• bir ülke ekonomisini ayakta tutan temel kavram.

    fakat türkiye'de hızla çökmektedir. en azından yerel halk için. ağır vergilerle, halka verginin vergisini ödetme komedileri ile, eflasyonist politikalarla halkın alım gücü hızla düşmüştür ve daha da düşmektedir.

    2008 krizi sonrası uluslararası fonlar türkiye gibi yüksek faiz fırsatı veren ülkelere aktı. akp iktidarını besleyen üretim yatırımları ve tüketimler bu fonlar ile sağlanan ucuz kredilerle döndürüldü.

    hani bir kesim diyor ya "milletin altında audiler jipler, bu nasıl ekonomik kriz" diye. işte o audiler jipler o ucuz kredilerle alındı.

    artık yerel tüketim ekonomiyi besleyemiyor. ve hükümet bu halktan ümidini kesmiş durumda, sıkılacak suyu kalmadı.

    bu sebeple yabancı tüketici çekme derdinde. ülkeye dolan suriye'liler az yada çok tüketim yaratacak malvarlığı getiriyorlar. esnaf da yerel halktan müşteri çekemediğinden tabelalarını arapça'ya çeviriyor. çılgın "dampingler" yapılarak tc vatandaşlığı indirime giriyor. saç ekimine gelen arap turistler için kdv istisnaları sağlanıyor. yeter ki tüketimi körüklesinler.

    ve bu durum hızla sonlarına yaklaşmış bir ponzi şemasını andırmaya başlıyor. yanacak kömür kalmadığından sönmekte olan bir ateş var, ve hükümet yana yakıla ateşi besleyecek kömür ararken ateşin sönmediğine dair istatistik hileleri propogandalar yapıyor. fakat ateş sönüyor ve soğuk bir karanlık bizi bekliyor.
  • dünya öyle bir hal adı ki; sadece tüketmek için yaşıyoruz. yerine ne koyuyoruz? daha fazla, daha da fazla tüketemediğimiz zaman kendimizde kusur arıyoruz, diğerlerinden eksik ve aciz hissediyoruz, hayal kırıklığına uğruyoruz. elimizdekini değerlendirmek, dönüştürmek ya da yepyeni bir şey üretmek için kılımızı kıpırdatmıyoruz. yeni bir haber değil; dünyanın ulvi bir bölgesinde kutsal saydıkları ırmakları için 160 yıldır mücadele eden bir halk sonunda haklı bulunup, ırmak ''canlı varlık'' ilan edilirken; ülkemizde dereleri için yıllardır vadilerinde nöbet tutan insanları yakından görürken, aklımı gereksiz tüketimler kurcalıyor yine..
  • uretim ile karsilastirilan ve asagisina konan eylem. hatta bazen o kadar asagi gorulur ki eylemden bile sayilmaz. adeta nesne olmak sayilir. nesne olmaksa bu alemde devinimsiz, etkisiz olmakla iliskilendirilir. halbuki baktiginizda uretimin amaci tuketim. burda tabii ki uretimden fayda saglayan sinifin iktidar sahibi olmasinda ve kendi cikarlarina uygun bir dunya gorusunu diger siniflara da ogrettigi gozlemlenebilir. dusunsel yolculugun bu kavsaginda kimileri eger uretim boylesi seytani bir amaca hizmet ediyorsa tuketim daha da beter bi seydir denip dunyada kondugu tuttugu dal birakmamacasina gerceklesmeyen dusunsel alanina cekilebiliyor veya... pratigi ile dusuncesi arasindaki ortusmezligi bir sok halinde korkuyla yasiyor. neden bundan bahis actim. daha iyi uretme motivasyonunu bulmayan insan gruplarinin akillarindan zoru mu yoxa karanlikta yollarini mi kaybetmis bu zavalliciklar bakisi bana bunlari yazdirdi. uretime ayrilan her zaman tuketime ayrilan zamandan calar diyemez miyiz? daha iyi daha bi sey tuketme gibi proje degil derdim bu projelerin kendisi uretimsel seyler. uretim nedir? tuketim nedir? uretim tuketilebilcek hale getirmektir. tuketim kullanisliligin sonunu getirecek bir eyleme girismektir. dogada sekillerden baska bi seyin yok olmadigini kabul edersek tuketim bir yok edisin altina imza mi atmaktir? uretim ile tuketim arasindaki denge hangi ucuncu unsurda bulunacak? uretim dolastirma tuketim. bu hareketin kendisi zamani mesru mu kilacak? bu harekette hangi varlik ortaya cikabilecek? dunya bir oyun yeri mi? bir imkansizliga karsi bir ihtimal, bir incelik? bahshedilen bir unutkanlik? elimden bu geldi yavrucum.
  • 18. yüzyıl aydınlanma çağı düşünürlerinden fransız yazar ve filozof denis diderot’nun borç içinde olduğunu duyan rus imparatoriçesi büyük katerina diderot’nun kütüphanesini satın alıp 25 yıllık maaşını da peşin ödeyerek onu zor durumdan kurtarır. maddi durumu düzelen diderot'ya bir arkadaşı çok şık bir kadife sabahlık hediye eder. giydiği yeni sabahlığın verdiği keyifle çalışma masasına oturan diderot bu eski masanın yeni ve gösterişli sabahlığına hiç uymadığını fark eder. aldığı yüklü miktar paranın verdiği rahatlıkla yeni bir çalışma masası alır. ancak bu kez yerdeki eski halı sabahlığına ve masasına yakışmamaktadır. yeni bir halı alır. bu şekilde eski resimlerini, koltuğunu, duvar halısını, sandalyelerini derken evindeki her şeyi tamamen yeniler. sonunda bütün parası biter ve yine borçlanır. ancak o zaman aklı başına gelir ve kendisini nasıl bir tüketim çılgınlığına kaptırdığını anlattığı "eski sabahlığım için pişmanlık" adlı bir yazı yazar. bilinçli bir alışveriş düşüncesiyle yapılmayan ve ihtiyaç olmadığı halde alınan şeyleri açıklayan bu tüketim sarmalından bahseden ilk kişi olduğu için anlattığı kavrama “diderot etkisi” denmektedir.

