• haklarında epeyce atılıp tutulan, çaldıkları tamburdan çıkardıkları ses tek parmakla kullanılan daktilodan çıkacak olandan az biraz hallice olan gazeteci/tarihçi/müzikologlar tarafından, şöyle ıslıkla çalınabilecek nitelikte melodilerle eser vermediklerinden dolayı eleştirilen, eğitim giderleri devlet tarafından karşılandığı için minik emre aközler tarfından suçlanan, müzikteki nasyonalist dönemi, anakronik iddialarla bartok la alakalandırarak 19. yüzyıl müzik akımlarını 1950 lerde uygulamamakla itham edilen (ki dönemleri göz önüne alındığında fazlaca bile uygulamışlardır), ve en sonunda da orduya kadınların apış arasını korutanlarca leş adddilen bestecilere kendi tasarrufları dışında verilen jenerik isim.

    tamburiden başlayalım. bu zat geçenlerde nerede khachaturian nerede bunların yaptıkları gibilerinden bişeyler söyledi. arkasından da bu insanları tam da khachaturian ın yaptığını yapıp, bir takım halk ezgilerini eserlerinde kullandıkları için yetersizlikle eleştirdi. türk beşlerinin içinden bir khachaturian emsali çıkıp çıkmadığı tartışılabilir. çıkmadığı görüşünde olanlar kendi içlerinde tutarlı bir mantıkla konuşuyor da olabilirler (ki günün sonunda sübjektif bir konudur, zira türk beşlerinin herhangi bir çağdaşlarından teknik olarak bir eksiklikleri yoktur , estetik anlamda tartışılabilir bu konu...). lakin khacaturian ın arkasındaki asırlık birikimi, ortamı hesaba katmadan türk beşleriyle mukayese etmeye kalkmak da, ya sayı saymayı bilmemek ya da dayak yememiş olmakla açıklanabilir ancak.

    daha da öncesine gitmek mümkün ama en azından ortalama klasik müzik dinleyicisinin bilip dinlemiş olacağı glinka ve rubinstein dan başlayıp, "beşler", tschaikovsky, rachmaninoff, scriabin, myaskovsky, stravinsky, prokofiev... diye uzayıp giden (bi bu kadar daha isim eklemek mümkün, en çok tanınanları ile yetiniyorum) bir altyapı ve kurumsallaşmış geleneği görmezden gelerek, klasik müzik açısından çöl addedilebilecek bir ortamda kendini geliştirip eser vermeye çalışan öncüleri, khacaturian ı örnek göstererek değerlendirmeye çalışmak densizliktir, daha da ötesi kör cahilliktir. gerçi söz konusu olan bardakçı olunca bu sadece istatistiklerine bir çentik daha atmış olmaktan öteye bir anlam içermez o da başka konu.

    yirminci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra eser üretmeye başlayıp olgunluk dönemlerine kırklarda ellilerde ulaşan insanları ıslıkla melodisi çalınabilecek eserler vermediklerinden dolayı yetersiz görmekse ancak klasik müzik tarihinden, akımlarından ve gelişiminden bihaber kişilerin, bu durumlarını ortaya koymalarına vesile olabilir.
    post-wagnerian dönemde, stravinsky sonrası, schoenberg in, webern in, berg in müziği getirdiği noktada, dönem bestecilerden illa ki ıslık melodisi bekleyenlere, yanlış yer ve zamandasın deyip dönem itibarı ile perry como ya da peggy lee dinlemelerini önerebilirim. elin amerika lısının pop müziğiyle beni uğraştırma diyene de mesela hababam sınıfı melodisini tavsiye ediyorum. hem ne güzel hızlı çalınca neşeli, ağır tempoda çalınca hüzünlü oluyor, üflesin ıslığıyla efil efil, ama lütfen mümkünse 20. yüzyıl klasik müziği ve sanat hakkında ağzını açmasın.

    konservatuar eğitiminin ilk yıllarında beşlerin yaptıklarının şarlatanlık olduğunu şıp diye anlayan arkadaşların (uzaklarda değil başlık altında biryerlerde bile rastlama şansınız olabilir kendilerine) bartok un etnomüzikoloji çalışmalarından "müzikte ulusalcılık diye bişey" doğurtmasını konservatuarda almış olmaları gereken müzik tarihi derslerinden kaytarmalarına (rus beşleri, smetana, dvorak, greig, sibelius, albeniz, respighi, elgar, 1800 ler...), türk beşlerinin armonizasyonlarını anlamsız dörtlü, beşli akorlar diye nitelemelerini (bahsedilen aralıkları en çok kullanan çağdaş bestecilerin belki de en başında kim gelir acaba, sakın bartok olmasın?!) ve neredeyse hiç kullanmadıkları atonaliteyi, zaman zaman kullanabildikleri bi-tonalite ve poli-tonaliteyle karıştırmalarını da memleket konservatuarlarında verilen armoni ve teori derslerinin malum ve müzmin yetersizliğine bağlıyorum (keşke atonaliteyi kullansalardı özellikle saygun un atonaliteyle neler yapacağını hep merak etmişimdir kendi hesabıma)

