ümmü gülsüm
-
orhan gencebay ve müsküm gürsesde, dolaylı olrak da erkin korayda nağmelerine rastladığım arap müziğinin gelmiş geçmiş en büyük sesi.
ses rengi cinsiyetsiz olarak değerlendirilir. orkestrasına olağanüstü hakimdir. sahneye çıkmadan önce sazlar dakikalarca `peşrev geçerler. seyirci kıvama gelir. alkışlar, çığırtılar ve övgüler eşliğinde sahneye çıkar yer gök onun aşkıyla birbirine girer. sazlar ona yol verir herşey susar ve o başlar. söyleyen o değildir sanki bir başka, ötelerden bir sestir eşyayı ve ruh saran. mucizevi gırtlak nağmeleri hayretten hayrete sürükler. mana ile başlayan raks, inişler ve çıkışlarla, çarpma ve çeşitli müzikal oyunlarla doyumsuz bir şölene dönüşür.
günümüz şarkıcıları bir saat bile sahnede zor dururken şarkılarında yaptığı doğaçlamalarla, sazlarının ara nağmeleriyle sadece bir şarkısı bir saati aşkın 4-5 saatlik konserler verir. tüm şarkıları antoloji olabilecek nitelikte kendinden sonrakileri etkileyecek kuvvettedir. onu bir kez dinlediyseniz, müptela olmuşsunuzdur. ya habibii.... -
hayatında arapçayı bırak onun türkiye versiyonu sayılabilecek arabesk veya türk sanat muziğinin yanından yakınından bile geçmemiş beni, alakasız bir ülkede yaşarken kebap aşkıyla uyduruk bir mısır restoranında yemek yerken kelimenin tam anlamıyla önce vuran, sonra da darmadağın eden kadın.
gecenin bir yarısı, restoranın bir köşesindeki dandik ve eski bir tüplü televizyon ve çok eski siyah beyaz bir kayıttan gelen cılız bir ses var. alkolün etkisiyle karnım acıkmış, yıllardır kebap yememişim, derdim sadece karnımı doyurmak.
sonra işte ümmü gülsüm, o köşeden çıktı ve "ben buradayım" dedi. çalan da o ünlü kayıt:
https://www.youtube.com/watch?v=uckskhhubxe
yaşadığım hissi izah etmek mümkün değil. hiç tanımadığım bir kadın, anlamadığım dilde ve genelde hiç ilgim olmayan arap muziği ile bir şarkı söylüyor ve ben ne gözümü, ne kulağımı, ne de yüreğimi o kaynaktan ayıramıyorum. arada şarkı duruyor ve salondaki insanlar histerik bir şekilde ve tapınırcasına alkışlıyorlar. benim kayıttan dinlediğimde bile bir mucizeye, zaman ve mekan üstü bir olaya şahit olduğum konseri canlı izlerken kendilerinden geçiyorlar.
ümmü gülsüm şarkı söylemez. melodik bir şekilde konuşur ve hedef kulağınız değil yüreğinizdir. sözleri anlamanız gereksizdir. çok ufak bir azınlık harici kaç kişi opera dinlerken sözleri anlıyor? mozart'ın requiemini dinlerken lacrimosa kısmında söylenenleri bilmezsiniz ama içinize işler. o gece de ümmü gülsüm'ün sesi benim içime işledi, aktı, büyüdü, büyüledi.
restorandan ismini aldım, otele gittim, kaydı buldum. saatlerce dinledim. bilen bilir, enta omri dümdüz söylense tüm sözleri 10 dk içinde bitecek bir şarkı. fakat ümmü gülsüm o sözleri alır, bir çok kısmı tekrar tekrar söyler. işte en vurucu kısım burasıdır. ümmü gülsüm aynı kısmı her tekrarda "tamamen farklı" bir tonda, hisle, şekilde söyler. sanırım arapça bilmeseniz bile en etkileyici olan kısım budur. aynı sözler arka arkaya söylenir ama her seferinde sizin içinizde farklı bir yere dokunur. sözler aynıdır, duygusal dalgalanma değişir.
aynı etkiden sonsuz tepki yaratmak onun sesinin mucizesidir. iletişimin salt kelimeler ile değil ruhla yapıldığını anlarsınız. daha da ötesi aynı şarkıyı 100 kere dinlersiniz, her seferinde yeni bir duygusal dalgalanma yaratır onun sesi. gözleriniz kapalıyken dinlerken yaşamadığınız hissi ekrana bakıp onun yüzündeki bir mimik veya jestle birleştirince yepyeni bir his yaratır.
babam, gençliğinde universiteden aile evine dönüp, yaz aylarında gecenin ilerleyen saatlerinde balkonda oturup, cızırtılı bir radyodan onu dinleyip bir yandan da zuladaki rakısıyla piizlenirmiş.
