• türkiye'de yaşayan gürcüler.
    türkiye gürcülerinin, tarihsel gürcistan’ın güney batı kesimindeki tarihsel siyasal gelişmelerle doğrudan ilişkili olduğu söylenebilir. bu bağlamda, türkiye gürcülerinin tarihini, esas olarak osmanlıların gürcistan topraklarına kalıcı olarak girdiği 1578'den başlatmak yanlış olmaz...osmanlı kaynaklarına "dehan-ı gürvistan" ( gürcistan ağzı) olarak geçen ardahan kalesini aldıktan sonra ilerlemeyi sürdürdüler. 10 ağustos'ta çıldır’ı, iranlıların gürcüleri desteklemesine karşın 24 ağustos 1578'de tiflis'i ele geçirmeyi başardılar...

    gürcistan’ın güneybatı kesimindeki kesimindeki gürcülerin, osmanlı yönetimi altında kalması ve 17-18. yüzyıllarda müslümanlaşmasıyla birlikte hıristiyan gürcülerden yaşam biçimi bakımından büyük ölçüde farklılaştığı söylenebilir. her şeyden önce bu, islamın kurallarını benimsemenin kaçınılmaz bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. öte yandan siyasal gelişmeler ve savaşlarda, etnik olarak aynı ama dinsel bakımından farklı olan bu toplulukları birbirinden koparmıştır. o tarihsel koşullarda müslüman gürcüler hıristiyan gürcüler için yalnızca birer tatar (osmanlı, müslüman, türk) idi. hiç kuşkusuz müslümanlaşan gürcüler, ulusal kültürü ve yaşam biçimini tümden yadsımış yada unutmuş değillerdi. gürcüce konuşmak başta olmak üzere, müslümanlıkla açık biçimde çelişmeyen, müslümanlığa uyarlanabilen gelenek ve göreneklerini korudular. geleneksel yemeklerini pişirmeyi göç sonrasına değin taşıdılar. osmanlı toplumuna özgü sayılabilecek giyinmenin yanında ulusal giysilerini de kullandılar. "ketsi"de (pileki) pişirdikleri mısır ekmeğini haç biçiminde çizmeyi, ahşap cami süslemelerinde haç biçimli oyma yapmayı sürdürmeleri bu durumu yansıtır. ancak islamın cevaz vermemesinin yanı sıra, belki siyasal nedenlerinde bir sonucu olarak müslüman gürcülerin edebiyat, güzel sanatlar, müzik, tiyatro gibi alanlarda hiç bir etkinliğine rastlanmaz. zaten kendi dili ve alfabesiyle eğitim olanakları bulunmayan bu halkın bu tür etkinlikler içinde bulunmuş olması da beklenemez...

    karadeniz kıyılarına gelen gürcüler özellikle bataklık alanların bulunduğu yörelerde sıtma ile karşılaştılar. bu nedenle birçoğu kıyı bölgeyi aşarak yüksek yerlere yerleştiler. yüksek yerlerde geldikleri bölgeninkine benzer bir iklim buldular. bu arada sıtmaya yakalananlar ve ölenler oldu. ama göç eden nüfusun ne kadar olduğu bilinmediği gibi göç sırasında ve sonrasında ne kadar insanın öldüğü de bilinmemektedir...

