• ahmet kabakli tarafindan kurulmus; ve o donemde necip fazil, cemil meric, samiha ayverdi, ayhan songar,ekrem hakki ayverdi, erol gungor, ahmet turan alkan, besir ayvazoglu, sezai karakoc, tahsin banguoglu, mehmet kaplan,taha akyol,agah oktay guner, arif nihat asya, yavuz bulent bakiler, rauf tamer,omer lutfu mete gibi turk saginin neredeyse butun onde gelen sair-yazar-aydinlarinin bulustugu,ve halen iskender pala, reha oguz turkkan,besir ayvazoglu,yavuz bulent bakiler'in yazilarinin yayinlandigi aylik edebiyat ve kultur dergisi. ayni adli bir de vakif bulunmaktadir.
  • kabakli hocanın ölümünden sonra yiğeri servet kabaklı'nın çıkarmaya devam ettiği, isa kocakaplan'ın yönettiği edebiyat dergisi. yukarıdakilere ek olarak sevinç çokum hanımefendi ve yağmur atsız beğ de düzenli olarak yazmaktadır.
  • adının türk edebiyatı olmasına kanıp alırsanız, içinin arapçayla dolup taştığına şahit olacağınız sayfalar bütünü.
  • ahmet kabaklı'nın yeryüzüne bırakabileceği en tuhaf yapıttır. geçen gün yolda görüp içini açınca karşıma ilk çıkan sözcük teşevvüş oldu. arapçam yeterli gelmediği için aldığım yere yavaşca bırakıverdim.
  • queer damarı reşat ekrem koçu, nahid sırrı örikve hüseyin rahmi gürpınar'danoluşur. alttan alta tüysüz oğlanlari, ince işleri kanaviçeleri ve kavgalari bir eda ile aktaran reşat ekremin tarihi anlatıları sentaks için bile halid ziyanın "saray ve ötesi" nde okuduğumuz uzun ve hesaplı olmaktan çok daha oynak denebilir.. hüseyin rahminin çifte yaşamı sayesinde kitapları, gündüzleri bir memur iken foucault gibi geceleri erkek sevgilisine hizmet eden bir eşcinselin gözyaşlarıyla ve sevinçleriyle yazılmıştır.. nahid sırrı örik, selim ileriden faklı olarak bir korkaklıkla değil bir içekapanıklıkla "turnede bir artist öldürüldü" ve "yıldız olmak kolay mı"
  • sözlü ve yazılı olarak iki kolda gelişen edebiyattır. türk edebiyatı yapısı, gücü, dil ürünleri ve eskiliği bakımından dünyanın en eski ve en gelişmiş edebiyatlarından biridir. dediğimiz gibi gelişimini iki kolda sürdürmüştür: sözlü ve yazılı edebiyat.

    sözlü edebiyat:
    türk edebiyatının kullandığı en eski tekniktir. eldeki verilere göre türk edebiyatının ilk yazılı metinleri m.s. 8. yüzyıldadır. ancak o yazıtlardaki dilin oluşabilmesi için dilin ve edebiyatın uzun bir hazırlık süreci geçirmesi gerekmektedir. dolayısıyla bu da sözlü gelenek türk edebiyatını milattan önceki yıllara götürmektedir. sözlü edebiyatın başlıca özelliği -adı üzerinde olduğu gibi- sözlü olarak icra edilmesidir. yani ozanların kopuzlar eşliğinde söylediği şiirler, yazıya geçirilmemiş destanlar, ninniler, tekerlemeler, bilmeceler vs. türlerin hepsi sözlü edebiyat geleneğimiz içerisindedir. yerleşik hayata geçmeyle birlikte yazılı edebiyat sözlü edebiyatın biraz daha önüne geçse de sözlü edebiyat geleneği hiçbir zaman yok olmamıştır. kültürün verdiği zenginlikle beraber sözlü edebiyatta gelişmiştir. islamiyetten önce sözlü edebiyatımız altın devrini yaşamıştır fakat sonraki yıllarda biraz daha geri planda yaşamıştır. sözlü edebiyat geleneği halk edebiyatımızın ürünleriyle özdeşleşmiştir. bu yüzden sözlü edebiyatta kullanılan dil bozulmamış, sade, duru ve akıcı bir dildir. bir dilin niteliklerini en iyi sözlü edebiyat ürünleriyle açıklayabiliriz. sözlü edebiyat halk arasında yayıldığı için bu alandaki eserlerin çoğu anonimdir; halkın bağrından kopup gelen ürünlerdir. günümüzde de sözlü edebiyat geleneği aşıklarla devam etmektedir.

