• cazkolik, müzik yazarlarına 2021 yılının en iyi yerli caz albümlerini sormuş. yazarlar da meşreplerine göre sekiz-on tane albüm sıralamışlar. çok güzel. benim takip edebildiğim kadarıyla 2021 yılında 18 tane caz albümü çıktı memleketten. bunların yarısını elemek marifet mi şimdi? 300 tane albüm olur da sen müzik yazarından bizlere rehberlik etmesini istersin anlarım. hadi yarısını ben kaçırmış olayım, 30 tane bile albüm yoktur. caz, sanat müziğidir. dinleyicisi alelade dinleyici değildir. iddiası vardır. “iyi” müziğin peşindedir. önüne her konulanı yemez. şundan emin olunuz ki kimse sinem vural veya naim dilmener okuyup, bir albümü dinlemeye heves etmez çünkü bu müziğin (sanat müziği olmayan müzikleri kast ediyorum) alıcıları ümmidir. ümmi kelimesini mahsus seçtim. ingilizce karşılığı olarak illiterate’i öneriyor sözlükler. illiterate ile ümmi aynı şey değildir. ümmi sözcüğü dışlanmayı, dışarıda kalmayı da akla getirir. dolayısıyla ümmi kimi zaman cahil, kaba manasında kullanılır; kimi zaman da anadan doğduğu gibi kalan, lekesiz, tabiatı bozulmamış, pakize kimseler için kullanılır. bunun batı dillerindeki karşılığı profane sözcüğüdür. nadir de olsa türkçe’de de duyuyorum bu sözcüğü. profan: pro + fanus. birebir tercüme edersen “tapınağın dışında” oluyor. dini olmayan yapılara profan deniyormuş mesela. bunu bilmiyordum. daha çok “kutsal olmayan” manasında kullanılıyor. tapınağın dışında kalmış, bayağı, avam… işte bu ümmi kesim duyduklarını veya gördüklerini dinlerler. beğendiklerini de yazarak değil göstererek paylaşırlar çünkü bu müziklerin yoruma ihtiyacı yoktur. fakat sanat müziği böyle değildir. binaenaleyh sanat müziğinin eleştirmenleri, otoriteleri bilmemneleri vardır. bu kimseler sanat müziğinin gastronomlarıdır. o halde dinleyiciler de sanat müziğinin gurmeleridir. en azından böyle bir emelleri, iddiaları vardır diyelim. gastronom ve gurme çoğu zaman birbirine karıştırılan şeylerdir. gurme “iyi” olanı tanıma yeteneğine sahip kişi ise, gastronom “iyiyi” tanımlayan kişidir. gastronomi bu yüzden önemlidir. kavramların içini doldurur, rehberlik eder, rabıta yapar… seçmektir yani işi. müzik yazarlarının listeleri bu yüzden önemlidir de. fakat 20 tane isim içinden 10 tanesini almak seçmek olmaz. toplamak olabilir belki. eleştirmenlerin böyle lakayt olduğu bir yerden nitelikli albüm çıkar mı? çıkmıyor işte. yani biri de dememiş ki “benden liste istediler ama ben bu seneki albümleri beğenmedim çünkü…” . başka bir yazıda bahsetmiştim bullshit jobs kitabından. mezkur yazarların yaptığı işi anlatıyor. yazarlık falan değil yaptıkları, traş. sadece boşluk dolduruyorlar. üstelik seçtikleri bazı albümlerin cazla yakından uzaktan alakası yok. erdem sökmen ve hasan meten’in “guitar duo” albümünü seçmiş mesela murat beşer. yahu bu klasik batı müziği’dir. ne alakası var cazla? ben eminim ki murat bu albümü hiç dinlemedi. ismine bakıp listeye koydu. diğer ihtimal bu adam caz ile klasik batı müziğini bile birbirinden ayıramıyor. can’ın (tutuğ) albümünü de (huzursuzluk) almış listeye. fakat albüm 2021 değil 2020 tarihli. levent öget de yapmış aynı hatayı. zekeriya şen’in listesinde armageddon türk’ün anadolu lo-fi albümü var. bu özensizlik, lakaytlık değil kepazeliktir. armageddon türk ne ya? müziğin cazla alakası yok zaten de benim asıl merak ettiğim bu herif gerçekten bu müziği dinlemiş ve sevmiş mi? en büyük hayal kırıklığım ise sevin okyay oldu. şenay lambaoğlu’ndan hayat defteri albümünü seçmiş. bu caz falan değil ki. yaptığınız şey, bir avuç insanın çıkar gütmeyen, karşılıksız, rafine ve yüce bir çabayla diri tuttuğu şeyi bayağılaştırmaktır. nezaketsizlik, saygısızlık, lakaytlıktır.

    2021 yılında çıkan albümler içerisinde, üzerinde kalem oynatmaya değer tek bir tane vardı: faschismus. çıkar çıkmaz yazmıştım. kimse listesine almamış. adım gibi eminim duymamışlardır bile. bundan başka da kayda değer albüm çıkmadı maalesef.
  • 1) mini caz sözlüğü
    ----------------------------
    ----------------------------

    acid jazz: jazzın armonik ve ritmik elementleri kullanılarak yapılan sulandırılmış funk, soul. disko müziği. 1980’lerde ortaya çıkmıştır.

    backbeat: jazz’ın olmazsa olmazıdır. 4 zamanlı bir müzik düşünün. bunu müzisyen olmayanlar için kolaylaştıralım ve gençlik marşı’nı 4 sayarak söyleyelim: dağ (1) – ba (2) – şı – nı (3) – du (4) – man – al (1-2) – mış (3–4) – gü – müş (1) – de (2) – re – dur (3) – maz (4) – a – kar (1-2-3-4) ... müzikte vurgu her zaman 1 ve 3’te olagelmiştir. caz da ise vurgu 2 ve 4’tedir. ya da şöyle denebilir: beyazlar 1 ve 3’te, siyahlar 2 ve 4’te el çırparlar. şimdi marşı söylerken 1 ve 3. zamanlarda el çırpın daha sonra da 2 ve 4. zamanlarda el çırpmayı deneyin. işte bu 2. ve 4. zamanlara backbeat denir.

    beat: az evvelki maddede backbeat’i tarif ettim. tarifte kullandığım ‘vurgu’ teriminin ingilizce karşılığı ‘beat’’tir.

    bebop: 1940’larda oraya çıkan bir caz türü. cazın sanata evrilmesinde en önemli basamaktır. ritm, melodi ve armoniler çok daha karmaşıktır. metronom ekseriyetle hızlıdır. ritmi davul tek başına sırtlanmaz hatta çoğunlukla o iş basçıya kalır. böylelikle davul ve piyanonun hareket sahası genişler. charlie parker ve dizzy gillespie öncüleri kabul edilir.