50 küsür sene sonra bu gece aynısını ben yapıyorum. ümmü gülsüm'ün sesi ve müziği zaman tanımıyor. -
kadınların "devlet"inin olamayacağı bir dünyada "devlet gibi" kadındı ümmü gülsüm.
-
"daha sekiz yaşında ağırbaşlıca erkek çocuk kıyafeti giyerek düğünlerde şarkı söylüyordu. babasının kucağında bitkinlikten uyuyakalmadan önce emeğinin karşılığı olarak ona biraz pasta falan veriyorlardı. o şarkı söylerken hiçbir çalgı olmuyordu, çünkü ses tanrı'nın insanoğluna ihsan ettiği tek müzik aletidir. aile eğlencelerine renk katan bu küçük bedevi kızının ünü, okuduğu mevlitler sonucu büyüdükçe büyüyordu. gelgelelim, fotoğrafı ilk kez bir gazetede yayınlandığı gün kızılca kıyamet koptu. büyük bir ünün başlangıcı, ana babası için temizlenmesi mümkün olmayan bir namus lekesiydi bu. o andan başlayarak hayatı boyunca, özel yaşamını ortaya koymaya ve bununla ilgili bayağı fotoğraflar yayınlamaya can atan fotoğrafçılara karşı savaşım vermek zorunda kalıyor. ümmü gülsüm'ün hemen hemen yalnızca erkeklerden oluşan bir dinleyicisi vardır ve kendisi erkeksiz bir kadındır. (çok sonraları kendisini tedavi eden doktorla evlenecektir.) doğrusu ya, o kendisini bir bakıma tüm arap halkının eşi olarak görüyordu, bir tür madonna, hayatını duygusal olduğu kadar vatan hizmeti olarak da gördüğü sanatını uygulamaya vakfetmiş bir vesta rahibesiydi. kocalar, şarkıcı ümmü gülsüm'ü dinlemeye yanlarına karılarını almadan tek başlarına gidişlerinin nedenini açıklarken "âdeta politik bir toplantı" diyorlar. zaten gülsüm demek "sancak" demektir ve bu şarkıcı hanım sahnede her zaman sağ elinde bir yelken, bir meşale gibi salladığı kocaman bir mendil bulundurmaktadır. bu onun simgesi olmuştur, aynı zamanda da sığınağı, gözyaşlarının ve terinin sırdaşıydı bu mendil.
ümmü gülsüm sahneye, guatr hastalığı sonucu yuvalarından uğramış gözleri kocaman siyah gözlüklerin arkasında gizli, arap geleneği uyarınca örtülü olduğunda kendini daha iyi hissettiği için başı bir şifonla bağlı olarak çıkıyordu, tabii tombul elinde de bir mendil bulundurmayı ihmal etmiyordu. edebi arapçayı reddetme ve radyoda şarkılarını mısır lehçesiyle söyleme cesaretini gösteren ilk kişidir o. ve mucizevi bir biçimde sesini tüm arap dünyasına duyurabilmeyi başarmıştır. resitallerinden biri radyodan naklen yayınlandığında, hemen aynı dakikada kahire, kazablanka, tunus, beyrut, şam, hartum ve riyad'da sokakların ve çarşıların bir anda boşalıverdiği görülmektedir. kalabalık çığlıklar atarak: "sen bizimsin. hayatımın nişanlısısın. seni tanıyalı sağır oldum, kulağım senin sesinden başkasını duymaz oldu, dilim senden başkasını anmaz oldu!" diye haykırmaya başlar.
bu ses, artık ulusun hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. ümmü gülsüm, mısır'ın ve tüm arap dünyasının ruhudur. ortalıkta söylentiler dolaşmaktadır: mısır'ın durumu nasıl? çok güzel: üç gün futbol, üç gün ümmü gülsüm, bir gün de et."
michel tournier, "altın damla" (roll, ocak 1997, sayı: 3) -
beni gün be gün meftunu eyleyen kadın.
rakı-beyaz peynir-ümmü gülsüm.
