• denizciler için aşağıdaki 40 öğüdü barındıran kitap.

    tenbih

    gizli değildir ki bu osmanlı devleti'nde en büyük dayanak olup şanına iş-güç edinüp önem verilmek ön sırada bulunan deniz işleridir. zira, bahtı-gelişen devletin revnak ve unvanı iki karaya ve iki denize hükmetmektedir. (arapçası berreyn ve bahreyn olan bu tabirin türkçesi iki deniz ve iki kara demektir. karalar, osmanlı devletinin toprakları bulunan asya (anadolu) ve avrupa (rumeli), denizler de karadeniz'le akdeniz'dir) bundan başka osmanlı ülkesinin çoğu adalar ve kıyılar olduğundan hele saltanatın yöresi, yani istanbul'un velinimetinin iki deniz olduğunda hiç şüphe yoktur. bundan sonra, dünyanın dört bölüğünden biri olan avrupa'ya islamlar yakın zamanlarda geçüp burası ile ilgilendiler. eski padişahlar, olağan-üstü sayılacak savaşlar ve tedbirlerle ancak rumeli, bosna ve üngürus'un birazını ele geçirebildiler. söylenen yerler avrupa'nın bir kıyısıdır. bu kadarını elde tutmak, gözetüp korumak denizlerin elde bulunmasına bağlı olduğu için geçmişte büyük himmet ederlerdi. bugün de önemil olan gafleti koyup yine elden geleni yapmaktır. ulu tanrı başarı versin. bundan sonra öğütleri söylemeğe başlayalım.

    birinci öğüt budur ki, kapudan kendi korsan değil ise deniz işinde ve deniz savaşı üzerinde korsanlarla danışık edüp dinleye. yalnız kendi bildiğine gidenler çoğu pişman olagelmişlerdir. hele bu yolda bir yanlış yapılırsa ziyanı yalnız kendisine değildir.

    ikinci öğüt budur ki, donanma gemileri mümkün oldukça tersane-i amire'de yapıla, hem zamanıyla yetişür, tez olur, hem de reayaya zulüm o kadar hafif olur.

    üçüncü öğüt budur ki, gemilerin yat ve yarağı* eksik kalmayup tam olmaya çalışıla. her işe vakit ve zamanıyla başlanup gevşekliğe yer verilmeye.

    dördüncü öğüt budur ki, boğaz'dan taşra çıkıldıktan sonra karavul eksik olmaya. yolda giderken iki yarar kalite üç mil ileri gide ve limanda yatarken iki üç mil alarga yata. ve iki bey gemisi bir saat sonra kalkup donanma ardınca asker döküntüsü devşire.*

    beşinci öğüt budur ki, donanma iki yüz parça gemi olursa iki kol ola. yüz parçası rodos paşasıyla bir gün önce kalka. zira her iki liman yüz parça gemiyi alamaz. geçmişte böyle ederlerdi. öyle limanların sayısı azdır. ve adaların her tarafında yatılur. rüzgar ne yandan eserse öte tarafa geçerse, kıyı öyle değildir.

    altıncı öğüt budur ki, adalar arasında rumeli, ya anadolu kenarında, ya öğleden sonra bir limana yetiştirilirse girilüp liman basılmaya, yani bundan öte bir liman daha vardır deye geçilemeye. zira nice ihtimal vardır, ya rüzgar çıkar ya geceye kalup perişanlık olur ve enginden başka bir yerde yatmak yanlıştır.

    yedinci öğüt budur ki, boğaz'ı çıktıktan sonra sabah namazını kılmayınca kalkılmaya.

    sekizinci öğüt budur ki, baştarda reisleri cezayir'e ve denizde nice yıllar gezmiş korsanlık etmiş ola. zira donanmanın yürümesi ve durması ona bağlıdır.

    dokuzuncu öğüt budur ki, donanma giderken baştarda kürekçileri kartal kanadı çekeler, yanı yap yap çeküp ayak ayak gideler, süratle ulak gemisi gibi gitmeye. meşhurdur ki ispanya kapudanları "sizin gemileriniz yüğrük değildir" deye taş atınca beri yandan bilir-korsanlar "bizim gemilerimiz kaçanı kovmaz, kovandan kaçmaz gemilerdir" deye karşılık verüp susturmuşlardır.

