• bundan elli-yüz yıl kadar önce, sömürgecilik hâlâ oldukça faal iken belki emperyalizmin karşısındaki tek duruş, tek birleşme noktası olarak nitelenebilecekken, artık toplumların gereksinimlerini karşılamadığı gibi onları parça parça ayırdığını ve kendi içinde mücadelelere sevk ettiğini düşündüğüm, bu dönemin ihtiyaçlarını karşılamayan ve tabii ki değişmeye mahkum devlet modeli.

    1800'lerin sonlarında, artık sömürgecilik had safhaya varıp 20. yüzyılın kapitalist dünya düzeni iyiden iyiye şekillenirken, sömürgeci batı milletleri, sömürdükleri toprakları "sahip olunan hammadde kaynağı" ve orada yaşayanları "ikinci sınıf modern köleler" olarak görürken o halkları birleştirecek bir kavrama ihtiyaç vardı. fransız ihtilali sonrasında ortaya çıkan millet kavramı, aslında tam da aranan şeydi. birlikte yaşayan ve daha önemlisi birlikte ezilen insanlarda bir millet bilinci oluşacak, sömürenler de ötekileştirilerek o toprakların getirdikleri o toprakların üstünde yaşayanlara pay edilecekti. zaten direkt kontrolün getirdiği yüksek maliyetlerden bunalan emperyal devletler de ortak pazar, kota, çekilirken yaptıkları kimi özel anlaşmalar v.s. sayesinde bu duruma çok da karşı çıkmadan sömürgelerden çekildiler, hammaddelerini yüzyıllarca sömürdükleri toprakları artık makineleşmiş üretim sayesinde ürettikleri büyük ölçülü malları satarak sömürme yoluna gittiler. millet bilinci kimi orta afrika ülkelerinde olduğu gibi "n'oluyoruz lan??" şeklinde oradan çekilen emperyalist ülkelerin giderayak giydirdiği eğreti giysiler gibi ortaya çıkmışken, cezayir gibi kimi ülkelerde bağımsızlığa giden yolda hayati önem teşkil etti. neticede, "her milletin kendini yönetme hakkı vardır." gibi bir mottodan hareketle imparatorluklar parçalanıp yerlerini ulus devlet dediğimiz mikro devletler aldı.

    fakat zaman sonra bu milliyetçilik fikri ilk başta birleştirdiklerinin arasını açmaya başladı. çünkü hiçbir ülke bir kültürden, bir dilden ve bir milletten oluşmuyordu; kendini millet olarak gören herkes kendince hakkı olduğunu düşündüğü devleti elde etmek için çaba gösterdi. aslında bu durumu en iyi kendi ülkemizde görmemiz mümkün. atatürk milliyetçiliği gibi "kendini türk hissedersen türk olursun."la başlayan ve sonrasında gelen uygulamalarla "... böyle yaparsan oldukça da iyi edersin, çünkü senin dilini kullanmanı, öğrenmeni ve öğretmeni yasaklıyorum, en iyisi sen de ulus devletin bir parçası olmak için türk gibi yaşa, türk gibi hisset."le devam eden dayatmacı bir kimlik oluşturma anlayışı üzerine bina edilen türkiye'de, bu görüşe karşı iki tepki oluştu. belli bir refah seviyesinin üzerinde yaşayan lazlar, çerkezler, arnavutlar v.s.ler bu durumu türkleşmek olarak ele almayıp kendi geleneklerini devam ettirerek bunun yanında üst bir türk kimliği oluşturdular. ekonomik anlamda ülkenin en zayıf kesmini oluşturan kimi kürtlerse, kaynakların eşit dağılamamasına muhalefet edip bu fikre karşı "kürt milleti" ve "kürt ulus devleti" fikriyle ayrılıkçı hareketlere ve kaynaklarını kendilerinin kontrol edeceği ve eşit dağıtacakları bir devlet kurmaya çalıştılar. bundan türk milliyetçiliği de beslendi, neticede nüfusun çoğunluğunu oluşturan, birbirini sevmeyen iki halkın ve birçok farklı azınlığın yaşadığı bir ülke durumuna geldik.

