• unutmak yas ile anlamlı. neyi unuttuğumu hatırlamadığım bir unutkanlığın hiçbir faydası yok.

    unutmanın daha az ve seyrek hatırlama anlamına geldiğini düşünüyorum. bir hatıramın silinmesi, o hatıranın kaynağı olan acıdan daha korkutucu. yitirdiğim bir arkadaşıma dair bütün hatıralarımın yok olmasındansa, onun yasını tutmayı tercih ederim. insanı çıldırtan, kötü hatıralar değil, kayda değer bir hayat yaşamamış olması.
  • "bu daima böyledir. hâdiseler kendiliğinden unutulmaz. onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlilerini affettiren daima öbür hâdiselerdir."

    saatleri ayarlama enstitüsü, ahmet hamdi tanpınar

    debe editi: unutan iyileşir, unutmak nimettir, unutmak şifadır; güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır.

    bonus:
    - çok özlüyorum onu anne, çok özlüyorum, uyku girmiyor gözüme.
    - yat uyu yavrum. biraz da öğlen özle.
    görsel
  • böyle jilet gibi giyinmiş, parfümü daha köşeden dönerken burnu sızlatan, çapkın bakışıyla akla ayıp düşler sokandır unutmak.
    cezamı çekerim usulca, sonra toplar bavulu giderim dersin. hayat yoğun, işler güçler nasılsa oyalar beni, aklım şaşırır ezberlediğini unuturum dersin.
    tam son kare, hani bu elini beline dolayıp, boynundan öptüğü yaz gecesi, hani hatırlayıp da gecelerce seni ağlatan şarkının sahnesi var ya, o da silinir bir gün.
    ve aynı gün unutmak girer içeri, yarım bir gülüş vardır yüzünde, en çapkın bakışıyla ‘’merhaba’’ der, ‘’nasılsınız?’’
    ah ben daha yeni doldurmuştum çilemi bayım. kapamıştım dükkanı ne güzel. nereden çıktınız şimdi?
    karşı koyamaz ‘’iyiyim, siz geldiniz daha iyi oldum’’ der, koluna girersiniz. sonra fark edersiniz, ellerinin size birini hatırlattığını.
  • unutmak artık acı çekmemek, sorumluluk hissetmemek, vicdan azabı yaşamamak demektir. bu durumda hatırlamak, bir tragedya kahramanının yükü olarak karşımıza çıkar.

    bilmek gibi hatırlamak da hem güç hem de lanettir. hatırlanan her şey zihinde tüm canlılığı ile durur. bu bazen anımsanan güzel bir anının mutluluğu bazense acı verici bir hatıranın buruk tadı olabilir. unutmak -anımsamak olumlu duygular sağlayabilmesine rağmen- dünyada en çok arzulanan edimlerden birisidir. eminim unutabilmenin bir yolu bulunabilse evi barkı satıp kendisine geçmişi unutturacak milyonlarca insan olurdu.

    unutmak hayatı kolaylaştırıcı, hatırlamak ise isyankar bir eylemdir. hatırlayan kişi hayatın kaydını tutan kişidir, hatırlamanın verdiği ağırlığı taşır.

    böyle bir insan, hatırlamanın gücünü eline asa yapan, azabını ise alnına dikenli bir taç gibi takan bir tragedya kahramanı olmayı hak eder.
  • kalpte çıkan isyan ve iç savaşı darbe ile bastırmak.
  • her şey gibi unutmanın da bir bedeli vardır.
    ne mi demek istiyorum?
    romantik bir şeyden bahsetmeyeceğim.