    behind the beat: vurgudan sarkmak olarak tercüme edebiliriz. icracının melodiyi çalarken kasıtlı şekilde gecikmesidir. tenor saksofoncu dexter gordon’un hemen hemen tüm soloları buna emsaldir. kötü örnek isteyenler bülent ersoy’a da bakabilirler.

    bend: bükme anlamına gelir. telli çalgıda nasıl yapıldığını tarif edelim. gitarın en alttaki telinin 7. perdesi si olur. sol elimizin işaret parmağını klavyeye koyalım ve sonra teli yukarı doğru ittirelim. ne oldu? sesi bükerek si’den do’ya hatta çok bükersek do#’e vardık.

    big band: büyük orkestra. genelde 12 kişiden daha kalabalıktır.

    break: şarkıyı seslendiren icracılar tamamen sessiz kalırlar ve böylelikle soloyu çalacak kişiye daha geniş bir alanda gezinme imkanı verilir.

    comping: orkestranın geri kalanının solo çalacak icracı için dekor oluşturmasıdır. kendilerini pasif konuma alırlar ve solo icracının rehberliğiyle tansiyonu arttırır yahut azaltırlar.

    cool jazz: bebop’ın muhalifi bir caz türü olarak görülür. daha yumuşak dinamikli (iniş çıkışları daha az keskin), görece daha yavaş metronomda ve görece daha az karmaşıktır. chet baker örnek olarak verilebilir.

    dixieland: primitif jazz yahut erken dönem jazz. cazın henüz sanat müziği olmadığı yıllar. örnek: king oliver's creole jazz band

    free jazz: 1950 sonrası ortaya çıkan caz türü. zannedildiği gibi tamamıyla kuralsız değildir. sadece çerçeve genişlemiştir. ornette coleman ve cecil taylor öncü olarak görülür.

    front line: melodi yükünü en fazla sırtlanan çalgı partisyonu. cümle içinde kullanalım: “miles davis’in çoğu parçasının front line’ında trompet vardır”

    groove: cazın temel unsuru olsa da doğru düzgün tarifi yoktur. benim en beğendiğim tarif wingy manone’ye ait: “aynı tempoda çaldığınız halde temponun hızlanıyor gibi gelmesi”

    jam session: doğaçlama. (bkz: #106978405) no’lu entry’de doğaçlamayla ilgili biraz daha ayrıntılı yazmıştım. dileyen bakar.

    lick: kısa melodi parçası. kuple de denebilir mi emin değilim. caz müzisyenleri klişeleşmiş lickleri öğrenerek kendini inşa eder. eğitimin önemli parçasıdır. cazın abecesidr.

    mainstream jazz: free-jazz’ın aksi olan tür. doğaçlamalar daha evvel çerçevesi çizilmiş olan akor yürüyüşleri yahut onların varyasyonları üzerine yapılır.

    offbeat: backbeat ile karıştırılır. hatırlayalım backbeat vurguların 1 ve 3 değil 2 ve 4’te olmasıydı. offbeat’te ise 4 zamanlı ritmi 8’e bölüp 3,6 ve 7’ye vurgu verebilirsin. daha karmaşıktır. vurgunun yeri de sürekli değişebilir.

    ragtime: primitif caz. cazın sanat olmadan evvelki hallerinden biri. piano bu türün olmazsa olmazıdır. rag alay etmek, muziplik falan olarak tercüme edilebilir. neden böyle deniyor? bunun sebebi senkoplardır. 2 ve 4’lere vurgu yapan keskin sınırlı caz müziğini, olur olmadık yerlerde senkoplarla duraklatırlar ve paçavraya çevirirlermiş. cazın karakteristik tavırlarından biridir ve çok önemlidir. batı klasik müziğinde alaya muzipliğe pek yer yoktur. nadirdir. caz müziğinde ise muzipliğin olmadığı an yok gibidir.

    riff: sık sık tekrarlanan kısa motif. riffler de lickler gibi caz müzisyeninin eğitimi için elzemdir.

    scat: vokalin anlamsız seslerle yaptığı doğaçlama. louis armstrong da yapar sarah vaughan da. örneği çok.

    sideman: payanda. orkestranın lideri olmayan kişi/kişiler. eşlikçi.

    smooth jazz: popla sulandrılmış caz. 1970 sonrası peydah oldu. george benson iyi örneklerinden biri.

    stride: 1920’ler ve 1930’larda moda olan bir piano çalım tekniği/üslubu. sol el zıplaya zıplaya çalar. zıplamaktan kastım hem staccato (kesik kesik) çalması hem de sürekli oktav atlaması.

    substitute chord: ikame akor diye tercüme edeyim. müzisyen olmayanlara bunu açıklamak biraz zor olabilir. mesela c yani do majör çalacağın yerde em7 yani mi minör 7li çalarsan bu bir substitute chord olur. neden c çalacağın yerde em7 çalıyorsun? kafana göre istediğin akoru basabilir misin? hayır. c üç notadan oluşan bir akordur: do-mi-sol. em7 ise 4 notadan oluşur: mi-sol-si-re. fark ettiyseniz iki nota ortak: mi ve sol. ikame akor, asıl akorla akraba olmalıdır.

    subtone: kamışlı sazlarda kullanılan bir tekniktir. ses de puslu, buğulu gelir. jan garbarek’i dinleyin. çivi gibidir tonu. bu tonun tam tersi subtone işte.

    swing: 4 zamanlı ölçüyü 12’ye bölün. nasıl yani? her el çırpışta 3 sayın: 1-2-3 / 1-2-3 / 1-2-3 diye ... 1 ve 3 lere vurursanız swing olur. vals düşünün işte. ikinciye vurmayacaksınız. 4/4 görünümlü 6/8. shuffle diye bir terim var. ikisi birbirine çok karışır. kabaca fark şudur; shuffle’da 1 ve 3 aynı kuvvette vururken swing’te 3’ler 1’lerden daha zayıf tuşeyle çalınır. shuffle çok daha keskin ve eğilip bükülmez bir şeyken swing sarkan, salınan bir şeydir.

    senkop: cazın asli unsurlarındandır. güçlü vurguların zayıf vurgularla yer değiştirmesidir. rutin bir gidişat vardır ve bir anda olmadık bir yeri vurgularsın. senkop budur. ragtime maddesini hatırlayınız. mizah unsuru sayılır.

