• bir gürsel korat kitabı.
  • gürsel korat'ın yine kapadokya'da ancak bu kez 1915 yılında geçen, görünüşte, ermeni meselesiyle ilgili yazdığı roman. su içer gibi okunuyor.

    aklıma hemen şemsettin ünlü'nün yukarışehir ve toprak kurşun geçirmez romanları geldi.

    uzun uzun bu konuda konuşanların önce bu kitapları okumalarını öneririm. sonra ne diyeceklerse desinler.
  • "ezel akay’a bir senaryo yazıyordum. bir öykü taslağı çıkardım ama bu onu tatmin etmedi. kapadokya’ya bir yolculuk yaptık. çok iyi bildiğim bu yerleri öyküyü düşünerek dolaşırken ürgüp’ün güneyinde cemil köy’de gördüğümüz bir kilise öreni bütün iç dünyamı alt üst etti. her şey olduğu gibi duruyordu. bu bir rum köyüydü ama köyde kümbet de vardı. iç içe geçmiş insanların tarihi. kümbet mimarisi de bilir misiniz, ermeni sanatından gelmedir. ermenileri düşündüm ve zihnimde bir ışık parladı. bu bölgede çok az ermeni vardı ve tehcir burada -yozgat-kayseri eksenindeki kadar- arkasında büyük viraneler ve boşluklar bırakan insan sayısına ulaşmamıştı. ben katlin anlatılmasından çok beklenmesini daha korkunç bulduğum için ermeni kıyımının yarattığı o derin arka plan önündeki insan hikâyesine baktım. olay film senaryosu olmaktan çıktı. ezel’den izin istedim, ben roman yapayım bunu, ondan sonra film işine döneriz dedim. sezmiştim çünkü. beni büyük bir hikâyenin beklediğini kapadokya’dan döndüğümde biliyordum. böylece 1919’dan başlayarak anlatmayı düşündüğüm dedemin hikâyesine uzun bir zemin kurmuş oldum.

    bu romanı yazmayı çok diledim, ermeni tehcirini çok az yazan türk edebiyatına biraz da sitem ederek elbette. politik taraf olan bir metin yazmayı zaten sevmem. fakat seçimim, kitapta yazar olarak göstermediğim tarafım, bu konuyu anlatış biçimimden bellidir. ben küçüklüğümden beri ermenilerle ilgili bir yığın mesel dinledim. yozgatlı bir ailenin çocuğuyum. yozgat’ın çandır ilçesinin kuzeyindeki iğdeli ve çokradan, batısındaki terzili, uzunlu ve boğazlıyan, güneyindeki felahiye ve çevresi zaten yoğun ermeni yerleşimleriydi. bunları işite işite büyüdüğüm yetmediği gibi çevremde tehcirde besleme olarak alınmış kızlardan doğma aileler de gördüm.

    böyle durumlarda benim gibi ortaya çıkıp da konuşanın etnik menşeini merak etmek pek yaygındır. onlara şöyle söyleyeyim: merak eden pek çok kişinin şaşıracağı kadar yozgatlı, müslüman ve türk bir ailenin çocuğuyum. bunu şunun için belirtiyorum: “türk’üm ve milliyetçiyim” dediğin zaman ermeni meselesinde kullandığın dil en basitinden “onlar da bize yaptı” olarak biçimleniyor. oysa roman evrenseldir ve “biz”i yoktur. roman tüm insanlığın aklı ve vicdanıyla kurulur. “kol kırılır, yen içinde kalır” mantığı romanın işi olamaz. bu nedenle ben hem siyasal görüşleri ve hem de -alın cümle içinde bir “fıtrat” kullanımı da benden- yazarlık fıtratı gereği nasyonalist değilim. türküm ve enternasyonalistim. vatanseverliği de kimseye bırakmam. çünkü ben türkçenin bir işçisiyim. bir insanın ne olduğunu dilinden anlarsın. insanın kanına ve kafatasına bakanların dünyaya ne yaptığını düşünmek yeter. ama dert değil, isteyenle de türklük yarışına çıkarız. türkçenin kaşını gözünü yarmadan konuşamayan ama herkesin kanından şüphe ederek dolaşan uğrular hezeyana kapıldığı için susmak zorunda değiliz. hoş onların hezeyanı da nedir derseniz, büyüklük hezeyanıdır. tarihimizin büyüklüğünden gelen değerleri, köylüce bir böbürlenmeyle yıkıcılığa vardıran cahilliğin hotzotçuluğudur."

