turgut uyar
-
uzun bir zamandır aklımda yer eden bir durumu açıklamak istediğim dizelerin sahibi şairdir kendisi. bahsettiğim dizeler (bkz: geyikli gece) şiirinde geçmektedir:
"hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
yahut bir adam bıçaklasak
yahut sokaklara tükürsek
ama en iyisi çeker giderdik
gider geyikli gecede uyurduk"
bu dizeleri özel kılan nokta ise döneminin en önemli felsefe akımlarından birisine ev sahipliği yapmasıyla alakalıdır.
ünlü cezayir asıllı fransız filozof, nobel barış ödülü sahibi, ve eski bir varoluşçu olan (bkz: albert camus)'nün (bkz: sisifos söyleni) kitabında belirttiği (bkz: absürdizm) ile oldukça örtüşmektedir.
aslında daha çok (bkz: sürrealizm) etkisinde gözlemlediğimiz 2.yeni şiirinin bir sapmasıdır aynı zamanda.
(bkz: varoluşçuluk) akımın doğal bir sonucu olan varoluşsal krizler ile yaşam amacını bulmakta zorlanan önemli bir kesimi, depresyona sürükleyen ve intihara kadar ulaştıran bu duruma karşı çıkmış ilk önemli isimdir camus. sisifos efsanesinde belirtildiği gibi hayattan hayata karşı bir gülümseme çalabilmektir yaşamak. o gülümsemek ki absürt gelebilir, ama işte o absürt durumun sebep olduğu heyecan, duygu ve yoğunluk bizleri hayatta anlamsız bırakmayacak olan şey. sisifos o kayayı en tepeye çıkarttığı anda, biliyor olsa bile birazdan düşeceğini, o saniyelik mutluluk hissi ile karşı koymak tüm bu eziyete. yaşamak budur, karşı çıkmaktır en karşı çıkılmayacak diye öğretilene, yani yaşamın kendisine.
o dizelerde de turgut uyar mutsuzluk içindeyken kurtuluş yolları arıyor ve en yüksek noktadan başlıyor şarabını tüketip:
1)bir adam bıçaklasak
2)yahut sokaklara tükürsek
3)ama en iyisi çeker giderdik
yaşadığımız toplumun bize öğrettikleri var, bunlar kurallar ya da normlar olabilir ama artık kafamızın içinde hakim. turgut uyar mutsuz hissettiği anda kurallara karşı gelmek istiyor ve mücadelesi çok keskin. ilk 2 adımda (bkz: nihilist) bir perspektif bile görülebilir. ama sonra vazgeçiyor, çekip gidiyor geyikli gecesine. hayatın ona yaşattığı her şeye rağmen ona verilebilecek en sinir bozucu yanıtı aktarıyor:
"beni mutsuz etmek için istediğini yapabilirsin ama ben burdayım senin içinde senin kurallarının hakim olmadığı bir dünyadayım, orada kendimleyim mutluluk benimle şimdi."
tüm baskısına rağmen yaşam bir absürt ile karşılaşıyor, kendi hakimiyetinde şimdi bir şaire kaybediyor... -
“benim adımı bağışla,
beni iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi.”
şöylede okuyabiliriz: bağışla beni, kusuruma bakma, adımı söyleyemeyeceğim, çünkü benim iddiamda herhangi bir özel ismi aşıyordu, bir “iklimler coğrafyasının ta kendisi” olmalıydı alacağım ad - onu siz veremezsiniz. ama ben de vermiyorum, beki veremiyorum, böyleyece sizin koyduğunuz adı da dışarıda bırakıyorum.... ad konusu aynı anda hem vazgeçişin hem de şeytani bir gururun vesilesi olur: bana adımı söyle, söyleyemezsin, çünkü ben o adların hepsiyim, şu ya da bu iklim değil, iklimler coğrafyasının tamamıyım - suyum başkalarınca mı ısıtılıyor, ısıtılsın, ben eksik bir ad olarak bütün adlandırma sistemlerini rahatsız etmeye devam edeceğim, üstelik bir ad sahibi olmanın alçaltıcı isteğinden de tam vazgeçmeden...