    şöyle ki
    beyinde bir şeyi unutmak, enerji gerektirir.
    buna geçmeden önce
    unutmak nedir üzerine biraz düşünürsek şunu fark ederiz. bir şeyi unutmak demek aslında o şeye ait bilgiyi hatırlayamayacak hale getirmek demektir. öyle ki artık “anlamlı” bir bilgi olmaktan çıkar. bir bilgiyi hatırlayamayacak hale getirmek de aslında onu kendi göremeyeceğimiz hale getirmektir.

    bunun yolu entropiyi arttırmaktır.
    entropi nedir?
    bir şey hakkındaki bilgisizliğimizdir. bir başka açıyla bir şeyin olası seçeneklerinin çok olmasıdır. anlamlı bir bilgi düzenlidir. onu düzensiz ve karışık hale getirmek ise entropisini arttırmaktır.

    bu noktada artık anlamlı bilgi dağılmıştır. bizim için artık okunamayacak haldedir. unutulan şey için azalan entropinin bedeli olarak beynimiz bunu yapmak için enerji harcar. bu da beynimizin ısınmasına ve entropisinin artmasına yol açar. unutulan veya silinen bilgi artık ısınmış, titreşen moleküllerde kodlanmıştır.

    bunu biraz şuna benzetebiliriz. canlılar, canlılığını devam ettirebilmek için kendi içinde entropiyi düzenli tutmaya çalışır. bunun için gösterdiği her çaba, o canlının dış çevresi için entropinin artmasına neden olur.

    edit: bir şeyi hatırlamak demek onu yeniden canlandırmak demektir. beynimizin içinde bir record etme işlemi gerçekleşmez. beyinde bir hafıza kutusu yoktur. bir anı yaşandığı anda o anda aktif olan nöral ağ, hatırlama esnasında benzer şekilde yeniden oluşturulur. bu yüzden herhangi bir koku veya bir şey, spesifik bir anıyı gözümüzde canlandırmamıza neden olabilir. bunun nedeni, o kokunun, o anı için aktif olan nöral ağın bir parçası olması sebebiyledir.

    unutmak ise bu ağın veya bilginin dağıtılması, anlaşılamaz hale getirilmesidir. bunu başardığınızda o anıyı unutmuşsunuzdur. bu bazen kendi kendine bir hata veya travma sonucu oluşur; bazen ağ değişir ve eski anıya ait çok az şey kalır. bazen de bunu bilerek başarmak zordur. bu giride o zorluklardan bahsedilmiyor elbet.

    edit-2: mesela bir de anı yerleştirme hadisesi vardır. amerika'da zamanında birçok psikologun, psikanalizcinin uyguladığı bir yöntem. buna göre size hiç yaşamamış olduğunuz bir çocukluk travması anı olarak yerleştiriliyor. size de bu travma sebebiyle böyle mutsuz veya başarısız olduğunuz söyleniyor. ardından da siz bir ücret karşılığı o çocukluk travmasının kaldırılmasını talep ediyorsunuz ya da onlar size bu vaadde bulunuyor. sonra da siliniyor. böyle unutma yöntemleri de var tabi. hipnoz vs.
    amerika'da daha sonra yasaklanan bu durum, aslında beynimizin manipülasyona ne kadar açık olduğunu da gösteriyor. aynı zamanda beyinde bir anı kutusu olmadığını, cd gibi anı kaydedilmediğini de. tıpkı görme gibi. görme edimini de fotograf makinesi gibi kaydetmeyiz. örüntü olarak oluştururuz. o oluşturma anında, aktif olan nöral ağ, tekrar aktif olduğunda aynı şeyi veya benzerini hatırlarsınız. o ağda değişen bir şey, her bir yeni canlandırmada o anıya dair ufak bir değişiklikle hatırlama yapıldığını gösterir. o yüzden zaten insanlar aynı olayı birbirlerinden farklı şekilde hatırlarlar veya görürler. fazla derecede öznel bir deneyim dünyamız vardır.
  • unutmak çok yakışıklı bir şeydir.
    güzel bir şey. kış uykusundan uyanmış sevimli bir ayıcık gibi hissedersiniz kendinizi.
    yavaş yavaş ya da hızlı hızlı ama güzel mi güzel. unutmak zorundaysanız ve başardıysanız çok güzel bir şeydir. o nihai kerteye ulaşma süresi önemli olan tabi. o süreçte batan kıymıklar, izler, kanamalar... pek bi kahramanca, pek bi melodramatik... bak üç nokta da koydum, pek bi artistik oldu adamım. bir de madalya verilmeli unutan adama di mi?

