• tükete tükete şöyle bir şeye dönüşüp endüstrileştik.

    kaz tüyü gerçeği

    muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için gidilen her yol mübahtır! hayvan hakları mı, o da ne? hayvanlar ki -onlar- sadece bizim ihtiyaçlarımız doğrultusunda yaşama hakları olan canlılardır.

    kaz tüyü ürünler

    haydi şimdi, tükete tükete yok olalım ama önce dönüşelim.

    düzeltme: link canlandırma şeysi.
  • "gündelik yaşamın rutinleri ve sınırları ötesinde bir şeyler düşlemek insanları özgürleştirebilir. aynı şekilde, bu mükemmel sonuç veren idare yollarını harcayıp tükettiklerini hissetmek de insanları özgürleştirebilir. peki, doğrudan bildikleri, kullandıkları ya da gereksinim duydukları şeyleri manen aştıklarında da özgürleşmezler mi? tüketme tutkusu belki de özgürlüğün bir diğer adıdır."
    (richard sennett, "yeni kapitalizmin kültürü"nden)
  • tüketimin geldiği son nokta: din

    edit: fotoyu siteden kaldırmışlar ya la...
  • bugünün kendisine dayatılan anlam ve önemini kabullenmiş bir arkadaşın bana aldığı bir demet kır çiçeğiyle besledi kendini. kutlu olsundu. olmadı.
  • modern şehir hayatı (mı demek lazım artık ne demek lazımsa) çok hızlı olduğundan kaybettiğimizi hissettiğimiz zamanların öcünü alma aracı. sonra o tüketicek şeye sahip olmak için de daha da hızlı yaşamak gerekiyor, sonra bu hızın bizden uzaklaştırdığı mutluluğun öcünü alabilmek için daha çok tüketmek gerekiyor, sonra işte daha çok tüketebilmek (yani hacmi büyük, hızlı ama süresi kısa ve yerini yeni bir ihtiyaca çabucak bırakan mutluluklar) için daha da çok hızlanmak.

    döngüyü daha çok hızlanmak noktasından değil de daha çok tüketmek noktasından kırmak daha uygulanabilir gözüküyor. sonra da bu kadar tüketicek şeye ihtiyacım yok diye hızı kırabilir insan.

    yukarıdakileri yazmışım post etmemişim. sonra bugün şu yazıyı gördüm: https://gaiadergi.com/…-saatlik-isgununun-esaslari/

    yazı da kısaca sizi haftada en az 40 saat tutmak zorundalar ki geri kalan zaman çok değerli olsun, sonra da o zamanda ne yapacağınızı, nasıl mutlu olacağınızı şaşırıp mutlululuğu büyük hacimlerde ve hızla satın alabileceğiniz yöntemlere yönelin diyor. siz o işi 40 değil 10 saatte yapabilecek olsanz bile en az 40 saat tutacaklar (zaten de tutuyorlar) yani.

    yazının şu çok alakalı kısmı öyle güzel anlatmıştı ki durumu, aşağı kopyaladım:

    40 saatlik iş haftasının esas sebepleri

    şirketlerin bu kültürü sürdürebilmek için kullandığı nihai yöntem, 40 saatlik iş haftasını normal yaşam tarzı olarak geliştirmek. bu çalışma şartları altında yaşayan insanlar akşamları ve haftasonları için hayatlar inşa ediyorlar. bu düzenleme doğal olarak bizi eğlence ve konfor için ağır harcamalar yapmaya teşvik ediyor, zira boş zamanımız oldukça kıt.

    iş hayatına geri döneli sadece birkaç gün oldu ama halihazırda yaptığım sağlıklı aktivitelerin hepsi hayatımdan hemen çıktı: yürümek, egzersiz yapmak, okumak, meditasyon yapmak ve yazı yazmak.

    bu aktivitelerin göze çarpan benzerliği ise ucuza ya da bedavaya mâl olmaları ve vakit almaları.

    aniden bir sürü param oldu ama çok az zamanım kaldı, bu da tipik bir kuzey amerikalı çalışanla birkaç ay önce olduğundan daha fazla ortak özellik taşıyorum demek. yurtdışındayken günümü bir parkta dolanarak veya sahilde kitap okuyarak geçirirken iki kere düşünmeme gerek yoktu. şimdi bu türden şeyler yapmayı düşünmem bile imkansız. bunlardan birini bile yapmak o çok değerli haftasonu günlerimden birini alacak!