şu siktiğimin boktan hayatında dördüncü bir şeye ihtiyacım varsa nağmerdim. iki kuruşluk ciğerim var; onu da sen parçala! -
bizdeki, alaturka musikiye yasak hikayesine çok benzer bir hikayenin de baş kahramanıdır aynı zamanda:
"mısırlı devrimciler iktidarı ele geçirince, her yerde yapılan devrimler gibi ilk iş olarak, eski krallık rejimine ait ne varsa -izlerini sadece hatıralarda kalacak şekilde- silmeye başlarlar. bu tehlikeli günlerde radyolardaki ümmü gülsüm'ün ünlü konserleri de yasaklanır. sanatçı bu yasağa çok üzülür ve bir gazeteci dostunu arayarak üzüntülerini dile getirir. bu gazeteci de cemal abdülnasır'la görüşmeye giderek konuşma arasına "efendim, ümmü gülsüm'ün radyo konserlerini neden yasakladınız acaba?" sorusunu ekler. cemal abdülnasır hayretle gözlerini açarak "ümmü gülsüm konserleri yasaklandı mı? der ve hemen emir subayına radyo müdürünü çağırması emrini verir.
radyonun devrim sonrasındaki yeni müdürü derhal gelir. abdülnasır, soğukkanlılıkla "biz radyoda ümmü gülsüm çalınmasını yasakladık mı?" der. müdür pişkin pişkin "evet efendim, eski rejimin sembolüydü, bu nedenle artık radyomuzda ümmü gülsüm çalmıyoruz." deyince, sakin cemal abdülnasır birden küplere binip "pekâlâ piramitleri yasakladınız mı?-ya şu akan nil'i yasakladınız mı?-onlar da eski rejimin simgeleriydi! derhal ümmü gülsüm konserleri yayınlanmaya başlansın!" emrini verir."
(bkz: http://www.ummugulsum.com/) -
unlu misirli kadin sarkici. sesi oldukca guzeldir ama ondan onemlisi soyledigi sarkilar cok eski ve guzel (misirli bir arkadasi yalancisiyim) arap siirleri icerir ve gordugum en kisa sarkisi 26 dakikadir. cs'teki arabstreets map'inde fondaki muzik bu kisiye aittir. bu kisinin ingilizce adi om kalthoom'dur.
-
hakkında murat özyıldırım'ın cumhuriyet'in ekinde yayımlanmış bir yazısı şöyle:
ona mısır bülbülü dediler. yalnızca güzel sesli bir şarkıcı değil, aynı zamanda mısır'ın simgesi haline gelen bir kadındı. bütün arap ülkelerinde yüzbinlerce tutkulu hayranı vardı. hayranları üzerindeki etkisi o denli büyüktü ki girişimleriyle arap ülkelerini biraraya getirebileceği bile iddia edilirdi. 5 şubat 1975'deki cenazesinde bütün dünyadan toplanıp gelen milyonlarca kişi bu iddianın çok da desteksiz sayılmayacağını kanıtlıyordu. ümmü gülsüm, yeteneklerini ve basını titizlikle kullanması, sanat alanındaki ileri görüşlülüğü ve ülkesine duyduğu derin bağlılıkla bir doğu masalı'nın gerçeğe dönüşümü gibiydi. temay üz zahire köyünün yoksul imamı ibrahim baltacı ile ev kadını fadime'nın küçük kızı ümmü gülsüm, yalnız doğu'nun değil batı'nın da saydığı bir yıldız haline gelmişti. kadınların yüksek sesle kuran okumalarının hoş karşılanmadığı diyarlarda bu müslüman kadın başı açıkken bile kuran'dan bölümler okuyabilmek gibi bir ayrıcalık kazanmıştı.ümmü gülsüm'ün doğum tarihi tam bilinmiyor. pek çok kaynak 4 mayıs 1904 tarihinde birleşirken, birkaç yerde de 1898 tarihinden söz ediliyor. gülsüm'ün çocukluğu ve gelişimi insana soul şarkıcılarınınkileri anımsatıyor; onunki gibi yoksul bir aile, dini eğitimle başlayan yorumculuk... nasıl pek çok kilise şarkıcısı kilise korosundan yetiştiyse ümmü gülsüm de camide kuran ve ilahi okuyan babasının yanında kendini geliştirdi. sesinin gücü ve güzelliği adının çevre köylerde de duyulmasını sağladı. çeşitli toplantılarda şarkı söylemesi için davetler almaya başladı. bu davetlere ailesiyle birlikte kilometrelerce yürüyerek gittiği biliniyordu. ümmü gülsüm'ün bu zorlu yolculuklar sonunda kazandığı para arttıkça, yatak dışında hiç bir eşyası bulunmayan kerpiç bir evde yaşayan ailesinin durumu da düzeldi. eş dost bu yetenekli kızın artık kahire'ye gitmesi gerektiğini söylüyordu. aile ise düşünceliydi çünkü bu büyük kentte ne çalışma şansları ne de tanıdıkları vardı. 