• ilginç bir şekilde gereğinden fazla kötü gösterilen, sayılarla incelendiğinde hiç de durumun sanılan kadar kötü olmadığı alenen görülebilecek, ekonomik durum. şimdi çıkıp sen sokaklarda dolaştın mı hıyar adam diyenler olacaktır elbette. elbette dolaştım, hatta bu ekonomik durum konusunda az sıkıntılı da sayılmam* fakat bir şu sayılara göz atalım rica edeceğim:

    öncelikle nüfusumuz neymiş: 68,893,918 (70 milyon türk insanı lafı doğruymuş en azından)
    türkiye'nin yaş median'ı 27.3 yıl. (yani yaşı 27.3'ten küçük ve büyük olanların sayısı eşit, ki bu da benim gördüğüm kadarıyla güzel bir nüfus dağılımına delalettir, ekonominin dinamiği açısından)
    nüfus büyüme hızı: 1.13% (öyle aman aman da uçmuyor hani nüfus)
    beklenen yaşam süresi: 72.08 yıl (pattadanak da ölmüyormuşuz, riskli yaşıyoruz o ayrı)
    bir kadının ömrü boyunca doğurduğu ortalama çocuk sayısı: 1.98 (e normali de budur, 2 çocuk yapmak tadında bırakmaktır zaten, bence ve bir de ekonomiye etkileri açısından tabii)
    okur-yazarlık oranı: 86.5% (eh bu da ölümcül değil, daha iyi olsa olurmuş tabii)

    şimdi esas ekonomik gerçeklere gelelim:
    gdp*'miz 458.2 milyar dolar (vay anam!)
    gdp büyüme oranı : 5.8% (e hani yakışıklı bir oran bu)
    işsizlik oranı: 10.5%. bir de %6.1 yetersiz işlilik* varmış. (bu ikisini toplasan %16.6 ediyor ki fakirlik sınırının altında olan %18'e yakın bir değer veriyor. tabii gönül ister ki bu sayı daha da düşsün ama insanların ilk tahmin ettiği gibi türkiye'nin %80'i işsiz değil. örneğin italya'da işsizlik oranı 8.6% imiş ve bu italyanın yaş median'ı 41.4. bu demektir ki italyan ekonomisi bizden çok iyi durumda değil.)
    işte en çarpıcı bulduğum istatistiğe geldi sıra sayın seyirciler, şey aman okurlar:
    toplam borcun gelire oranı: 78.7%. (ulan bunca sene borçtan anamız ağlıyor sanıyorduk oysaki, italya'da bu oran %106.4 dikkatinizi çekerim)

    görünen o ki türkiye anlatılandan iyi durumda, belki de biz sadece ülkemizin kötü taraflarını görüyoruz televizyonlardan ve sair medyadan. ne öyle ödeyemeyeceğimiz bir borcun altındayız, ne de bir anda nüfusumuz çin'le yarışacak hale gelebilecek durumda. bir de dikkatinizi çekmiştir belki, hep italya ilen karşılaştırdım. neden? çünkü italya bir ab üyesi ve gdp açısından bakıldığında bizden kötü durumda. eh türkiye'nin bu birliğe girmesi o kadar da kötü gözükmüyor değil mi sevgili avrupa'lı okurlar? avrupalı okurlar anlar mı bu yazdığımı bilemem ama, siz ne dersiniz türk kardeşlerim?

    hoş olmaz mı?