    egzersiz yapmak işten eve döndüğümde yapmak istediğim son şey. aynı zamanda akşam yemeğinden sonra, yatağa girmeden önce ya da uyandıktan hemen sonrası için de geçerli bu durum. yani haftaiçi bir gün için.

    bu, basit bir çözümü olan bir sorun gibi görünebilir: az çalış, daha fazla vaktin olsun. şimdi kazandığımdan çok daha azıyla tatmin edici bir yaşam tarzını sağlayabileceğimi kendime kanıtlamış bulunuyorum. fakat maalesef bunu yapmak çalıştığım sektörde, ve birçoğunda daha, imkânsıza yakın. ya 40 saat ya da hiç. müşterilerim ve müteahhitler standart iş günü kültürüne sıkıca bağlı, bu yüzden işverenimi ikna edebilsem dahi onlardan saat 13.00’den sonra benden bir şey istememelerini talep etmem uygulanabilir değil.

    beynimiyedim 2

    8 saatlik iş günü, 19. yüzyılda sanayi devrimi sırasında britanya’da ortaya çıktı. sebebi, günde 14-16 saat çalıştırılan işçilere rahat bir nefes aldırmaktı. teknolojiler ve yöntemler karmaşıklaştıkça, tüm sektörlerdeki işçiler daha kısa zamanlarda daha çok değer üretebilmeye başladı. bunun daha kısa işgünlerine yol açtığını düşünebilirsiniz.

    ancak sekiz saatin büyük şirketler için çok kârlı olmasının sebebi sekiz saatte yapılan iş miktarı değil (ortalama bir ofis çalışanı üç saatten az bir zamanda yapabileceği işler için sekiz saat çalışıyor), satın almaktan mutluluk duyan kitleler yaratması. boş zamanı kısa tutmak, insanların konfor, haz ve diğer rahatlamalar için daha fazla ödemesi demek. bu insanların tv ve reklamlarını izlemeye devam etmelerini garanti ediyor. iş dışındaki azimlerini kaybetmelerini sağlıyor.

    bizleri yorgun, keyif almaya aç, konfor ve eğlence için para vermeye istekli ve en önemlisi sahip olmadığımız şeyleri istemeye devam edecek kadar hayatımızdan memnuniyetsiz kılan bir kültürün içine itiliyoruz. bir sürü şey satın alıyoruz, çünkü daima bir şeyler eksik gibi geliyor.

    batı ekonomileri, özellikle abd’ninki, keyif, bağımlılık ve gereksiz harcamalar üzerine dikkatle tasarlanarak inşa edilmiş. neşelenmek için, kendimizi ödüllendirmek için, kutlamak için, sorunlarımızı çözmek için, konumumuzu yükseltmek için ve can sıkıntısından kurtulmak için harcıyoruz. abd’nin tüm bu hayatlarına bir şey katmayan gereksiz çöplüğü almayı durdurduğunda ne olabileceğini hayal edebiliyor musunuz?

    ekonomi çöker ve bir daha toparlanamazdı.

    abd’nin üzerine yazılıp çizilmiş tüm problemleri, obezite, depresyon, çevresel kirlilik ve yolsuzluk dahil; bu trilyon dolarlık ekonomiyi yaratıp koruyabilmek içindi. bu ekonominin “sağlıklı” kalabilmesi abd’nin sağlıksız kalmasına bağlı. sekiz saatlik çalışma kültürü, bugünkü sistemin insanları her sorunun çözümünün satın almaktan geçtiğine inanacağı bir tatminsizlik seviyesinde tutmasına yarayan en güçlü araç.

    parkison yasası’nı duymuş olabilirsiniz. bu teori, sıkça zaman yönetimine referans verilerek kulanılır: bir işi halletmek için ne kadar zaman verilirse, o işi yapmak o kadar sürer. eğer sadece yirmi dakikanız varsa yirmi dakikada yapabildiklerinizi görmek inanılmazdır. ama bütün akşamı harcayabiliyorsanız, büyük ihtimalle o iş uzun sürecektir.

