diye korkuyom.. baktım, kan yok, kol bacak da gözükmüyo. o römorku çevreden yardımlarla neyin kaldırabildik anca. içlerinden çıktılar şükür. halam da efsunlu olan, cin min girdiydi önce buna. bu olaydan sonra düzelir belki dedim, iyice sapıttı kadın.. bi kaç ''sıyrık''la atlattık durumu.. ama ''çatlak'' çoktu..

    bi keresinde de büyüğüm bayaa, dedemle(bu diğer dede) tarlaya gidiyoz, gezme amaçlı. kanala uçtuk.. arka teker bildiğin yarıldı. bizde sorun yoktu çok şükür. dedem namaza başladı bu olaydan sonra..
  • ben çocukken, sanırım ilkokul 2 falan, babamın tayini bir köye çıktığında tanıştım bu araçla. şehirden köye taşındık, her yer kedi, köpek, inek, eşek, tavuk, delireceğim sevinçten! sürekli tavuk kümeslerine girip horozları, tavukları yakalayıp severmişim. ahırlara girip "ineklerin yanakları ne güzel ya" diye inekleri öpermişim. bu köydeki tüm fotoğraflarımda kucağımda bir hayvan var. en çok da tavuklara dadanmışım o dönem. kadının biri "senin kız sıkıştırıyor sürekli, tavuklar kümese yumurtlamıyor artık, kaçıyorlar" diye şikayete gelmişti. çok üzülmüştüm, tavuklar benim yüzümden evlerinden kaçmış diye saatlerce ağlamıştım. sonra çocuk aklıyla bir günümü tavukları takip edip yumurta zulalarını bulmaya harcadım. meğerse takip ettiğim tavuk değil horozmuş ve horozlar yumurtlamazmış, horoz tepeme atlayıp kafamı gagalayınca öğrendim.

    bütün bu süreçte hayvanlar kadar dikkatimi çeken diğer mesele traktörlerdi. köyün her yanından bir traktör çıkıyor, kocaman tekerlekleriyle havalı havalı gidiyor... bir de bazılarının önü mavi, güneşte parlıyor. bazıları kırmızı. en güzeller kırmızılardı. hele yeni traktör almış biri varsa havasından geçilmezdi. babamla anneme söylüyorum ben traktöre bineceğim diye, olmaz diyorlar. babam beni kurumun arazi arabasına bindirip gezdiriyor ama kesmiyor işte, benim aklım traktörlerde. gri toyota'yı ne yapayım kırmızı traktör varken! oturduğumuz yer köyün merkezinde bir site. lojmanlardan oluşuyor ve etrafı yüksek duvarla çevrili. sırf traktörleri izlemek için o duvara çıkıp kaç defa düştüm hatırlamıyorum bile.

    köyde birkaç memur bebesiyiz. kalan çocuklar aileleriyle birlikte tarlaya gidiyorlar yazın. okul yok, bütün gün çizgi film izle, yat, kavga et derken eninde sonunda "acaba ne yapsam da annemle babamı delirtsem" diye bakınmaya başlıyor insan. yine traktörleri izlemek için duvarda oturmuşken bir traktör önümde durdu. arkası kadın ve çocuk dolu. ailem hepsini tanıyor, ben de tanıyorum. köyün yerlilerinden, çok şeker bir aile.

    - lustral annenden izin al gel seni de tarlaya götürelim
    - tamam!

    koşa koşa içeri gidiyorum. o dönem tabii ki cep telefonu icat edilmemiş. evde iki telefon var, biri kurumun telefonu, yeşil, çevirmeli olanlardan. biri de bizim ev telefonumuz. içeri girdim annem telefonla konuşuyor.

    - anne ben tarlaya gidiyorum
    - sus şimdi annaneni arıyorum hat kesiliyor
    - yaa tamam ben gidiyorum gülsüm teyzelerle

    tam o anda kurumun telefonu da çalıyor. neden evde öyle bir telefon vardı bilmem. iki telefonla uğraşırken annem "nereye gidersen git" diyor. başından savmak için demiş ama ben durur muyum? traktöre binicem lan! kırmızı hem de!

    koşa koşa gidiyorum hemen, diyorum annem izin verdi. hadi atla diyorlar, nasıl atlanır bilmiyorum bile. kasanın arkasında basma yeri var, oraya bas biz çekeriz seni diyorlar. oraya basıyorum, tam yükseliyorum havalı havalı, sırıtıyorum, ayağım kayıyor. çaaat diye vuruyorum çenemi kasanın arkasına. ama acı yok rocky, acı yok. traktöre bineceksin!