    http://t24.com.tr/…zi/tarih-unutur-aynalar-asla,718
  • hatırlamakla unutmak arasında bıraktığımız gölgeli bir zaman, tozlu sükunetle durur, öylece. zamanın hatırası kusurundandır. bu kusurun telafisinin adı hayat mıdır, bir fotoğrafa çerçevelenerek asılmış duvarı insan mıdır bilinmez lakin tıpkı proust’un dediği gibi: “insan ancak hatırladığı şeye sadık kalabilir ve ancak bildiği şeyi hatırlar.”

    insan, kendi hayalinin fotoğrafına sızan bir zaman… unutulan zamanın anlatacakları bazen bir romanın sayfaları arasındadır. o roman, 1915 haziran’ını nevşehir’de gündoğumuyla başlatır. o sabahtan sonra değişir her şey. zaman içinde zaman olur on gün. genişleyen, daralan, ve kırılan vakitlerin içinden incelikli cümlelere işlenir yaşananlar. 1915’in orta anadolu’sunda hepimizin hikayesini birbirimize anlatandır gökyüzünden geçen bir güvercin. acıyla yüzleşme, aynada unutulan zamana “geçmiş” diyemez. sonra yazar der ki:

    “nasıl ki bir olay yazılınca canlanmak için okuyanın bakışını beklerse, fotoğrafa bakanlar da o fotoğrafın zamanına karışır. zaman hem şimdi olur hem de geçmiş. başına silah dayanmışken kameraya bakan oğlan çocuğu sanki şimdi buradadır; yahut bu fotoğrafa bakan gözler de ‘orada’dır.
    fotoğraf çekilirken, insanlar genellikle kameraya gözünü çevirir: bu, “belirsiz bir gelecek zaman”a bakıştır. oysa o fotoğrafı eline alan insan, “değişmez bir geçmiş zaman” görecektir. fotoğraf çektirenlerin gözünü diktiği o belirsiz gelecek, fotoğraf kartını elinde tutan kişi tarafından yaşanır. gelecek zamandaki kişi, o anda geçmişteki biriyle göz göze gelse bile ne fayda… fotoğraftaki kişi, geleceği bilmemekte, görmemektedir.
    zaman o aynada unutulmuştur.”

    gürsel korat ın incelikli bir diyalektikle yazdığı romanı unutkan ayna ermeni tehcirini anlatırken, zamanı, tarihi, insani ilişkileri ve mekanı katmanlara ayırırken bizi suskun kırlangıçların vaktine dahil ediyor.
  • 46. orhan kemal roman ödülü kazanan kitap.
  • kolaylıkla filme çekilebilecek, okurken film izliyor hissi uyandıran bir roman.
  • 1915 yılından 10 günlük bir zaman diliminde geçip, ermeni tehciri sırasında neler yaşandığını anlatan kitap.

    kitabı okuduktan sonra ermeni isimlerine ne kadar yabancı olduğumu anladım. sırpuhi, dikran, haçik, mayreni, zabel, boğos, bediros, araksi, siranuş, diruhi, artin, gülgaran... hangisinin erkek ismi hangisinin kadın ismi olduğunu karıştırıp durdum.

    - "kadınlar kötülük görmedikçe erkekler hakkında kötü laf etmezler. vicdan, kadına çok yakışır."

    - "ortak dinimiz hürriyet."

    - "zabel'e göre özgürlük, kadının yalnızca kendi özgürlüğü olduğu zaman değerliydi, erkeklere mutluluk verdiği zaman değil."

    - "bazı haberler sokaktan hüzünle geçer, bazı haberler kuş kanadında gelmiş gibi şenliklidir; fakat acı haber bombadır, patlar."

    - "dünyanın verdikleriyle ve aldıklarıyla bir ibret yeri olduğunu düşünen mayreni..."

    - "gelenler, bu diyarın dilini bilmeyen, anadili yunanca olan müslümanlardı. bu halleriyle anadili türkçe olan hıristiyanlarla bir resmin arabı kadar farklıydılar."

    - "insan bir yere kapanır kalırsa hep geleceği düşünür, yükseklere çıktıkça da geçmişi. yükseklerden bakılan şehir gelecek ümidi vermez; hep geçmişi, bir zamanlar orada yaşananları anımsatır. oysa mağaralara kapananların dışarı çıkma, göğe bakma umudu vardır; duvarlar hep geleceği söyler."

    kadınlar kendi cinsel arzularını kışkırtmakta da yadsımakta da benzersizdir. insan ilişkileri onlara arzunun yıkıcılığını erkekten daha keskin bir dille öğretmiştir. bir kadın neden "evet" dediğinin farkındadır ama çoğunlukla neden "hayır" dediğini düşünmez. çevredeki insanlar, kadının bilinçaltı duvarıdır; cinsellikten utanmayı bir marifet gibi yüzünde taşımayı öğrenmiştir kadın.