    çoğumuz paraya da aynı şekilde yaklaşıyor. ne kadar fazla kazanırsak o kadar fazla harcıyoruz. kazanmaya başladıkça birden bire daha çok harcamamız gerekmiyor; harcalayabiliyorsak harcıyoruz. aslında gelirimiz her arttığında yaşam standartlarımızı (ya da en azından harcamalarımızı arttırmaktan) yükseltmekten kaçınmamız biraz zor.

    tüm bu iğrenç sistemden kaçınıp ormanlarda yaşamaya başlamamız gerektiğini düşünmüyorum. ancak “yüce ticaretin” bizden ne yapmamızı istediğini anlasak iyi ederiz. ideal tüketicileri yaratabilmek için on yıllardır çalışıyorlar ve başarılı oldular. eğer gerçek bir sapkın*** değilseniz yaşam tarzınız önceden tasarlandı.

    kusursuz tüketici memnuniyetsiz fakat umutlu, kişisel gelişimiyle ilgisiz, televizyona önemli ölçüde alışmış, tam zamanlı çalışan, fena olmayan bir gelir sağlayabilen, boş zamanlarında keyif çatabilen bir insan.
  • bir ülke ekonomisini ayakta tutan temel kavram.

    fakat türkiye'de hızla çökmektedir. en azından yerel halk için. ağır vergilerle, halka verginin vergisini ödetme komedileri ile, eflasyonist politikalarla halkın alım gücü hızla düşmüştür ve daha da düşmektedir.

    2008 krizi sonrası uluslararası fonlar türkiye gibi yüksek faiz fırsatı veren ülkelere aktı. akp iktidarını besleyen üretim yatırımları ve tüketimler bu fonlar ile sağlanan ucuz kredilerle döndürüldü.

    hani bir kesim diyor ya "milletin altında audiler jipler, bu nasıl ekonomik kriz" diye. işte o audiler jipler o ucuz kredilerle alındı.

    artık yerel tüketim ekonomiyi besleyemiyor. ve hükümet bu halktan ümidini kesmiş durumda, sıkılacak suyu kalmadı.

    bu sebeple yabancı tüketici çekme derdinde. ülkeye dolan suriye'liler az yada çok tüketim yaratacak malvarlığı getiriyorlar. esnaf da yerel halktan müşteri çekemediğinden tabelalarını arapça'ya çeviriyor. çılgın "dampingler" yapılarak tc vatandaşlığı indirime giriyor. saç ekimine gelen arap turistler için kdv istisnaları sağlanıyor. yeter ki tüketimi körüklesinler.

    ve bu durum hızla sonlarına yaklaşmış bir ponzi şemasını andırmaya başlıyor. yanacak kömür kalmadığından sönmekte olan bir ateş var, ve hükümet yana yakıla ateşi besleyecek kömür ararken ateşin sönmediğine dair istatistik hileleri propogandalar yapıyor. fakat ateş sönüyor ve soğuk bir karanlık bizi bekliyor.
  • her birimizin birbirinden çok farklı yaşam sürdüğü şu dünyada, her şeyin insan/insanlık yararına var bulunduğunu kabul etmenin, bireye yaşamı boyunca pek yarar sağlamayacağı kanısındayım. günümüz itibari ile kapitalist bir dünyada yaşadığımız gerçeğini göz önünde bulundurursak , tarihsel süreç içerisinde ilerlemiş olduğunu kabul ettiğimiz teknolojinin, insan yaşamını kolaylaştırabilmek söylevi ile bilimsel gelişmişlik çerçevesinden ayrılarak bir pazar oluşturma yoluna girdiği ve bu pazarın tüm dünya tarafından, deyim yerindeyse "tutulduğu" gözle görülür bir gerçektir.
    tarihsel süreç içerisinde her ne kadar küçük bir yer etse dahi, özellikle yaşamakta bulunduğumuz ülkenin son elli-altmış yılı düşünülecek olursa, yaşamsal standartların çok hızlı ve geçmişin aksine biçimlenişi söz konusudur. kırsalın karşısında yer alan kentsel yaşamı tartışmak şöyle dursun, kent hayatı içerisindeki dönüşüm bile kendi başına geniş bir araştırma konusudur. tartışmanın odağı olan ve her şeyin insan yararına var olduğu fikrine karşı çıktığım noktayı da tam olarak, şehir yaşamı içerisinde yeniden biçimlenen "hayatı anlamlandırma stillerimiz" üzerinden temellendireceğim.
    öyle ki; insanın hayatını yoksunluğunda da idame ettirebildiği ancak giderek "ihtiyaç" listelerimizi daha fazla işgal etmekte olan bahsini ettiğimiz tüketim ürünleri, tartışmanın ana hattını oluşturmakta. tüketim alışkanlıklarımızın değişimi olarak tanımlayabileceğimiz bu durum "her tüketim ürününün mü bu denli gerekli olduğu" sorusunu, umarım ki zihinlerimizde uyandırıyordur. burada sayfalarca yazamayacağım gerek kuramsal gerekse gündelik yaşantımız ile örneklendirebileceğimiz, ihtiyaç fazlası tüketim ve buna neden olmuş üretim ile oluşturulmuş/pazarlanmış hatta ki topluma, deyim yerindeyse tam anlamıyla "pompalanmış" bir tüketim alışkanlığı konusunda ise söyleyebileceğim; var olan pazarın ve bu denli tüketimin sorgulanması gerektiğidir.