    onuncu öğüt budur ki, baştardayı bey gemileri her zaman geçe. yüğrük olmak içün istifine bakmayalar, baştarda yüğrük gerekmez. bey gemilerini geçmeye, geçerse forsalara gemi basmağa hal diliyle izin vermiş olur. (forsaların gemi basması; bir bozgun sırasında düşman tutsaklarından küreklere konmuş olan forsaların, zincirlerinden boşanıp ayaklanarak gemiyi ele geçirmeleri)

    on birinci öğüt budur ki, yağlandığı zaman limanda iki bölük ola. biri yağlanurken bir bölüğü de korumada dura, sonra yağlaya. bir kez yağda düşman gelüp nice ziyan vermiştir.

    on ikinci öğüt budur ki, donanma avarin'e vardıkta iki parça yarar kalite kafir yakasına dil almağa gönderile. eğer kafir donanmasının mesine'de derneği varsa yalılar korunup bir yere gidilmeye.

    on üçüncü öğüt budur ki, mesine'de kafir donanması yok ise kapudanlar kafir yakasına, ya engine gitmek isterse avarin'de on beş parça gemi bozalar, yani kürekçilerini ve savaşçılarını çıkarup gemilerden güçsüzlerini orada koyup dinç ve güçlü kürekçiler ve savaşçılar götürmeyi seçeler.

    on dördüncü öğüt budur ki, avarin'de engine salmak gerektikte varullara on beşer günlük su ısmarlana.(su ısmarlamak, su tenbihlemek; gemilerde tayfanın su ihtiyacını karşılamak üzere su alınmasını söylemek) ve akşam namazından sonra limandan çıkup avarin reayası yüksek yerde bir gün, bir gece ateş eksik etmeyeler ki fırtına çıkup donanma dönmek gerekirse limanı bula, belki uzerlerine bu iş için adam kona.

    on beşinci öğüt budur ki, engine gitmek murat olundukta önce tenbih oluna ki gece fırtına çıkarsa her gemi fenerini yaka; feneri yoğise birer fener asalar, ta ki gemiler birbirine çatup yanlış yapmaya.

    on altıncı öğüt budur ki, adalar arasında donanma çokluk gezmeye. rumeli ve anadolu vilayetlerinde geze. zira adalar sığ yerlerdir ve karıntıdır. her adanın başka karıntısı vardır ve döküntüsü çoktur. az zamanda çok gemi batup gitmişti. adalar arası donanma kanarası derler. ("kanara" mezbaha, hayvan kesilen yer demektir. donanma kanarası; birçok geminin batıp kaybolduğu, yok olduğu yer)

    on yedinci öğüt budur ki, donanma rumeli ya anadolu kıyısına gittikte on parça kalite adalar arasını koruya, geçmiş kapudanlar böyle edegelmiştir.

    on sekizinci öğüt budur ki, donanma giderken pus-duman olsa eğer karaya rastgelinirse hemen demir bırakup yatalar. pus açılıncaya değin kımıldamayalar. eğer enginde olursa paşa baştardasında mehterhane çalına. ötekiler de hep çalalar, pus açılıncaya değin dinmeye, ta ki gemiler dağılmasın.

    on dokuzuncu öğüt budur ki, reisler deniz ilmini bilmeye sıkı önem vereler. pusula ve harita işlerinden gafil olmayalar ve bilenlere de büyük iltifat eyleye. onunla bilmeyenler de heves edüp öğreneler.

    yirminci öğüt budur ki, kapudan paşa onları derviş paşa gibi imtihan eyleye. derviş paşa ulüfe üzerinde meydana pusula ve harb koyup muslu çavuş adındaki bir meharetli kimseyi mümeyyiz ayırdı. (ulufe üzerinde; askerin ulufe denilen ve ilk ikisi üç ayda bir, son ikisi bir arada olmak üzere yılda üç kez verilen aylıklarının dağıtıldığı zamanda) reisleri onunla ve öteki gemicileri palamar bağlamak ile imtihan edüp ulufe verdi. o zaman bilmeyenler öğrenmeğe heves ettiler. (palamar bağlamak; gemileri palamar denilen halatlarla karaya bağlamayı bilmek demek olduğu kadar burada rüzgarın estiği yöne göre gemilerin hangi yanından karaya bağlanacağını bilmek demektir)

    yirmi birinci öğüt budur ki, deryada kafir donanmasına rastgelince bizim donanma rumeli ya da anadolu kıyısına yakın olup kafir donanması denizde olsa çatmağa heves olunmaya, belki görmezliğe urula. ama bizim gemiler denizde, kafir kıyıda olsa, yahut kıyılar kafir yakası olsa, ya da ikisi de enginde olsa bu üç halde bile kafirlere çatmak olur, neden dolayı olduğu savaş bölüğünde anlatıldı.