    ulus devlet modelinin en önemli dezavantajı, ekonomik kaynakların eşit paylaşılmadığı anda "sağ kolunda et beni olanlar"ın diğerlerinden ayrılmak istemesi. bu da aslında "böl ve yönet"çi emperyalist devletlerin işine gelen bir durum ve hatta en çok arzu ettikleri şey: kontrol edilebilir küçüklükte bir devlet ve ayrılma sırasında onun başına kendi yardımlarıyla geçirilmiş ve dolayısıyla onlara bağımlı bir lider. hadi devlet kurulamadı diyelim, yine de pkk'da gördüğümüz ve görmeye devam ettiğimiz gibi toplumsal huzursuzluk, her an manipüle edilmeye hazır iki taraf, ölen onca insan, silaha ve savaşa giden -ve dolayısıyla kendilerine gelen- milyarlarca dolar; hepsi de bu devletlerin işine gelen şeyler.

    işte bu yüzden, başlangıçta sömürgeleri özgürleştiren bu devlet biçimi, artık postmodern sömürgeler yaratmak için kullanılmaya başlandı. "insanları "millet" gibi bir başlık altına toplayıp, ellerine kimi kutsallar verip, sonra bu kutsallar uğruna onları savaştırmak" haline dönüşmüş bu millet tabanlı devlet sisteminin; insanları kategorize etme ihtiyacı gütmeyen, devletin kültür üzerindeki etkisini azaltıp kültürlerin yaşanmasına izin veren ve dolayısıyla ülkede ötekiler oluşmasına izin vermeyen bir sisteme evrilmesi gerekir ki kanımca şu anda türkiye'nin üzerinde yürüdüğü yol da budur, aferin bize.

    hani klişe vardır ya: bir tekerleği giderken öbür tekerleği diğer tarafa dönmek isteyen araba yalnızca savrulur, fakat bütün tekerlekler gittiklerini sanırlar. bizim ve dünyadaki pek çok fakir ulus devletin de durumu bu bence, herkes bir yerlere savruluyor ve damarlarındaki asil kanda mevcut olan kudretle diğer devletlere karşı koyduklarını sanıyor, fakat aslında tam da onların istediklerini yapıp milyarlarca dolara silah alıyor ve birbirini yiyor. küreselleşmeye karşı koymak için önce birlikte yaşadığınız insanı ve onun kültürünü kabul etmeniz, ötekini yabancılaştıracak her türlü kimlikten sıyrılmanız ve ülke içi huzuru sağlamanız gerekir. yoksa kavga dövüş içinde yaşayıp giderken, kimi zaman işittiğiniz nutuklarla zaman zaman göğsünüz kabarır, "zannet"meye devam edersiniz.
  • 18. yüzyılda bunu inşa eden zihniyetin günümüzde tasfiye etmek istediği devlet biçimi.

    içerisinde insan bulunan bütün sistemler suistimale açıktır. bu sebepten en sağlıklısı değil en az sağlıksız olanıdır belki de. ulus devletin, ülkemizdeki ulus devlet savunucusu kişilerin genel olarak ulus devlet tanımlamaları içerisinde en dikkat çekici nokta; vatandaşlık, yurttaşlık meselesidir. ha bu ulus devlet ile mi yoksa demokrasi ile mi gelmiştir, yok iç içe midir ayrı mesele ama işte sayarlar din, mezhep, siyasi görüş, hayat biçimi, ırk ayrımı olmadan herkes eşittir.

    yukarıdaki tanımlara, tespitlere katılırsın katılmazsın ama türkiye söz konusu olunca, ulus devletin vaatleri ile icraatları birbirini hiç tutmadı. sıkıntı biraz da buradan çıkıyor. yani türkiye'de ulus devlet tanımı fransız tipi, günlük güneşlik, pembe ve kelebekli, uygulamada ise seni devletçi türk-sunni bir çizgiye çekmeye çalışıyor, bunu dayatıyor, dayattı.

    kümesteki hayvanlara(bu tabir çok eski bir devlet ağzıdır aslında ya neyse) eşit yem vermeyip, birini semirtip ötekini zayıf bırakırsan, sonra da bundan dolayı oluşan sıkıntılara laf etmeye hakkın yok. bu paylaşımdan kombo yem alıp semirenler de yemsiz bırakılanların rahatsızlık duymasını çoğunlukla anlamaz ve nefret besler. halbuki sen daha kötü bir şey yaşamadın ki. sistem seni öyle bir şekilde yetiştirdi ki, aslında ince ince seni de törpüleyen sistemi kutsal kabul ettin, yılmaz savunucusu oldun. senin bu tutumun çoğu insanın rantına perde oldu. neyse bu da ayrı bir konu başlığı.

