• dil konusu benim her zaman ilgimi çekmiştir. düşünürken dilin bizi sınırlandırıp sınırlandırmadığını merak ediyorum. örneğin bir şeyin güzel olduğunu düşünürken güzel kelimesini bilmesek yine de "güzel" olduğunu düşünebilir miyiz? veya ilk dili geliştirenler kelimeleri neye göre belirlemişler?

    bu kapsamda türkçe bana büyük ışık tutmuştur her zaman. muhtemelen ilk türk kavmi günlük hayatta sıklıkla karşılaştıkları bazı kelimeleri çok basit iki harflik seslerle tanımlamışlar. su, ay, aş, ot vb. muhtemelen ilk kelimeler bu şekilde gelişmiş ve daha sonra daha karmaşık konseptler zamanla oturmuş. bu ayrıca benim bazı yorumlarda bulunmama da yardımcı oluyor. örneğin kültürümüzde pratik zekanın oldukça yaygın olması gibi. örnek verecek olursam; avrupada bir kaç yıl yaşadığım süreçte ve şu anda bulunduğum amerika'da bir ürünün fiyatı 5 dolar 5 cent ise ve ben 10 dolar 5 cent verirsem kafaları karışıyor ve 10 dolar zaten yeterliydi 5 centi neden verdin ki diye yüzüme bakıyorlar. halbuki bu türkiye'de hiç karşılaşmadığım bir kafa karışıklığı. bu pratik zekamız tarihte bize güç olarak geri dönmüş gibi görünüyor. ancak yazının bulunmasıyla iletişimimizdeki bu avantajı kaybetmişiz sanırım, ve pratik zekamız aslında dezavantajımıza dönüşmüş: kuralları uygulamak konusunda sıkıntı yaşıyoruz. onun yerine, hallolur zaten diye düşünüp kafamıza göre davranabiliyoruz. böylece kurallara uyan (ya da belki de uymak zorunda olan) toplumlar, kuralların yıllar içerisindeki tecrübe ile oluşmasından ötürü daha avantajlı duruma geçmiş gibi görünüyorlar.

    türkçe ile ilgili en sevdiğim ikinci özellik ise geçmiş zaman kipleri. batı dillerinde bir çok geçmiş zaman "kipi" var. halbuki bizde bu sadece iki temel dala bölünmüş "-di'li" geçmiş zaman yani bizzat şahit olduğun, ya da "miş'li" geçmiş zaman yani başkalarından duyduğun. dolayısıyla ikincinin gerçekliği daha şüpheli. ancak ne yazık ki bu dil avantajını çok kullanmıyoruz gibi geliyor bana. insanlar kendileri şahit olmasalar dahi "-di'li" geçmiş zaman kullanıyorlar. böylece neyden gerçekten emin olduğumuzu neyden olmadığımızı ayırt edemiyoruz.
  • yüz on yıl önceki ıslah hareketinin özeti şu şekilde olan dilimiz:

    "... geliniz canip, sizinle edebî lisanda bir ihtilâl yapalım. arabî, farisî terkipleri atalım. türkçesi olan arabî, farisî kelimeleri kullanmayalım. meselâ ay varken (mah), güneş varken (şems) (hurşit) demeyelim."

    *

    "... beş asırdan beri konuştuğumuz kelimeleri, alışılmış denilen arabî ve farisî kelimeleri mümkün değil terk edemeyiz... konuştuğumuz lisan, istanbul türkçesi en tabiî bir lisandır. klişe olmuş terkiplerden başka lüzumsuz ziynetler asla konuşmamıza giremez. yazı lisanıyla konuşmak lisanını birleştirirsek edebiyatımızı ihya, yahut icat etmiş olacağız. maharetimizi, sanatımızı, zekâmızı yalnız beş on kişilik bir edip kümesi takdir etmeyecek, karşımızda anlayan, takdir eden, alkışlayan ve mükâfatını veren bir ekseriyet bulunacak.