    iddia edilenlere cevap verince, esas söylemek istediklerim en sona kaldı. efendim esas söyleyeceğim şudur ki, beş ayrı kişiyi bir başlık altında toplayıp müzikalitelerine dair hepsini birden kapsayan tanımlamaların yapılabileceğini düşünmek aymazlığın dik alasıdır. bunların hepsi ayrı kişiliklerdir ve dönemdaş olmaları, devlet bursuyla eğitim almış olmaları dışında apayrı yetenek ve müzikal özelliklere sahiptirler.

    teknik detaya yersiz olduğunu düşündüğüm için girmeyeceğim, girmek için ortam da imkanlar da yetersiz, ama saygun un 3. senfonisinin çağdaşlarından, mesela shostakovich in baş yapıtı addedilen 10. senfonisinden aşağıda kalır bir tarafını, bartok a asistanlık ettiği dönemden sonra yazdığı piyano parçalarının, mesela microcosmos da bulanan eserlerden nitelik olarak herhangi bir farkını, ulvi cemal erkin in piyano ve keman konçertolarının en ufak bir defosunu, eksik gediğini, cemal reşit rey in violonsel konçertosunun minicik bir yamuğunu bulabileceğini iddia eden kişiyi büyük bir zevkle çay koymaya göndereceğimi buradan ilan etmek istiyorum. hodri meydan...
  • eğitim sistemimizin ne kadar saçma, ezbere dayalı olduğunun canlı kanıtıdır bu türk beşleri. tabii ki adamların kabahati yok, kendi hallerinde işlerini yapmışlar. sonra birileri de bunlara türk beşleri demiş. buraya kadar eyvallah. ama ne olmuş, eğitim sistemimiz gelmiş bunu her çocuğa ezberletmiş, müzik sınavında sormuş, bilemeyene kırık not vermiş. biz de mini mini sabiler, bunları hececiler, meşaleciler, fecri aticiler gibi ezberlemişiz. peki geliniz liseyi bitiren 100 kişi arasında bir anket yapalım ve türk beşlerini soralım. muhtemeldir ki 90'ı en azından birini adını sayacak, bunların içinden 60'ı belki üçünün de adını sayacak, yine bunların içinden 30'u belki hepsinin ismini sayacaktır. peki aynı 100 kişiye "bunlardan hangisinin bir bestesini işbu dersler sırasında dinlediniz" diye soralım. "bu beşlerin müzik dünyasına katkıları nedir, bestelerindeki hususiyet nedir, bunlar size anlatıldı mı, müzikleri dinletildi mi, bir kuple mırıldanın bakalım" diye soralım. kaç kişi müspet yanıt verebilir buna sizce? evet çok az, belki de hiç. (bu yazıyı yazarken mesela birden hatıralar canlandı ve müzik hocalarımızdan birinin derse kendi evinden plak getirerek bize klasik müzik dinletmeye çalıştığını hatırladım. evet sadece bir dönem ders vermişti ve sınıfın çoğunluğu taşak geçmişti. ama işte bakın ben yıllar sonra o adamı hatırlıyorum ve hayırla yadediyorum. yani "yapsan bile kimse dinlemez" savunusu bence geçerli değil, bir kişinin bile işine yarıyorsa işe yarıyor demektir. ama yekunde ne oldu? hiç.) türk beşlerinin adını bilen ama ne yaptığını bilmeyen bir kuşağız, meğer ki sonradan trt'de filan denk gelip öylesine bir aşinalığımız oluşsun, ya da sonradan merak salalım. gelecek haftaki programımızda aile içi ilişkiler konusunu konuşacağız sevgili izleyiciler, o vakte kadar hoşça kalın.
  • cemal reşit rey, hasan ferit alnar, ulvi cemal erkin, ahmet adnan saygun ve necil kazım akses'ten oluşan türk kompozitörler. ismin seçiminde rus beşlerine bir öykünme sözkonusudur. türkiye'de çok sesli müziğin gelişimine büyük katkılarda bulunmuşlar fakat bir ekol oluşturamadıkları gerekçesiyle kimi eleştirmenlerce suçlanmışlardır..
  • saydırmaya gelmedim aslında. türk beşleri tartışılırken kendi içerisinde kalıyor, dünyaya bağlam atamıyor, tartışma hep boşlukta sallanıyor. dünyaya "bu alanda biz de varız" demeye çalışan bir proje, sadece kendi içerisinde değerlendirilmemeli sanki. o nedenle şuracığa kendimce kerteriz almaya geldim.

