• kötü bir zamanımda dinletmi$lerdi bu $arkıyı bana gözümden 2 damla ya$ın geldiğini hatırlıyorum...
  • eğer siz unutmadıysanız kalbinizi deli gibi sızlatacak, canınızı çok yakacak cümle.size bakışı, size dokunuşu, sizi öpüşü daha dün gibidir ama o hiçbirini hatırlamıyodur bile.
  • konuyla alakalı bir kraliçe $arkısı seni sevdiğimi unut der...
  • adamın amına koyan türden bir şarkıymış. uzak durmak gerek bunlardan.
  • aşık olanların dinlememesi gereken şarkı.

    http://www.youtube.com/…lakiae-ltfy&feature=related
  • bir umut sarıkaya yazısının başlığıdır aynı zamanda.

    "allah aşkına söyle bana; benim ersoylar tekstil’in pazarlama bölümü departmanı çalışanlarıyla ne gibi bir alıp veremediğim olabilir ki bütün kinimle onlara bakayım? tekstil piyasasında büyük olmasa da hatırı sayılır bi oranda payı bulunan bu firmanın tüzel kişiliğine niye hakaret edeyim gecenin bir yarısı? bana bütün bunları yapmamın sebebini söyler misin? -valla umutçuğum o senin kendi terbiyesizliğindir- diye kıvırıp kaçma abi. eğer ben şu saatte, bu tel örgülerin arkasında bulunuyorsam bu benim görevimdir. ve inan olsun ki görevimi ifşa ederken zerre utanç duymuyorum, aksine dikkat edersen burada kendini en fazla paralayan, bağıran adam benim. üçlü çektiniz de elimi mi esirgedim, beste yaptınız da sesimi mi esirgedim abi? hayır yüzbin kere hayır! tartışacağımız konu bu değil. asıl tartışmamız gereken benim buradaki konumum. ben boynuma asılı bu maç davuluyla, gecenin bir yarısı burada durmayı hakedecek bi adam mıyım? söylesene ergüder abi! niye susuyorsun!!” diye haykırdım ergüder abinin. yüzüme uzun uzun baktı, dudakları aralandı bişeyler söyleyecek gibi oldu ama vazgeçti, söylemedi. başka taraflara baktı, ben yokmuşum gibi davrandı ama olmadı zira bakışlarımı dikmiş bişey söylemesini bekliyordum. sonra tekrar döndü ve “lan oğlum baştan söyleseydin direkman seni kadroya alırdım. hayır gocunduğun buysa alayım seni oyuna.” dedi. işte o anda ne diyeceğimi bilemedim. başımı yana eğip, gözlerimi kapayarak, razı olur, pes eder bir ses tonuyla “al abi al. peki oyuna al beni. furkan’ı çıkar beni al” dedim. sabah zaten denize gittiğimiz için şortum altımdaydı, gittim soyunma kabininden bi forma aldım, halı sahanın kapısını açıp bekledim. furkan geldi ayakkabıları değiştirdik. aynı numarayı giymemize rağmen ayaklar taraklı olduğu için biraz sıktı. girdim oyuna. mevkim belirsiz olduğu için saha içindeki heryerde dolandım. kimseye minnet etmeme bireysel çabalarımla bir yere gelme isteğiyle yoğrulmuş kişiliğim sebebiyle bir müddet şahsi oynadım. benim yüzümden ersoylar tekstil’in pazarlama departmanından oluşmuş karşı ekip, bizim yarı sahamızda vururlarsa tehlikeli olabilecek iki net pozisyona girdi. bunun üzerine tecrübeli file bekçisi ve aynı zamanda takımımızın kaptanı göykan “umuuuuuuut!geri gel. geriiii” diye komut verdi. bireysel çabayı siktir edip doğruca defansı mevki edindim kendime. adeta defans için yaratılmıştım, orayı birden çok benimsedim. benim geri gelmemle takımımız ataklara kalkmaya başladı. zaten oyun sürekli karşı yarı sahada cereyan ettiği için, ben de göykan’la muhabbet etmek için yanına gidiyordum. ama kendisiyle bir türlü sağlıklı iletişim kuramıyordum. zira ben tam bir konu