• insanı şair eder.

    ***

    üniversite: sosyalleşme ve öğrenme yuvasıdır. eğlenmenin de dibine vurulur, dağıtmanın da. gelecek korkusu olsa da, aylak olmayanı dövüyorlar üniversitelerde, inek diye yaftalıyorlar.

    iş hayatı: ayıların dayı olduğu ortam.

    e haliyle ;

    depresyon: daha önceden isteyerek ve severek yaptığı günlük aktivitelere karşı isteksizlik ve hayattan zevk alamama durumu.

    ------------

    sudan çıkmış balık gibi oldun değil mi? nasıl güzeldi arkadaşlarınla istediğin zaman buluşup sabahlara kadar içtiğin günler. ertesi gün “okula gitmeyeceğim” deme şansın vardı. notlarını toplardın , iki kıytırık fotokobi, sonra sınav, tamamdır.

    ne oldun şimdi? bir gün izinsiz gitme işe bakalım, canına okumayacaklar mı? çevrendekileri arkadaşın olarak bilip hiç düşünmeden iş ile ilgili sıkıntılarını açabilir misin? tartarak, düşünerek konuşmak zorundasın değil mi?

    güvenemiyorsun, plan yapamıyorsun…

    peki bulunduğun ortamdan mutsuz olduğunu hissettiğin an kaçabiliyor musun? hayır. orda bulunmak zorundasın. mecbursun. bağlısın.

    şartlı tahliyede gibisin, dostum. etrafındaki çizgileri görmüyor musun? ev, iş, ev, iş, ev, iş…

    sınırların var artık. istediğin zaman şehir dışına çıkamazsın, bulunduğun şehre bağlısın. ankara’dasın mesela denizi görmek istiyorsun. bekleyeceksin. bir yıl sonra.

    ama paran var değil mi? bileğinin hakkıyla kazanıyorsun. ankara’yı örnek verdik madem devam edelim.

    yol parası: 1 lira 70 kuruş

    işe gidiş geliş bir vasıtaya biniyorsun diyelim gitti mi günde 3 lira 40 kuruş. aylık 85 lira.

    ev kirası: ortalama bir semtte bir ev arkadaşınla yaşıyorsun varsayalım. ev kirası 500 ama 250 veriyorsun. güzel.

    doğalgaz: her ay zam geliyor. bir ay 50 lira versen, ertesi ay 55 vereceksin. 55 diyelim.

    elektrik: 20

    su: 15

    telefon: sevgilinin uzakta olduğunu var sayarak bir fatura baz alalım. ama şimdi kampanyalar falan var abartmaya gerek yok. 50 lira.

    yemek, çarşı, pazar vs: 160 lira

    topla hepsini kaç yaptı? gitti mi 600 küsür. mesleğe yeni başladıysan zaten alacağın 750’den fazlası değil. ee kadınsan bir de kuaförü var bunun, kıyafeti var, süsü, püsü var. elde hiçbir şey kalmıyor.

    ne için çalışıyorsun o zaman? yaşamak için olmadığı kesin. yaşamak için çalışıyorum dersen dilenciler güler haline.

    nefes almak için ancak. sinir, stres hak getire. nefes almak için çalış, sağlığını kaybet üstüne. bir çözüm şimdilik yok. ama yıllar önce de düzenin aynı olduğunu düşünürsen için rahatlar belki. böyle gelmiş böyle gidecek, üzülme. orhan veli ’ye kulak ver hadi, üstad söylemiş yıllar önce.

