• kktc'de ba$kanlıgını dervis eroglu'nun yaptıgı sagcı siyasal parti. $u an iktidardalar.
  • star'da surekli reklami yapilan parti. ilginc.
  • kıbrısta ki parti için; http://www.ubp-kktc.com/
  • akın birdal suikastini gerçekleştirip, 19 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan bir insanı genel başkan seçen; buna rağmen 41 ilde örgütlenmeyi başarabilmiş bir partidir*. işin komik yanı hukuki olarak 10 yıl hapis cezası alan bir adam herhangi bir siyasi partiye değil başkan olmak, üye bile olamaz. ama bu bilinmesine rağmen yapılan davranış tamamen siyasi bir duruştur. öyle ki; kendi gibi düşünen insanları cesaretlendirme, bir çatı altında toplama gayesi taşımaktadır. genel başkanın cnn turk 5n 1k'ya çıkıp da dava adamı şöyledir böyledir, ülkesinin aleyhinde bir durum olduğunda gerektiğinde silahlı mücadeleye de girer. yok efendim silahlı mücadeleyi göze alamayan adam liderlik yapamaz gibi açıklamalar yapması da milleti gazlamaktan başka bişiy değildir. gerçekleştirdiği suikasti de "o zaman şartlar farklıydı; ama yine olsa yine yapardım...." gibi delikanlı ağızlarıyla yorumlaması ve üstüne üstlük bu adama konuşma hakkı verilmesi gerçekten endişe vericidir.
  • union bancaire privee kuruldugu gunden bugune, ozel bankacilik ve varlik yonetimi alaninda yogunlasmis ve isvicre'nin onde gelen bankalarindan birisi olmustur. varlık büyüklüğü 75 milyar isvicre frangi'ni asmistir.
  • “en büyük gücümüz, ulusal birliğimiz”. ulusal birlik partisi’nin internet sitesini ziyaret edince ilk olarak joseph goebbels’in propaganda filmlerinden fırlamış gibi duran bu cümleyle karşılaşırsınız. başlangıçta oldukça masumane görünen bu sözü irdeleyince ise özelde ubp’nin genelde ise kktc’nin nasıl bir bahanenin arkasına sığınılarak demokrasiden muaf yönetildiği daha da açıklık kazanır.

    ubp 1975 yılında kuzey –güney ayrışmasının yapısal bir temele oturtulması çalışmalarının en çok ivme kazandığı dönemde kuruldu. dünya 70’li yılların ilk yarısınışili darbesi, avrupa’yı boydan boya saran terör olayları ile kapatmış, soğuk savaşın yarattığı gerilimli atmosferin etkisi tüm dünyada daha da baskın hissedilir olmuştu. bu esnada ise türkiye 1980 cuntasına doğru frenleri patlamış bir şekilde ilerliyor, öğrenci gruplarının, işçi sendikalarının, aydınların ifade özgürlüğü kısıtlandıkça toplumsal huzursuzluk ayyuka çıkıyordu. bu nedenle ubp’nin kuruluş yıllarında sadece kıbrısta değil dünyanın –neredeyse- her köşesinde ilerici gruplar etkinliklerini baskı altında, iktidarın kılıcı tepelerinde sallanırken gerçekleştiriyordu. yani ulusal birlik partisi demokrasinin pek de geçer akçe olmadığı, baskıcı rejimlerin kendilerini aklamak için pek çok bahanenin arkasına sığınabildiği bir dönemde kuruldu.

    zaten “teşkilatçı” bir kökenden gelen ubp yetkilileri bu nedenle kendilerini kıbrıslıtürklere demokrasi de vaat etmek konusunda hiç sorumlu görmedi ve buna yanaşmadı. bununla da kalmayıp iğneyle kuyu kazar gibi kendi siyasi örgütlenmelerini gerçekleştirmeye çalışan siyasi gruplar sistematik bir şekilde ubp liderliğinin baskısıyla karşılaştı. bir devlet yaratma iddiası ile örgütlenen ubp’nin, bir devlet yönetebilecek olgunluğa sahip olmadığı hayatın her alanında kendini hissettirdi. bugün dönüp geriye baktığımızda merhum ctp genel başkanı ahmet mithat berberoğlu’nun adaylığının engellendiğini, tkp cumhurbaşkanı adayı ziya rizki’nın aldığı oyların yok sayıldığını kim görmezden gelebilir?