    up tempo: 240 üstü metronom için kullanılan bir tabir genelde. örnek: ornette coleman – eventually. gövde gösterisidir ancak maksat gösteriş değildir. yazının devamında buna değineceğim.
  • 2) sanat müziği (klasik) - halk müziği (folk) ayrımı
    caz nedir? sanat nedir? klasik nedir?
    --------------------------------------------------------------------
    --------------------------------------------------------------------

    caz nedir? bunun tarifiyle uğraşmak zaman kaybı. tarihçesi de bu yazının konusu değil. pamuk tarlası, zenciler, afrika, amerika, özgürlük, kölelik vs. bunları biliyorsunuz zaten. cazı klasik müzik üzerinden tanımlayacağım. klasik müzik denilen şey avrupa’nın sanat müziğidir esasında. içinde hangi unsurların olduğu, icracının kimliği vs. bunu değiştirmez. ferit alnar, du mingxin, ananda sukarlan, fikret amirov vs. hepsi avrupa’nın sanat müziğini yaparlar. nabokov’un lolitası rus edebiyatının mı ingiliz edebiyatının mı malıdır? hangi dilde yazılmış? ingilizce. o zaman ingiliz edebiyatıdır. bu önemli. avrupa klasik müziği üreten türk okulu, rus okulu, hint okulu olabilir. hepsinin kendine has kimliği de olabilir. o ayrı konu. bu neden önemli? bakın wikipedia’da bile klasik müzik için western classical music diyor. işaret ettiği yer batı. öyle mi peki? asla. muasır medeniyetin temsili olan batı, yalnızca avrupa değildir. bunun içinde amerika da vardır. fakat western classical music denen şey hiçbir zaman amerika’nın müziği olmamıştır. o her zaman avrupalı’dır. klasik müziğin son 100 yılına bakın. kaç amerikalı besteci sıyrılabilmiştir kalabalıktan? charles ıves. başka? eh hadi samuel barber ve henry cowell'i de koyalım. bu kadar. avrupa ise son yüzyılda mahler’i, wagner’i, debussy’i, ravel’i, bartok’u, hindemith’i, penderecki’yi, haba’yı, schoenberg’i yetiştirdi. çok daha ilginci amerikan klasik müzik okulunun kurucusu bile amerikalı değildir. kurucu baba olarak dvorak’ı görmek gerekir. new world symphony miladdır. yani batı klasik müziği yerine avrupa klasik müziği daha doğru bir terimdir zira amerika’ya ait bir klasik müzik yoktu. sırası gelmişken şu zor soruyu cevaplamaya çalışalım: klasik müzik nedir?

    kelimenin etimolojisi önemli; class. bir zümreye atıf var. demek ki bu müzik bir zümreye ait olmalı. bu zümrenin de aşağı bir zümre olmadığı belli. class, classy... bunun karşısına neyi koyabiliriz? folk. folk sıradan insana atıfta bulunur. classy olmayan herkestir. folk müzik yani halk müziği işte bu classy olmayanların müziğidir. bir hor görme var gibi değil mi? hayır. çoğunlukla (bence) yanlış yorumlanmış. burada –her yerde olduğu gibi- bir hiyerarşi vardır. folk müziği de hiyerarşik olarak aşağı konumdadır. bu onu klasik müziğe göre daha değersiz, daha az saygın yapmaz. akademiye devam eden ve nihayetinde profesör olmuş bir hekim düşünelim. öte tarafta da akademiye devam etmemiş bir hekim olsun. kim daha iyi hekimdir? profesör olmak daha iyi hekim olmak mı demektir? hayır. fakat profesör hiyerarşik olarak üsttedir. bunu izah etmek için sanat nedir sorusunu cevaplamak gerekecek.

    soru kazık. binlerce tanımı var, biliyorsunuz. ben kendi meşrebimce ifade etmeye çalışayım. soyuttan somuta gidelim. sanat evvela düzendir, düzenlemedir. gerçekliğin yeniden ve törensel olarak düzenlenmesidir. tören kelimesini bilhassa seçtim. oyun ve tören birbirlerinden farklıdır. sanat oyundan çok törene benzer. her ikisi de zamanın düzenlenmesidir ve ritüeller üzerine inşa edilir ancak oyunda sonun ucu açıktır. tören öyle değildir. tören başı da ortası da sonu da bellidir. sürprize yer yoktur. izleyiciler de bilir bunu. sanatı neredeyse ruhani yapan şey tam da budur. törenin, ritüelin, düzenin, oyunun olduğu yerde hiyerarşi de vardır. hiyerarşinin olmadığı yer yoktur ama burada daha da belirgindir. sanat ritüelin teşhiridir, kavramsallaştırmadır, bireyselliğin himayesidir.

    şimdi müzik sanatına gelelim. ayakları yere basan daha somut izahlar lazım. neşet ertaş’a bakalım. yaptığı müzik halk müziği diye geçer. “müziğimi bir kategoriye dahil edemem” lafzını çok duyuyoruz. gerçekten de sınıfları ayıran çizgiler bulanıklaşıyor. siyasette bile belli değil artık kim sağcı kim solcu. bunun sebepleri yazının konusu değil. fakat müzik için konuşursak neyin halk müziği olduğu konusunda kafa karışıklığı olmadığını görürüz. ahmet kaya’nın şarkılarında bağlama vardır fakat kimse onun müziğini halk müziği kategorisine koymaz. peki halk müziği sanat mıdır? hayır. yani şimdi mehmet erenler’in, muzaffer sarısözen’in, nida tüfekçi’nin ürünleri sanat eseri değil mi? hayır, değil. pek çokları buna muhalefet edecektir. fikir ayrılığının sebebi temel kavramların tanımı konusunda kafa yormamak. eğitim sistemimizin ve tartışma kültürümüzün en büyük gediği temel bilimlerin ve temel kavramların küçümsenmesi. yazımın başına sözlük koydum ki bu gediğin bir kısmını yamayalım. mehmet erenler, sarısözen ve tüfekçi hakkındaki kanaatimi hakaret, hor görme, küçümseme gibi algılıyor pek çoğu. halbuki zerre alakası yok. iyi bir türk halk müziği dinleyicisi olduğumu zannediyorum. bana muhalefet eden pek çok kişiden daha fazla mesai ayırmışımdır bu müziğe. ee? bu benim kanaatimin daha doğru olduğunu mu gösterir? hayır. bunu şu yüzden söyledim. halk müziğine karşı bir ön yargım yok. bilakis çok zaman hayranlıkla dinlerim. peki bu müzik niçin sanat müziği değildir? çünkü sanatçı selefiyle yarış halindedir. sanatçının derdi hiçbir zaman muhafaza etmek olmamıştır. sanatçı tahrif etmekle meşguldür. sizi sanatçının selefiyle yarış halinde olduğuna ikna etmeye çalışayım.