    osmanlı yönetimi her şeyi yeniden kurmak zorunda olan gürcüleri göçlerinden sonra 5-6 yıl her türlü vergi ve askerlikten muaf tuttu. gürcüler kısa bir süre içerisinde o dönem için mükemmel denebilecek evler yaptılar. evleri kestane kerestesinden yapmayı tercih ediyorlar ve çatılarını kiremit yerine "kavari" dedikleri küçük tahtalarla örtüyorlardı. rüzgarın etkisiyle çatılardan uçan bu tahtalar kiremit gibi kırılmadığından yerine konulabiliyordu. birbirine geçme yoluyla kestane ağaçlarında yapılan evler genellikle bir iki oda ve bir mutfaktan oluşuyordu. bu dönemde aynı yöredeki yerli halkla, gürcülerden yaklaşık 15 yıl önce göç etmiş çerkezler ise baraka benzeri evlerde yaşıyordu. gürcüler evlerini birbirine belli uzaklıkta yapıyorlardı. evlerinin yanında hasat edilen mısırı korumaya yarayan ambar (nalia) ve serenler (beğeli) bulunuyordu. bunlar dört direk ve her direğin üzerine, farelerin çıkmasını önlemek için konan tekerlek biçimindeki tahtalar üstünde inşa ediliyor, çatıları saz, mısır sapı yada tahta ile örtülüyordu. son derece dindar olan gürcülerin ( bu durum göç etmelerinin önemli nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir) kurduğu köylerde o döneme göre mükemmel sayılabilecek cami ve mektepler vardı. mekteplerde kız ve erkek çocuklara din bilgileri öğretiliyordu. gürcüler düzenli olarak cuma namazlarından sonra, köy ve cami ,le ilgili sorunlar üzerine görüşmelerde bulunuyorlardı. gürcülerin bu yerleşme biçiminden hareketle geldikleri yerleri benimsedikleri ve geri dönmeyi düşünmedikleri sonucuna varılabilir.

    gürcüler 5- 10 kişilik aileler halinde göç etmişlerdi. geldiklerinde "30 kuruş gibi bir para" dışında hiç bir şeyleri yoktu. ama bir kaç yıl içinde ihtiyaç fazlası oluşturacak kadar tarla ve hayvan edinmeyi, yerli halka göre daha iyi bir yaşam düzeyine uşamayı başardılar. her gürcü evinin kendine ait bir "havli" si ve bahçesi vardı. buralarda mısır başta olmak üzere hıyar, fasulye, kabak, pancar, lahana, patates gibi ürünler yetiştiriyorlardı. gürcülerde meyve yetiştirmek bir tür gelenekti ve yerleştikleri her yerde mutlaka dut, elma, armut, incir, erik gibi nerdeyse her tür meyve ağacı bulunuyordu. ayrıca havlilerinde tavuk besliyor, ormanlıkalanlarda arıcılık yapıyorlardı. gürcüler mısır tarlalarını yaban domuzlarından korumak için buralarda "sayvan" denilen kuleler yapıyor, köpek ve silahlarıyla birlikte geceyi bu kulelerde geçiriyor, gece boyunca bağrışıyor, teneke çalıyor ve silah atıyorlardı.

    gürcüler tarım için gerekli her türlü araç ve gereci, araba, ev, anbar ve serenlerini kendileri yapıyor, keten ve kendir yetiştirerek ip, iplik, elbise gibi ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. ipek kozası yetiştirerek ipekli kuşak dokuyor, fındık ağacı kabuklarından sepet yapıyorlardı. hasat ettikleri mısırı, dere kenarlarında yaptıkları ve ortaklaşa kullandıkları su değirmenlerinde (tziskvili) öğütüyordu. mısır unundan yapılan ekmeği (çadi) taştan oyularak yapılmış ve pileki (ketsi) denilen bir kap içerisinde pişiriyorlardı. mısır ekmeğini genellikle sıcak ve henüz pişmiş olarak yiyorlardı. lahana yemeği, fasulye ve mısır çorbası gürcülerin başta gelen yemeklerindendi. yemek evin mutfak işlevini gören bir odasında ya da evin ayrı bir bölümünde bulunan ocakta pişiriliyordu.

    türkiye'ye göç etmiş olan gürcüler geldiklerinde oldukça sağlıklıydılar ve aralarında torununun torununu görebilen yaşlılar vardı. oysa yerleştikleri bölgedeki yerli halk arasında 60 yaşın üzerinde çok az insana rastlanıyordu. ama kısa süre sonra gürcülerinde sağlığı bozulmaya başladı. gürcüler hastalarını genellikle kendi yöntemleriyle tedavi ediyorlardı. başta gelen tedavi yöntemi de hastayı terletmekti. hastanın üzerine yatak yorgan gibi eşyayı yığıyor ve bu yolla terlemesini sağlıyorlardı. yaratılıştan silahşör ve oldukça iyi atıcı olan gürcülerin silaha ve güzel tüfeğe büyük ilgileri vardı.