    güneş tepede, yanıyorum ama gıkım çıkmıyor. traktöre bindim boru mu? nasıl keyfim yerinde, sevinçten zıplayasım var. zaten traktör taşlı yollara girdikçe zıplıyoruz, ben korkuyorum, gülüyoruz, benimle "şehir çocuğu" diye alay ediyorlar. ortam şahane. köy ekmeği veriyor biri bana, en sevdiğim! hele ekşi mayalı köy ekmeğiyse off....

    tarlaya gidiyoruz, kadınlar alıyorlar çapayı, ben etrafta hoplayıp zıplıyorum. biraz sıkılsam da sesim çıkmıyor çünkü dönüşte traktöre bineceğim. akşamüstü oluyor, paydos diyorlar. doluşuyoruz traktöre. bu defa kendim çıkıyorum, öğrendik artık tabii!

    yolun bir yeri çok dar, ağaçlık ve taşlık. zaten gelirken de orada baya korkmuştum. ama bir şey olmaz diyorum. bu defa kasada oturmuyorum. hani kasayla traktörün ön kısmını birleştiren, alet kutusu gibi bir yer var bazılarında. ahşaptan yapılma bir ufak kutu. bak şuradakinden. kasanın kenarına oturup ayaklarımı da buraya koymuşum, kimse de demiyor ki çük kafalı evladım düşersin sen diye. bir yandan da susam sokağı şarkısı söylüyorum. şarkı da ne şarkı ama:

    bir iki üç dört beş
    altı yedi sekiz dokuz on
    on bir on ikiiiiiiiiiiiiğiiiiiiiiiiiiiiiiiiğğğğ

    ne olduğunu anlamadan kendimi çalıların arasında buluyorum. traktör taşın üstünden geçerken zıplıyorum, götüm kasaya değemeden uçuyorum aşağı. traktördekiler bülbül sesimin bir anda kesilmesini bile fark etmiyor. zaten hepsi yorgunluktan uyukluyor ve kasada en az on çocuk var. biri gitmiş kim fark edecek? basıp gidiyorlar. çalıların arasında yatıyorum, kolum kanıyor, dudağım patlamış. koşsam arkalarından yetişirim ama dizlerim titriyor, kıpırdayamıyorum. bir yerlerde köpekler havlıyor, "köpekler götümü yiyecek" diye ağlamaya başlıyorum.

    bu esnada bir traktör dolusu insan köye varıyor. herkes beni arıyor, lustral bütün gün ortada yoktu, kayıp, gören oldu mu? ortalık ayağa kalkmış. traktördekiler "ehehehe bizimle yaa" diyorlar, ama bir bakıyorlar lustral yok! bir traktör dolusu insan beni yolda düşürdü ve bunu köye gidene kadar fark etmedi.

    babam "ulan siz nasıl olur da gözünüzün önündeki çocuğu kaybedersiniz, bozuk para mı bu yolda düşsün" diyor. anam "ölüyoreeeee" diye kendini yerden yere atıyor. ben yokum ama. bu esnada ben hala düşürdükleri yerdeyim.

    hooop, toplanıyor bir grup beni aramaya. traktörün dönüş yolu boyunca bakına bakına geliyorlar. neyse ki köy yakın tarlaya, gelmeleri uzun sürmüyor. beni sümük içinde ağlarken buluyorlar. ördekli donum yırtıldı diye ağlıyorum, dudağım patlak diye ağlıyorum. ama asıl derdim eve gidince anamın yapacakları. neyse ki anam yok, babam gelmiş aramaya.

    "babaaaaaağğğğ bababaaağ bunlar beni düşürdüüüüü" diye sarılıyorum.

    ve bir sonraki kayboluşuma kadar traktör görünce yolumu değiştiriyorum.
  • bunlardan bi tanesine sahip olmak için çocukluğumdan beri heves ettiğim tarım aleti.

    el sebep: özeniyorum! özeniyorum ya. başka da bi sebebi yok... yani var da...