    türk beşleri bir devlet projesinin meyvesi. planlanmış, uğraşılmış, ciddi zaman ve para harcanmış, beklentilerin olduğu bir proje. elbette bütüncül olarak ve iç dinamikleriyle değerlendirmek lazım. öte yandan, ulaşılmak istenenin nasıl bir besteci oldugunu sorgulayabiliriz. dünyada önceki kuşaktan, etnik muziği haylice eserlerinde kullanan, projelendirme sırasında aktif 3 besteciyle yürüyelim.

    igor stravinski
    ulaşılmak istenen tabi ki stravinski değildi. ha belki ismet inönü turkiye'den bir stravinski çıktığını bir ara rüyasında görmüştür o ayrı. stravinski seviyesinde, içinde bulunduğu yüzyılın müzik algısını tanımlayacak/değiştirecek sıra dışı bir deha, plan proje dahilinde çıkamaz. hele yüzyıllar boyu bu kültürü benimsememiş, yeni öğrenen bir toplumdan hiç çıkamaz. çıkamadı. çıkması planlanmadı. e o zaman niye adını veriyorum? işte neyi hayal dahi edemeyeceğimizi işaretlemek için.

    bela bartok
    bartok tüm çalışmalarıyla ele alındığında biraz fazla büyük bir isim. o nedenle sadece "besteci" tarafından gidelim. bu projenin kurduğu hayalin sonraki kuşağın bela bartok'unu çıkartmak olması lazım. o nedenle kendisini türkiye'ye çağırıp dere tepe anadoluyu gezdirdiler. yanına yetişmesi için ahmet adnan saygun adında bir genci verdiler. amaç, açık ki, sonraki kuşakta bizim bartok'larımız olmasıydı. korkunç yetenekli, hem avrupa merkezli müziğe hem etnik müziğe hakim, bu ikisini iç içe geçirebilen, stiliyle ve kullandığı materyalin enteresanlığıyla dünyanın ilgisini çeken, hatta dünyada söz sahibi konuma gelmiş, kanımız, toprağımız, hayalimiz, bizim bartoklarımız. bir adet çıksa projenin başarılı sayılacağı türk bestecisi*.

    yakınına dahi gelemediğimiz ortada.

    önleri mi kesildi? etnik anadolu müziği çoksesli hale getirilmeye mi açık değildi? eğitimleri mi yetmedi? yetenekli mi değillerdi? bartok, nagyszentmiklós'ta değil de izmir'de doğmuş olsaydı bizim beşlerden daha iyisini yapabilir miydi? bilmiyorum. orasını yine iç dinamiklerle tartışmak lazım. biz bu entride dıştan devam edelim.

    heitor villa-lobos

    villa-lobos da standardize etmek için biraz uçuk ve tartışmalı bir karakter ama dünyada, türk beşlerinin önceki jenerasyonu dahilince oldukça net bir besteci tipi tanımlıyor. dünyada söz sahibi haline gelemese de, kendi etnik müzik elemanlarını avrupa stiline yedirip, eserlerini her yerde çaldırmayı başaran bir besteci. klasik müziğin* -bartok kadar- omurgasına eklenemese de yer yer "popüler" olabilmiş, yöresellik niş'inden hem eser hem de isim olarak kurtulabilmiş bir besteci. öncül jenerasyonlara ve yerleşmiş bir kültüre gerek duymadan, periferiden gelip başarılı olabilen bir besteci. bu projeye kalkışıyorsak çıkarmak zorunda olduğumuz besteci.

    türk beşleri ciddi müzikte bir yer kaplayamadıkları gibi, popülere de ulvi cemal erkin'in köçekçesi dışında bir katkı yapamadı. köçekçe de, malesef, yöresellik nişinde kalmış potpurik bir tat olmanın ötesine geçemedi. villa-lobos seviyesine ulaşamadık ve şu soruyu sormamız gerekiyor.