1923 yılında bir fırsat çıktı önlerine. ümmü gülsüm'ün elinden tutacak biri çıktı. eğlence endüstrisiyle bağları güçlü bir müzisyen, ahmet şevki, gülsüm'ün hocası oldu. onun desteği ve yönlendirmesiyle gülsüm'e dersler aldırıldı. şair ahmet şevki, gülsüm'e arap edebiyatı ve şiir konusunda dersler verdi. 1926'nın baharında ümmü gülsüm yeniden doğmuş gibiydi. sesine göre bestelenmiş çağdaş aşk şarkılarından oluşan repertuvarı ve kendisine eşlik etmesi için tutulan seçkin müzisyenlerle başkentin sahnelerinde belirdi. eğitimli sesi ve güçlü kişiliğiyle sivrildi. 1930'larda plakları birbiri ardına çıkmaya başladı. hakkında çıkan birkaç tatsız haberden sonra basınla ilişkileri düzene girdi. artık o, yalnız kendini destekleyeceğine inandığı gazeteciler ve radyo programcılarıyla görüşmeyi kabul ediyordu. özel yaşamını gizli tutuyor ama geçmişinden, ailesinin yoksulluğundan rahatça söz edebiliyordu. bu görünüşte içten tavırları, halka yakınlaşmasını kolaylaştırdı. konserleri dolup taşıyor, plakları yok satıyor, filmleri büyük ilgi görüyoprdu. konserlerinin prodüktörlüğünden sözleşme metinlerinin düzenlenmesine kadar her şeyi kendi başına halletmeyi başarıyordu. 1940 ve 50'lerde altın çağını yaşadı. çağdaş şairlerle görüşüyor, mısırlı dinleyicileri cezbedecek yeni bir repertuvar hazırlamaya çalışıyordu. arap şiiri ve müziğinin büyüsünü iyi kavramıştı. bu dönemde eğlence endüstrisinde bir otorite haline geldi. müzisyenler birliği'nin başkanlığına yükseldi. 1954'teki cuntayla başa gelen sscb destekli nasır hükümetiyle sıkı ilişkiler içine girdi. 1952 devrimini coşkuyla karşılamıştı. nasır'ın sovyetler'in etkisiyle hazırladığı iktisadi reformları (devletleştirilmeler gibi...) destekliyordu. mısır'ın 1967'de aldığı yenilgiden sonra öteki arap ülkelerinde konserler vererek elde ettiği gelir ve topladığı bağışları kendi plak gelirlerinin büyük bir kısmıyla birlikte devlete bağışladı. yoksul köylü ailelere yardım ediyor, genç müzisyenlere eğitimleri için burs veriyordu.
güçlü, dikbaşlı, gururlu ve espriliydi. ilk dönemlerindeki bir konserinde sosyetenin karşısında nasıl korktuğunu anlatan bir arkadaşına, "hayır" demişti, "sosyete benden korktu".
ümmü gülsüm'ü çalışmalarından alıkoyan tek engel sürekli büyüyen sağlık sorunlarıydı. karaciğeri rahatsızlanınca sıkı bir perhiz gerekti. bir süre kaplıcalarda dinlendi. solunum yolları iltihaplanınca sesini kaybetme tehlikesi yaşadı. bu da onu bunalıma sürükledi. 1947'de o güne dek birlikte yaşadığı annesinin, ertesi yıl da erkek kardeşinin ölümü bu bunalımı şiddetlendirdi. bunalımlı günler amerika büyükelçisinin tavsiyesiyle gittiği doktorların çabalarıyla sona erdi. sağlığı kısmen düzeldi. gözleri hasar gördüğünden parlak sahne ışıklarına ve güneşe karşı kalın camlı siyah gözlükler takmaya başladı.
ümmü gülsüm'ün bir başka sıkıntısı da gönül meseleleriydi. kapalı kapılar ardında pek çok aşk ilişkisi yaşadığı biliniyordu. ama en parlak döneminde greta garbo gibi yalnızlığı seçmişti. onun için "birini sevmiş, mutlu olamamış" deniyordu. onu ne prensler istemişti ama nikah bir türlü nasip olmamıştı.
sonunda 1954'te ünlü bir doktorla evlendi. başının hastalıklardan kurtulmadığı düşünülürse hayırlı kısmetin hastanelerden çıkması da şaşırtıcı bulunamazdı. "birini sevmiş, mutlu olamamış" sözlerine karşı çıkan bir arkadaşı ise kimi yerlerde ümmü gülsüm'üm hemcinslerini tercih ettiğini fısıldıyordu. kim bilebilir.