    çocukluğum iki katlı ahşap bi evde geçti. ahşap ev dediğime bakmayın, bana göre saraydı- ki hala öyledir gözümde. iki katlı, cumbalı, sekiz oda, iki salon, şömineli bi ev. arka tarafta öbür caddeye dek uzanan geniiiiiiiiiiiiiiiiiiş bahçe. bahçede koyun, kuzu, ördek, dana, buzağı, inek... bilumum aklıma gelen ve gelmeyen hayvan. çiftlik evi değildi ama, bi nevi çiftlikti. çiftlik de vardı, hatta orada tavuskuşları da bulunurdu, heyt beee, geçmiş günler...

    heh işte, rahmetli dedemin de en büyük keyiflerinden iki tanesi de, at ve traktördü. gerçi en sevgili atı huysuzlanıp karaciğerinin üçte ikisini haşat etmiş de olsa vaktiyle, hiç vazgeçmedi at sevdasından. nitekim benim de çocukluğum at sırtında geçti. ondandır, araba denen taşıta bindiğimde de bir yükselme hevesi aradım.

    bulamadım.

    sonra düşündüm, dedem neden traktör seviyor? hızlı mı? hayır. kullanışlı mı? tarla dışında, hayır. öyleyse ne şeyime seviyor bu mereti? sonunda buldum:

    yüksek ve havadar!

    adamın hayatı at sırtında geçmiş(böyle deyince de köroğlu gibi oldu ama değil), dolayısıyla araç deyince adamın aklına traktör geliyor.

    ve yıllar sonra da torunu bu hevesi devam ettiriyor....

    yalnız okuduklarım sonunda anladım ki yalnız değilim.rahmetli oğuz aral da aynı dertten muzdaripmiş. onun da derdi elma şekeri gibi kırmızı bir traktöre sahip olmakmış. sonra da onunla boğaza gidip, hiiiiç traktörden inmeden boğaza karşı çayını yudumlayıp sigarasını içmekmiş.

    o gün bu gündür, hevesim, hayalim, umudum budur.

    arz ederim.
  • x5, jaguar, porshce hatta ferrari koltuğunda oturan dünya güzeli kadınlar gördüm ama hiçbiri traktör tekerleğinin üzerine oturan yeni gelin karizmasının yanına bile yaklaşamazlar. arkadaş, o nasıl bir oturuş? o nasıl bir duruş? o nasıl bir vakur tavır? anlamıyorum. belli ki tarlaya gitmişsin kocanla, saatlerce kan ter içinde çalışmışsın, hâlâ o enerjiyi nereden buluyorsun?

    köy için traktör önemli şey, statü göstergesi. ilçedeki pazara giderken traktörüne atlar gidersin, keyfin gelince dönersin. köy düğününe evin çocuğu mobilet ile gider, evin babası traktörle. evin çocuğu evlenince traktör ona geçer ve elbette eşine. köyün girişindeki köy kave'sinin yanına gelince gelin daha da kasılır, o tarafa hiç bakmaz ama herkesin ona baktığını bilir.

    sırf bu sebepten x5'im olsun istemem, şöyle kırmızı bir traktörüm olsa, bindirsem eşimi yanıma, taze taze topladığımız domatlardan yapılacak menemenin hayaliyle evime doğru bassam gaza, üstüne de buz gibi ayran.
  • karizması şahane, kolaycana devrilmesi bahane iş makinası' mı desem, ulaşım aracı mı desem kara taşıtı.

    bir ekim günü peder beyin kırmızı 65'lik fergisonu ile en büyük tarlamızı buğday ekebilmek için karıştırdım kaz ayağı ile. hava kapalı, yağmur yağdı yağacak. acele etmeliyiz sürülecek üç tarla daha var. yanlız bu büyük tarla 65 dönümcük kadar ve tek başımayım. sekizde başlayan tarla sürme mesaim saat bir sularında %80 tamamlanma oranına ancak ulaşmıştı. peder bey öğle yemeği için köye dönmeye kara verdi. yemeği alıp gelecek, ben büyük tarlamızı bitirip "haram tepesi" isimli yüksek tarım alanımıza intikal edecek yemek yiyebilecektim.