    kelle fiyatına hürriyet,
    esirlik bedava;
    bedava yaşıyoruz, bedava.
  • bu aralar iliklerime kadar hissettiğim, kanımda dolaşan bela hissiyat. sokaktaki kedileri, üniversite öğrencilerini, emekli olmuş artık evde oturan yaşlı amcaları, bakkalı, onu, bunu, şunu, işe gitmeyen herkesi içten içe kıskanmama sebep olan berbat duygu. daha yol çok uzun be, en başından sıkılırsam boku yedim demektir. düşündükçe düşünüyorum.
  • ilk hafta erken kalkmanın ve istendigi zaman ortamı terkedememnin verdigi sıkıntı önemli bir yıkıma sebep olur bünyede
  • sürekli uyku ve yemek yeme isteği şeklinde belirtileri vardır. sonunda obez fok balıklarına dönüşür ve "beni kafamdan vurun yoksa kendimi sikçem!" diye bağırırsınız.
  • hayatın başlı başına bir depresyondan ibaret olduğunun en idrak edilemediği ve sadece önünden yenilmeye çalışılan, fazlalarda gözü olunmayan ve en bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılığın tavan yaptığı anlık nöbetler zinciridir. kişi okul yıllarının ne kadar da boşa geçmiş bir zaman bolluğu olduğunun ve alaylı olmanın, çıraklığın aslında ne kadar saygı duyulması gereken bir şey olduğunun tam da bu aralar farkına varır. defalarca hesap verdiği, ya da ondan daha fazla kazandığına, götünün rahat olduğuna inandığı şimdinin o ustalarına gıpta ile bakar durur bu zamanlarda. hayat koşusu çoktan başlamıştır ve sen defalarca üzerine tur bindirilirken bakakalmışsındır koşuyu başlatan o eli silahlı amcaya, amca da sana... yıllar geçmiştir ve sen didinip durmaya devam edeceksindir, okumuşsundur çünkü ve bir bok olamamışsındır, herkesin bitirebildiği elini sallasan elli tane mezununu bulabileceğin bölümleri bitirmişsindir ve göte gelmişsindir, çalışma zamanıdır, sürünme zamanıdır, işin seni senin işi seçme zamanındır, yıllar akıp gidecektir ve sen hala o stresi yaşayacaksındır, göte giren girmiştir yani... çıraksındır...
  • iki sebebi olan depresyondur.

    1- egonomik krizdeki bir patron.
    2- ekonomik krizdeki bir ülke.

    zaten üniversitede salt teorik eğitime maruz kalmıştır öğrenci, iş hayatının kıvrak virajlarından savrulmadan, takla atmadan ve maalesef hızla geçmek zorundadır.

    alışık olduğu üzere tepesinde kendisini çalıştıran birileri her zaman olacaktır. fakat bu sefer şartlar farklıdır. üniversitedeyken sıfıra doğru işleyen sayaç yeniden artmaya başlamıştır ve bu sefer finish çizgisi yoktur. sürekli bir yarış vardır, ama ortada ne başka yarışmacılar vardır, ne kural, ne de hakem...

    asıl depresyona sebep etken budur.
  • kendi hikayem;

    (ön edit: allah'ın belası bu ülkeden kurtuldum sonunda. eşimle birlikte kanada'da yaşamaya başladık. 37 yaşında tekrar koleje döndüm. 37 yıl bu berbat yerde koca bir depresyonda geçirdiğimi farkettim.)

    üniversiteden mezun olunur. amaç insan kaynakları'nda ilerlemektir. tabi işsizlik korkusuyla bütün bilinen kurumsal firmaların bütün giriş seviyesi pozisyonlarına başvurulur.

    - çok iyi bir şirkette merkez binada pazarlama departmanında dandik bir pozisyonda (asistan, yardımcı, ofis elemanı gibi sıfatlarla) işe başlarsınız. sorun şudur ki duygusal yapınız, bırak pazarlama departmanında çalışmayı, sizin dışınızda gelişen etik olmayan aksiyonları bile kaldırmıyordur. kıssadan hisse iş size uygun değildir.

    sonuç: ilk önce dengeniz bozulur. anti depresanlarla idare edersiniz 1-2 ay. sonra iş bile aramadan, krizin ortasında ağlayarak istifa edersiniz. (ciddiyim, salak da diyebilirsiniz tabi)

    - girdiğiniz bunalımdan çıkmak için, ben istediğimi yapacağım diye tutturursunuz. bulursunuz da o işi fakat bu sefer şirketin kurumsal olması gerektiğini unutmuşsunuz. antalya'daki en iyi şirketlerden birinin kurumsal olmayacağı aklınızın ucuna gelmez. kalkıp antalya'da yeni bir hayat kurarsınız. işiniz inanılmaz iyidir. ortamın tadından yenmez (ruslarla beraber çalışmak, insan kaynakları, antalya'da yaşamak). fakat bu sefer de salla başı al maaşı yaptığınızı anlarsınız. bayramlarda bile işe gidersiniz ama bütün gün ya müzik dinlersiniz ya film izlersiniz, otomatiğe bağlarsınız ve sizden istenen işlerin/raporların/analizlerin pek (aslında hiç) kullanılmadığını anlarsınız, patronun görünmesiyle insanların titremeye başlamasına anlam veremezsiz. paranızı elden verirler, şirket 3 kuruş vergi kaçırmanın hesabını yapar. sokarım böyle işe dersiniz. fakat bu sefer akıllanmışsınızdır. iş bulmadan, bu işi bırakmak yok.

    sonuç: bir fırsatla istanbul'a geri dönersiniz. işi de yapmayı öğrendiniz.

    - biraz da şansla doğru bir şirkette, doğru bir pozisyonda, doğru maaşla çalışmaya başlarsınız. iş hayatı depresyonundan da sonunda kurtulmuşsunuzdur.

    edit: sevdiğiniz işten kovulursunuz, yüksek lisansa başlayıp öğrenci olursunuz!!!

    züdüt: yüksek lisans'a devam ederken iyi bir şirkete girdiğinizi zannedersiniz. 1 sene çalışıp, allah sizin belanızı versin deyip istifa edersiniz. sonra aynı o şirket gibi iyi bir şirkete daha girdiğinizi zannedersiniz. o daha da kötü çıkar. ondan da 1 sene çalışıp ayrılırsınız. antalya yollarına tekrar düşersiniz.

    (bkz: biri beni durdursun)

    oha ironiye bak...

    durun lan editi: olm valla bak bu sefer son... en sonunda aha istediğin işi buldun dersiniz. hem de antalya'ya gitmeden. yöneticiniz de sizden sadece 3 yaş büyük, öyle süper bir parça olmasa da ortalamanın üstünde güzel bir hatundur. size hayatı ve şirketi dar eder. stresten hastanelik eder. o da yetmez hastanede yatarken de hayatı dar etmeye çalışır. hastaneden çıkılır çıkılmaz istifa edilir.

    5 yılda 5. iş (arada atıldığım işi saymıyorum). tam skerim böyle kurumsalını da, şirketini de, domates satarım kendi işimi yaparım kafasındayken, durup dururken size bir iş teklifi gelir.

    şu an haftada 2 gün şirkete gidiyorum. geliş gidiş saatlerime bakan yok. uzaktan bağlanıp evden çalışıyorum çoğu zaman. ve hayatımda ilk defa 1 seneyi aşkın süredir aynı şirketteyim. ve istifa etmeyi henüz aklıma bile getirmedim...

    zübük: oha amk. 10 yıl olmuş insan kaynaklarında. 6. işinizde artık yöneticisinizdir ama ne eski fiziksel sağlığınız yerindedir ne akıl sağlığınız. zaten şeker hastasısınız, böbrekler iflas etmiş, böbrek nakil ameliyatı olmuşsunuz. koy götüne gitsin. 2019 emekliliğim geliyor lan :).

    ahahahahah edit (valla bak bu son): 2009'da bu entry'i girerken bu satırları yazacağım hiç aklıma gelmezdi. 10 küsür yıldan sonra mesleği bıraktım. müzik yapımcısı oldum lan. şirketim var. çatır çatır millete albüm yapıyorum, klip çekiyorum, yayınlıyorum. 35'mde yolumu buldum lan sonunda!!!

    bak, yeminne bu son edit: böbrek nakil ameliyatı olduğum için, engelli olarak 37 yaşımda erkenden emekli oldum. emekli maaşı da alıyorum lan... lol

    artık pes edit: tekrar okumaya başladım. kanada'da durham college da music business management diploma programındayım. okuldan mezun olmanın depresyon olmadığının, türkiye'nin koskoca bir depresyon olduğunun farkına vardım.

    bu entry'i ilk yazdığımda sene 2009'du. üniversiteden mezun olalı 1 sene olmuştu. dile kolay bunun üstüne 10 senelik bir ik kariyerimi müdür olarak tamamlayarak bitirdim. öncelikle oğuzhan ve betül (siz kendinizi biliyorsunuz) götünüze girsin. adını hatırlayamadığım senden bir bok olmaz diyen 3. bir kadın daha var. ama adını hatırlamıyorum. hadi sen de eksik kalma, senin de götüne girsin. şu an kariyerinde ne yapıyorsun diye soranlar oluyor, über eats kardeşim. günde ortalama 120 dolar kazanıyorum. (hala kolej bitmedi). koskoca ik departmanını yönetirken kazandığımdan daha fazla para giriyor cebime. ondan sonra, asıl işimi, müzik yapımcılığını bana öğreten sevgili arkadaşım. öğrettiğin çoğu şey, yapılması gerekenin tam tersiymiş. 1 yılda kendi yapım şirketimi (10+ sanatçı ve 40 küsür şarkı) ayda sırf streamden temiz 250 dolar yapar hale getirdim. hem de gelirin yarısını sanatçılara veriyorum. kanada'ya gelip burayı gördükten sonra maalesef türkiye'den ve türk insanından iyice nefret eder oldum. bir insan kendi kanından, kendi vatanından nasıl nefret eder? ülkeyi bu duruma getiren herkesin belasını bulmasını diliyorum.

    vasiyetimdir: ben öldüğümde lütfen bu entry'e kendisi vefat etmiştir diye not düşülsün.
  • insana en olmadık şeyleri yaptırabilen depresyondur. özellikle türkiye gibi geleceği kestirebilmenin, kendi ayakları üzerinde durabilmenin çok güç olduğu bir ülkede yaşanmaması neredeyse kaçınılmazdır. 22 yaşında 'ben buyum' diyen size 23 yaşında 'ben bu muyum?' dedirtir. olmadık işlere atlar, olmadık insanların yanında bir şeyler başarmaya, kendinizi kanıtlamaya çalışırken buluverirsiniz kendinizi bu depresyon sayesinde.. kurtulabilmek ve yara almadan alışmak için şansınızın yardımı gereklidir. neticede doğada en güçlü olanlar değil, değişen koşullara en kolay uyum sağlayanlar ayakta kalır.
  • özellikle takım elbise giyilmesi gereken yerlerde çalışan insanların facebook ve bilumum sosyal ağlarda en çlıgın, en gece hayatı ortasında ya da en çimlerin üstünde içerken hangi fotoğrafı varsa onu profil resmi yapmasını bu depresyona bağlıyorum.bir tane de haftada 5 gün 8 saat olduğu gibi kravatıyla gömleğiyle fotoğraf koyan görmedim.

    ben de hayatımın etek ceket giymem gereken döneminde siyah oje sürer olmuştum üniversite yıllarında pek sürmezken. insan o kadar tektipleşince kendisini ifade edebileceği ufacık noktaları bile yakalamaya çalışıyor aslında.
  • daha yaşanmadan içine çeken. sadece depresyon kısmı tabii. iş bulmalının "malı"sı var sadece kafamda. yaşamak için neden paraya gereksinim duymak zorunda olduğumuzu anlamış değilim açıkçası. anlamak derken burda; hani gerçekten anlamak, özümsemek, kabullenmek, takdir etmek, onaylamak.. bir yerden kazanıyorsun bir miktar. sonra bunları dağıtıyorsun çeşitli yerlere, çeşitli fiillere. amaç dağıtmadığın miktarla ömrünü sürdürebilmek, yaşlılığı güzel geçirmek. hani çoğu insanda gördüğüm amaç bu. haa, onlar ne kadar amaç edinmişler, üzerine ne kadar düşünmüşler bilemem. bilmek de istemem. korkarım çünkü.

    bunca yıl, bunca saat, önce okumayı öğrenmek, sağ elini veya sol elini seçmek yazmak için, a-b-c-d-e seç birini, ege kıyısına dik uzanan dağlar, periyodik cetveller, dersane sevgililerin, yuvarlakların içini kurşun kalemle doldurmalar, tikky-rotring evrimi, her sabah o kalk üniforma giy çılgınlığı, sonrasında bana bir türev aldıranın kırk yıl kölesi olurumlar, bu sefer aa'lar ff'ler.. bundanmış hep, sebebi buymuş diyebilmek? amacı buymuş diyebildim mi ben şimdi peki?!

    hüzünlendim yahu.
hesabın var mı? giriş yap