• üniversite kitlesinin yüzde 90'ının yaptığı şey.

    ben de ilk üniversitemde boş muhabbet, geyik, boşa zaman harcama vs bunları bolca yaptım. fakat en azından çevreye, kimseye zarar vermedim. olumsuz bir ortam oluşturmadım. ilk üniversitem de rahmetli fırat çakıroğlu'nun öldürüldüğü ege üniversitesi ve kendisiyle aynı bölümdü.

    ege üniversitesi tarih bölümü nasıl bir bölümdür? duvarları, bina yapısı bile kasvetlidir. tuvaletler tuvalet değil, kafeler kafe değil. hocalar desen bir garip. türkçülükle fazlaca kafası meşgul, bilim ürettiğini sanan enteresan tiplerdir. çoğunda atom parçalıyormuş ciddiyeti vardır. hayatımdaki en büyük pişmanlık bu bölümde ve bu üniversitede kaybettiğim yıllardır. zaten hiçbir fen-edebiyat fakültesi bilim üretmez, insanı geliştirmez. geçen yılın ders notlarını alır geçersin. insan ege üniversitesi tarih bölümü deyince daha çok şey bekliyor değil mi?

    ben binaların ve öğretenlerin giyim, hayata bakış stillerinin öğrenen üstünde çok etkisi olduğuna inanırım. meslek lisesinden çıkanların birçoğunun vahşi ve garip olmasında binaların-tuvaletlerin bitikliği , hocaların antika olmasının etkisi bence büyük.

    ege üniversitesi de böyle. özellikle edebiyat fakültesi binası ve antika hocaları tarih bölümünde garip tiplerin çıkmasına öncülük ediyor. insanlar ve özellikle eğitim periyodunda olanlar çevre koşullarının vasatlığından vasatlaşıyor ve vahşileşiyor.

    mesela fırat çakıroğlu'nun öldüğü videoyu izledim. orda kendini geliştirmek amacındaki-kendi halindeki birisi bu ortamda nasıl hisseder bunu düşündüm. elinde sopalı garip tipler güpegündüz kurtlar vadisi çekiyor. diğer yandan kadrolu kürtçüler her gün provokasyon peşinde ve halayla hayata tutunuyor. ulan böyle üniversite ortamı mı olur?

    üniversite ortamı insana sofistike zevkler katmalı, o ergenliğinden çıkartmalı. sosyal paylaşımları arttırmalı yani insanın kabuğunu kırmalı. insanı klişelikten kurtarmalı. öğrenci öğrenmeyi öğrenmeli ve kendine özgün bir yol çizmeli.

    fakat gerçekte olan ne? reis, ocak başkanı, kürtçüler, halay, antika hocalar, pis tuvaletler, kasvetli iğrenç binalar, antika bilgisayarlar, güpegündüz pkk propagandası, arada kurtlar vadisi'nden sahneler, geçen yılın notlarıyla ders geçme, 3. sınıf bitince gelen ben bir bok olamayacağım hissi ve depresyon, dil eğitimi sıfırın altında, sosyallik-paylaşım sıfır.

    ben devlet üniversitesini de, burslu olarak özel üniversiteyi de gördüm. inanın bana özel üniversite ortamı bin kat daha güzel. en azından ferah binalar, native-kendine saygısı olan, komplekssiz hocalar, tuvaletler temiz, hocalarla maille sağlıklı haberleşme, çalışan bilgisayarlar, hocalarla kültürel paylaşımlar. en azından insan kendisini bir birey gibi hissedebiliyor. özel üniversitede de çok boş muhabbet insan yok mu? tonla fakat en azından çevreye zarar vermiyor, kendi kafalarında takılıyorlar. zararları kendilerine.

    bence özel hastaneyle devlet hastanesinin farkı neyse birkaç devlet üniversitesi hariç fark bu.

    dr. aziz sancar'ın dediği gibi ''politika ile uğraşmayın, ilim yapın ve çok çalışın.'' o kadar doğru ki. ilim yapın derken de, illa uzaya araba göndermeye çalışmayın, ya da atom parçalama çalışmayın... bence çevreye zarar vermeden, kendinizi alanınızda belirli seviyede kendinizi geliştirin yeter. bunları yaparken bence en önemli şey çevredekilere rahatsızlık ve zarar vermemek.
hesabın var mı? giriş yap