    özetle lafla peynir gemisi yürümez. devletin hiçbir zaman bu toprakta demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi kaygıları olmadı. devletçi çizginin esiri olan empati yoksunu sözde medeni ve özgür kesim ise tanımları anlamları birbirine dolayıp ezbere konuştu, ulus devlet eşitliktir şudur budur evet ama icraata bakacaksın, o süslü laflar hep orada kaldılar, hiç gerçekleşmediler.

    bir de sana partileri dayattılar, x dönemi, y dönemi diye değerlendirip durdun. halbuki hepsi aynı, hepsi statükoyu devam ettiren aktörler. sadece giydikleri kıyafetin rengi değişik, o kadar. bugün akp de devletin ta kendisi oldu ve sana dokundu. sen de daha yeni anladın devletin polisin medyanın gerçek yüzünü. çünkü empati yeteneğin yok, kümesindeki zayıf kalmış hayvanı anlamadın, bugün yemin kesildi, zayıflıyorsun ve muhtemelen yine anlamıyorsun. en acı olan da bu.

    tasfiyesi de coğrafyadan coğrafyaya farklılık gösterir. kimi kanla, kimi ipekle yapılır. kimi yerlerde ise hiç yapılmaz. sağa sola "ulus devlet mi kaldı, bırakın yauvv!" zihniyetini ihraç eden ulus devletler ile dolu ortalık, şaka gibi.

    dalga geçiyorlar, bütün dünyalılarla dalga geçiyorlar.
  • kapitalizme karsi mucadelede bir numarali orgutluluk degildir. bunu sananlar st. pauli, livorno gibi cesitli futbol takimlarini "endustriyel futbola karsi" ve "solcular" sanrisi ile de desteklemektedirler.

    ulus devlet savunuculari kapitalizme karsi olabilir, eyvallah, lakin ulus devleti motive eden kapitalizmdir zaten. tipki livorno taraftarinin solcu olup takimin gayet de sistemin icinde olmasi gibi.

    hani futbol metaforu da koydum da bilmeyen daha rahat anlasin deyu.
  • ilk örnekleri 1789 fransız ihtilalinden sonra görülür..bu tarihten önce ulus-devlet diye bir kavram yoktu....
    ing:nation-state
  • kapitalizmin ortadan kaldırmaya çalıştığı devlet sistemidir. ya da en azından denetimleri sıfıra yaklaştırmaya çalışmaktadırlar.

    çok uluslu şirketlerin alıp yürüdüğü, dünyayı sömürdüğü bir dönemde yerli sermayeden korkmak komiktir. tamam yerli sermaye sömürmüş, sömürüyor olabilir. ama bir açalım kapılarımızı, şöyle serbest serbest dolaşsınlar yabancı sermayeler ülkemizde, bakalım o zaman ne oluyor.. (hoş gümrük birliğine girerek yetki sahibi olmadan yükümlülük altına girmiş, pazarımızı avrupalı sermayeye sonuna kadar açmış olduk ya, neyse)

    ne güzel di mi, kaldıralım ulus devleti, bizi yerli sermayenin sömürmesini engelleyelim. engelleyelim ki, wal-mart'tan yapalım alışverişimizi. abercrombie giyelim her birimiz. dünya çapında satış yapan, sermayesi aşmış gitmiş converse rahatça girsin ülkeye, fevzi kundura kapatsın dükkanı, ne güzel..

    tamam, şu an sabancı - koç yapmıyor mu aynısını? yapıyor elbet. peki yabancı sermaye rahatça girdiğinde ne olacak? (ki şu an girmediğini de sanmayalım, açtık sayılır tüm kapılarımızı) sen kendi saat, ayakkabı fabrikanı açabilecek misin? açsan tutunabilecek misin? "sen de onun kadar kaliteli yap o zaman", yapsam ne olur canım benim? yapsam ne olur? en kötü ihtimalle rekabet artar, fiyatlar düşer, çok uluslu şirket gerekirse bir süre senin ülkende zararına satış yapar. senin elinde ihracat diye bir şans olmadığı için nereye satacaksın malını? türkiye'de adam indirim yaptı, sen de yap. nereye kadar dayanacaksın? adam batıracak seni. sonra ne güzel, hepimiz swatch'ız..

    tamam arkadaş, yıktık ulus devleti. dövdük yerli sermayeyi, sömürüden kurtulduk, yaşasın birey devlet! yabancı sermayeyi nasıl durduracaksın canım benim?