    *

    türkçe kaidelerle terkip yapılabilir. arabî ve farisî kaidelerle niçin yapıyoruz? bu bir ihtiyaç mıdır? hayır, biz onları süsleme için, süs için yapıyoruz. şüphesiz süs için... işte bundan vazgeçelim. lâfza tapmayalım. eserlerimiz yaldızlı mukavvadan bir heykel olmasın, fikre, hisse ehemmiyet verelim. yazılarımız sade, beyaz, muhteşem, güçlü, ebediyete namzet, mermerden abideler olsun!

    *

    biz bütün karanlıklardan uzak, hür ve müstakil ilim ve edebiyat için çalışacağız. gayemiz millî bir lisan, millî bir edebiyat vücuda getirmek olacaktır.

    *

    biliniz ki bu asırda muharebeyi ordular yaparsa da muzafferiyeti asla kazanamaz. muzafferiyet intizam ve terakkinindir. işkodra'dan bağdat'a kadar bu kıtayı, bu osmanlı memleketini işgal eden turanî ailesi, türkler ancak kuvvetli ve ciddi bir terakkî ile hakimiyetlerinin mevcudiyetlerini muhafaza edebilirler. terakkî ise ilmin, fennin, edebiyatın hepimizin arasında yayılmasına bağlıdır. ve bunları neşir için evvelâ lazım millî ve umumî bir lisandır.

    *

    yüz milyon türk birbirini tanımıyor. niçin? dillerini kaybetmişler, ondan! osmanlı türkleri biraz açılmış fikirleriyle bu türk lisanının içine girmiş ecnebî kaidelerinin atmazsa sonra ne olacak? hulâsa yeni lisan'ı kabul, daha doğrusu öz dilimizi ihya etmek büyük ve mukaddes bir vazifedir.

    *

    biz gençler, işte ilim ve fen karşısında pek çirkin, pek tehlikeli, pek münasebetsiz duran bu harabeleri yıkacağız. lisanımzıdaki arabî ve farisî terkip ve cem kaidelerini, türkçeleşmemiş edatları atacağız.

    yalnız cidden muhtaç olduğumuz manalı kelimeler kalacak ve türkçeleşecek.

    gayemiz: sadeliğe, güzelliğe, tabiata, tekâmüle, doğru durmadan, bıkmadan yürümek olacak."

    (ömer seyfettin, "yeni lisan", genç kalemler, 11 nisan/19 mayıs/26 mayıs 1911)
  • dünyanın en güzel dili
  • annenin babasıyla,babanın babasının aynı isimle adlandırılması bazen sohbetlerde kimden bahsediliyor acaba algısı oluşuyor.burada aynı dayı,amca veya teyze,hala veya anneanne,babaannede olduğu bir ayrım olmalıydı. her iki şahısa da dede olarak adlandırmak garip gelmiyor mu sizlere de?
  • normalde, babanın babasına; büyük baba. annenin babasına ise; dede denir ama bu fark kaybolalı çok oldu. bundandır kafa karışıklığı.

    sözlükte o kadar çok kullanamayan var ki dilimizi, okuduğumda veya gördüğümde kahroluyorum. mesela, bir yazar girdisinde öğretmen olduğunu belirtmiş ama yazısında baştan aşağı imlâ hatası var ve kendisi öğretmen. öğretmen olduğunu belirtmemdeki sebep, en azından siz yapmayın hani demek istememdir.

    yüksek lisans yapan birçok yazarların girdilerininde de göz kanatıcı hatalar var. yahu tamam kimse %100 doğru kullanamıyor dilini ama bir bak yazdığına. ne bileyim, en azından -de -da’yı doğru ayır lan.

    çok seviyorum dilimi ve elimden geldiğince özenle kullanmaya çalışıyorum. bir cümlede derdini anlatmak istesen, 1001 yolla anlatabiliyorsun. gerek mizahi, gerek duygusal, gerek arabesk, gerek dolaylı, gerek aşağılıyıcı, gerek alaylı yoldan her türlü çevire çevire anlatabiliyorsun.

    birazcık özen, birazcık.
  • karamanoğlu mehmet bey'in fermanıyla türkçe, 13 mayıs 1277 tarihinde, anadolu’da resmi dil olarak kabul edilmiştir.
  • az önce 1900'lü yılların başında yazılan oxford english dictionary'nin hikâyesini anlatan the professor and the madman filmini izledim.

    filmin sonunda verilen dipnotlarda 1900’lü yılların başında ingiliz dilinde 414.000 kelime olduğu söyleniyor.

    halbuki türk dil kurumu'nun güncel türkçe sözlüğüne göre bizim kelime sayımız 111.027 ve bunun azımsanamayacak bir kısmını (yaklaşık %12-13) yabancı kökenli kelimeler oluşturuyormuş.

    zamanında şöyle bir şey okuduğumu hatırlıyorum, 16. yüzyılda yaşayan william shakespeare'ın herhangi bir eserini ingilizler okuduğu zaman çoğunlukla anlayabiliyormuş.

    peki ya biz?
    dil reformunu eleştirmek için söylenen bir gecede cahil bırakıldık sözü vardır bilirsiniz.
    bir de şu var dedemizin mezar taşını okuyamıyoruz serzenişi.

    elbette yukarıdaki cümleleri kabul etmiyorum, sanki harf inkılabından önce anadolu'daki köy kıraathanesinde dayılar atomu parçalıyordu da cahil kaldılar. (tripli surat emojisi)

    ama türk insanı olarak da kelime dağarcığımız çok kötü değil mi dostlar?

    misal 19. yy tanzimat dönemi edebi eserlerinden taaşşuk-ı tal'at ve fıtnat kitabını okusak sanıyorum ki bir halt anlamayız, kaldı ki çoğumuz kitabın isminde geçen taaşşuk kelimesinin ne manaya geldiğini dahi bilmez.*

    (bkz: gündelik konuşmada kullanılan kelime sayısı)

    türk dil derneği başkanı sevgi özel, "günlük yaşamda türkçe'de 100.000 kelime bulunmasına rağmen üniversite mezunlarının bile en fazla 200 kelime ile konuştuklarını" söylemiş.

    peki ya sosyal medya jargonuna ne demeli?
    aynen, boş yapma, çar vs vs...
    bunlar ne kadar vasıfsız, ne kadar kıymetsiz sözcüklerdir yahu; bu kelimeleri sık kullanan insanlara şahsen ben kendi hayatımda hiç rol vermiyorum, dostum olsa ilişiğimi kesiyorum o kadar obsesyonum pardon türkçe söyleyeyim takıntım var bu konuda.

    neyse eyyorlamam bu kadar.
    (bkz: eyyorlamak)
  • türkçe edebiyat, türkiyeli yazar söylemlerini duydukça yakında dilin adını yani türkçe kelimesini de kullanmaktan imtina edecekler türeyecek. hatta belki şu anda türkçe yerine ne desek diye kafa patlatiyorlardir. türkiyelice ? türkiyece? yakında bakalım nasıl değiştirmeye çalışacaklar.
  • şu poşetlere ingilizcede stand up pouch deniyor. türkçe çevirisi "ayakta duran poşet" oluyor.

    ancak aynı poşete türkçede "oturan poşet" deniyormuş.

    poşet aynı. bir dilde ayakta duran, diğerinde oturan olmuş. vakit bulduğumda tek tek gidip diğer dillerde ne dendiğine ve bunların göreceli çevirilerine bakacağım. çok merak ettim kaç dilde oturan kaçında ayakta olarak geçiyor.

    edit: almancasına bakayım dedim. stehbeutel diye bir kelime çıktı. çevirisine baktım hiçbir şey ifade etmedi. deney daha başlamadan bitti.

    edit 2: gitsenbengelcem mesaj attı. "stehen: dikilen, ayakta durmak demek. stehbeutel da ayakta poşet, dikili duran poşet şeklinde çevrilir," dedi.

    şimdilik: ayakta duran 2 - 1 oturan

    edit 3: fransızcasını araştırdım ve "pochette debout" dendiğini öğrendim. anlamını bilemiyorum. fransızca bilen biri çevirirse süper olur.

    edit 4: ucabenlale mesaj attı. debout ayakta duran demekmiş.

    şimdilik: ayakta duran 3 - 1 oturan.

    edit 5: rusçasını buraya kopyala yapıştır yapamadım zira sözlük sanırım sadece latin alfabesini kabul ediyor. rusçası burada yazıyor. anlamını bulamadım. rusça bilen biri ne olduğunu söylerse edit'lerim.
hesabın var mı? giriş yap