barok niyetin dolaşık serencamı, vüs'at o. bener'in yabancısı olmayan bir dolantı. -
yücel kayıran “türk şiirinde erkek imgesi” başlıklı denemesinde, uyar'ı aralarında ahmet haşim, ziya osman, cahit sıtkı, dıranas, dağlarca, halil asım, necip fazıl ve necatigil gibi isimleri bir araya getirir:
“bu şairlerin şiirlerinde karanlık ve kasvetli ağır bir hava, kederli ve hüzünlü bir tinsel evren söz konusudur [...] konuşan erkek özne, yeryüzünde değil, sanki yeraltına itilmiş bir dünyada yaşamaktadır. belki küçük bir ışık huzmesinden söz edilebilir, ama bu huzme gün ışığında değil, bir mahzenin solgun bir ampule aittir.... uyar'ın kasvetiyle bu ve başka şairlerinki arasında elbet bazı benzerlikler bulunabilir; ama “mahzen” esas olarak uyar'ın şiirlerinin mekanı gibi geliyor bana. kayıran bu melankoliyi “tutku kararması” adını verdiği bir bastırma edimine bağlarken de önemli bir saptamada bulunuyor, başka birçok erkek şair için (demek genel olarak melankolikler için) geçerli olan bir saptama: “tutku kararması derken kastettiğim, bir kadını ölçüsüz arzusuyla istemekle birlikte, bu tutkuyu dile getirememe, daha önemlisi yaşantıya dönüştürememe, giderek kendi içine bastırma, bedeninde/ bedenini tutarak onu öldürmesi durumudur.” ama bu gözlemi uyar'ın şiirinin tamamı için kaçırmış oluruz. dahası, toplu şiirlerine adını vermiş olan “büyük saat”i unutmuş, o şiirle başlayıp 'toplandılar'ın ikinci yarısına kadar süren bir büyük çoşku ve taşkınlığı yok saymış oluruz. uyar'ı kayıran'ın andığı şairlerden ayırıp cansever'e yaklaştıran şey, o kara duygunun bir ölüm-doğum dalgalanmasına, bir büzüşme-açılma ritmine bağlanmış olmasıdır. -
uyar'ı varoluşçuluk çerçevesinde düşünürken albert camus daha anlamlı bir referanstır burada. “60'ların şiirinde yorgunluğun simgesi” başlıklı ilgilini bir denemesinde yücel kayıran bunu yapıyor, “yenilgi günlüğünü”nün ilk kısmını camus'nün sisifos söyleni'nden bir pasajla birlikte okuyor:
“dekorların yıkıldığı olur. yataktan kalkma, tramvay, dört saat daire ya da fabrika, yemek, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve aynı uyum içinde salı, çarşamba, perşembe, cuma, cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. yalnız bir gün 'neden' [sorusu] yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık içinde başlar. 'başlar' - işte bu önemli. bıkkınlık, makinemsi bir yaşayışın eylemlerinin sonundadır, ama aynı zamanda bilincin devinimini başlatır. onu uyandırır, gerisine yol açar. gerisi, bilinçsiz olarak yeniden zincire dönüş ya da keskin uyanıştır.” turgut uyar'ın şiir öznesi dikkate alındığında, ne iyileşme vardır sonuçta, ne de intihar; zincire geri dönüştür söz konusu olan. budur, uyar'ın şiirini okudukça tekrar aynı yerden geçiyormuşuz duygusunu veren bize.
şiirin tamamı:
yenilgi günlüğü
pazartesi
benim adımı bağışla
.........
"sabah uyandırıldığında pazartesiydi
bunu iyice bildi, ağzı çirişli
yersiz, ürkek, yeni yaratılmış gibi
....
yenilmenin tohumunu taşır her pazartesi
çünkü yoktur dağların ve yaratılışın öncesi
insan uzatır ellerini bir perdeyi çeker
ve pazarsızlık kişiyi şaşkın eder
siner buğular gibi düşüncemize
her şeyin en haklısı en incesi
beklemek bir tepenin mutluluğunu
bir acının yakıp geçmesini beklemek..."
benim adımı bağışla
ben iklimler coğrafyasının ta kendisi
sanırım suyum başkalarınca ısıtılır
pazartesi
(...)
aldım pazartesi akşamı bir okka sucuk
öncesiz ve beceriksiz geldim odama.
salı
birden karışmış gördüm
-karışmış olduğunu gördüm-
otobüs duraklarıyla reklam levhalarının
tutunduğum bir sarmaşık değildi
bir kayıştı otobüste
(...)
vakit akşamdı. ikinci gün
vakit akşamdı.
birden bazı yerlerde ışıklar yandı
ayrıldım.
eve döndüm
evi buldum.
çarşamba
...
hiçbir şeye hazırlıklı değildik
oyunlar oynandı, gökler kapandı, yenildik
...
o zaman şehre çıktım bir elimde fırça
...
kim varsa gelsin artık yeniden oynayalım
hızım bir araba dolusu aşk gibidir
gölün rengiyle asfaltı karıştırıp
kızım, ne varsa hep yeniden boyayalım.
...
üçüncü gün. yorgun
ev aklımda. gitmeyi unuttum.
perşembe
...
yersiz bir hamaratlı, bir görev duygusu
bir sarı lale kadar makbulse
akşamüstü bir kadına sunulan
...