    (bkz: tüketim çılgınlığı)
  • uretim ile karsilastirilan ve asagisina konan eylem. hatta bazen o kadar asagi gorulur ki eylemden bile sayilmaz. adeta nesne olmak sayilir. nesne olmaksa bu alemde devinimsiz, etkisiz olmakla iliskilendirilir. halbuki baktiginizda uretimin amaci tuketim. burda tabii ki uretimden fayda saglayan sinifin iktidar sahibi olmasinda ve kendi cikarlarina uygun bir dunya gorusunu diger siniflara da ogrettigi gozlemlenebilir. dusunsel yolculugun bu kavsaginda kimileri eger uretim boylesi seytani bir amaca hizmet ediyorsa tuketim daha da beter bi seydir denip dunyada kondugu tuttugu dal birakmamacasina gerceklesmeyen dusunsel alanina cekilebiliyor veya... pratigi ile dusuncesi arasindaki ortusmezligi bir sok halinde korkuyla yasiyor. neden bundan bahis actim. daha iyi uretme motivasyonunu bulmayan insan gruplarinin akillarindan zoru mu yoxa karanlikta yollarini mi kaybetmis bu zavalliciklar bakisi bana bunlari yazdirdi. uretime ayrilan her zaman tuketime ayrilan zamandan calar diyemez miyiz? daha iyi daha bi sey tuketme gibi proje degil derdim bu projelerin kendisi uretimsel seyler. uretim nedir? tuketim nedir? uretim tuketilebilcek hale getirmektir. tuketim kullanisliligin sonunu getirecek bir eyleme girismektir. dogada sekillerden baska bi seyin yok olmadigini kabul edersek tuketim bir yok edisin altina imza mi atmaktir? uretim ile tuketim arasindaki denge hangi ucuncu unsurda bulunacak? uretim dolastirma tuketim. bu hareketin kendisi zamani mesru mu kilacak? bu harekette hangi varlik ortaya cikabilecek? dunya bir oyun yeri mi? bir imkansizliga karsi bir ihtimal, bir incelik? bahshedilen bir unutkanlik? elimden bu geldi yavrucum.
  • (bkz: robert bocock)
  • kameralı gprs li g.t bile sileni çıktı çıkacak bir cep telefonu

    karizmatik bir giyim için buram buram yabancı marka kokan giysiler

    müzik kültürün sıfır olduğu halde en piyasa şarkıları cafelerden doldurabileceğin bir mp3 player

    webcam

    adsl

    dijital fotoğraf makinesi

    dijital kamera

    ogo bogo tago aşık msn yoksa mal msn?

    tost makinesi ve benzeri, mutfakta kolayca yapacağınız şeyleri zorlaştıran tüm aletleri kullanarak ucundan ötesinden ya da tam ortasından dahil olduğunuz çılgınlık.
hesabın var mı? giriş yap