    gürcüler birbirleriyle dayanışarak ve yardımlaşarak bir çok işi birlikte yapıyorlardı. buna "meci" yada imece (nadi) deniyordu. örneğin köylüler arab ve hayvanlarıyla meciye katılıyor ve bir hanenin bir yıllık odununu bir günde çekebiliyorlardı. meci eden kişi önceden yemek pişiriyor ve katılanlara ziyafet veriyordu...

    gürcü köylüler arasında "fistan" denen uzun etekli elbise ile kısa ve oldukça dar bir yelek giyiyorlardı. başka bir yere giderken köydeki ekonomik durumlarına göre bazıları adi basmadan, bazıları ipekten ve bellerine kadar kısa büzgüler giyiyorlardı. kadınlar zamanını daha çok yemek pişirerek geçiriyorlardı. gürcü kadınları kocalarına saygı gösteriyor ve itaat ediyorlardı. doğuramayan kadın toplulukta itibarını kaybediyor, çok doğuranlardan ise övgüyle söz ediliyordu. kadınlar erkek çocuk dünyaya getirdiğinde bu olay silahlar atılarak kutlanıyordu. gürcü erkekleri başlarına sargı sarıyor ve "zıkva" denen sarı şalvar giyiyorlardı. giysileri genellikle abadan ve çuhadandı. abayı kendileri dokuyor, elbiselerini kendileri dikiyorlardı.

    kafkasya'daki gürcülerde klan dışından evlenme(egzogami) uygulanıyordu. bu uygulama aynı baba soylu kişiler arasında ve aynı klanı oluşturan farklı babasoylu kişiler arasında evliliği yasaklıyordu. türkiye'ye göç eden müslüman gürcülerde egzogami kuralı bozulmuştu ve baba tarafından akrabaları sınırlamıyordu. müslüman gürcülerde akrabalar arasında evlilikler (içten evlenme) yapılıyor, gürcü olmayanlara kız verilmiyor, ama seyrekte olsa gürcü olmayanlardan kız alınıyordu.

    gürcüler çocuklarını 20-25 yaşları arasında evlendiriyordu. kız verilirken karşılığında para alınıyordu. gelin evden çıkarken gerek gelinin arkadaşı, gerek en yakın erkek akrabası kapının önünde duruyor, bir "atiyye" (armağan) istiyordu. oğlan tarafı bunu karşılamadan gelin evden çıkmıyordu. gelin evden çıktıktan sonra ata bindiriliyor, kadın ve erkeklerden oluşan atlı - yaya bir topluluk eşliğinde damat evine gidiliyordu. gelin, damadın evinde kadınlar tarafından karşılanıyordu. damat kadınların arasında gelinin başındaki örtüyü kamasıyla açıyor ve henüz evlenmemiş olan bir kızın üzerine atıyordu.

    gürcüler düğün ve özel toplantılarda "horoni" (horon) dedikleri bir oyun oynuyorlardı. bu oyunda oldukça çevik ve çabuk hareket etmek esastı. horon genellikle üç kişiyle oynanıyordu. düğünlerde de damat evinde horon oynanıyor ve silahlar atılıyordu. sonra konuklara evin içinde kurulan sofralarda yemek yediriliyordu. sıra pilava gelince herkes kaşığını bırakıyor ve geri çekiliyordu. sofra, ileri gelen biri tarafından tutuluyordu. "sofra tutmak", kız tarafından bu önde gelen kişinin ev sahibinden tavuk, koyun, meyva gibi şeyler istemeseydi. bu sırada bütün düğün halkı tabancalarını evin her yanına doğru ateşliyor ve evi delik deşik ediyorlardı. sonunda istekleri yerine getiriliyordu. bunları ya sofrada yiyorlar yada ev sahibine iade ediyorlardı.