çaresizlik değil yenilgi. (sonradan övülecek)
herkesin içinde yürekle buluştuğu bir yerdi
...
durduk ve yenilgiden umutlandık
başkaları başka şeyleri seçtiler
seçsinler
...
çarşamba günü sanki her şeyimiz tamdı
motorlar sirenler gidip gelişler
koyduğunu koyduğun yerde buluşlar
belki güzel bir takım şeyler
ama artık vakit akşamdı.
...
perşembe.
bir uzun ses bekledim. oturmadım
...
sabahı bekledim. cumayı
cuma
ne söylenebilir! tam çağıydı, olağandık
sabahlarda süzgündük, ancak akşamlarda vardık
...
ne söylenebilir! her şey düzeliyor sandık
odalarda çok geniş alanlarda dardık
...
ne söylenebilir! tam çağıydı. belki aldandık
otlarla yeşerdik, güllerle sarardık
gücüm tazelenmedi, suratım eski. yırtık.
her şeyleri bıraktım, geniş kıyılara dadandım.
aik diye geceleri çözümledim. aldandım.
...
cumartesi
yarın pazar
yarınki pazarların sessizliği
pazartesi
...
kanatır akışını akarsuların çıplak şimdiki
başarılmamış bir geçmişten arta kalan şaşkınlık
şimdiki çıplak. yarı aydınlanmış bir duvardaki.
bir yenilgiden çıkarılmış bir deney. bir yaşlılık
soluğunu ağartırdı bir altın damlanın
...
seven, saygı duyan, yaslanan sana
mermerden yanılan, pelikülden, insan onurundan
mermere yenilen, peliküle, insan onuruna
seçim sandıklarından otuzüç dönülü plaklara
yenile yenile şaşkın, şimdiki çıplak
bir yaşlılık
ağartır soluğunu bir altın damarının
yenile yenile şaşkın
arta arta kendi diline aktardığı
sıkıntısına
...
"kutsal yenilgi!.. şimdiki.
o'na bağımsızlığını hatırlatıyorsun şimdi
her şeye yeniden başlamanın
kanattıkça" -
bakın neler söylüyor:
terziler geldiler
...
bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler
patron çıkardılar, karşılaştırdılar,
katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler
şarkılara başladılar ölmüş olan bir at için
makaslarını bırakmadılar
bekleniyorlardı.
"ey artık ölmüş olan at! -dediler-
ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı!
sen açardın,
otuz üç bin at türünün tek kaynağıydın sen! *
...
terziler geldiler, bu güneşin odaların dışındaydı artık.
herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde
gazeteler yazmadı, dükkanlar dönemindeydik
yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar
parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan
yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları
her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler
beğenip gülümsediler.
...
terziler geldiler. durgunlukta o dökük saçık giyindikleri
yarım kalmışlardı. tamamlanmadılar. toplu odalarını sevdiler.
ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar.
kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular
kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler,
iğnelerine iplik geçirip beklediler;
"ey artık ölmüş olan at!- dediler-
en güzeli oydu işte, yüzünün
savaşla ilişkisi.
boydanboya bir karşıkoyma, denge
ve istekli bir azalma. onu bilirdik.
o agaç senin kanınla beslenirdi,
hepimizi besleyen.
bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız
senin karşında
alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok etiği..."
şimdi biz katlanılmaz bir uykunun sonunu kesenlerin, bir şeyleri kesip biçen ama dikmeyenlerin, ellerine aldıkları kumaştan patronlar çıkartanların kim olduğunu yani bu terzilerin kimler olduğunu düşünmeyeceksek turgut uyar okumasak da olur. yani diyorum ki “turgut tomris <3” züppeliği yapacaksak şiire züppeliği bulaştırmış olan ciddiyetsizlerin peşinden gitmemiz bizim için daha iyi olur. çünkü ben burda züppeliğe arka çıkacak bir şiir göremiyorum. he “nasıl olsa kimse bir şey anlamayacak, afili sözü araya sıkıştırmış olayım da boş bir teneke olduğum anlaşılmasın” diye düşünüyorsanız bu işte ustalaşmış olanların şiirini kullanabilirsiniz. gelin bana ben söylerim size onlar kimler.
turgut uyar okuyorsak her şeyi düzeltmeye kalkışırken yok edilenlerin kimler olduğunu, ölen atın ne olduğunu ve buna benzer şeyleri düşünmeliyiz. anlatılanın ne olduğunu düşünüp doğru sonuca vardığımızda ya bize öğretilen nefretlerden biri uyanacak içimizde ve turgut uyar adından bile artık nefret edeceğiz ya da burdan alacağımızı alıp yolunuza devam edeceğiz.