    bu kez de klasik türk müziği ya da türk sanat müziğine bakacağız. o da mı sanat değil? değil. konuyu buraya getirdim çünkü klasik türk müziğimiz halk müziğimizden çok daha önce notaya alınmıştı. bu yüzden 500 sene önceki klasik türk müziğimizin nasıl bir müzik olduğu hakkında daha fazla malumatımız var. abdülkadir meragi bundan 600 sene önce yaşadı. rast kar’ını açın dinleyin. sonra da ıtri’nin neva kar’ını dinleyin. aralarında 200 sene vardır. 200 sene daha ilerleyelim; şevki bey’den esir-i zülfünün ey yüzü mahım’ı dinleyelim. bu üç müziği size peş peşe dinletseydim bunları kronolojik olarak sıralayabilir miydiniz? sayıyı 10’a çıkarsak murat bardakçı bile çuvallar. niye sıralayamıyoruz? çünkü ilerleme ya da daha doğrusu değişim öyle cüzi ki anlayamıyoruz. yani halef selefin eserlerini muhafaza etmiş. tahrifin izlerini göremiyoruz. aynı deneyi avrupa sanat müziğinde yapalım. abdülkadir meragi’nin akranı dufay’dır. dufay’dan herhangi bir şey açın. flos florum. şimdi 200 sene ilerleyelim; j.s.bach. koro eseri seçelim ki değişkenleri olabildiğince aza indirelim: aziz matta pasyonu. 200 sene daha; musorgskiboris godunov. bunları dizebilir misiniz kronolojik olarak? müziğin karakteri falan bir tarafa bakınız çalgılar bile değişmiş. tahrif öyle büyük ki musorgski ile dufay’ın ortak paydası kalmamış neredeyse. değişim en amatör kulak tarafından bile fark edilecek kadar büyük. ya da resmi düşünün. caravaggio ile pollock arasındaki uçurumun sebebi nedir? bu uçurumu 16. yüzyıl ve 20. yüzyıldaki kilim motiflerini karşılaştırdığımızda niçin görmüyoruz? örnekleri çoğaltmaya lüzum yok. ne demek istediğim anlaşılmış olmalı. türk sanat müziğinin sanata dönüşmesi mümkün olabilirdi. sadettin kaynak tek başına bunu başarabilecek kadar büyük bir dehaydı. çeyrek hatta çeyrekten de küçük seslerle bambaşka bir müzik dili yaratan alois haba, harry partch bu okuldan çıkmalıydı ama olmadı. batılılaşma zannedilerek yapılanlar bu kaynağı kuruttu. kurumamalıydı. bu artık ölü bir dildir, canlanır mı bilmem. merve salgar ve elif canfeza gündüz hakkında yazmıştım. çok cılız da olsa bir filizdir bu girişimler. desteklenmelidir.
  • 4) türkiye'de cazın ilk yılları
    -----------------------------------------
    -----------------------------------------

    türkiye’de cazın tarihi anlatılırken 60 öncesi dönemle ilgili bazı isimleri sık duyarsınız: ismet sıral, erdem buri, ilhan mimaroğlu, erol pekcan, hrant lüsikyan, nejat alpün, sevinç tevs, arto haçaduryan, tülay german vs vs. isimlerini atladığım da olmuştur elbet. bu isimlere tek tek değinmeyeceğim. tarihsel olarak önemlidir ancak caz müziği açısından önemleri yoktur. bu isimlerin kayıtlarına da ulaşmak zaten ayrı bir dert. şunu demek istiyorum; bu bahsi geçen isimlerin müziğini hiç duymasan bile okay temiz’i, muvaffak falay’ı falan anlarsın. halkada kopukluk olmaz.

    ilk albümlerle başlayalım. erdoğan çaplı ismi ilk zikredilen isimlerden biri. piano pasha diye bir albümü var. 1959. amerika’da yayınlıyor. müzikal açıdan önemsiz bir iş. ondan etkilenen ve yine ülke dışında caz öğrenen isimlerden biri de muvaffak falay. trompetçi. okay temiz ile birlikte çalışıyorlar. o da perküsyon çalıyor. 1972’de yapıyorlar ilk albümlerini: sevda. caz sayılabilir mi emin değilim. folk jazz olarak etiketleniyor. ne folk ne de jazz. tabii bunlar emekleme dönemi. emekleme döneminden daha fazlasını beklemek olmaz. mesela muvaffak falay’ın 1996 yılında çıkan bir albümü var: hank’s tune. sideman takımı avrupalı, beyaz. belli de oluyor ama maşallah muvaffak falay kırk yıllık zenci gibi çalıyor. ülkemizde yetişen ilk büyük caz müzisyeni saymak gerekir onu. beraberinde de okay temiz’i anmalı (bir de salih baysal var fakat caz müziğinden çok caz tarihinde yer işgal eder). bu kadar kısa zamanda iki türk’ü devler ligine sokabilmek olağanüstü bir başarı. yunanistan hala tek müzisyen yetiştiremedi bu lige layık. okay temiz’den daha uzun bahsetmek gerek. caz tarihimizin dönemeçlerindendir.

    okay temiz’in parladığı yıllar 70’ler. ilk albümü music for xaba. 1973. etnik caz olarak etiketlemek gerek. etnik öğeler kullanımı 60larda başladı ama bu denli ham şekliyle değil. cazın içine iyice yedirerek kullanıldı. afro blue’da afrika’ya has bir seda bulmak için epey kulak kabartmak gerek. fakat okay temiz’de durum böyle değildir. sanki caz bu müziğin içinde karışmıştır. fevkalade zor iştir bu. caz karıştığı her müziği zapt eden, baskın bir üsluptur. music for xaba olağanüstü bir ilk albümdür.