    kaynakça: cia world factbook
  • insanımızın yıllardır alışık olduğu enflasyon yüzünden yaşadığı psikolojik bozukluk sebebiyle düzeldiğini bir türlü kabul edemediği durum.halbuki devletin borç ödemek ve gelir adaleti sağlamak amacıyla yaptığı vergi zamlarını bir kenara atarsak fiyatların artış oranının eskiye oranla çok daha az olduğunu görebiliriz.doğalgaz ve benzin fiyatları sabit olmasa da yiyecek ve giyecek fiyatlarında geçen sene ile bu sene arasında eskisi gibi büyük uçurumlar yok.mesela istanbul'da ekmek fiyatı aylardır sabit.evet hala insanımız büyük ekonomik zorluklar çekmekte,o yüzden de düşen enflasyonun tadını çıkaramamakta.bunun da en büyük sebebi maalesef vergiler.inşallah üretim artışının beraberinde getirdiği istihdam artışı ve alım gücündeki yükselmenin meyvelerini toplumumuzun her tabakası birkaç yıl içinde yemeye başlar,gelir adaletsizliği azalır (bu biraz güç olacak bu gidişle) da,artık toplumumuzda zayıf ekonomi sebebiyle açılan yaralar kapanır.
  • "efendim alacaksın kağıdı, alacaksın boyayı, basacaksın parayı" şeklinde komik yorumlar yapanların, "efendim simite vergi koymuşlar, mücevhere neden yok" diye saçma sapan televizyon haberlerinin haberlerinden gaza gelip nara atan insanların, her aile bireyinde 1er cep telefonu, evinin her odasında birer televizyon olup "açız biz.. devlet bize yardım etsin" diye yakaranların ağzına yeterince sakız olmuş konu.
    tamam kardeşim iyidir veya kötüdür demiyorum. ama bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın. açın iki satır okuyun öğrenin, o zor geliyorsa gazetelerin ekonomi sayfalarını okuyun. boş yere gürültü kalabalığı yapmayın.
  • benim de nacizane fikrimin olduğu durumdur. madem fikrim geldi boşa gitmesin.

    ekonomiden anlamam ama en azından şunları görüyorum , yaşıyorum : dünyanın en pahalı benzinini , en pahalı iletişimini , dünya piyasasına göre dünyanın en pahalı arabalarını biz kullanıyoruz. çok zengin olduğumuz için mi ?

    eğer çok zenginsek ülkenin geleceğini şekillendiren eğitim kurumlarına neden öğretmen atanamıyor ? artık neredeyse ücretli öğretmenler kadrolu öğretmenlerden daha fazla olacak. bu atama döneminde 18 binden fazla eğitim fakültesi mezunu sınıf öğretmeni atanamadı. camilerde bile imam-hatiplere çocuklarınızı gönderin diye vaaz verildiği halde imam-hatip liselerine bu yıl 400 öğretmen atandı.
    devlet benzine , iletişime , otomotive yüklediği yüksek vergilerle ayakta duruyor.

    bu arada özelleşmemiş orduyu da özelleştirirlerse belki bir on yıl daha bu şekilde devam ederler.
  • emin çapa istatistiklerle gelmişini, geçmişini, geleceğini, dünya ekonomisinin geleceği ve geçmişiyle harmanlayarak anlatıyor.
  • ekonomiden anlamıyorum ama gelir eşitsizliğini, üniversite mezunu olup iş bulamayanları, bulsa da bununla ancak ev kirasını ödeyebilenleri, iş bulabilmek için üç büyük şehirde kümelenmeyi, ulaşıma harcananları,
    çoluk çocuk sahibi olduğunda hepten boka sardığını, gelişmiş ülkelerde son derece rahat yaşamak anlamına gelen işleri yapan insanların rahat yaşamadıklarını ve daha zanaat denecek işleri yapan insanlarınsa ay
    sonunu getirebilmek için sıkmak konusunda ciddi bir başarıya imza attıklarını görüyorum. her gün görüyorum,
    gözlerim görüyor, bu yüzden ben de görüyorum. ve bu gördüklerimden sonra söylenen rakamların bir anlam
    ifade etmesi gibi bir durum mümkün olmuyor.
  • üretmediğinden çökmeye doğru hızla gitmektedir.
  • çöküktür, sidik zoru kurallarıyla belki 3-4 ay daha normal gözükebilir. ayrıca seçim öncesi ekonomisi sürecindedir. çökük ekonomilerde bu süreçler hayra çıkmaz, türkiye'nin bu konuda çok tecrübesi vardır. tecrübelerden ders çıkar(a)mayan insanların yönettiği durumdur.
  • uzun ince bir yolda ilerleyen bir ekonomidir.