    yirmi ikinci öğüt budur ki, düşman gemisi kalyon olsa, hemen varup çatmağa heves olunmaya. belki ıraktan döğe döğe yıpratup dümeni ve direği kırıldıktan sonra varalar. eğer rüzgar ise borda yelkeni ile ardına düşüp limanlık gözedile. (borda yelkeni ile ardına düşüp limanlık gözetmek; borda yelkeni, geminin baş tarafındaki yelken demektir. rüzgar varsa, o zaman borda yelkenlerini açarak düşman gemisinin ardına düşüp rüzgarın dinerek denizin yatışmasını beklemek)

    yirmi üçüncü öğüt budur ki, savaşta saf saf kadırgalar dizile. kapudan gemisi geride durup beş gemi ona ayaktaş ola, üçü ardında, ikisi önünde dura.

    yirmi dördüncü öğüt budur ki, kapudan paşa ve serdar kendi gemisinde bulunup bir iş düşüncesiyle savaş yerinde gemiden çıkmaya. asker sürmeğe ağalarını göndere. o yerde serdar kayık ile gezmek savaş kanununa aykırı ve korkuludur.

    yirmi beşinci öğüt budur ki, kapudan paşa yerinde dura. kendi varup düşmana çatmak heves etmeye. zira baş gidince ayak kalmaz. bununla çok ziyan görüldü. serdarlara yararlık, yerinde durmaktır.

    yirmi altıncı öğüt budur ki, beyler gemisinin her birinden yüz kafir çıkarılup yerine türk verile. aykırı davrananın hakkından geline. zira nice kez forsalar bey gemilerini basup gitmişlerdir.

    yirmi yedinci öğüt budur ki, gemilerin kürekçisi muşakkar ola, yani türk ve forsa karışık ola. eski kapudanlar kürekçilerin iyisini seçüp baştarda küreğine üç forsa, üç türk korlardı. forsalardan çok sakınıla. istanbul gemilerinde de çok kafir konmayup miri kafir defter ile gemilere dağıtıla. (miri kafir; hazineden para ile tutulan ve müslüman olmayan gemici, hazineden aylıklı gayrimüslim gemici, ulufeli gayrimüslim gemici) bir gemide elli kafire kapudanlar rıza verirler. türk bildiği kadar kürek çektiği yeğdir. forsa ustalığına tamah olunmaya. bugüne dek forsanın basup gittiği gemiler sayısızdır.

    yirmi sekizinci öğüt budur ki, donanma taşra çıktıkta dil almağa yarar kalite gönderilüp üzerine düşüle. geçmişte bu iş içün kafir yakasına giderlerdi. şimdi ona hacet kalmadı. adalar arasından alına.

    yirmi dokuzuncu öğüt budur ki, savaşta bir gemiye top ve tüfek gelüp kimi halka değse şehit ve yaralıyı derhal anbara koyup örterler. halka göstermek ile perişanlık olur. halkı şaşırtup korkuya düşürmeyeler.

    otuzuncu öğüt budur ki, bir gemi alınması başarıldı mı, ilk toplarını yoklayalar, gerekirse çivileyeler. fethedüp ele geçirme tamam olmadan ganimete yapışmayalar.

    otuz birinci öğüt budur ki, savaşta bir gemiye sudan aşağı top dokunsa tizeye kapamak mümkün olmasa kimi uzun bezler, peşkir, ya da sarık gibi nesneleri suya vereler ki akındı çeküp falya delüğünü kapaya. kimi gemi batmaktan bununla kurtulmuştur.

    otuz ikinci öğüt budur ki, topçular sanatında meharetli ola. acemileri öğreteler. gemide her topa bir usta topçu buluna.

    otuz üçüncü öğüt budur ki, barut perdaht olunmuş ola. (barutun neminin alınması, kimya yoluyla barutu temizlemek ve parlatmak. iki türlü barut vardır: 1) mat barut ki bu nemlidir, nemli olması yüzünden de çabucak toz haline gelir ve daneyi sürme gücü çok değildir. 2) perdahtlanmış barut ki bunun yanma gücü çoktur. nemli barut gibi taneleri ufalayıp toz haline gelmez. parlak taneler halinde olur ve alev aldığı zaman taneler çabuk ateşlenmek suretiyle itme gücü artar)