    zaman geçtikçe ilk başta direkt olarak muhaliflere yöneltilen bu saldırılar dolaylı yoldan fakat şiddetini artırarak uygulanmaya devam etti. devlet kurmak ve yaşatmak ile övünen ubp devletin kanalında halkın tüm eğilimlerinin ifade edilmesinden dahi rahatsızlık duyuyordu. devletin hiyerarşik örgütlenmesi hep ubp’lilere öncelik tanınacak şekilde oluşturuldu. öyle ki, ubp’ye muhalif olmayı bırakın, ubp’ye karşı nötr olan insanlarımızın bile işlerinde yükselmesi engellendi, olanaksız kılındı. eğitim sistemimiz baştan sona ubp ideolojisini aşılamaya dayalı bir propaganda aracı haline getirildi. benim gibi şanslı olanlar genellikle aydın kimlikli öğretmenlerin sağduyulu yaklaşımları sayesinde bu propagandalardan daha az nasibini almışsa da, çoğumuzun ilkokul yılları savaşmanın, kinin, nefretin erdem sayıldığı, birey kimliğinin yok sayılıp varlığın kayıtsız şartsız devlet egemenliğine armağan edilmesinin zorunlu olduğunun anlatıldığı gösterilere katılarak, şiirleri okuyarak geçti. bu şartlar altında barış, uzlaşı, paylaşım gibi evrensel değerleri unuttuk.

    ve işte aslında hepimizin yaşaya yaşaya artık belleğine kazınmasına rağmen halen daha yazma, irdeleme ihtiyacı duymamızı gerektirecek kadar büyük bu karanlık, hep bir mazaretin arkasına sığındı; “ulusal birlik”. ubp’nin ulusal birlik derken anladığı sadece bir sesin yaşamasına izin verilmesi, geri kalan tüm seslerin susmasıydı. çünkü ubp kurulurken mayasında fikirler olan bir parti değil, sadece güçlü olma arzusu olan bir partiydi. çünkü ubp demokrasiye inanmıyordu.

    ubp’nin anti-demokratik tavırları toplumsal hayatımızda işte böyle vücut buldu. peki kendi iç işleyişinde? 1975’ten bu yana pek çok irili ufaklı grup ubp’den ayrılarak ayrı bir sağ oluşuma gitme çabası içerisine girdi. zaten hiç bir dönem ubp ile organik bağı olmayan sol gruplar sistemin hıncını ne kadar çekmişse bu gruplar da en az o kadar ubp’nin anti-demokratik baskılarıyla karşılaştı. ubp liderliği herkesi kendi çatısı altında toplamak için çaba sarf ederken, kendisinden kopan bu grupların varlığına tahammül edemedi ve hepsi bir bir kapandı. ta ki;rauf denktaşkurucusu olduğu partiye destek vermekten vaz geçip kendisine yakınlığı ile bilinen isimlere başka bir sağ oluşum kurma işareti gösterene kadar.

    ubp tarihinin en ciddi ayrışmasını demokrat parti’nin kuruluş aşamasında yaşadı. peki bu ayrışmanın temelinde yatan neydi bilir misiniz? bu ayrışmanın temelinde yatan ne fikirsel bir ayrılık, ne vizyon farklılığı ne de söylem farklılığıydı. derviş eroğlu liderliğindeki grup serdar denktaş liderliğindeki grupla liberalizmin nasıl yorumlanacağı, kıbrıs sorununda nasıl bir çözüm modeline ihtiyaç duyulduğu ya da nasıl bir ab modelini arzuladıkları yönünde tartışmıyordu. tartışılan parti içinde hangi grubun daha baskın olacağı, hangi grubun daha güçlü olduğuydu.

