• sinema tarihindeki benchmark filmler gibi bu yapıt da edebi hazineler içinde bir ölçüt romanıdır, ki aşk üçgeni, kıskançlık, sınıf çelişkisi, intikam itkisi, aile trajedileri gibi meselelerde yolumuz ister istemez onunla kesişecektir.

    william wyler'in film uyarlamasını ve dahi metin erksan'ın santimantal varyasyonunu az çok sevsem de tıpkı muhteşem suç ve ceza gibi rüzgârlı bayır da maalesef ki layıkıyla sinemaya uyarlanamadı bugüne dek. öncelikle yapılan her uyarlama bir şekilde eksiktir ve romanı izlemez. konunun özüne odaklanmakla yetinen yönetmenler aradaki kimi incelikleri kaçırmışlardır. daha iyi ve bütünlüklü bir uyarlama için biraz daha bekleyeceğiz gibi görünüyor.

    bağlayalım: fethi naci gibi konuşursam, hiç duraksamadan en sevdiğim 25 yabancı roman arasına alırdım.
  • sadece otuz yaşında ölen emily bronteun tek kitabıdır.
    yayımlandığı dönemde ağır eleştirilere maruz kalmış olsa da günümüzde başarılı bir eser olarak kabul edilmekte. benim içinse neredeyse bütün karakterlerinden nefret ettiğim, ama nasılsa bir bütün olarak çok sevdiğim için özel olan kitaptır.
  • iki manyak insanın aşkı üzerine kurulmuş kitap. emily bronte'nin gencecik yaşında nasıl böylesine derin karakterler yaratabildiğine şaştığım kitap.

    15 sene önce ilk defa ingilizce ardından türkçe okuyup çok etkilendiğim, seneler sonra okurken hissettiğim duygunun korku gibi bir şey olduğu kitap. lanet olsun hitklif ve keti denen o iki manyağa, zavallıcıklar hareton ve linton dediğim kitap.
  • "insanı insan yapan, yüzüne güzellik katan ve onu sevdiren tek şey kalbinin temizliğidir. yoksa hepimiz aynıyız, etten ve kemikten oluşmuş bedenleriz. bizi birbirimizden ayıran tek şey kalplerimizin özelliğidir. eğer temiz ve güzel bir kalbiniz varsa, bu dışınıza yansır. fakat kararmış, herkesin kötülüğünü isteyen, kıskanç biriyseniz, kalbinizin kötülüğü yine yüzünüze yansır. ve dünyalar güzeli olsanız bile, kalbinizin karanlığı güzelliğinize gölge düşürecektir."

    uğultulu tepeler, emily bronte
  • aşkın en güzel anlatıldığı hikaye.. bu zamana kadar okuduğum hiçbir kitapta ya da izlediğim hiçbir filmde böyle güzel anlatılmamıştı ve ben bu kadar etkilenmmiştim. cathy’nin hırçınlığı, heathclife’in öfkesi ve aralarındaki bitmek bilmez bağlılık.
    ayrıca kitap birçok kez sinemaya uyarlanmış. ben 2009 yapımı, tom hardy ve charlotte riley’nin oynadığı iki bölümlük tv filmini izledim ve tom’a yine aşık oldum. heathclife olmak nasıl da yakışmış ona. aynı anda nefret, öfke ve aşk dolu bi adam. charlotte’a da hakkını vermek lazım tabi..
  • mükemmel.
    kitapta özellikle ölümün, hastalıklı/ hastalıkla yaşamanın, ölümden sonra ruhun geri gelmesinin anlatıldığı bölümler o kadar samimi bir şekilde anlatılmıştır ki, o anlarda, karakterler kafamda yer değiştiriyor. camdan tepeleri izleyen, üşüyen, ölümü bekleyen karakter gidiyor, yerine cam kenarına emily bronte oturuyor. hayatı boyunca hastalıklı olan ve gencecik yaşında ölen, belki de ölmeyi bekleyen ama yazmaktan / yaratmaktan vazgeçmeyen bu genç kadını görüyorum o anda. belki de kardeşlerine bile anlatamadığı o karanlık duygularını heatcliff'le, cathy'le kağıda döküyor gibi geliyor. sadece bunun için bile okunmayı hak ediyor.
  • dünya klasikleri arasında yer alan bir emily bronte kitabı. yahu ben daha önce bir aşkın bu kadar güzel anlatıldığı bir kitap okumadım, şiddetle tavsiye edilir
  • en sevdiğim kitaptır. onların ruhu aynı maddeden yapılmıstı, sevgi veya nefret değil mevzu. bunlar ikircikli kavramlar aynanın hangi yanından baktıgına göre anında değişiverir. bazen birine onun ne oldugunun, ne yaptıgının farkında ve hatta derdinde olmadan baglı olursunuz. varlıgınız kadar size aittir bu baglar ve sizi de baglar. o noktadan sonrası caresizlik. caresiz bir insanın iyiliğini ya da kötülüğünü sorgulayabilir miyiz?
    catherine ve heatcliff'in arasındaki şeye aşk,nefret,hınç,intikam denemezdi. hatta düşkünlük bile denemezdi. zira onlar başka çaresi yokmuşçasına birlerdi. bu birlik onları daima ayrı kıldı, bu birlik onları daima birlikte kıldı.
    insanın içindeki en derin satyr ve evil yana değinebilen emily bronte otuzunda değil de kırkında ölseydi acaba hangi karanlık yanlarımıza daha ayna tutacaktı. gerçekten erken bir kayıp.
    tek bir soru soktu aklıma bu kitap,yıllardır burgu gibi deler içimi:
    sevdiğimiz şeyleri gerçekten, iyi oldukları için mi seviyoruz?
    benzerimizi ve hayatta en kaçtığımızı aynı anda seviyor olmayalım sakın? bu ikili maya bir şekilde tek insanda vücut bulunca kaçacak yerimiz kalmıyordur belki de.
    tükendim sözlük. valla bak. of.
  • emily bronte'nin tek romanı, dünya klasiği.
    kötü bir çocukluk geçirmiş, tek aşkı catherine'e hiçbir zaman kavuşamamış olmasına rağmen heatcliff'in yaptıklarını haklı bulamamıştım. heatcliff sevdiğim bir karakter olmadı fakat gerçek aşk, tutku nedir tam olarak örneğidir.
hesabın var mı? giriş yap