• (bkz: #71848884)
    zaten kurtuluş savaşında da trakya ve özellikle istenbul ve izmir kendi imkanlarıyla işgalcileri yenmiştir.

    oruya hiç bir iş kalmamıştır.

    o kadar ki atatürk ancak 1927 yılında istanbul'u ziyaret edebilmiştir.

    (bkz: gaziantep)
    (bkz: kahramanmaraş)
    (bkz: şanlıurafa)
    (bkz: erzurum)
    (bkz: nene hatun)
  • yolda park yeri yüzünden darp edilebildiğiniz ülke. sabah kütüphaneye giderken çıkan bir aracın yerine arabamı parkettim. sonra magandanın birisi arabadan iner inmez üzerime saldırdı. elmacık kemiğime ve karnıma iki yumruk attı. çevreden geçen kimse ses çıkarmadı. telefonumla polisi aradığımda ise tekrar üzerime yürüyerek hayatını yakarım mahvederim minvalinde tehditler savurdu. madem korkun yok bekle polisi o zaman dediğimde ise başkalarını telefonla aradı ve uzaklaştı. 24 yaşında bir insanım. o kişi bana biz bekliyorduk yalnız orayı dese zaten arabamı çeker yer veririm. ama darp? şikayetçi oldum ama adamın adı yok plaka numarasını da alamadım. gerçekten herkesin ciddi psikolojik sıkıntıları var bu ülkede.
  • artık çok çirkin zihniyetli insanların kamuoyunda rahatlıkla belirebildiği çok güzel bir coğrafyaya sahip ülke.
  • anadolu'ya ilk türkiye diyenler, memlüklülerdir sanılır ancak ilk türkiye ifadesini kullananlar keltlerdir. memlüklüler 12.yüzyılda söylemişken bunu keltler, 8.yüzyılda anadolu'yu işgalden sonra söylemişlerdir. lakin manası bilindiği gibi türk'e ait olan değildir. keltlerin başkentlerinin ismi o dönemde türkiye'dir. kendi dillerinde verimli toprak manasına gelen türkiye kelimesini, roma'yı yenip anadolu'yu işgalden sonra bu topraklara vermişlerdir. aytunç altındal, bu konuyla ilgili daha detaylı bilgi vermektedir. araştırmak isterseniz aytunç altındal gayet açık anlatmaktadır olayları.
  • akşam sesini duydum.
    açık tehditte, hepbir ağızdan.

    oy oy oy....

    o sesin önünde durmak ne fransa'nın ne pkk' nın ne kimsenin yapacağı iş değil.
  • uzun zamandır doğu ile batı arasına sıkışmış, ikisinden de biri olamamış vatanım.

    birilerinin doğuya çekiştirmelerine halen bir şekilde dayanan vatanım ....

    aslında ne doğudur,ne batıdır. birilerinin zoraki bir şekilde entari biçmeye çalışıp, seçim yaptırmaya çalıştırdığı ve bir taraf oldurtmaya çalışıldığı ama aslında sadece kendisi olması gerekendir. nev-i şahsına münhasır memleket.
  • esenboğa havalimanından atr72-500 model pervaneli bir yolcu uçağıyla siirt’e doğru havalandık. pervaneli uçak yüksek irtifada uçmadığından küçük camından anadolu’nun silueti biraz puslu da olsa seçilebiliyordu. bu yolculuk bana anadolu’nun içinden, güney doğusuna kadar bin kilometreyi aşan bir alanı kuş uçuşu izleme imkanı verdi. 12000 feet, yaklaşık 6 kilometre üstten bulutların biraz altından memlekete baktım. bu bakış soyut, subjektif değil; gözün görüp aklın algılayacağı somut, nesnel bir bakıştı.

    önceleri her yer yeşildi. kuzey ankara, kentsel dönüşümle başkentin girişindeki gecekondular toplu konutlara çevrilerek değiştirilmiş, peyzaj çalışması yapılmış, havuzlar, ağaçlandırma çalışmalarıyla yurt dışından gelecek ağır konuklar için seyirlik bir görünüme büründürülmüştü. esenboğa da türlü ağaçları, küçük korusu ve çimlerle çubuk'ta bir vaha gibiydi. uçak kalkıp birkaç dakika yol katedince bozkır kendini gösteriverdi. ağaçlar birer birer azaldı ve sonunda görünmez oldular. havadan tepeler, yamaçlar, küçük uzak köyler kahverengi bir halının hep boz, renksiz motifleri gibi kaldılar. belki teşviğin üretimi engellemesi, belki de bu sene yağışın az olmasıyla tarlalarda ekin yeşili de yoktu.