    çoğu barut mısır'dan gelüp perdahtı da o diyardan olmak uygun görülmekle, eskiden, salih paşa zamanında buyruk gönderilmişti. kafirlerin topu on ikişer karış iken barut gücü ile bu tarafın on altışar karış topundan çok sürer.

    otuz dördüncü öğüt budur ki, kumbara işine ve kafir gemisinin yelkenlerini yakmak içün oklar ve aletler işlerine önem verilüp savunma işi araçları da bir yana bırakılmaya.

    otuz beşinci öğüt budur ki, eski günlerden beri vilayetler fethedegelen asker dururken levent yazmağa heves olunmaya. belki askeri kullanmak, ne yoldan olur, ona bakıla. (levent; xv. yüzyıl sonuyla xvi. yüzyılda türk korsan gemilerinde çalışan ve akdeniz'de iş gören güçlü, kuvvetli denizci türklerden osmanlı donanması hizmetine girmiş olan savaşçı asker. donanmanın yaya tüfekçi askeri. levent yazmak; deniz kıyısındaki türklerle "levend-i rumi" denilen adalardaki rumlardan türk gemilerine savaşçı deniz eri toplamak. bunların alınması için bir kılıç veya mızrak, yahut ta bir tüfek veya tabancaları olması yeterdi)

    otuz altıncı öğüt budur ki, kalyon donanmayı boğaz'dan çıkardıktan sonra dönüp taşra birlikte gitmeye, ayak bağı olmakla yararı yoktur, belki zararı vardır.

    otuz yedinci öğüt budur ki, donanma denizde salt yeğni ve yüğrük ola, nereye isterse gide. bununla kafirler alt edilir. zira onların çekdiriri kalyondan ayrılup bizim donanmaya ayaktaş olamaz. kalyonun yürümesi ise rüzgara bağlıdır.

    otuz sekizinci öğüt budur ki, körfez adası yağmasına ve kıyıda kaleler yapmaya himmet oluna. bununla kafirin temellerine gedikler açılır.

    otuz dokuzuncu öğüt budur ki, körfez ve zadra hisarlarını fethetmek kolay iş sayılmayup girişilecek olursa bayazıt han, inebahtı hisarını nice fethettiyse o denlü himmete bağlıdır.

    kırkıncı öğüt budur ki, eski padişahların sefer ve fetih olayları, kapudanların denizde sefer ve savaşları üzerinde anlatılanlar, yazılanlar görülüp kıssadan hisse alına, gaflet olunmaya vesselam..
  • yazarı katip çelebidir
  • tüba'nın çeviri yazısı ile tıpkı basımı, arşiv

    açık arttırmaya konulmuş ilk baskısına dair katalog kaydı şu şekilde girilmiştir:
    "tuhfetü'l-kibar fi esfari’l-bihar, kâtib çelebi, 1141 (1729), darü’t-tıbaati’l-mamure (ibrahim müteferrika matbaası), 75 yaprak, 4 harita, 1 şekil, 27x19 cm…

    1000 adet basılan ve 1645’te başlayan girit seferi münasebetiyle kaleme alınan bu eserde 1656 yılına kadar gelen osmanlı deniz savaşları anlatılmıştır.

    orijinal kitabın baş tarafındaki, eserin dibace yazısı ile ibrahim müteferrika’nın sultan ııı. ahmed’e ithaf yazısı ve muhtelif şahıslara ait takriz yazılarını muhtevi ilk üç yaprağı eksiktir."

    kaynak: (bkz: #159012899)
  • döneminin entelektüellerinden katip çelebi 'nin, osmanlı'nın yapmış olduğu deniz savaşlarını ve kaptanlar arasındaki ilişkileri anlattığı belge niteliğinde bir kitaptır. ilk baskısı orhan şaik gökyay tarafından irdelenmiş ve önsözü kitaba konulmuştur. dönemin denizci dilini ve yerelliği yansıtması bakımından önemli bir yapıttır.

    kitap, aynı eserin osmanlı türkçesi nüshasını da içeriyor. gayet okunaklı bir şekilde taranmıştır. eserin ekler kısmında hacı halife'nin çizdiği haritalar belli bir düzende verilmiştir. genel bağlamda okunması ve kişisel kütüphanede bulunması gereken bir kitaptır.
hesabın var mı? giriş yap