öte yandan gülsüm'ün çevresindeki erkeklerin basiretsizliğinden ve çapsızlığından yaka silktiği de sıkça anlatılıyordu. doktor hasan hifnavi mesleki itibarı ve aşkına bağlılığıyla bu kadına birebir geldi. arapları'ın en tanınmış kadın şarkıcısı, kendisine en tanınmış deri hastalıkları mütehasısını münasip bulmuştu. 1960'larda ümmü gülsüm'üm toplumsal rolü iyice belirginleşti. nasır'la arkadaşlığı, yeni rejime duyduğu güven onun ülkesi için yollara dökülmesine neden oldu. konser için gittiği ülkelerde devlet başkanlarıyla görüşüyor, kültürel yerleri geziyor ve arap kültürünün desteklenmesi gerektiğinden söz ediyordu. 1970'lerde hastalıkları yeniden baş gösterdi. konserleri aksıyordu. kayıtlar sırasında ayakta duracak gücü kalmamıştı. 1975'te karaciğerindeki rahatsızlık yüzünden hastaneye kaldırıldı. gazeteler günlerce onun durumunu özel ekler vererek halka duyurdu. suriye ulusal radyosu yattığı hastaneyle arasında sürekli açık bir telefon hattı kurmuştu; her yeni gelişmeyi anında dinleyicilerine bildiriyordu. ümmü gülsüm 3 şubat 1975'te öldü. mısır "güzel sesli sfenksini" yitirmişti. cenazesi adetlere ters bir biçimde uzaktaki hayranlarının gelmesi düşünülerek iki gün bekletildi. tabutun devlet töreniyle kaldırılarak kahire'nin en büyük camisine getirilmesi bekleniyordu. ama işler planlandığı gibi gitmedi. cenazeye katılan milyonlarca insan tabutu omuzlayarak farklı bir istikamete, ümmü gülsüm'ün en sevdiği cami olarak bilinen seyid hüseyin'e taşıdılar. tabut omuzlarda üç saat taşındıktan sonra gülsüm'ün çok dindar ve onurlu bir kadın olduğunu anlatan bir hocanın kıldırdığı namaz sonrasında defnedildi. ümmü gülsüm'ün ölümü çölün ötesindeki ülkelerde de yankılanmıştı. geçtiğimiz günlerde birkaç amerikan dergisi onun ölüm yıldönümüyle ilgili anma yazıları yayımladı.
ümmü gülsüm, sesi çok uzaklardan da duyulan bir kadındı. ömer şerif'in dediği gibi "her sabah yüz yirmi milyon insanın kalbinde yeniden doğuyor, doğu'da ümmü gülsüm'süz yaşanan bir gün şenliksiz, karanlık geçiyor". -
takıldım kaldım ben bu kadına. ne ruh bıraktı bende, ne tin! o her konserinde elindeki mendilden burnuna lavanta kokusu çektiğini düşünecek kadar saf değilim ama; o nasıl bir lavantadır ki sen öldükten 36 yıl sonra bile beni sarhoş edip ağlatıyor? agk kardeşim sağ olsun bana bilmediğim bir şarkını yolladı; o şarkıda öyle bir 'emel' diyorsun ki: karım olsa ona emel diye hitap ederdim, sevgilim olsa ismini emel diye değiştirmesini rica ederim. ikisi de olmadığı için; 'buldun da emel'ini mi arıyorsun?' demesinler diye ben sende kalmayı tercih ediyorum.
ruhun şad olsun be..! -
hayatimda uc defa muzigin yarattigi duygu yogunlugu beni aglatti.
birincisi babamin vefatinde kosustururken, ve hatta "allah'a sukur daha cok cekmedi" diyerek rahatladigimi dusundugum anda verilen selayi duymamla bosalan goz yaslariydi. ikincisi hayatin pek boktan oldugu gunlerde birden bire rastgeldigim beethoven'in yedinci senfonisinin ikinci bolumuyle oldu. ucuncusu ise gayet keyfli oldugum bir zamanda iranli bir arkadastan "haci ne dinliyon bu arap muzigi mi ver bakayim" diyerek odunc aldigim cdyi dinlerken oldu. ummu gulsum anlamadigim bir dilde, pek dinlemeyi secmedigim bir tur muzikle kendini anlatirken calismayi, dusunmeyi birakip kaptirmisim kendimi, agladigimi akan damlalari hissedince farkettim. nereye dokundu, neyi hatirlatti bilmeden insani duygulandirabilecek guzellikte bir sesmis rahmetli ablamizin sesi, ne kadar ovulse yeridir.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap