• acısız hayatı kimi yurt dışında bulabilir, kimi kalabalık bir metropolde, kimi de nezih bir kasabada. kişinin iç dinamiklerini iyi tanıması ile ilgili bir durum. kılıçla yaşayan, kılıçla ölür unutmayın.

    ''hayatın birinci yarısı, mutluluğa karşı duyulan yorulmak bilmez bir özlem olduğu halde, ikinci bölümü acı dolu bir korku duygusuyla kaplıdır.

    çünkü, mutluluk denilen her şeyin kuruntu olduğu ve acıdan başka gerçeğin bulunmadığı fark edilmiştir artık.
    aklı başında insanların, yakıcı zevklerden çok acısız bir hayata yönelmeleri bundan ötürüdür.''

    hayatın acıları üzerine - arthur schopenhauer
  • 20-55 arası erkeklerin büyük çoğunluğunun gününün nasıl geçtiğiyle ilgili bir kurmaca verebilirim.

    - n'aaptın aldın mı arabayı?
    - yok abi hasar kaydı çıktı.
    - tayyar'ın amcaoğlu satıyor 2011 dizel.
    - yeak, hazır tüplü buldum bir tane gebze'de ona bakı... offf olm göte bak göte, vay emmuaa...
    - he laa... hadi cumaya çıkalım.

    cuma'dan sonra az bulgur, nohut, kemalpaşa... sonra işe geçilir. tüm sosyal medya unsurlarında yalan haberlere, gazör jpeglere bakılır, karı-kız fotoğrafları beğenilir, yorum atılır. akşam eve gidip zik gibi bir dizi seyredilir. o araba alınıp karla saf dayıoğluna falan itelendikten sonra yine bir cuma daha böyle akıp gider.

    başlığı açan arkadaşın tiksintisini anlıyorum(geçmez olaydık da geçtik o yollardan). yalnız bütün gezegenin aşağı yukarı delirmiş şempanzelerin elinde olduğunu, izolasyonun ve sanatın, incelikli dostlukların, ilişkilerin kurulmasının şu anda gördüğünden de zor olduğunu kabullenme sürecinden geçtikten sonra enerjisini ve iyi niyetini daha verimli kullanabileceğini düşünüyorum.

    (bkz: burası survivor burada şaka yok her şey gerçek)
  • kör bir telaş ve kavga gürültü içindedir. en azından istanbul'da öyle. birbirinden çok başka günleriniz olabilir. kimi acılı kimi mutlu.yaz olur kış olur her dey değişir. yerler işler insanlar mekanlar roller... şehirler değişir. iktidarlar. ama birbirimize öfkemiz, ötekileştirme merakımız, kavgamız hor görüp itip kakmamız nedense değişmez. sıradan bir günün fonunda hep korna sesleri kavga ve telaş var sanki.
  • tek kelimeyle özetlemek gerekirse gergin bir gündür. herkesin birbirini gerdiği bir gündür. sorun ? yöneten zihniyet..
  • istanbul için anlatabilirim elim döndüğünce. normal bir gün, uyanmakla başlar ama bu sınırlar içinde gün, asıl kurbanın (istanbul kümesindeki canlı) evden çıkması ile başlar. zira ev içinde izole ortam mevcuttur ama o ayrı bir konu. isteyen bakabilir; (bkz: #72330312)

    kurbanımız artık yaşadığı diyemeyeceğim, "sığındığı" evinden bir gün önce tv'de dönen vatan millet sakarya temalı diziler, aklı incir çekirdeğini doldurmayacak meczup şarkıcı ve mankenlerin aşk hayatları, twitter'da orada burada görülen ne iş yaptığı belirsiz tüketim manyaklarının yeni arabaları, kunil modacıların beyanatları gibi sikko muhabbetlere maruz kalacağı işyerine doğru gitmek için evinden çıkar. hedefi -trilyonluk arabası bile olsa- toplu taşıma kullanmaktır ki eşsiz benzersiz istanbul trafiğiyle mümkün olduğunca az uğraşsın. binadan çıktığında ilk karşılaştığı şey sabahın o saatinde bile inanılması zor bir gürültü kirliliğidir. kendilerince komik bir olayı bile birbirleriyle kavga eder gibi anlatan tipleri, otobüs durağında tayyipçi ve anti-tayyipçilerin karga bokunu yemeden başlayan tartışmalarını, mutsuz ergenlerin zaten var olan biyolojik isyanlarının üstüne eklenen ülke mutsuzluğunun ağdalı zehrini, sanki herkes sağırmış gibi zart zart korna çalıp insanı yiyecek gibi bakan minibüsçüleri görünce metroya yürümeye karar verir. kulaklığı takar, oh mis. en azından işitme duyusu iptal oldu, peki ya görme? hmm bu sorun da sadece hayatta kalmaya yetecek temel dikkat işlevlerini açık tutup rölantide yürüyerek bir nebze çözülebilir.