    "ölüm yaklaştıkça cinsel davranışlar yoğunlaşıyordu; ölen böcek yumurta bırakıyor, ölümle kuşatılmış toplumlarda doğumlar çoğalıyordu."

    "yeni bir dünya kurmalıyız, çocuklarımız bize öğretilen kadınlığı ve erkekliği bilmeden büyümeli."

    son olarak:
    - "miralay ziya bey ve haçik ikinizin arasına karbon kâğıdı koyayım."
  • gürsel korat'ın politik dilin laçkalığına girmeden, hikayeyi paramparça etmeden, gerçekleri de göz ardı etmeden, dolaysız bir üslup kullanarak ustalığını konuşturduğu romanı.
    orta anadoluda ermeni tehciri sırasında bir kasabada geçen olayları ele almakta olan roman; dedelerimizden, ninelerimizden dinlediğimiz öykülerin sıcaklığı ve çarpıcılığı ile işlenmiş. buradaki işçilik takdir edilesidir.

    yaşar kemal'den sonra ilk defa bir yurdum yazarından bu kadar tat alarak kitap okuyorum, üstelik bunu gürsel korat'ın birçok işi için rahatlıkla söyleyebilirim. demek ki; böylesi mümkünmüş. kendisinin ellerinden öperim.
  • “keşkelerle” dolu tarihimizin en acı dönemlerinden biri olan 1915 yılını, suratımıza basan bir agrandizör gibi olan gürsel korat romanı.

    keşke “ortak dinimiz hürriyet” kalabilseydi.
    keşke evlerimizin kapısına “boya” sürülmeseydi.
    keşke yunan alfabesiyle türkçe yazılmış ayazmalardan su içmeye devam edebilseydik.

    iç anadolu’ya özgü deyimleri oldukça cömertçe kullanan (carı carı yürümek, cavlağı çekmek, zürü kaçmak, kel ali’nin bağı vb.) korat’ın diline hayran kaldım. okuduğum ilk romanıydı ve devamını getireceğim.

    --- spoiler ---

    sebilürreşad okuyucusu ve hukuku savunan bir fuat hilmi bey;
    gizli geçitleri, dehlizleri ile efsaneleşen bir nevşehir;
    “ölüm gelene kadar yaşamın kesin oluşu” ile ilişkilendirilen yaşama umudu;
    tehcirden kurtulmak için ermenilerin müslüman oluşuna üzülen ve gavurların meyhanesinde içen insanların gülünç çelişkisi;
    olmadık zamanlarda gelen iyi haberler...

    “fotoğraf çekilirken, insanlar genellikle kameraya gözünü çevirir: bu, “belirsiz bir gelecek zaman”a bakıştır. oysa o fotoğrafı eline alan insan, “değişmez bir geçmiş zaman” görecektir. fotoğraf çektirenlerin gözünü diktiği o belirsiz gelecek, fotoğraf kartını elinde tutan kişi tarafından yaşanır. gelecek zamandaki kişi, o anda geçmişteki biriyle göz göze gelse bile ne fayda... fotoğraftaki kişi, geleceği bilmemekte, görememektedir.”

    budur unutkan aynalar...
    kestiğimiz kelleleri unutmuşluğumuzu bize yansıtan.

    --- spoiler ---

    tarihi dayanaklarını bilemem ama gürsel korat bu romanı, gördüklerini yazmış gibi kaleme almış. çok gerçekçi.
  • hakkında pek az entry gördüğüm için üzüldüğüm gürsel korat kitabıdır. yine kapadokya, bu sefer konu çok başka. “iyilik ne, kötülük ne, vicdan nerede?” gibi soruları tekrar ve tekrar sormaya sebep oluyor hikaye.

    kitaptan birkaç cümleyi şöyle bırakayım;

    “kahramanlık şiiri okuyan adam kafasındaki savaşa atılır, hiçbir yeri acımadan dünyaya hükmeder, ama aynı adamın burnuna yumrukla vur bakalım, ne oluyor?”

    “ölü evinde insanların burnuna gelen kokular da aldıkları tatlar da değişir. ölüm karşısında insan bütün duygularıyla örselenmiştir. yenen içilen her şeyde bir başkalık vardır.”

    “bazıları aşkla aynılaşır, bazıları da zamanla ayrışır.”

    yukarıda biri daha not düşmüş ama en sevdiğim bu olduğundan tekrara düşmek pahasına yazacağım;

    “kadınlar, kötülük görmedikçe erkekler hakkında kötü laf etmezler. vicdan, kadına çok yaraşır.”
hesabın var mı? giriş yap