    bu albümün 4 sene öncesine gidelim. 1969, ankara. don cherry ankara’ya gelmiş, kendisine eşlik edenlerden biri okay temiz. don cherry ankara’da köçekçe çalıyor. dahası don cherry zurna çalıyor... “baban köyden tokyoya geliyor, yere minder koyup oturtuyosun. kimonosunun içine bişey giymemiş...” gibi duyuluyor değil mi? live in ankara diye kaydetmişler. olağanüstü bir şey. 50 senedir yakalayamadık şu soundu. adam zurna çalıyor yahu. bakın don cherry zurna çalıyor. roberto carlos ve robinho’nun bir dönem sivas’ta yaşamış olması bile beni bu kadar şaşırtmıyor. sonra don cherry ve okay temiz 71’de orient diye bir albüm kaydediyorlar. don cherry ile albüm kaydetmek ve onu bu denli etkilemek okay temiz’e nasip oluyor. herhalde bu türk cazının en büyük başarısıdır. don cherry çok çok özel, bibedel bir müzisyendir. her albümü şaheserdir. okay temiz ile devam edelim. okay temiz’in albümlerini çok farklı plak şirketleri bastı. emı, ecm gibi kalbur üstü şirketler de var içlerinde. ama blue note, atlantic records gibi devler ligi burun kıvırdı. bunun sebebi okay temiz’in yetersizliği değildir. bakın mesela blue note etnik caz olarak solomon ilori’nin albümlerini basar. o da perküsyoncu. okay temiz ile asla kıyaslanamaz. teknik olarak da gusto olarak da çok çok gerisindedir. nasıl girdi peki blue note’a? yani şimdi bunun cevabını eminim tüm caz müzisyenleri biliyordur ama söylemeye dili varmıyordur. efendim solomon ilori nijeryalı bir yahudi’dir. igbo değildir ama yahudi’dir. şimdi yine birileri antisemitizm falan demesin düşer bayılırım. konunun antisemitizm ile alakası yok. amerika’ya göç eden afrikalılar içinde doğru düzgün para kazanabilen tek cemaat nijeryalı yahudilerdir. inanmayan açsın baksın. sebebi sadece cemaat ilişkilerinin yakın olması, birbirlerini kollamaları olabilir mi? tabii ki hayır. bu sadece işi kolaylaştırıyor. bu insanlar başarılı çünkü zeki, ahlaklı, iyi eğitimli ve çalışkanlar. bizde milliyetçilikle ırkçılık ya da fanatizm bir tutuluyor. benedict anderson’un hayali cemaatler kitabı bizim ülkemizin okurları nezdinde popülerdir. eric hobsbawm’ın geleneğin icadı kitabı da çok popülerdir. fakat anthony smith’in kitapları aynı ilgiyi görmez. milli kimlik mesela. yeni baskısı yoktur. ya da david thomson, tarihin amacı. 1983’te tek baskı yapabildi. tek seslilik hakim. açık radyo’da, turksolu’nda, birikim’de bu isimleri asla görmezsin. partha chatterjee hasır altı edilir falan. uzatmayalım. şunu demek istiyorum; bakınız ahmet ertegün atlantic records’un kurucusudur. inanılmaz bir başarı bu. kaç türk müzisyeninin albümü çıkmış bu şirketten? ilhan mimaroğlu, kani karaca, aka gündüz kutbay ve tarkan. ya da arif mardin kaç türk müzisyenin albümünü yaptı? sıfır. yapmalıydı. neyse umarım ne demek istediğim anlaşıldı. biraz daha okay temiz’den bahsedelim ve bu faslı kapayalım. 1979’da zikir diye bir albüm yayınladı. eşi benzeri olmayan bir iştir. bunu dinledikten sonra niçin mercan dede’nin ciddiye alınmadığını anlarsınız. tüm diskografiyi tek tek saymayalım. okay temiz türkiye cazında müstesna yeri olan bir anomalidir. popüler olmasına rağmen yeterince anlaşılmamıştır. ülkemizdeki her caz müzisyeninin tanıması, anlamaya gayret etmesi gerekir.
  • baştan uyarayım uzun bir entry olacak. o yüzden tefrika halinde yayımlayacağım. amacım türkiye'deki caz müziğinden ve caz müzisyenlerinden bahsetmek; bu müziğin ülkemizdeki tarihini özetlemek ve ortalama dinleyiciye caz, sanat, müzik hakkındaki yorumlarımı aktarmak. bilgi aktarmak yahut neler neler bildiğimi göstermek bu içeriğin amacı değildir. bilgiye ulaşmak eskisi kadar zahmetli değil. böyle bir yazıya ihtiyaç duydum çünkü türkiye'de caz müziğiyle ilgili eleştiri yazısı, müzik analizi, araştırma vs. sayısı şaşılacak kadar az.

    yazıya mini bir sözlükle başlayacağım ki anlaşmamız kolay olsun. aşağıda da içindekiler kısmını bulacaksınız. zamanla eklemeler yahut ufak tefek değişiklikler olabilir:

    1 -mini caz sözlüğü
    2- sanat müziği (klasik) - halk müziği (folk) ayrımı.
    caz nedir? sanat nedir? klasik nedir?
    3- cazın yazılı kaynakları ve cazın sanat haline gelişi
    4- türkiye'de cazın ilk yılları
    5- 1970 - 1990
    6 - 1990 - 2000 (1.bölüm)
    7- 1990 - 2000 (2.bölüm)
    8- 1990 - 2000 (3.bölüm)
    9- 1990 - 2000 (4.bölüm)
    10- 2000 - 2010 (1.bölüm)
    11- 2000 - 2010 (2. bölüm)
    12- 2010 - 2010 (3. bölüm)
    13 - 2010 - 2020 (1.bölüm)
    14- 2010 - 2020 (2.bölüm)
    15 - hatime
  • 6) 1990 - 2000 (bölüm 1)
    ----------------------------------
    ----------------------------------

    90’larda albüm sayısı da müzisyen sayısı da artıyor. tek tek hepsinden bahsedersem bu işin altından kalkamam. o yüzden bazı albümler ve müzisyenlerden bahsetmeyeceğim. bu yılların en sık duyulan isimlerinden biri kerem görsev. ilk albümü hands and lips. 95’te yayınlıyor. 5 sene içinde 4 albüm daha yayınlıyor. bu albümlerin hiçbirinde sürpriz yahut deneme yoktur. “şimdiye kadar neler öğrendik tekrar edelim” gibi bir hal vardır. bunu küçümsemek için söylemiyorum. başka bir entry’de bahsetmiştim yine bahsedeyim. ilhan mimaroğlu çok kullanır bu ayrımı: yineleyiciler ve yenileyiciler. kerem görsev bir yineleyicidir. tuna ötenel’in jazz semai’sinin üzerine pek bir şey koymamıştır hatta eksiltmiştir. arındırmak da eksiltmedir. jazz semai’deki türk müziği motifleri kerem görsev’de yoktur. armoni, melodi ve ritm olarak amerikan cazıdır ancak kerem görsev’de de uptempo yoktur. ve kerem görsev ile ilgili bir şey daha: mizah duygusu eksiktir. cazın olmazsa olmazlarından biridir bence. bu olmadığında mccoy tyner gibi bir şey çıkıyor ortaya. tatsız tuzsuz bir şey. bana göre değil.