    diderot şöyle der: "eski sabahlığımın efendisi idim, yeni sabahlığımın kölesi oldum."
  • yıllardan beri bilinen tüketimin mantığı; bizlere kısaca doğal ihtiyaçların tatmin edilmesi olarak aktarılmıştır. işte bu sıradan bakış açısına binaen en kapsamlı ana düşünceyi bu görüşün içerisinde bulmak mümkün değildir.

    markaların ve popülaritenin tüm dünyaya hızlı bir şekilde yayıldığı ve bu gelişimin geleneksel toplumların bile alışkanlıklarını seri bir şekilde değiştirdiği aşikar, öyle ki bireylerin ikili ilişkilerinin bile kendini nesnelere teslim ettiği ve kitle iletişim araçlarının tüm bu süreci kontrol ettiği dönemimizi, monotonluğu sosyallik adı altında yedirmeye çalışan reklam sektörü ve pazarlamanın gücü ile, kendi büktüğü bir şekil haline getiriyor.

    "özgün ihtiyaçlar ile bunun dışındaki ihtiyaçları, mal ve hizmet aracılığı ile tatmin edilmesi olarak değil de kodlar ve kurallarla düzenlenmiş global ve tutarlı bir göstergeler sistemi olarak yorumlamak " -baudrillard

    çağdaş batıyı ayrıştıran bu düşünce şunu söylemek ister; nesnenin nasıl tüketildiğinden ziyade neden ve ne için tüketildiği üzerinde durulması fakat buna ihtiyaçlardan oluşan bakış açısının biraz ötesine çıkarak yaklaşma arzusu istemi. bunun veraseti ise büyük şirketlerin bastırılamayan kazanç dürtülerinin eski geleneksel yapıyı ne denli alt üst ettiği üzerine değinilen bir yaşama denk gelinmesi. söylevi biraz daha açmak adına söylemeden geçmek istemiyorum: hiçbir şey değişmedi satış odaklı piyasada, bütün tuzaklar aynı sisteme hitap ediyor. değişen sadece duygular ama bu duygularda farklılığa uğramayan üç şey olan insanın kibri,açgözlülüğü ve vicdansızlığı ile değişen sistemlerde, yeni bir pazar alanı daha doğuruyor.