    tv'de, radyoda, ofiste, kafelerde duyulma ihtimali olmayan müzikler kulaklığından yükselirken en azından soyutlanmanın hafifliğiyle metroya kadar gelinmiştir. keçi ağılı aromalı metro istasyonuna indiğinde kendisinden önce gelip toplanmış kalabalığı görür ve sıraya geçip beklemeye başlar. önünden ağzına kadar dolu geçen birkaç metro sonrası sıranın önüne doğru ilerlemiştir ama farkeder ki ortada sıra yok? evet amk sıra falan yok çünkü ilerlediğini sandığı kuyruk çoktan yok olmuş, kim gelirse sağına soluna dizilip düzensiz bir yığın oluşturmuş, kendisi de bu yığının ortasında kalakalmıştır. fiziksel olarak kendisinden güçlü olanlardan sonra bir şekilde vagona binmeyi başarmıştır. müzikle yetinip kimsenin yüzüne bakmadan dişini sıkmak zorundadır çünkü sabahları metroda eli kolu oynatabilmek mümkün olmadığından kitap okumak da mümkün değildir. o vagonda vücut hacmini sığdırabilecek kadar boşluk bulabilmiş bir birey ancak şükretmeli, öyle götü başı oynamamalı, şansını falan zorlamamalıdır. evet ne diyorduk, inilecek durağa gelindiğinde henüz nefes alınabiliyorsa hızlı adımlarla istasyondan dışarı fırlamalıdır. tam kapı ağzında flüt çalan güzel bir kız ve gitar çalan güzel bir erkek mi var? onlar da kim bilmiyorum ama belgesellerde çiçeklerin açmasını gösteren hızlandırılmış videolar gibi işleyen bir insan trafiğinde durup onlara bakmak adeta gaziosmanpaşa'da bir üst geçitte som altından tahtta oturarak şampanya patlatıp kahkahalar eşliğinde havyara çorba kaşığı daldırmak kadar lüks ve anlamsızdır. bırakınız çalsınlar, bırakınız oyalansınlar. fast forward tuşuna basılmış hayatlarda kaybedecek saniye bile yoktur.

    neyse kurbanımız metrodan çıkıp işyerine doğru yürümeye başlar ama müzik dinlemek bile imkansıza yakındır araba kornalarından. amınoğulları a.ş. üyeleri kornaya basmadan bir metre bile ilerleyemezler çünkü trafiğin akmasını sağlayan tek şey kornadır, veya değildir de öyle inanmışlardır. duran arabalardan hafifçe yürüyenlere kadar şöyle bir bakın, yanındakine bir şeyler anlatan şoförler bile istemdışı kornaya basarlar. belki de ehliyet kurslarında gizliden gizliye ilk öğretilen kural budur, "istanbul'da trafik gazla değil korna ile akar". son bir sabırla sabah eziyetinin sonuna gelmiş olan kurban işyerine ulaşmıştır. başı göğe mi ermiştir tabi ki hayır.

    kendi ülkelerinin dilini bile konuşamayan ve anlamayan, empatinin kelime anlamını bilmeyen hatta hayatlarının hiçbir zamanında içgüdüsel olarak bile bunu hissetmemiş yaratıklara tüm gün laf anlatmak durumunda kalacak ve dünya dışı yaşam formları ile bile anlaşması daha kolay olan iş arkadaşları ile bir mesai günü daha geçirecektir. bu kısmı da özet geçelim ki bitsin artık. gün sonunda dönüş macerası başlamıştır bile. sabahkinin aynısını bu sefer hava karanlıkken yapıp sığınağına doğru tek parça gitmeye çalışır ve varır varmaz sanki şehrin, insanların pisliğini ve negatif enerjisini lavaboya akıtıp kurtulmak ister gibi içgüdüsel hareketlerle elini yüzünü sabunladıktan sonra eline bir bardak çayını alıp (tabi asıl ilacı alkoldür ama her gün rakı içmek gibi kuntastik eylemlerden bahsedemeyiz burada sabancı mıyız amk, akp sağolsun) aslında monitör görevi gören televizyonun karşısına geçer. evet, medya lağımı yüzünden aklıbaşında insanların evinde tv, artık monitör haline gelmiştir ki arşivden seçilen filmler izlensin. internetin en büyük faydası budur insan sağlığına. bir belgesel, film ya da konser izlendikten sonra birey sıçma, yıkanma veya diş fırçalama eylemi gibi insani ihtiyaçlarını giderdikten sonra yatağa girer. bazen geçirdiği günü düşünür ama bu aktivite hayatında kalan günlerini de zehir ettiği için aslında düşünmek istemez. tüm bunları yaşamak için değil sadece nefes almak için çektiği gerçeği onu ölümden daha çok korkutur.
  • genel anlamda evden ise işten eve.
  • sabah uyanıyorum karanlıkta, sigara içiyorum işe geliyorum. öğlene kadar çalış. öğlen yemek ye, çay sigara. öğleden sonra mesai bitene kadar çalış. çıkışta çay sigara. eve gel, yemek ye tv izle. akşam çık çay kahve iç. eve gel uyu. böyle ..
  • rezerved
hesabın var mı? giriş yap