    tuna ötenel’den bahsetmiştik. 90’larda iki albüm de o yapıyor: sometimes (1995) ve vian köpüğü (1998). kerem görsev’in albümleriyle büyük benzerlikler gösterir. onda da mizah yoktur. endişesizdir. fakat tuna ötenel ilk kez uptempo bir şey çıkarmış sometimes’da: new song. ne eksik peki? icra. bakın iyi caz albümlerinde tema dinlemek angarya gelir insana. tema bitse de doğaçlama gelse diye beklersin. bu albümlerde tam tersi. doğaçlamalarda insanı sürükleyecek anlatım ustalığı yok. bir albümden bahsedeceğim; don byronbug music. yılı 1996. son derece kolay temalar var. uptempo nadir. telaşsız bir müzik. fakat herkes öyle usta ki hiçbir şarkıyı geçmeye elin varmaz. hikaye kadar hikayeyi nasıl anlattığın da önemli. don byron çok iyi bir anlatıcı.

    burhan öçal çıktı bu yıllarda. perküsyon çalıyor. sultan ve groove alla turca’yı çıkardı. caz müziğiyle bir alakası yoktur. belki biraz funk. önemsiz buluyorum. aynı dönemde laço tayfa’nın katkı verdiği bir brooklyn funk essentials albümü var: ın the buzzbag. funk nedir, nasıl yapılmalıdır vs. cevaplarının sorusu niteliğindedir. fakat bu da caz değildir. devam edelim; senem diyici. 1998’de tell me tirabizon’u yapıyor. etnik caz denebilir. cazın melodik ve armonik yapıları kullanılmış. bolca da türk motifi var. jazz semai için ne demiştim? önemli olan misyondur. fakat bu albüm için aynını söyleyemem. yıl olmuş 1998. böyle sentez olmaz artık. fikir kötü, icra vasat. ne yenileyici ne yineleyici. esin afşar da caz yorumlarıyla aşık veysel’i yaptı 1997’de. aynı şeyleri onun için de söyleyeceğim. yani allah aşkına böyle müzik mi kaldı? türk halk müziğini 50 kere 50 farklı insan 50 farklı şekilde düzelemeye çalıştı. olmuyor. gerek de yok zaten. şalvarın üstüne frak giymekten farkı yok bunun. osman işmen project’in columbia’dan çıkan albümü de böylesi bir garabettir. kudsi erguner’in ottomania’sını da katabiliriz buraya. ottomania, hi-jazz falan diye isim koyuyorsa yapacağı cazdan hayır gelmez zaten. mizah öğretilecek şey değil.

    90’larda senteze bulaşan bir isim de kamil erdem. asiaminor diye bir grubu var. 1995’de sokak boyunca, 1996’da longa nova, 1997’de kedi rüyasını çıkardılar. kamil erdem çok enteresan ve zor bir işe girişmiş. ondan öncekiler türk motifi olarak halk müziği ya da bazen alaturka müziği (meyhane müziği) motiflerini kullanıyorlardı. çok sesli olmaya daha müsait motifler bunlar. ritmikler üstelik. fakat kamil erdem ‘klasik türk müziği’’ni kullanıyor. ortaya müthiş bir iş çıkmış. bu gerçekten çok çok zor bir iştir ve altından kalkabilen biri olduğunu sanmıyorum. 90’larda ve 2000’de türk caz severleri ilgi gösterdiler bu albümlere ama bence yeterince takdir edilmedi. ne kadar övsek, ne kadar şaşırsak azdır. büyük ustalık. bu başarıyı beceriye, çalışmaya borçlu olduğu kadar iki de hileye borçlu olduğunu söyleyelim. swing’ten ve armoniden kaçmıştır. başka da yolu yok zaten. bu yüzden biraz funk’tır. groove asla hissedilmez. müzisyenlerin her biri büyük ustalardır. dünya cazı için de bir renktir ancak tanıtamadık. devam etmenin vakit kaybetmek olacağı hissine kapıldığında devam etmek kolay değildir. devam etmek kadar zahmetli pek az iş vardır. zahmete değen ve en çok zahmet gerektiren iş belki de devam etmektir. o çizgiyi geçseydi belki asiaminör dünya cazında bir yer edinebilirdi belki.
  • 7) 1990 - 2000 (bölüm 2)
    -----------------------------------
    -----------------------------------

    90’larda gitar, türk cazında da duyulmaya başlandı. önceden dekordu. kamil özler ve neşet ruacan albüm yapmamıştır mesela. hep eşlik etmişlerdir. ilk gitar albümlerinden biri galiba önder focan’ın: erken. 1995. benim katlanamadığım bir müzik. larry coryell’den de nefret ederim. etliye sütlüye dokunmayan bir müzik. her ikisinin de tekniği fevkalde iyi. hiç falsoları yok ama yok yani hiç bana göre değil. bunun önemi yok tabii. türk caz tarihi için de türk caz müziği için de çok önemli ve değerli bir isimdir. önder focan’ın sonraki albümlerine değinmeyeceğim. bana göre hepsi aynı.
    diğer bahsedeceğim isim sarp maden. 1997’detrio mrio’yu çıkardılarvolkan öktemveçağlayan yıldızile. cazdan çokfusion` ya da blues falan sayılmalı ama o dönem böyle bir akım vardı. pat metheny’nin american garage’ı, john scofield’ın loud jazz’ı, allan holdswoth, mike stern... trio mrio ilk çıktığında bayılmıştım. kaç kez dinledim bilmiyorum. şimdi tekrar dinler miyim? sanmam. bu albüm türk cazı için yenileyici bir albümdü. misyonu önemli. aynı yıldı galiba sarp maden, mahmut yalay ile lodos’u kaydetti. bir tarafta da çağlayan yıldız ile oğuz büyükberber az’ı kaydettiler. müthiş bir albümdür. cazın o dönemki güncel sorunlarını ve değişimlerini anlayabilmiş, zamanından kopuk olmayan bir müziktir. hala dinlerim. spotify’da 1000 kez bile dinlenmemiş. inanamıyorum. yine sarp maden ile mahmut yalay’ın çıkardığı boyoz var. youtube’da bile bulamadım. güzel albümdür.
    bir de erkan oğur var. telvin trio’dan bahsetmiştim (#106516613). fretless diye bir albüm yapıyor bu dönemde. philip catherine de var. bu albüm çok enteresan bir albümdür aslında. başarılı bir sentezdir. çoğu sentezde karışıma dahil olan iki unsur da kimliklerini kaybederler. burada öyle olmamış. mesela ağırlama diye bir parça var. harika bir düzenleme. kusursuz. philip catherine’in solosunu kaç kez dinlemişimdir bilmiyorum. tasarlasan dahi bu kadar çarpıcı cümleler kuramazsın. hala dinlerken hayret ediyorum. bu denli hayret ettiğim sololardan biri de bülent ortaçgil’in normal şarkısındaki erkan oğur solosu. yazının konusu blues olmadığı için çok değinmeyeceğim ama şunu söylemeliyim: yavuz çetin ismi bu yılların popüler ismiydi. ne kadar iyi blues çaldığı falan söylenirdi. sanırım bir tek ben varamadım hikmetine. normal denen şarkıdaki erkan oğur solosunu bu türün şahikası saymalı. blues gitaristlerine sesleniyorum: ezin, suyunu için. erkan oğur faslını bir kaç sözle kapayalım. erkan oğur çok çalışkan, üretken ve yetenekli bir müzisyen. hem halk müziği icra eder hem sanat müziği yapar. özel biridir. türk caz müziğine de bu albümüyle önemli bir katkı sağlamıştır. bayrağı onun bıraktığı yerden devralan cenk erdoğan’a ileride değineceğim.