    4 saattir sağdan soldan uçuşan toz toprak, önden vuran motorun sıcağı, arkadan esen yel, yağmur yağarsa tüm emeğin heba olacağı gerçeği ile cebelleşen bendeniz tarlayı bitirebilmeyi başardım. şimdi sıra "haram depesi" intikalindeydi. yaklaşık 15 dk. süren intikal yolculuğum dik ve kısa bir yokuşun çıkılması ile son bulacaktı. vurdum fergisonu rampaya. babam birşeyler yapıyor, el sallıyor, zıplıyor, işaret etmeye çalışıyor. yogunluktan beyin amcıklaması sendromundan muzdarip ben bu çırpınmaların hiç birini anlamadım. tüm bunların akabinde hidrolik kolda asılı duran kaz ayağı pulluğun bir tona ulaşan ağırlığı, rampanın açısı ve ağırlık merkezinin geri döndürülemez bir şekilde arkaya kayması ile fergisonumuz şahlandı.

    meğer daha düzgün olan diğer geçiş yolunu işaret etmeye çalışıyormuş. bilemedim.

    zeminin yumuşaklığı ve benim durumu kurtarma çabalarım, babamın karşıdan dövünerek koşması, hayatımın film şeridi, patinaj çeken arka tekerler, sola doğru kayan 4 tonluk kütle, kabini ve roll barı olmayan fergison, düştüğüm yeni ekilmiş tarla, üzerime doğru yavaş yavaş yatan kütle.

    tüm bunların hepsi 3 yada 4 saniyede gerçekleşti. o yatmadan altından sürünerek kaçtım, ayağa kalktım. babam koşusunu tamamlamıştı. geldi karşıma bembeyaz olmuş. on kez "birşeyin var mı?" diye tekrarladı. şokta belli ki. traktör devrildi. boru değil ya. gerçekten bir yerimde birşey yoktu. traktör hala çalışıyordu. sol kolum sürünürken zorlanmış olacağından incinmiş birazcık ağrıyordu. söylemedim. traktörü stop ettim ve bu korku ve mahcubiyet duygusuna alışmaya çalıştım.

    tarlalar ekildi, hepsi bitti.

    bir gün sanayide yağlanan subapları temizlenen, yağı değişen fergison ertesi gün tüm işleri bitirmeye kaldığı yerden yeniden başladı.

    bu da böyle bir anımdır.
  • büyük yükler taşıyan traktörlerin çeki demirine etki eden kuvvetlerden ötürü rampalarda ön tekerleklerinin yerden havalanması yani ön tarafın şaha kalkması kaçınılmazdır. bu nedenle traktörün ön tamponuna 50 kg'lık birkaç demir blok monte edilir. sanırım standart olarak monteli geliyor ama yurdum insanı çıkarıyor onları.

    bu cefakar makinelerde egzoz bacası ön kısımda olanlar kafa şişirir. steyr ve international marka traktörlerin egzoz bacaları ön taraftaydı yanılmıyorsam. massey ferguson marka traktörlerde ise arkadadır.

    güçlü, büyük, gürültülü makinelerdir. traktörleri sevelim, edinelim.

    edit: larker dürttü, bacaların yeri modele göre değişiklik gösterebiliyor elbette.

    edit 1.1: ne bacaymış arkadaş, götü başı oynuyor. bir uyarı da avedis'ten geldi; baca yeri, yapılan tarıma göre değişiyormuş, mesela buğday tarlasında çalışacaklarda önde iken zeytin tarımında kullanılacaklarda dallara zarar vermesin diye arkada bulunuyormuş. ayrıca o 50 kg'lık demirler genellikle rampa falan değil ama tarla sürme sırasında arkadaki ağırlığı dengeleme için kullanılıyormuş.
  • türk fiat 70-56 ile günlerime güzellik katan alet.

    şu sıralar gündendiler (göndöndü, ayçiçeği) dövülüyor( biçiliyor) efendim buralarda. ben de işlerin başındayım.

    türk fiat arkasında yükle yokuş yukarı çıkardığı o muazzam ses hiç kaybolmasın e mi?