    gürcüler altın ya da gümüş ziynete büyük önem veriyorlardı. her erkeğin karısına beşi bir yerde, gümüş kemer gibi takılar alması nerdeyse zorunluluk sayılabilecek türden bir gelenekti.

    türkiye'ye göç eden müslüman gürcüler, gürcüceyi yalnızca konuşma dili olarak kullanıyorlardı. çoğunluğu gürcüce okuma yazma bilmiyorlardı. gürcüce okuma yazma bilen az sayıdaki gürcülerin okuma yazma bilen az sayıdaki gürcülerin hemen hepsi çürüksu (kobuleti) gürcüleriydi.

    *fahrettin çiloğlu'nun gürcülerin tarihi adlı kitabından alınmıştır.
  • reporting
  • gürcü olmakla övünseler de ırkçılık yapmazlar. o nasıl oluyor demeyin, oluyor işte. birbirlerini çok tutarlar ama başka ırklara karşı da önyargıları yoktur. gürcistan'da eskiden kullandıkları soyadlarını, türkiye'de sülale isimleri olarak hala kullanırlar. çoğu gürcüce konuşmayı bilse bile yazmayı bilmez.
  • macahel’liyim her ortamda gürcü olduğumu dile getiririm, bilen zaten gürcü’müsün diye de soruyor. ama türk oğlu türküz, artvinliyiz :)

    bi tek üzüldüğüm şey, annem babam anadil gibi gürcüce konuşurken, benim 5-10 kelimeden başka gürcüce bilmiyor olmam.

    çocukken öğrenmedik, şimdi bu yaştan sonra da zor :/
  • üniversitede gürcü kökenli karadenizli arkadaşlarım vardı. ataları çarlık dönemi rus baskısından dolayı gürcistan'ın acara bölgesinden gelmişler. tamara isminde meşhur bir kraliçeleri varmış. gürcülerin kıpçak türkleriyle karışmış olduklarını söylerlerdi.

    gürcistan hakkında izlediğim bir belgeselde de kraliçe tamara'nın ya eşi ya da anne veya babasından birinin kuman türklerinden olduğu bahsediliyordu.

    yıllar önce gürcistan devlet halk dansları grubu gösterisini izlemiştim. müthişti. aslında gürcü, azeri, çerkes, çeçen, ermeni vb tüm kafkas halklarının ezgileri, giyim ve oyun tarzları birbirine benziyor gibi geldi bana....
  • ben de onlardan biriyim. büyük büyük dedem sakıp tebidze 1879 senesinde gelmiş gürcistan'in acara özerk bölgesi'nin batum vilayetinin keda kasabasının agara köyü'nden.
    merak eden olursa devamını yazarım.
  • 1960-2000 arasındaki nesilleri mutlaka devlet memuru olmak, bir şekilde devlete kapak atmayı hedeflediklerinden içlerinden bol miktarda devlet memuru ve bürokrat çıkmıştır.
    bu nedenle girişimciliğe pek kafaları basmaz. biraz da memurluk kolaylarına geldiği için böyledir bu.
    ailesinin bir tarafı bunlardan olan biri olarak tespitim budur.
  • --- spoiler ---

    sovyet rusya’nın kızıl ordu’su bağımsız gürcistan’ın işgalini tamamlamadan bir gün önce, 16 mart 1921’de ankara hükümeti ile sovyet rusya arasında, tabiri caizse apar topar bir anlaşma imzalanmış. moskova anlaşması olarak bilinen bu anlaşma, eğer önceden hazırlanmış değilse, ankara hükümeti’nin bağımsız devlet olarak tanıyıp elçi gönderdiği gürcistan’ın işgali sürerken moskova’yla pazarlık masasına oturduğu anlamına gelir. bu anlaşmanın sonucunda, başka yerlerle birlikte artvin bölgesi türkiye sınırları içinde kalmış. ankara hükümeti’nin ilk işlerinden biri, artvin bölgesinin nüfusunun etnik yapısını tespit etmek olmuş. `1922 nüfus cetveli` olarak bilinen bu tespitte köyler, “milleti” kategorisi adı altında “türk”, “ermeni”, “laz” ve “gürcü-islam” diye düşülen notla etnik olarak tasnif edilmiş. bu tespitin, bölgede devlet politikalarının belirlenmesi için yapıldığı söylenebilir. bölgede hıristiyan gürcü nüfusu olmadığı halde, gürcülerin “gürcü-islam” olarak yazılması dikkat çekicidir. ermeniler sovyet coğrafyasına göç ettirilince, geride “sorunlu nüfus” olarak sadece gürcüler ve lazlar kalmış.

    beş yıl sonra, 1927 yılında, üç yıl artvin vilayetinde ilköğretim müfettişi olarak görev yapan muvahhid zeki’nin artvin vilayeti hakkında malumat-ı umumiye adlı kitabı yayımlamış. bu kitapta muvahhid zeki, artvin vilayetini adeta iğneden ipliğe tasvir etmiş. 1922 ile 1927 arasında bölgedeki en önemli gelişme haliyle bu kitabın yayımlanması değildir.
    1925 yılında artvin vilayetindeki köylerin neredeyse tamamı gürcüce olan adları değiştirilmiş.
    1927 yılında vilayet sınırları içinde türkçe dışındaki dillerin konuşulması artvin vilayeti genel meclisi tarafından yasaklanmış.
    artvin vilayeti hakkında malumat-ı umumiye’nin bütün bu değişikliklerin bir bakıma kamuya yansıtılan yüzü olduğu söylenebilir.
    türkçe olmayan köy adları değiştirilmiş olmasına karşın, yazar coğrafi bölgeleri anlatırken, “lazistan”, “klarçet”, “maskatya” gibi türkçe olmayan kelimeleri başlık olarak kullanmaktan kaçınamamış. halk kültürünü anlatırken, “tamaşa: esası itibarıyla gürcü oyunudur. kısa bir güftesi vardır. ve gürcücedir” dese de “lisan” başlığı altında, vilayet halkının dilinin “oğuz lisanının osmanlı lehçesi” olduğunu söylemiş.

    vilayette gürcüce ve lazcanın konuşulduğu kabul etmekle birlikte, gürcü dilinin ve âdetlerinin varlığını, bölgenin “uzun müddet gürcü istilası altında bulunması” gibi bir gerekçeye bağlamış. sonra sözü rus işgaline getirmiş ve elli yıl süren rus işgali sırasında halkın “lisan-ı asıllarını” kaybetmemiş olmasını “şayan-ı şükran bir hadise” olarak nitelemiş.

    kitabı dikkatlice okuyunca, etkili bir devlet memuru hissi veren muvahhid zeki’nin, son iki savaşta türklerin safından can veren halka müteşekkir gibi görünmesine rağmen, bölgenin tarihini çarpıtma gayretleri gözden kaçacak gibi değildir. bu durum, yazarın bölgenin gerçek tarihini bilmesi ve bölgenin gürcistan’a sınır olmasıyla açıklanabilir. türkiye cumhuriyeti’nin daha kuruluşu sırasında artvin vilayetinde köy adlarının değiştirilmesi ve türkçe dışındaki dillerin yasaklanması gibi kararları alma yetkisinin vilayet idaresine bırakılmasına bakınca, muvahhid zeki’nin geliştirdiği tezler, bu politikanın bir yansımasından başka bir şey değildir. bu tarihsel olgular ve yaklaşımlar, türkiye’de yaşayan gürcülerin türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren mercek altına alındığını göstermektedir.

    ikinci dünya savaşı sırasında ankara’nın muğlak siyasi havası yüzünden türkiye’ye diş bilemiş olan moskova’nın, savaş bitince, 1945 yılında iki gürcü profesöre tarihi gürcü topraklarını hatırlatan bir makale kaleme aldırması, artvin vilayetindeki asimilasyon politikasının başka bir evreye taşınmasına yol açmış. kendini devletin bekasından sorumlu gören ve tabiri caizse etekleri tutuşan m. f. kırzıoğlu gibi kişilerin ileri sürdüğü tezler, muvahhid zeki’nin yalanlarını mumla aranacak hale getirmiş. bu yeni tezlerde kıpçaklardan hurrilere kadar artvin bölgesinde yaşamayan kabile kalmamış. muvahhid zeki’nin bölgenin hakim dili olarak verdiği “oğuz lisanının osmanlı lehçesi” kılıktan kılığa girmiş; artvin toprakları, kıpçak türkçesi, ahıska türkçesi gibi adlar altında türk lehçelerinin cennetine dönmüş ve bu lehçelerin babil kulesi olmuş. bu yaklaşımlar bir bakıma daha emekleme dönemindeyken, hiç beklenmedik bir şey olmuş ve 1968 yılında, ahmet özkan’nın (melaşvili) yazdığı iddia edilse de çok yazarlı gürcüstan kitabı yayımlanmış. artvin vilayetinde atılması beklenen ramazan topu, her nedense marmara bölgesi’nde patlamış.

    moskova 1953 yılında türkiye’den toprak talepleri olmadığını ilan edip türkiye’yle dostluk bağı kurmuş olsa da, bu yeni gelişme türkiye’de yaşayan gürcüleri hedef olmaktan çıkarmamış kırzıoğlu ve benzeri yaklaşıma sahip kişiler, gürcüstan kitabını ikinci dünya savaşı’nın ardından yazılan makaleden sonraki sovyet hamlesi olarak görmüş. kırzıoğlu, “tiflis gürcü akademisi azası iki gürcü profesörün ağzıyla yaptırdığı yazılı iddialara fazlasıyle yer veren ve 1968’de sovyet rusya’nın yeniden bu iddiaları bir türk vatandaşının kalemiyle de kütüphanelerimize sokmaya çalıştığı son derece zararlı ve hemen toplatılması gereken bir yayımdır” diye yazmış. moskova’nın vazifelendirmesi olmadan gürcü türkologların türkiye’den birkaç gürcü’yle ilişki kuramayacağını doğal olarak bilen kırzıoğlu, hedefe de bu doğrultuda saldırmış.

    kırzıoğlu ve taifesi kitabın toplatılması ve özkan’ın hapse tıkılması için belli ki elinden geleni ardına koymamış. üstelik kırzıoğlu, ahmet özkan’a ağır bir üslupla mektuplar da yazmış ve özkan’ın ona cevabının bazı bölümlerini kırzıoğlu’nun talebelerinden yunus zeyrek münasip bulduğu yerlerde kullanmış.
    ahmet özkan’ın kitapta yazılanları savunacak donanıma sahip olmaması ve ikinci baskıda kırzıoğlu’nun işaret ettiği yerleri düzelteceğini söylemesi, kendini türkiye’de yaşayan gürcülerin lideri gibi gören bu kişinin “aşil tendonu” olmuş. “aşil tendonunu” fark eden yunus zeyrek de kitabı masaya yatırmış ve şöyle yazmış:
    “bu kitabı biz de inceledik. yazılar, yazarın kendisi tarafından yazılmamış, tiflis’ten ithal edilmiştir. şöyle ki, kitabın 1/7’si yazar tarafından, 6/7’si de gürcistanlı 12 yazar tarafından kaleme alınmıştır. böylece gürcüler, kendi iddialarını, bu defa acara muhaciri bir aileden gelen, siyasî kimliği şaibeli birisinin adıyla türk kamuoyuna ulaştırıyorlardı!”