    global konjontür dahilinde çalkantılı küresel bi rekonomide "kırılgan beşli" sınıfına dahil olan bir ekonomi olarak, nasıl tehlikeler ile karşı karşıya olduğumuzu anlamak adına, blogumdan aldığım yazı:

    bugünkü yazımda, ekonomistlerin ülkemizin makroekonomik durumunu değerlendirirken sıklıkla kullandığı "orta gelir tuzağı" konusunu ele alacağım. makroekonomiyle ilgilenen hemen hemen herkesin varlığından haberdar olduğu, ancak kimi zaman tam olarak ne anlama geldiğini bilmediği, ve daha da ötesi bu durumdan kurtulmak için nasıl bir politika izlenmesi gerektiği hususunda bir fikri olmadığı bir konu orta gelir tuzağı. işte bu yüzden ilk olarak işe bu kavramın tanımını vermekle başlayacağım.

    orta gelir tuzağı, herhangi bir ülkenin istikrarlı bir şekilde büyüyerek belli bir gelir düzeyine ulaşmasına müteakip, sınır olarak adlandırılabilecek bir gelir seviyesinin üstüne uzun yıllar boyunca çıkamamasına verilen bir addır. tipik olarak bu ülkeler, gelişmemiş ülke kategorisini belirleyen kişi başına düşen ortalama gelir üst sınırını, rakamsal olarak 2.000 usd'yi aştıktan sonra, tatmin edici büyüme hızlarıyla 10.000 usd'lik kişi başına düşen gelir seviyelerine kısa sürede ulaştıktan sonra, gelişmiş ülkeler kategorisinin alt sınırı olan 12.000 usd'lik kişi başına düşen ortalama gelir seviyelerine büyüme hızlarındaki ani ve kalıcı düşüş yüzünden ulaşamazlar. rusya, güney afrika ve brezilya'nın bu durumdan mustarip ülkelere örnek sayılabilecek ekonomiler olmasının yanı sıra, 1970'lerden itibaren, gelişmekte olan ülkeler içinden sadece japonya ve güney kore, bu tuzağa bulaşmadan kendilerine gelişmiş ülke statüsü kazandıran ekonomik gelir seviyelerine ulaşabilmişlerdir. bu örnekleme dahi, kendi içinde, bu tuzaktan mümkün olabildiğince çabuk kurtulmanın ipuçlarını ortaya koyarken, öncelikli olarak bu tuzağın neden ve nasıl oluştuğunun incelenmesi, olası çözümlerin daha anlaşılır ve net bir şekilde belirlenmesine yardımcı olacaktır.

    öncelikli olarak yeteri kadar basit ve anlaşılır olmasına rağmen, yatırım seviyesi ile büyüme seviyesi arasındaki doğal bağın altının çizilmesinde fayda görüyorum. sık sık yazılarımda bahsettiğim üzere tatmin edici bir büyümenin birincil ön şartı yatırım düzeyinin arttırılmasıdır. ancak bugünkü konumuzun içeriği, her yatırımın artı katma değer yaratmadığını, niceliksel olarak yatırımdaki artış ile beraber, niteliksel olarak yatırımın büyüklüğünün de getirinin düzeyinde çok önemli bir faktör olduğunu kanıtlar niteliktedir.

    makroekonominin yönetim esas anlayışının, mikro ölçekli bir firmanın yönetiminden çok da farklı olmadığı, büyüme modelleri arasındaki paralellikten anlaşılabilir. bu yönden konunun daha iyi kavranması açısından, orta gelir tuzağını, mikro ölçekli bir işletmenin, kobi kabuğunu kırma hikayesi üzerinden örneklendirilebilir. bu anlamda ticari hayatına yeni başlamış emekleme dönemindeki bir kalem üreticisini ele alalım. küçük bir plastik enjeksiyon makinası, bir adet kalıbı, yüz metrekarelik üretim tesisi, üretim ve montajda toplam 3 adet işçisi ve bir adet yöneticisi ile hizmet veren mikro ölçekli bir işletme. bu küçük işletme ilk aşamada fason olarak hizmet verebileceği kendisinden daha büyük ölçekli bir kalem üreticine hizmet vermektedir. sahip olduğu tek kalıp ve makine ile beraber, ek kapasiteye ihtiyacı olan başka bir üretici için çalışmaktadır.