    ulan hiç anlamadığım bir olaydır bu aşk, bir yerlere gelir ayaklarınız siz uyurken. hem de ayakta uyurken.
    sonra bi karar verme anı olur. sonra açılırsınız arabesk bi şekilde ya da tam tersi cool.
    "beni sev, sana müthiş kıyaklarım var kadın!"

    sonra dünyanın en salak şeyi olur. olmaz, kesişmez hatun kişiyle adımlar.
    aşk konusunda kimseyi suçlayamayız.
    herkes haklı be anasını satayım, herkes kendince haklı.
    uyku tutmaz falan. bir iki ağlarsınız. abartıp zırlayanlarımız da olur. falan filan.. sıradanlaştırıyorum bu falanlarla filanlarla, destanlaştırmaya gerek yok aşkı. artistik yapmaya gerek yok. herkes yiyor bu boku. kimi mutsuz, kimi mutlu.

    zokasını yuttuktan sonra yaparız elbet biraz romanesk havalar.
    ama şimdi unutmak konumuz. ve unutmanın sihri bir karanfil gibi yakamızda. biraz keyifli bir iki yüzlülükle onu hırpalayalım değil mi?
    gözkapaklarınızın arasına sıkıştırdığınız kadın gitmiş. bir de bakmışsınız bayağı uzun sürecek derken, çok kısa zamanda dönen dünyaya dahil olmuşsunuz. çıkmışsınız deliliğin deliğinden. cehennemin anüsünden dışarı atılmışsınız. boğazınıza kaçmadan, aşık olduğunuz kadinı gözkapaklarinizdayken çikarmişsaniz unutmak kisa sürer. aman boğaziniza kaçmasin. feci olur sonra.
    üzülürsünüz sonra. uzar sonra. uzar da bol bol, hüzün verir size. ağlarsınız yurttan sesler korosunu dinlerken bile hıçkıra hıçkıra.

    mümkün müdür; antidepresanlara, türk filmlerine, pizza kutusu kulelerine, digiturk aboneliğine rağmen hayatın yüzeyinde kalmak?
    kasma! geçici bir kanser bu işte. sızmaz derinin altına. korkma. bir bataklık bu. sakın çırpınma. boğulursun.

    mümkün müdür müdürüm? biteceğini bile bile bu acının, türlü nafileliklerle kendi kendini kandırmanın, trendy dergilerden bir şeyler okuyup gerçek hayatta bu saçmalıkları uygulamakla sonuca ulaşmanın bir doğruluğu var mıdır? belki vardır!

    ama müdürüm bak.. var ya; bazen kadınlar, sonradan pişman olmaya ayarlılar.
    ama o zaman sen ortalarda olmazsın di mi?.
    belki bi ermeni kızın meme ucunda olursun o zaman.
    beyoğlunda, kazancı yokuşunda bi apartmanın 3. katında.
    keyif senin gün senin.
    ışıkları kapatmayı unutma!
  • sabahattin ali'nin, “unuttum diyemem ama üzerimde bir tesirin kalmamış artık” dediği gibi tam da unutulmuyor hiçbir şey, sadece düşününce hissedilen bazen acı, bazen hüzün, bazen mutluluk, bazen de özlemin şiddeti azalıyor.

    zamanla şiddeti azalanlar bazen travmatik şeyler oluyor ve insan, o olayları eski şiddetiyle hatırlayamıyor oluşuna şükrediyor. ama her zaman unutulanlar, insanın zihninin en kuytu yerlerine gömmek istediği anılar olmuyor, bazen de en güzel, en mutlu anlar silikleşiyor ve istenmese de o travmatik anılar gibi tıpkı, bir kuytuya gömülüyor onlar da ve zamanla yavaşça gözden kaybolup gidiyorlar. bari onlar kalsaydı, iyi olurdu diye düşünsek de unutmanın her türlüsü güzeldir ve insana dair en işlevsel donanımdır. insanoğluna bahşedilmiş bi hediyedir.