    ubp- dp ayrışmasının üzerinden taşlar yerine oturacak kadar bir süre geçtikten sonra, annan planı süreci hız kazandı. bu dönemin ardından derviş eroğlu’nun siyasetten çekilme kararı aldığını açıklamasıyla parti içerisindeki güce sahip olma yarışı da ağırlık kazandı. partinin yeni genel başkanı olmasına kesin gözüyle bakılan salih miroğlu’nun zamansız ölümünün ardından, hüseyin özgürgün’ün merkezi otoritesi zayıf bir şekilde partiyi yönetmesi, güçlü liderliklere alışkın ubp tabanını bir kez daha hayal kırıklığına uğrattı. bu esnada ubp’nin bir vizyon değişikliğine gitmesi, kimliksel bir evrim geçirmesi yönünde hem parti içi hem de parti dışı beklentileri artıyordu. fakat özgürgün’ün kısa genel başkanlık döneminin ardından başa gelen tahsin ertuğruloğlu bu beklentilere cevap vermeyeceğini açıkca deklare ettikten sonra partinin kan kaybı devam etti. ertuğruloğlu’nu özgürgün’den farklı kılan en büyük özellik eski genel başkan derviş eroğlu’nun desteğine sahip olmayışıydı. çünkü geçmişte eroğlu rauf denktaş ile cumhurbaşkanlığı için yarışırken kendisi denktaş’ı desteklediğini ifade etmişti. sebebini tahmin etmek artık zor olmasa gerek; rauf denktaş ile eroğlu arasında ciddi bir ayrım olduğu için değil . güç dengeleri öyle gerektirdiğinden.

    bugün derviş eroğlu “parti lideri” sıfatıyla yeniden “parti başkanına” karşı bayrak açmışken izlediğimiz oyun yıllardır ubp’nin kendi yazıp kendi oynadığı güç için kavga oyunun tekrarından başka bir şey değildir. üzücü olan ise bu tartışmanın içerisinde yine tıpkı eskiden olduğu gibi siyasi hayatımızı besleyecek düşünsel bir zenginliğin bulunmamasıdır. bu nedenle eroğlu da ertuğruloğlu da tartışmasını kimin lider olduğu çevresinde yapıyor, bu nedenle her iki isim de kendini kendilerine güç verecek bir sıfatla ifade etme ihtiyacı duyuyor.

    ubp kuşkusuz ki polemik ayarında dönen bu iç tartışmasından zarar alacaktır. fakat bizim bu olanlardan çıkarmamız gereken farklı sonuçlar var. ubp’nin kendi iç bunalımını medya aracılığıyla deşifre etmesiyle bir kez daha anlaşılmıştır ki, kuzeydeki çarpık yapının mimarı olan bu anlayış inşa ettiği organizmanın tüm hastalıklarına kendisi de sahip olduğu için hiç bir şekilde toplumu dönüştürme, geliştirme gibi bir misyonu olamaz. bu görev halen daha kimliksizleşmeyi kabul etmeyen ve çözümle birlikte demokrasi misyonuna da sahip olan sol güçlere düşmektedir. sahip olduğu niceliksel zenginliği niteliksel zenginliğe dönüştürmesinin önünde ciddi engeller olan ctp’nin buna katkı koyup koyamayacağı ne kadar şüpheli ise, bu yönde ciddi arayışları olan tdp’nin de bu doğrultuda kitleselleşmesi en ciddi görevidir. işlevsiz ve kısır bir muhalefete düşmeden, önünü görerek ilerleyen yeni bir sese duyulan ihtiyaç her zamankinden daha büyüktür. tdp’nin de bugün bu ihtiyaca cevap verecek bir yapılanma içerisinde olduğunu da söyleyebilmek tüm ilerici güçler için bir mutluluk kaynağı olmalıdır.

    bu yazıyı yazarken kulaklarımda dünyanın en ilerici müzisyenlerinden biri olan bob dylan’ın bir şarkısının sözleri yankılandı durdu. ubp yönetimi de vakit bulup dinlese acaba ne hisseder diye düşündüm. herhalde ki abd içerisindeki demokrasi kavgasında aktif olarak yer alan bu halkçı müzisyenin siyasi kimliği ubp’ye pek cazip gelmez ama ben yine de yaşamasına izin vermedikleri onca fikrin, baskı kurmaktan zevk aldıkları onca yılın ardından bugünkü durumlarına bakıp “like a rolling stone” isimli efsanevi dylan şarkısını bir dinlemelerini tavsiye ederim; “nasıl hissettiriyor/ kendi başına olmak/ evine yönün olmadan/ tam bir bilinmez gibi/ yuvarlanan bir taş gibi/ yuvarlanan bir taş gibi”.
hesabın var mı? giriş yap