    "sonraki kuşakta beş tane önemsediğimiz besteci çıkartacağız, ama toplamı dünya müziğinde bir villa-lobos kadar yer tutmayacak" denseydi, bu ülke bu işe kalkışır mıydı?
  • şerif muhiddin targan, zamanında yapmış olduğu bir röportajda türk beşlerine isim vermeden de olsa çok feci ayar vermiştir. peygamber torununun müziği isimli albümün kapağında okumuştum bunu. targan, sanatta taassubun karşısında olduğunu, müziğimizi evrensel hale getirebilmek için mutlaka bizim müziğimizdeki yatay zenginlikle avrupa müziğindeki dikey zenginliği birleştiren yeni eserler üretmek zorunda olduğumuzu belirttikten sonra, o meşhur ayarını vermiştir beşlere(cümlelerin bazılarını sallıyorum ama ana fikir bu): "tamamen batılı anlayışla bestelenmiş bir eserin birkaç yerine halk musikisi melodileri yerleştirip eseri armoni kaidelerine uygun bir şekilde çok sesli hale sokarak ortalığa eser yazdım diye çıkmak ve bunu yeni türk musikisi diye kabul ettirmeye çalışmak, vakit kaybından başka bir şey değildir. bunlar, üzerinde çok uzun boylu çalışmalar gerektirmeyen, fabrikasyon usulü mekanik bir çalışmanın eserleridir. halbuk, böyle bir musikiyi üretecek kişinin, öncelikle iki musikinin birden akademik kariyerinden geçerek çile doldurması gerekmektedir".
  • saygi ile anilasi, turkiyede klasik muzik yapmaya calismis, bunun tek yolunun koklerde oldugunun ayirdinda olup anadoluyu karis karis gezip muhtesem eserler cikarmis insanlardir. (bkz: dort turk orkestra eseri) (bkz: orkestra esliginde turk halk turkuleri)
  • atatürk'ün çağdaş sanat eğitimi almak için yurt dışına gönderdiği sanatçılardır. küçük araştırmalar yaparken gördüm ki aslında hiçbiri "türk beşleri" tanımını sevmez ve "çağdaş türk müziğinin öncüleri" olarak anılmak isterlermiş. anmak bir yana, eserlerini bile doğru düzgün bilmiyoruz adamların. neyse, eğitim sisteminin boktanlığına hiç girmeyelim şimdi.

    ulvi cemal erkin (1906) - (1972)
    necil kâzım akses (1908 - (1999)
    cemal reşit rey (1904) - (1985)
    adnan saygun (1907) - (1991)
    hasan ferit alnar (1906) - (1978)
  • dördü devlet sanatçılığıyla (üçü 1971 muhtıra döneminde, cemal reşit rey 1982 darbe idaresinde) taltif edilirken hasan ferit alnar'a bu paye verilmemiştir. çünkü alnar, haşmetli adnan menderes'in onun karısına aşık olması talihsizliğine uğramış ve devlet reisinin kumalığıyla yetindirilmiştir. o adnan menderes kimlerin ağababası olmuştur bir oturup bakmakta fayda var.

    (bkz: ayhan aydan)
  • - emmi bu günler geçecek. savaşlar bitecek, memleket kurtulacak. sen okuyamadın ama torunların okuyacak , sen yoksuldun ama çocukların öyle olmayacak. öyle değişik günler gelecekki bu söylediğin türküleri senin torunun binlerce kişilik salonlarda birsürü çalgıyla çalacak. “ cumhuriyet” dediğimiz bir şey geliyor. bunun da bir sesi , türküsü olacak.

    bir salonda türk beşlerini çalan müzisyenlere bakıyorum, bu insanların gariban dedelerini düşününce aklıma gelen şeyler hep böyle

    yanmış bir binanın küllerinden türklerin müziğini bulup dünyaya sunan insanlardır.
  • overrated beşli.

    türk beşlerinin tabii ki teknik anlamda hiçbir eksiği yoktur problemimiz orada değil.

    türk beşleri çağdaş dönemin getirdiği anlayışla beste yapmışlardır, zaten kimse onlardan veya o dönemden ıslıkla çalınan beste beklemiyor (bkz: ıslıkla petrushka). problem burada da değil.

    türk beşlerinin problemi (ferit alnarı ayrı tutarak), türk müziğini anlamamaktır. evet efendim khachaturian gibi yerel ezgileri bestelerinde kullanmaya çalışmışlar ama yerleştirme olmuş, yama gibi. yapılamayacak bişey olmadığını da ferit alnar en güzel şekliyle göstermiştir zaten. alıp türküyü lönk diye yerleştirip altına da günümüz türkü bar basçısı kıvamında bişeyler yerleştirince çok sesli müzik olmuyor. o zaman grup çığ türk çoksesli müziğinin amiral gemisi olurdu.

    kullanılan "dörtlülerin, beşlilerin" anlamsızlığını tartışma konusu yapmak zaten haddimize değildir. ekol yoktu sıfırdan yetiştiler safsatasına ise söyleyecek bir şey bulamıyorum. ulvi cemal erkin'in de dediği gibi; müziğin alaturkası, alafrangası olmaz. yüzlerce yıllık türk müziği geleneğini çöpe atalım o zaman. türkiyedeki konservatuvarların bu kadar içler acısı halde olmalarının sebebi, ki buna türk müziği konservatuvarları da dahil, batı ve türk müziklerini tamamen farklı iki şeymiş gibi ele alıp birbirlerinden hakkıyla beslenememelidir.
hesabın var mı? giriş yap