    unutulmayacak hiçbir şey yoktur, her şey unutuluru” bilmek değil mi zaten her acıya dayanmayı mümkün kılan?
  • herhangi bir şeyi; bir anı, bir insanı, bir sözü, bir ruh halini unutmak için yalvarmadan önce, belki aklınıza gelir diye, buraya bir hikaye bırakıyorum;

    -- hikaye bu ya --

    doksanlarına yaklaşmış yaşlı bir kadın var ve büyüdüğü evde yaşıyor hala, torunu ve torununun karısı ile. hafızası artık yerle bir, çünkü alzheimer hastası. evden çıkıp kaybolmasın diye, bahçedeki sürgülü kapıyı hep kapalı tutuyorlar. kadın bütün gün kah bahçede, kah evin içinde dolanıp duruyor. girişteki aynada aksine bakıyor bazen boş boş, sonra hemen aynanın yanında duran gençlik fotoğrafına... ikisi de ona hiçbir şey ifade etmiyor. geceleri uyuyamadığı oluyor sık sık ve dışarı çıkabileceği tüm kapıları sırayla açmaya çalışıyor. önce ön kapıyı, elbette kilitli. sonra bahçeye açılan arka kapıyı, yine kilitli. o sırada, ön kapıyı denediğini unutuyor ve tekrar oraya gidiyor. kilitli olduğunu görünce, arka kapıyı denemediğini düşünerek oraya yollanıyor yine. böyle gidip geliyor kapılar arasında, aynadaki aksi ve gençlik fotoğrafı arasında ve hatırlamıyor...

    bir akşam; torunu, arkadaşlarıyla bahçede demlenirken; onların yanına gidiyor ve torununa yaklaşıp; “bir şey hatırladım” diyor heyecanla, “sana anlatmam lazım”... torunu ise; “babaanne şimdi olmaz, sonra anlatırsın” diyerek onu evin içine sokuyor ve arkadaşlarının yanına dönüyor, kadın hala “hatırlıyorum” diye sayıklarken. yaşlı kadın, bir sonraki sabah erkenden yatak odalarının kapısına gidiyor, kapıyı açarak içeri sesleniyor; “bir şey hatırlıyorum, anlatmam lazım”. torununun karısı, yataktan bağırıyor ona; “torunun işe gitti, gelince ona anlatırsın. benim uykum var, sen git salonda otur”. kadın diretince, kalkıp onu salona oturtuyor ve yatağına geri dönüyor. bir süre sonra, salondan gelen sesleri duyuyor, korkuyla yatağından fırlayıp salona koşuyor. yaşlı kadın koltukları kenara çekmiş, yerdeki halıyı tamamen kaldırmış, bir sandalye koymuş salonun ortasına ve yere bakıyor. “bir şey hatırlıyorum” diyor yeniden, sakince. torununun karısı, oflaya puflaya köşedeki koltuklardan birinin üzerine çöküyor ve anlatmasını bekliyor. yaşlı kadın başlıyor hemen;