    camdan sürekli benzer bir manzarayı görmek bir süre sonra beni sıktı. havacılık kurumu kimliğim yanımdaydı. hostese kimliği göstererek havacılık yönetim sistemi eğitiminden geldiğimi ve teorik eğitimden başka uçuşu yerinde izlersem işin pratiği hakkında da tecrübem olacağını söyleyerek kokpit uçuşu için izin talep ettim. pilotların gerekli koordineyi yaptıktan sonra pozitif karar vermeleriyle kokpite alındım. bu sefer bakış açışı genişledi ve her yer daha net görünür oldu. pilotlarla tanışıp uçuş hakkında teknik bilgi aldıktan ve irtifa, manivela, rota, otomatik pilot, notamlar, transponder, havacılık endüstrisi, malezya’nın kayıp uçağı üstüne kısa bir sohbetten sonra onlara ülkenin doğal güzelliğinin beni şaşırttığını söyledim. kaptan pilot da ne yazık ki ülkenin çölleştiğini, eskilerin anlatımına göre bir sincabın ağaç dallarından hiç inmeyerek trakya’dan iran’a kadar gidebildiğini söyledi. insanların hem üretmek istemeyip hem de var olanı korumadığından yakındı. yeşile karşı bazı önyargıların da olduğunu diyarbakır’da görev yaparken köylünün, düşman ağacın arkasında saklanmazsın diye ağaçtan hoşlanmadığını, yine konya’da uzun yıllar sağlık görevlisi olarak çalışan annesinin hasta için gittiği her eve üzüm çubuğu götürdüğünü ama köylülerin bunları kırıp attığını, bir zamanlar bu toprakta ağaç yetişmez ön yargısının kamu eliyle yetiştirilen küçük fidanlıklar ile kırılmaya da başlandığını anlattı. tabii ağaçlar bir dönem iç güvenlik için de istenmeyen bir faktördü.

    erciyes dağı karlı zirveleri ve vakar duruşu ile gökyüzünü selamlıyordu. arada bir görünen derelerin naif mavisinden, toprağın boz renginden sonra güneşin altında parlayan kar beyazı , seyri güzelleştirdi. kokpitten pilotlara teşekkür edip yerime geçince, bir süre daha kendini tekrarlayan tepeler, yollar, akarsular ve dağ köyleri manzarasını izledim. önce hazar gölü sandığım ama bitmek bilmeyen uzunluğu ve üstündeki baraj göllerinin çokluğuyla fırat nehri olduğuna kanaat ettiğim devasa akarsu, bölgeyi adeta bir ağaçsız göller yöresi yaptı. tabii içini balık çiftlikleriyle doldurduğumuz baraj göllerinin etrafını bile ağaçlandırmayı yine başaramamıştık.

    uçak elazığ’dan sonra alçalmaya başlayıp botan vadisi üstünden irili ufaklı derelerden, yeşermeye başlayan buğday tarlalarından süzülerek siirt’e inince, iki saatlik anlamlı yolculuk sona ermiş oldu.

    başta tema vakfı olmak üzere onlarcası yapılan’ türkiye çöl olmazsın’ kampanyaları, ‘anadolu’nun ağacı meşe’ söylemleriyle beklenen etkiyi ya gösteremedi ya da ağaç dikip ona bakmadıktan sonra bu çabalar boşa gitti.

    türkiye ‘nin siyasi, ekonomik, hukuksal ve kültürel yapısı sürekli tartışılır. doğu’ya mı, batı’ya mı ait olduğumuz, kimliğimiz, hep polemik konusudur. bu kültürel kimlik tartışmasını kültürler arası bir hoşgörü köprüsü olduğumuz şeklinde sonlandırırız. fiziki olarak türkiye kıyıları hariç, sanatçı nuri bilge ceylan’ın dediği gibi sadece yalnız ve güzel değil, çorak ve sarımtırak bir ülkedir en nihayetinde de diyebiliriz. genç fidanlarımızı bağrına verdiğimiz anadolu topraklarını; kendini ve ülkesini seven, üreten, çalışan ve sorumluluk duygusuyla hayata bakan iyi insanlar yeşertecektir.
  • bugün helak edilse, 500 yıl sonra yapılan arkeolojik kazının en acemi arkeologunun “burası putperestlerin yaşamış olduğu bir yermiş” tespitini rahatça yapacağı ülke.
  • halkı son 20 yıl içinde gözle görülür şekilde evrim geçirmiştir. tamami ile kendi geleneksel bağlarından kopmuş, yapmacık yaşam biçimini örnek alıp burnunun ucuna gitmektedir. eğer önlem alınmaz, insanlar bilinçlendirilmez ise toplumda intihar vakaları, cinayetler, tecavüz, hırsızlık, gammazlık, suç unsurları birleşik devletlerin oranı ile kafa kafaya yarışacak seviyeye gelecektir.
  • "çok laf, az iş"in ana vatanı.
hesabın var mı? giriş yap