    geçtiğimiz yüzyıllarda var olan olgu hiçbir zaman değişmedi, her daim statü olarak düşük kalmış ve kullanılan bir toplum mevcuttu, mevcut kitle sözde bir üst toplum sınıfı için çalışmıştır. ne kadarda şahsi bir yorum olacaksa da bu, bahsini açmadan geçmek istemiyorum, insanlığın eşitlendiği ve herkesin aynı tüketim standartlarına tabi tutulduğu bir devir hayali, hayal olarak kalmayabilir. ancak ve ancak savaş ve kıtlık dönemlerinde olabilecek refah düzeyinin artmasıyla bölgesel olmasa da kıtasal farklılıklarla bir eşitsizliğe oradan da temel ihtiyaçların bile karşılanamadığı bir tüketim eşitsizliğine sebebiyet verilecek bir şekilde çarklar yerine tam manasıyla oturtulabilir. kendi kanaatimden ayrılacak olursak yoğun bir şekilde dayatılmış olan bu durum esasında çoğu düşünürün kendi maneviyatında barınıyor. kaldı ki bunu görememiş düşünür; kendine düşünürdür.
  • 15. yy 'a ait bir halk şarkısının çağlar atlarken girdiği yorumlar çalgıların fiyatı hakkında çok fazla fikir vermeyebilir, lakin müzikten biraz anlayan biri şarkının yolculuğunda olanları tahmin edebilir.

    tüketimin kalabalıklaştırdığı çoğullukların katsayısı arttıkça nerelerden kopup geldiğini anlamak kafka'nın meşhur öyküsünü anlamaya yardımcı oluyor: reyonlara evrilmek. sonsuz pazarlama.

    tüketim hep vardı. üretim de. değişen her ikisinin de yolculuğu.
  • "gündelik yaşamın rutinleri ve sınırları ötesinde bir şeyler düşlemek insanları özgürleştirebilir. aynı şekilde, bu mükemmel sonuç veren idare yollarını harcayıp tükettiklerini hissetmek de insanları özgürleştirebilir. peki, doğrudan bildikleri, kullandıkları ya da gereksinim duydukları şeyleri manen aştıklarında da özgürleşmezler mi? tüketme tutkusu belki de özgürlüğün bir diğer adıdır."
    (richard sennett, "yeni kapitalizmin kültürü"nden)
  • tüketebildiğin yere kadar değil tükeneceğin noktaya kadar oyalanabileceğindir.
  • en cok hosuma giden banknot 200tl olandir; rengi, tasarimi falan cok guzel. onceden de yuzlugu begenirdim. sonra anlasiliyor ki aslinda o begeni tasarimdan degil uyandigi varlik hissinden ve tabi degerinden kaynakli. basit bir detay gibi olsa da kanallarin logo tasarimi de yayinlanan programin goruntu kalitesini dolayli olarak etkiliyor.

    demek istiyorum ki aslinda tamamen kendi istedigini kafanda iyi ve hos kiliyorsun. yakisikli degil ama karizmatik, guzel degil ama sevimli gibi.

    tuketim de boyle oluyor iste, reklamcilik isi kolaylastirip bizim istegimizi rasyonalize ediyor ve zaten icimizdeki bir sahip olma bir karizmatik aliskanlik kazanimi arayisi bizi satin almaya itiyor.
  • tüketim; üretilen (bkz: mal) ve hizmetlerin; gereksinim ve isteklerini karşılamaları amacıyla (bkz: insan) lar tarafından kullanılmasıdır.
hesabın var mı? giriş yap