    bir kaç sene bu şekilde çalıştıktan sonra, bir kısmını birikmiş karlarıyla, bir kısmını ise çektiği kredi ile finanse ederek ilk yatırımını gerçekleştirir ve kendisine ikinci bir kalıp yaptırır. yaptığı kalıp sayesinde kendisine ikinci bir müşteri daha bularak çalışma saatlerini tek vardiyadan çift vardiyaya çıkararak üretimini önemli ölçüde arttırır. artan üretimle beraber artan net karı dahilinde, yine aynı şekilde daha yüksek kapasiteli bir makinayı ve bununla beraber yeni bir kaç kalıbı ve yeni işçileri bünyesine katar. bu süreç tekrarcı bir anlayışla devam ettiği sürece, kalem üreticisi cirosunu üretim kapasitesine bağlı olarak arttıracaktır; ancak diğer yandan bu agresif büyüme stratejisi sadece üretim kapasitesini arttırmaya yönelik olduğundan, artan rekabet ve sektör büyüme hızının limitleri dahilinde kar marjlarından da yüksek oranda feragat edecektir. bu basitleştirilmiş simülasyonda, katma değerin sadece üretim kapasitesine endeksli olduğu bir şirkette/ekonomide, niceliksel büyümenin doğal limitleri, ve artan rekabet dahilinde düşen kar marjları ile beraber, büyümenin belli bir noktada yavaşladığını, durduğunu gözlemleyebiliriz. bu doğal sınırın aşılması ise sürekli inovasyon dahilinde, daha az rekabetin bulunduğu, mikro pazarlar yaratmaktır.

    bu mikro pazarları yaratmak ise, üretilen ürün veya hizmetin, farklılaştırılarak daha az rekabetin olduğu veya teorik olarak sadece kendi ile rekabet ettiği bir sınıfa yerleştirmektir. bu işin anahtarı da, maddi varlıklar değil, gayri maddi varlıklardır. size yeni üretim teknikleri bularak/ üretim tekniklerinde ufak değişiklikler yaparak maliyet avantajı sağlayabilecek nitelikli işgücü, ürününüze nasıl farklı özellikler katabilmeye yönelik çalışacak ar-ge departmanı, ürününüzü taklitlerinden koruyacak ve yarattığınız katma değeri daha uzun süre koruyabilmenizi sağlayacak patentler, tüketicilerde ürününüzün algısını diğer ürünlerden ayırarak sizi rekabetten uzaklaştıracak markalaşma ve dizayn çalışmaları, bunların hepsi, bir firmaya niteliksel özellikler sayesinde büyümenin kapılarını açacak etmenler arasında sayılabilir.

    kalem üretici örneğimize dönersek, istihdam ettiğiniz bir üretim mühendisi, kullandığınız malzemenin geri dönüştürülmesi konusunda bir plan üreterek doğru uygulama ile size rakiplerinize oranla bir maliyet avantajı sağlayabilir; arge-departmanındaki çalışanlar ürününüze anti-bakteriyel özellik kazandırarak sizin ürününüze rakiplerinizde olmayan bir özellik sağlayabilir, tasarım ekibinin bulduğu kullanıcı dostu ve daha rahat yazım imkanı veren bir dizayn patenti alınarak ürününüzü rakiplerinizden bir adım öteye taşıyabilir, reklam ve iletişim departmanınız markanızın çevreci teknikler kullanımınız ve çevreye duyarlılığınız konusunda pr çalışmaları yaparak, firmanıza benzersiz bir kimlik sağlayabilir, ve tüm bunların sonucunda sizin ürününüz ve firmanız benzersiz (rakipsiz, monopolistik) bir konuma kavuşarak piyasa tarafından baskılanmayan/daha az baskılanan bir fiyat politikası uygulayabilirsiniz. bu başarı da size niteliksel büyümenin bir nişanı olarak geri dönecektir.

    mikro boyuttan, makro boyuta geçtiğimizde, yukarı da uzun uzadıya verdiğim dış faktörlerden soyutlanmış örneğin, binlerce farklı sektörden oluşan dev bir canlı organizma olan makroekonomiye uygulanması pek tabii o kadar da kolay olmayacaktır. bu işin doğru bir şekilde kotarılması en nihayetinde devlet eliyle hedefe yönelik planlama (ar-ge destekleri, fuar destekleri vb), planlama dahilinde kaynak ayırımı, ticari faaliyetleri çevreleyen kanun ve yönetmeliklerin düzenlemesi (patent ve marka koruma kanunları vs) ve en önemlisi eğitim yoluyla girişimci ve üreticilerin bilinçlendirilmesi (formal eğitim, seminerler, konferanslar vs) ile gerçekleşebilecektir.