    traktörler iş yapmak benim için binevi terapi gibi bir şey.
  • nevşehirin bir köyüne ilk defa traktör gelmiştir. köyün en zengini traktörü almıştır şehirden. tabi boru değil. traktör bir şoför ve makine teknisyeni tarafından köye getirilip teslim edilmiştir. adamlar traktörün nasıl çalışacağını vitesini debriyajını vs. gösterip anladınız mı derler. köylüler anladık derler. adamlar gider. traktörü de önü bir bahçe duvarına gelecek şekilde park etmişlerdir. adamlar gider. köylüler ertesi gün traktörü çalıştırırlar ancak geri vitesi bulamazlar. uğraşa uğraşa bir türlü beceremezler. ne yaptılarsa traktör hep ileri gider. en sonunda bakarlar çaresi yok. dünyanın parasını vermelerine rağmen böyle bir aleti kullanamıyorlar, yıkmışlar duvarı sürmüşler traktörü.
  • birazdan uzun ve öznel şeyler zırvalayacağım. the matrix resurrections'da "maziyi hatırlamak kadar iyi terapi yoktur" mealinde bir söz vardı. çakma morpheus diyordu sanırım. bir yerde de "seçim yanılsamadır" diyordu. koca filmden aklımda bunlar kaldı sadece. koca seriyi piç ettiniz, adiler :) traktöre dönüyorum. benim dayım büyük çiftçi ve büyük şofördü. dedemin tek oğlu. beş kızdan sonra doğmuş. annem evin en büyüğüydü. her yeni doğan çocuğun cinsiyetini dedemin suratından anlarlarmış. eve geldiklerinde dedemin surat asıksa doğan çocuk yine kız anlamına geliyormuş. dedem ağır köy adamı, erkek evlat lazım ona, işler çok, teknoloji geri. dedem muhtemelen çocuğun cinsiyetini erkeğin belirlediğini bilmeden öldü. gerçi anlatsak da kabul etmezdi muhtemelen. kız doğduğunda kadın suçluydu ona göre her koşulda. dayımın doğduğu gün neler hissetti acaba? sonunda gelmişti ölçüsüzce istediği erkek çocuk. fakat dediğim gibi dayımın yetenekleri beş erkek çocuğa bedeldir. dedem o yeteneği biraz da mübalağa ederek şöyle anlatırdı: "o daha götünde bez varken traktör kullanırdı!" aynı kişi, dedemin tek oğlu olduğu gibi benim de tek dayımdı. babam da çoğunlukla il dışı ve hatta yurt dışı çalıştığı için ilk rol modelim dayımdır. ya köyde bir römorku dar bir garaja sokamadıklarında dayımı çağırırlardı, gel şu römorku yanaştır diye. nasıl hayran olmasın bir çocuk buna :) direksiyonu olan herhangi bir araçla oyuncak gibi oynardı. sürmediği bir kara taşıtı kalmadığına eminim. bir insan her işten anlar mı, anlıyor işte. ne ara öğrendi bu kadar şeyi hala aklım almıyor. bana gelirsek ben tam tersiydim, yani baya baya yeteneksiz bir velettim. elime anahtar yakışmaz, traktörü doğru düzgün kullanamaz, öğrendiğini hemen unutur ve bolca sakarlık yapardım. fakat çok uğraştı benimle. sonuna kadar. 2000 yılı başında yeni, sıfır bir traktör alınmıştı. bunla öğreneceksin artık! dedi. tüm yaz o traktörün koltuğuna beni oturttu. ısrarla, pes etmeden. o öz güveni aşıladı vallahi. o yazın sonunda artık pulluk çekebiliyor, ekin ekebiliyor ve römorkları geri geri yanaştırabiliyordum. öyle bir gün tarlaya gitmiştik. vanvey ile tarlayı sürmek için. dayım bana traktörü bıraktıktan sonra ağaç gölgesinde uyuya kaldı. ben tüm tarlayı sürüp yanına vardığımda uyandı ve inanamadı tüm tarlayı hakkıyla sürmeme. traktörde aynadan kendime baktım, haklı bir gururum vardı. toprak ve toz tüm bedenimi sarmıştı. üstümü başımı çırptım, filmlerdeki gibi toz kütlesi indi üzerimden. evet artık iyi bir traktör şoförüydüm ve mutluydum :)
  • köylere gittiğinizde (hâlâ var mı bilmiyorum) oranın insanları bu aletleri seslerinden tanırlar. hem de hepsini de. marka model vs. farketmez. herşeyiyle aynı olması da farketmez. sessiz köy ortamında en çok sesi çıkan aletler olduklarından bir kilometreden geldiği duyulur ve o an kimin geldiğini bütün ahali bilir. çok ilginç bir deneyimdir. kalabalık ortamda herkesin gelen insan hakkında bu kadar hemfikir olması insanı çok şaşırtır.

    şöyle bi muhabbete tanık olmanız çok doğaldır mesela.

    - osman emmi sizin motur geliyo. nirden bu saadde? (sadece ses var görüntü yok)
    +haa bizim uşakları yukarı bayıra patosa gönderdiydim ordan geliyodur yeğenim.
hesabın var mı? giriş yap