    90’lar yeni bir kuşağın yetiştiğini de gösteriyor. kamil erdem, senem diyici, sarp maden, çağlayan yıldız, oğuz büyükberber, mahmut yalay, önder focan, kerem görsev... bunlarla beraber başka isimler de çıktı fakat onlar eşlikçi oldukları için belki daha az duyuldular. cem aksel mesela. türkiye’nin belki de en iyi caz davulcusudur bu adam. kusursuz bir çalımı vardır. imer demirer’in bir albümü var: you me & char. 2009’da çıktı. orada ti diye bir parça var. bu davulu türkiye’de cem aksel’den başka kimse çalamaz. bu ülkedeki hangi caz müzisyenine dinletirseniz dinletin, davulu çalanın cem aksel olduğunu anlar. groove dedikleri şey tam olarak budur işte. sonra can kozlu var. o da çok iyi davulcudur. volkan öktem de bu yıllarda çıktı. drummerworld’un top 500’üne girmiş tek davulcumuz. olağanüstü bir yetenek. ileride biraz daha bahsederiz volkan öktem’den. sonra üflemeli çalanlar var. şenova ülker, imer demirer, hakan çimenot, çınar apay, levent çoker, emre kayhan, yahya dai... basçılardan ilkin deniz, mahmut yalay, volkan hürsever, oğuz durukan, gürol ağırbaş, raci pişmişoğlu, nurhat şensesli, ismail soyberk... basçılardan da ayrıca bahsedeceğim. bu faslı kapamadan bir isimden daha bahsedeyim: ilhan erşahin. kerem görsev’in de bir albümünde çalıyor. ne enstrümanına hakim ne de bu müziği tanıyor. sevimli bir insan olduğu için dostları gönlünü hoş tutuyor sanırım. 90’larda çıkan bir başka isim yeni faslın başlığı: aydın esen.
  • 3) cazın yazılı kaynakları ve cazın sanat haline gelişi
    -----------------------------------------------------------------------
    -----------------------------------------------------------------------

    caz müziğiyle ilgili kaynak çok fakat türkçe’ye tercüme edilenlerin sayısı az. joachim e. berendt’in caz kitabı en bilinenlerden. tatsız tuzsuz bir kitap. yine de meraklısına çok şey katar. akademik bir dille kronoloji anlatımı.

    caz ve ötesi. orhan kahyaoğlu. okuması kolay, faydalı bir kitap.

    bir halkın müziği caz. sidney finkelstein yazmış. çöp. okumaya değmez.

    caz sanatı. ilhan mimaroğlu türkiye’deki üç-beş müzik yazarından biridir. ne yazsa okunur. fakat ne yazık ki 1960’a kadarki cazın öyküsüdür kitap. bir de cüneyt sermet’in kitabı vardır: cazın içinden. renkli kitaptır. okumak gerek. hepsi bu. üç beş tane de makale var. bir ara jazz dergisi çıkardı. şimdi internetten devam ediyor ama eski halinden eser yok.

    türk cazı hakkında en nitelikli eserleri bir akademisyenimiz veriyor: yaprak melike uyar. doktora tezinin başlığı “jazz ın turkey: cultural connotations and the processes of localization”. berendt’in kitabı 4. baskısını yaptı. demek ki nitelikli eserlere talep var. yaprak’ın çalışmasının berendt’ten aşağı kalır yanı yok. hatta bana kalırsa fazlası var. the early performance of jazz music in turkey ve theiımpact of political history on music making: issues of ethnicity on jazz in turkey between 1923-1955 başlıklı makaleleri de takdire şayan. murat meriç’e, kanat atkaya’ya, hakan tamar’a verilen desteğin onda birini yaprak’a da verseler keşke. hiç değilse pan yayıncılık bir şeyler yapsa. neyse. ben kendi adıma teşekkür ederim. gıpta ettim. bu paragrafı bitirmeden önce cazın işitsel kaynaklarına da kısaca değinelim. albüm ve plaklar şimdilik bir tarafta dursun, yayın organlarından bahsedelim. ntv’de, açık radyo’da yahut bazı podcastlerde caza rastlıyoruz ama hiçbiri radyo 3 kalibresinde değildir. tüm dalavereye, torpile, şuna buna rağmen radyo 3 ülkemizde sanat müziğinin kalesi sayılmalıdır. çok kusuru vardır ama doğru insanlarla iş tutabilse bbc’nin radyo 3’ünden aşağı kalmaz. hatta bazı zamanlar şu yıkık dökük haliyle bile bbc’den evladır (fakat bu işin şahikası macarların bartok radyosudur). yaprak da program yapmıştı bir ara radyo 3’te. bence yanlış tercih. yaprak’ı müzik tarihçisi olarak görmek gerek. müzik yorumlayacak temel bilgisi var tabii ama fazlası yok. çağlayan yıldız bu iş için biçilmiş kaftandı. devam etmedi. büyük kayıptır. internette bu programların kayıtları var. ders niyetine dinlemenizi öneririm.

    klasik müziğin durumu da çok farklı değildir ama caza nispetle daha fazla çalışılmış ve üzerinde kalem oynatılmıştır. dünyanın geri kalanında da böyledir. pek çok sebebi var bunun. en önemli sebebi cazın akademide kabul görmemesidir. berklee ilk caz okullarından biridir ve onun tam manasıyla bir caz okuluna dönüşmesi bile the civil rights act of 1964 sonrasına rast gelir. bu yüzden caz, akademiden mahrum kalmıştır. usta çırak ilişkisiyle aktarılmıştır. uzun zaman kendine ait yazılı bir corpus’u olmamıştır. mesela real book’un yayım yılı 1971.