    “beş altı yaşlarındaydım. bu evi yeni yaptırmıştık ve bir gün babam beni şehrin dışındaki karo fabrikasına götürdü arabayla. yerlere döşenecek karoları sen seçeceksin, dedi yoldayken. sevinçten havalara uçtum. karo fabrikasına vardık, ben bütün karolara teker teker bakmak ve en güzelini seçmek istiyordum. görevliyle, hiç acele etmeden bütün karolara baktım ve gerçekten de en güzelini bulup seçtim. büyük bir gururla ve elimde seçtiğim karo ile, babamın yanına koştum. ama babamın, karo yüklü bir kamyonetin peşinden fabrikadan çıktığını gördüm. beni orada unutmuş muydu? yoksa bırakmış mıydı? neden olduğunu anlayamadım, belki çok oyalanmıştım? belki seslenmişti ama ben duymamıştım? belki de, seçtiğim karonun yeterince güzel olmayacağını bildiği için beni cezalandırıyordu? fabrikada çalışanlar da en az benim kadar şaşkındı; beni ofise çıkardılar, yiyecek bir şeyler verdiler, hava artık kararıyordu, üzerime bir de battaniye örttüler. ağlaya ağlaya oradaki koltukta uyumuşum ben, bir elimde seçtiğim karo ile. ertesi sabah, babam birini yollamştı beni alması için ve böylelikle eve döndüm. ona hiç soramadım; beni unuttu mu yoksa bıraktı mı, diye. beni tekrar bırakmasından çok korktum ve hep sustum.”

    yaşlı kadın hikayesine başlarken gösterdiği kayıtsızlığı tamamen bırakan gelini, artık koltuğun ucunda dinliyor onu, nefes bile almadan. usulca yerinden kalkıyor sonra ve kadının yanına gidip ona sarılıyor. yaşlı kadın da ona sarılırken, yerdeki karoları gösteriyor gülümseyerek;

    “benim seçtiğim karolar bunlar değildi ve daha güzellerdi”

    ve böyle bir anıyı hatırladığı için gerçekten mutluluk duyduğu yüzünden okunuyor.

    -- hikaye bu ya --

    unutmak için debelenip durduğumuz acı verici anıları, gömdüğümüz yerlerden çıkarıp hatırlamak için can attığımız zamanlar gelebiliyor bazen. unutmak için, hatırlamamak için yanıp tutuştuğumuz anlar, günü gelince sıkı sıkıya tutunduğumuz kurtarıcılarımız olabiliyor. bu zamana kadar, yaşadığım hiçbir şeyi unutmayı dilemedim (bununla bir miktar övünebilir miyim?). herkes kadar üzüldüğüm olaylar var, herkes kadar “keşke tanımasaydım” dediğim insanlar var, herkes kadar “keşke söylemeseydim” dediklerim var, “keşke kendimi bu duruma sokmasaydım” dediğim anlar da var, var da var. ama hiçbirini unutmak istemiyorum. aksine, unutmamalıyım. en acı verici olanları bile...
  • herkes unutmak istiyor. edebiyat dünyası "unut!" tavsiyesi, "unutamadım" serzenişi ile dolu. "unut, gitsin!", tıpkı "sil, gitsin!" gibi insanın sığınağı..
    bir web sayfası insan unutmazsa delirir, unutmak zorunda diyordu. bence insan unuttuğunda delirir, hatırladığında değil. canımızı yakan ne ise, onunla yüzleşerek iyileşiriz.

    gökçer tahincioğlu'nun kiraz ağacı'nda hivda, unutmaya methiyeler düzen belkıs'a şöyle der;
    "unutmayı istemezdin. sen şimdi sen olacağını mı sanıyorsun unuttuğunda. birini nasıl sevdiğini bile bilmezsin. nereden yaralandığını...yaşamak ve ölmek gibi hatırlamakla unutmak. kendini dünyaya fırlatılmış gibi mi bulmak istiyorsun?"

    hayat dediğimiz; hatıralarımızın, tecrübelerimizin toplamı, yaşanmış ne varsa tortusu.. bazıları narin, bazıları zalim.
    peki, unuttuğumuzda kim olacağız? hivda belkıs'a bunu soruyordu.

    unutmak için uğraş vermeye gerek yok. john fowles'in dediği gibi "unutmak insanın yapacağı bir şey değil, başına gelecek bir şeydir."

    gün gelir, insan unutur, unutmak istemese bile.. çünkü insan belleği böyledir; "hafıza-i beşer nisyan ile malûldür" *
hesabın var mı? giriş yap