    yazılı edebiyat:
    türk edebiyatının geç başlayan evresidir. ilk örnekleri m.s 8. yüzyılda görülmüştür. bunlar da herkesin bildiği gibi orhun abideleridir. yazıya geçişle beraber bu edebiyatımızda hızla ürünlerini vermiştir. islamiyetin tesiriyle beraber bu alanda birçok ürünler verilmiştir. yazılı edebiyat ürünlerinin temel unsurları: kitaplar, kitabeler, romanlar, gazeteler, dergiler vs. vs. yani yazılı olarak gördüğümüz her şeydir. sözlü edebiyata göre biraz daha bozuktur. bunun sebebi yazılı olması ve diğer dillerle etkileşim içinde olmasıdır. yazılı edebiyat ürünleri usta işidir. gören, bilen, okuyan insanlar bu edebiyatı icra ettirebilirler. bu yüzden bunlar tam olarak halkı yansıtmaz. buradaki nispet sözlü edebiyatla karşılaştırıldığında ortaya çıkacaktır. uzun yıllar yazılı edebiyatımız arapça ve farsçanın etkisinde kalmıştır. 20. yüzyılın gelmesiyle birlikte arapça ve farsçanın hakimiyeti kırılmış yazılı edebiyatımızda fransızcadan gelen sözcükler boy göstermeye başlamıştır. bugün medya aracılığı ile her yerde her an yazılı edebiyat ürünlerimize rastlayabiliriz.
  • dünya edebiyatı içerisinde hatırı sayılır yere sahip değil. olması gereken yerin çok gerisinde. bir kere türk coğrafyası bile türk edebiyatı'na çok uzak; aradan bir sınır kapısının geçtiği azerbaycan elleri, bizim yazmalarımızı okuyamıyor mesela, bu olumsuz bir durum. neden olumsuz bir durum? ne yazıyorsak kendimize yazıyoruz çünkü. bestseller çıksın kaygım yok, ki onu da deneyen çok, fakat yazdığımız iyi yazılar-çiziler de dışarıda az örnekli olsalar bile bizde kalıyor, gene dönüp dönüp biz bakıyoruz hepsine. penguin, huzur'a ve tutunamayanlar'a fazlasıyla yüksek çeviri ücretleri ödese de, bu kitapları ingilizceye çeviremiyoruz. ingilizceye çeviremediğimiz kitaplar da, tabiatiyle dünyaya hiç açılmamış oluyor.

    elif şafak'a kızmıyor değilim ben. kendi dilinde uslu uslu yazsa da biz bari okuyabilsek... ama ona da ne diyebiliriz ki bunları düşününce? kendisi için bir seçim; türk edebiyatı içinse bir şans. orhan pamuk'u çok mu sevdik ki elif şafak'a atacak çamur bulamayalım? ağız yayıp eleştirenler hep olacak, bildiği gibi yapsın gene o.

    ama bir de tezer özlü var mesela. çift dilli bir başka yazar. almanya'da kaç kişi biliyor tezer özlü'yü? almanya'yı geçiniz, türkiye'de tezer özlü'den haberdar olan kaç kişi bulabilirsiniz? peki tezer özlü'nün ortalamanın üzerinde bir yazar olmadığını iddia edebilecek biri var mı?

    konunun özü, hem kapalı bir dil ve kültürde yetişiyor olmamızda, hem de yenilikten korkan bir karakterimizin olmasında. sırf edebiyatla ilgili değil bu. son 10 yılda birden bire patlayan sinema alanında bile olması gerekenin çok gerisinde duruyoruz. cannes'da alınmış 3 ayrı ödül var son 7 yılda. fakat beklediğimiz ilerleyişi bir türlü göremiyoruz. çünkü 1982'nin cannes'ını hatırlamıyoruz. o zaman sahip çıkmadık, ötelere koyduk; bugün geri getirmek de çok zorlaşıyor.

    çift dilli yazara, oryantalist'e, postmodern'e, radikal'e o kadar çok yükleniyoruz ki, yenilerini kuytularından çıkarmamız çok zaman alıyor. sinirleri sağlam olanlar kendilerni bir şekilde ortaya atabiliyorlar, geri kalanları içinse mucizeler beklemek gerekiyor.

    türk edebiyatı, dünya edebiyatı içinde mühim bir yerde değil. fakat olması gereken yere geldiğinde, dünya insanlarının konuşmak isteyeceği çok şeyleri olacak. daha 2 yıl evvel burun kıvırılan frankfurt konuğu murat uyurkulak kuytu köşesinden çıkarsa, ah muhsin ünlüler şizofrengilerle sınırlanmazsa, 80'ini geçip de ölen vüs'at o. bener'i birileri okumaya başlarsa, bir yol açmış sayılabiliriz. ve tabii bir de, ömer kavur ve metin erksan'dan öteye geçen bir uyarlama sinema alanımız olmalı; iki alanı birbirinden ayırmak çok zor ne de olsa.
  • türkiye'de pek bi yetim muamelesi görür. öyle ki halkımızın büyük çoğunluğu bu edebiyatın şiir ayağının hababam sınıfı tarzında dalga geçilmek, roman ayağının ise son dönem türk dizilerine senaryo sağlamak için yazıldığını düşünür.
hesabın var mı? giriş yap