    bütün bu saldırılar ve karalamalar karşısında başını kuma gömen, kamusal alanda gürcüleri savunacak argümanlar ileri süremeyen kişiler, 1977 yılında çveneburi adıyla bir dergi yayımlamış.
    gizli bir iş dönüyormuş gibi derginin türkiye’de değil de isveç’te basılıp türkiye’ye sokulması, gürcüstan kitabını şaibeli bulanların elini güçlendirmiş ve saldırganlığını adeta aklamış ve de arıtırmış.
    bu derginin son iki sayısı istanbul’da çıkaran ahmet özkan 1980 yılında faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş.
    özkan’ın öldürülmesinin aydınlatılması için “çveneburi çevresi”nin çaba harcanmaması, karşıtları açısından gürcüstan kitabı ile çveneburi dergisinin sis perdesini daha da koyultmuş. bu cinayetle ilgili geriye sadece gazete haberleri kalmış.

    bütün bu vakalardan haberdar olduğu halde sesini çıkarmayan birkaç kişi, sanki hiçbir şey olmamış gibi dergiyi 1993 yılında yeniden yayımlamış ve yeni saldırılar karşısında da sessiz kalmıştır. bu sessizliğin altında “it ürür kervan yürür, biz işimize bakalım” anlayışından çok, söz konusu kişilerin suçlamalarına karşı ileri sürülebilecek argümanlara, gündeme taşınan konular hakkında bir fikre ve donamıma sahip olunmaması yatmaktadır. gürcü tarihi ve sözüm ona hitap ettikleri kitlenin tarihsel toprakları tao-klarceti konusunda tamamen kifayetsiz olan bu kişiler çveneburi dergisini yayımlamaya devam ederken, hayri hayrioğlu’nun çevirisiyle gürcüstan tarihi adlı kitap çıkmıştır.
    mutlu bir tesadüf olarak hayri hayrioğlu, türkiye camiasını gürcistan’ın tarihine aşina kılma hevesiyle, 1945 yılında ünlü makaleyi kaleme alan nikoloz berdzenişvili ile simon canaşia’nın kitabını seçmiştir.
    moskova yanlısı bu iki yazar, 1801 tarihinde gürcistan’ın rusya tarafından işgal ve ilhak edilmesinin adını yazmaktan kaçınmış, kitabı utanç verici bir cümleyle bitirmiştir: “bu sayede, gürcistan rusya’nın aracılığıyla avrupa tarzı gelişmenin yoluna geri dönülmez biçimde ayak basınca, ülke tarihinde yepyeni bir dönem başlamıştır.” (hayrioğlu’nun çevirisiyle: “böylece gürcüstan tarihinde yeni ve tamamen değişik bir süreç başlamış oldu. gürcüstan rusya aracılığı ile avrupa kültür yaşamının yoluna girdi.”)

    gürcü kimliğini sözüm ona canlandırmak isteyen kişiler, izledikleri yöntemlerle türkiye’de yaşayan gürcülerin dış bağlantılarla gizli işler çeviren bir kitle olarak algılanmasına yol açmıştır.
    tarihin bir cilvesi sonucunda başka bir ülkenin sınırları içinde kalmış olan masum kitleyi hedef almış m. f. kırzıoğlu ve talebelerine adeta malzeme sağlamışlardır.
    üstüne üstlük bu kişiler, gürcistan’da “sovyet kafası” taşıyan bazı gürcüler tarafından birer “kahraman” ilan edilmiştir.
    “çveneburi çevresi”nde eli kalem tutan kimsenin olmadığını ilan edercesine, söz konusu kişilerin biyografileri de gürcistan’da “sovyet kafası” taşıyan gürcüler tarafından yazılmış, bu durum onları muarızları için daha da “şaibeli” hale getirmiştir.

    --- spoiler ---
  • bir de bunun tersi, gürcistan türkleri var. baba tarafından terekeme, anne tarafından ahıska türklerinden olarak; ben o gruba giriyorum.
hesabın var mı? giriş yap