    yukarıda bahsettiğimiz ekonomideki yapısal eksikliklerin uygulamada nasıl sonuçlara gebe olduğunu yakın zamanda görme fırsatını yakalayarak, teori ile gerçekliğin ne kadar örtüştüğünü de görme fırsatına sahip olduk. büyük çevreler tarafından ekonomi gurusu olarak kabul edilen, goldman sachs'e on yıl boyunca yön veren ve "brıc ülkeleri" terimini ortaya atan jim o'neill yakın zamanda verdiği bir röportajda günah çıkararak yanıldığını kabul etti. 2000'lerin başında brezilya, rusya, hindistan ve çin'in yakın tarihte olağanüstü ekonomik büyüme rakamlarını yakalayarak dünyanın yeni süper ekonomik güçleri olacağını iddia eden o'neill, bugün brıc ülkeleri yerine keşle sadece c ülkesi (çin) demiş olmayı istediğini ve diğer ülkelerin kendisini büyük hayal kırıklığına uğrattığını ifade etti.

    genç ve dinamik nüfusları, doğal kaynak zenginlikleri, global ticaret ağına entegre olmaları ve ucuz enerjiye erişimleri, brıc ülkelerinin 2000'lerin yıldızı olacakları öngörüsüne bulunmasına yetmişti. ancak bugün o'neill yanlış tahminde bulunduğunu kabul ederek, emtia ticaretine bağlı, yeterli sektör çeşitliliğini sağlayamamış, katma değer sağlama yönünden eksik ülkelerin "başarısızlıkla lanetlendiğini" ifade etti. muazzam potansiyele sahip bu dört ülkenin kaynaklarını en verimli bir şekilde değerlendireceği alt yapıyı oluşturmadıkları sürece, gelişmiş ülke olma yolunda yeterli mesafeler kat edemediklerini görürken, ekonominin de bir bina inşa etmekten farksız olduğunu bir kez daha anlamış olduk. doğru bir mühendislikle planlaması yapılmayan bir ekonomi, büyüklüğü ile doğru oranda bağlantılı olarak, tıpkı bir bina gibi, daha yüksek bir çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış oluyorlar. bu bağlamda fed'in artık tahvil alım programında yavaşlamaya gitmesiyle beraber, binası en çok sallantıya uğrayan beş kırılgan ekonomiden (brezilya, hindistan, güney afrika, endonezya ve türkiye) ikisinin (brezilya ve hindistan) eski brıc ülkeleri olmaları, geleceğin yıldızı olarak görülen ekonomilerin, nasıl bir anda tehlike çanları çalan ülkelere dönüşebildiklerini kanıtlamaktadır.

    günümüzde yaşanan tüm bu keşmekeşin içinde, en büyük kazancımız, hata yapan ülkeleri görerek izlenmesi gereken yolu bu girdabın içine tam olarak girmeden görebilmemizdir. herhalde başkalarının yaptıkları hatalardan ders almak, başkalarının yaşadığı olumsuz tecrübelerden bir yol haritası ortaya çıkarmak, türkiye'nin en büyük şansı oldu. brıc ülkelerinin hayal kırıklığının ardından, onların yerine yeni umut olarak mınt ülkeleri ortaya çıktı. jim o'neill bu sefer yatırımcılara yön gösterirken, ülkemizi de meksika, endonezya ve nijerya ile beraber önümüzdeki çeyrek yüzyılın en büyük yıldız adayları olarak değerlendiriyor.

    10.000 usd'lik kişi başı düşen gelir seviyesini aşmış ve orta gelir tuzağına bu kadar yaklaşmışken, kabuğumuzu kırıp devler ligine girebilecek miyiz? hastanın reçetesi hazır. bu reçeteyi ne kadar güzel bir şekilde tatbik edeceğiz, hep beraber göreceğiz.
hesabın var mı? giriş yap