    türkiye’de cazın ilk yıllarını etraflıca anlatmaya gerek yok. meraklısı yaprak’ın makalelerini okusun. çok kaba özet geçeceğim. 1920’lerde başladığı sanılıyor. çalgıcıların ezici çoğunluğu gayrimüslim. bunları dans orkestraları olarak görmek daha doğru olur. samba, tango, vals gibi dans müziklerinin genel adı olarak kullanılıyor caz. türkiye, yunanistan, iran, lübnan ve pakistan’ı sovyet paktına kaptırmak istemeyen abd, 1956 yılında cazın yalvaçlarını (duke ellington, dizzy gillespie vs.) bu ülkeye tebliğe gönderiyor. işte büyük ülke olmak böyle bir şey. sadece silahını, tohumunu, makinasını satmıyor müziğini, sinemasını, yemeklerini de satıyor. işin ilginç tarafı tüm sanatlar içinde müziği seçmeleri ve müzikte de cazı seçmeleridir. klasik müziğin kendilerine ait olmadığını ve oraya yeterince nüfuz edemediklerini idrak edebilmişler demek ki. yahudilerin can çekişmekte olan ibranice’yi diriltmeleri gibi bunlar da folk müziğinden sanat müziği yarattılar. bu emsalsiz bir iştir. şapka çıkarılmalı, üzerine çokça düşünmelidir. kısacası ülkemizde caza benzer bir şeyin duyulmaya başladığı yıllar 1960 civarına denk gelir.
  • 8) 1990 - 2000 (bölüm 3)
    ---------------------------------
    ---------------------------------

    aydın esen iyi bir müzisyen. bunu zaten herkes söylüyor ama bazen insanlarda şöyle bir kuşku oluyor: iyi mi hakikaten? kerem görsev ve fazıl sayla ilgili bilhassa çok kuşkulu oluyor görece amatör dinleyiciler. popüler oldukları için sanırım. ben de aynı kuşku içerisindeydim. aydın esen’in birkaç konserine gitmiş ve çok sıkılmıştım. bu adamın nesi iyi müzisyen? sonra uzun zaman dinlemeyi bıraktım. 5-6 sene önce aklıma geldi bir daha dinledim. iyiymiş. geçen sene bir daha; bayağı iyiymiş. lafımın ne kadar kıymeti var bilmem ama aydın esen’in müzisyenliği konusunda kuşkuya düşen arkadaşlarım için tekrar söyleyeyim: aydın esen çok iyi bir müzisyendir. dinlediniz ve beğenmediyseniz sorun sizde olmalı. bir daha dinleyin.

    ilk albümü 1989’da çıkıyor. talihsiz bir isim ve kapak fotoğrafı seçimi. sanki ferdi özbeğen albümü. neyse buna takılmayalım. davulda can kozlu, basta peter herbert var. hemen herkes ilk albümünden utanır. toy bulur kendini. acaba aydın esen bu albüm için ne düşünüyor? kusursuz bir çalım. 27 yaşında burada. şimdi bakın chick corea ismini duymayan yoktur. caz müziğinin en prestijli beyazıdır belki de bu herif. ilk albümünü çıkardığında o da 27 yaşındaydı: tones for joan’s bones. bas-davul-piyanodan oluşan bir trio. iki albümü peş peşe dinlediğinizde aydın esen’in chick corea’dan hiç aşağı kalmadığını göreceksiniz. ki bana kalırsa ilk albümünde tutuktur aydın esen.

    ikinci albümü bir sene sonra yapıyor: pictures. daha kalabalık bir ekip var. müzik de epey farklı. senkoplu, köşeli, geveze... seveni var biliyorum ama hiç bana göre değil.

    üçüncü albüm 92’de columbia’dan çıkıyor: anadolu. albümün kapağı bile şaheser. açılış parçası insanın gırtlağına sarılan cinsten bir şey. teknik, mizah anlayışı, cümle kurma yeteneği ,düşünme hızı, kendi kendiyle atışması vs. olağanüstü bir icra. paul bley’in bir albümü var: hands on. onu dinlerken de aynı şeyleri hissediyorum. bunun daha ilerisinde ne olabilir ki diye düşünürdüm aydın esen’in albümünü dinlerken. 98’de kaydettiği timescape bir cevaptır. sol elini kullanımında bariz bir farklılık var. speak without words’te daha net anlaşılıyor. steve smith iyi bir davulcudur ama kesinlikle yakalayamıyor aydın esen’i. bütün albümü herifin peşinden koşmakla geçirmiş belli.

    2001’de living’i kaydetti. davulu vinnie colaiuta çalıyor, basta da miroslav vitous var. colaiuta volkan öktem’den daha fazla albümde çalan tek davulcu olabilir. adam zappa’ya da çaldı, chick corea’ya da; sting’e de çaldı tori amos’a da. çok büyük davulcudur. living ile timescape’i kıyasladığınızda farkı görürsünüz.

    2005’te flashpoint çıktı. dave weckl albümü gibi açılıyor. basta anthony jackson, saksofonda david liebman var. anadolu albümünde de aynı ekip vardı. caz pornosu gibi. beyazların (anthony jackson’u tenzih ederim) ufak tefek şımarıklıkları. speak without words parçasını dinleyin. aynı parça timescape albümünde de vardı. kıyas yapabilmemiz için iyi bir fırsat bu. hatta bir de kai eckhardt’ın albümünden (honour simplicity, respect the flow) dinleyin. üçünü kıyaslayıp timescape versiyonunu seçmeyecek var mı? bu kıyasta en göze çarpan şey flashpoint versiyonundaki dinamik eksikliği. herkesin tuşesi yüksek ve nadiren hafif yumuşuyor. doruk yok. hatta engebe bile yok. fakat timescape versiyonunda parçanın yer yer tırmandığını ve sonda da çözüldüğünü duyarsın. bu doruk – engebe meselesine ileride tekrar döneceğim. önemli.
  • türkiye'de caz diye batu akyol 'un yaptığı bir belgesel var; gayet güzel, derli toplu. 2015 tarihli galiba, hatta o zamanlar gösterime filan girmediği için bulup seyredebilmek için epey çaba sarfetmiştim. bugünlerde iksv'nin youtube kanalında yayınlanıyor. gerçekten de insanın hoşuna da gidiyor içinde bulunduğumuz leş günlerde bir nebze olsun eskiyi görebilmek. evet caz çok zor ama olsun yine de güzel.

    https://www.youtube.com/watch?v=mtu_8l-7nwy&t=7s
hesabın var mı? giriş yap