    (yazar bu yazısında ulus devlet olarak türkiye'yi örnek almamaya özen göstermiştir. zira türkiye yabancı sermaye aşkını her fırsatta bağıra bağıra dile getirmekte, gümrük birliği ile "gelin gelin, pazarın hası burda" demekte, yerli sermayeyi, hatta yerli çiftçiyi bile öldürmekte bayrak taşıma yarışına girmiştir)
  • bir ulus kültü yaratmak suretiyle bünyesindeki halklara acı çektiren totalitaryan bir yönetim biçimi.

    -ulus devlet dünyaya emperyalizmden daha az acı getirmiş değildir. ulus devlet emperyalizmden evla da değildir. binaleyh ulus-devlet emperyalizmin kendisinden başka bir şey de değildir.

    süleyman şaşkınkedi, 2010.
  • dini diktatörlüklerin yıkılmasıyla kurulur.
  • savunanlarin onemli bir kisminin ne oldugunu bilmedigi sey. kapitalizme karsi olmaktir diyen var lan. oha.
  • millet kavramının tutarlılığı ve kapsayıcılığı, devletin bekçisi olduğu milleti koruyacağım diye her gün millet kavramını daraltması gibi problemler bir yana bırakılsa bile, çok büyük bir sorun teşkil eden sistem.

    efendim ulus devlet dediğimiz adı üstünde belli bir ulus için varolan (teoride) devlettir. bu demektir ki, yine teoride, amacı halkının refahını, güvenliğini, kalkınmasını sağlamaktır. bir vatandaşı bir problem yaşadı mı bunu çözmeye çalışmaktır.

    bu satırlar dar bir bakış açısından gayet mantıklı görünebilir, ama unutulan şey ulus devletin yapısı itibariyle ayrımcı olmasıdır. kendi ulusunu diğer uluslardan üstün tutar. diğer ulusların zararına bile olsa kendi ulusunu yükseltmeye çalışır. öteki uluslar açlıktan kırılmışmış, savaşta birbirlerini yemişmiş, eğitimi dibe vurmuşmuş hiç önemli değildir. haliyle, ulus devlet mekanizması, çalışma prensibi nedeniyle, bir yandan kendini "insan haklarına saygılı" addedip, bir yandan da kendi insanlarını diğer insanlara yeğ tutarak insan hakları kavramıyla dalga geçmektedir. dünyaya ait bir coğrafi bölgedeki kaynakları belli bir kitleye ait ilan edip, akabinde kaynakları sadece kendi kitlesinin faydasına kullanır.

    allah aşkına eğer sen sınırına gelen bir insana "efendim sen bana şu kadar finansal güvence göstermedin, veya ben uygun görmedim, ülkeme girmeye değer bir insan değilsin" diyebiliyorsa, içeri sokmak için para istiyorsa, yemişim ben o özgürlüğü. bütün dünyayı tek bir çıkar grubu olarak düzenlemek (bu çıkar grubunun nasıl oluşturulduğu da mühim tabi) yerine küçük küçük çıkar gruplarına ayırıp sürekli mücadele, bu mücadeleden de sürekli yeni pazarlar üretmek hakikaten pek anti-kapitalist, acayip barışçıl, son derece insanın değerine saygılı bir yaklaşımdır.
  • _ssst siz ordakiler,aloo size diyom niye kurtce konusuyonuz lan kendi aranizda
    _seyy gardas
    _hey sen ordaki,sen de gel,ne lan bu sakallarin hali,o eldeki tespih nee,?
    _seyyy
    _once isimlerinizi alsın bizim hakim arkadaslar sonra gecin bakiyim su falakanin yanina
    _tamam komutanim kizmayin
    aslında iyi bisey olmasına ragmen ne yazik ki cogu zaman turkiye'de uygulanis bicimi bundan oteye gidemeyen hede.
    ozellikle dgm lerin olayı abartması,bazı populer yazarların ve sanatcıların bakın ben ne kadar elestirgengillerdenim dgm ye bile cıktım dedirtmek icin yazdıkları yazılar yuzunden yargılanması devleti rezil etti.
    sezenaksu diyarbakırda konser verdi daha konserden once bak kurtce konusursan sarkı sotylersen oyarız seni deyip konseri ertelemeye kastılar.bu tip uygulamalar bitirdi bunu.o yuzden ulus devlet iyidir hosturda turkiye bunu fasistce uygulamıstır.
hesabın var mı? giriş yap