açacakken beni sırtımdan itip gümbür gümbür gelen karşı takımın forvetinin üzerine “bas alırsın! bas alırsın sen onu!” diye itiyordu. basıyordum ama alamıyordum. aldığım bir kaç topu da takım arkadaşlarımın aç gözlülükleri, “benimle oyna” feryatları yüzünden ikilemde kalıp kaybediyordum. göykan’dan gelen bütün şimşekleri de üzerime çekiyordum haliyle. zaten yaralı bir dönem geçiren ben bu kadarını da kaldıramazdım ve bunun üzerine göykan’a tavır aldım ve diğer takım arkadaşlarımla samimiyetimi yeryer “yazarsın sen onu. çok güzel.” diyerek, yeryer de atamadıkları golleri olgunlukla karşılayıp “olsun” diyip el çırparak pekiştirdim. göykan’a nispet yaptım. ya da yaptığımı sandım. zira buradaki konumumdan da rahatsızdım. bir yanlış anlamayı alttan alıp saha içine, hiç olmamam yere itilmiştim. bizim takımdan selçuk’un attığı bir golü fırsat bilip büyük teknik adam ergüder hocanın önünde samba yaparken meramımı dile getirdim. “hocaa beni çıkar, dalağım şişti. furkan ısınmaya başlasın” dedim. ergüder abi bıkmış bi tavırla furkan’ı ısınması için yönlendirdi, furkan da surat yaparak tekrar formasını giydi ve ısınmaya başladı. pezevenklerin hepsi bana surat yapıyordu, sanki rızkımı veriyordu şerefsizler. belli bir süre sonra allah’tan furki ısındı da oyuna girdi. ben de tribündeki değil de tellerin arkasındaki coşkulu kalabalığın arasına karıştım. fakat ergüder abi bana surat yapmaya devam ediyordu. ben de eski coşkumu, o eski yalan coşkumu yitirmiştim. hiç bağırmadan efendi gibi maçı izledim, sadece karşı takımın 12 yaşlarındaki bi taraftarına elimi gırtlağıma götürüp kesme işareti yaparak ve saha dışını göstererek tehdit ettim o kadar. son 15 dakikaya girdiğimizde gollü beraberlik sürüyordu ve yenmemiz için taraftara büyük görev düşüyordu. haykırmalar arasında öylece sessiz sessiz duruyordum. en sonunda ergüder lavuğu “bağırmayan taraftar siktirsin gitsin kardeşim!” diye yüzüme bakarak çemkirdi de ben de siktirdim gittim. “ulan ben de ergüder abiyi adam sanmıştım. ulan bi derdimizi açalım dedik, herif olayları makro düzeyde değil mikro düzeyde analiz etti, beni yanlış anladı. yanlış anladığı da yetmiyormuş gibi bi de suçlayıp kovdu” diye sitem ede ede, kadere isyan ede ede mahalleye doğru yürümeye başladım, şehrin izbe sokaklarını arşınladım. sevgili okurlar bence bir insanın tanıdıkları hiçbir zaman ona yardım edemez. zira hiçbir tanıdığımız, belli bir mazimiz olan kimse bize karşı objektif olamaz. bence tek yardım bizim hakkımızda hiçbir fikri olmayan bir yabancıdan gelir. ben böyle söylene söylene yürürken ardımdan gelen bi yabancı sesiyle irkildim. “arkadaşım bakar mısın?” diyordu ses. sevinçle arkamı döndüm ve “buyur abi” dedim. “sen kimin çocuğunu tehdit ediyorsun lan!” diye örseledi, tartakladı beni bu yabancı. “abi konu nedir? tam anlayamadım” diye ağız yaptım bi müddet yemedi. omzumu itkeleyip, ayağıma ayağıyla vurarak tehditler savurmaya başladı. sanki bir müdür muavininden dayak yiyen bi liseli gibi sabit durup sadece o ayağıma vurduğunda ayağımı kaçırarak durumu izah etmeye çalıştım. “abi ahh! abi ben maça filan gitmem ahhh! bence futbol geniş kitleleri uyutmak için bir afyondur ahhhh! bakınız portekizli diktatör 3 f ile ahhh! futbol, fiesta ve faruk’la yönetmiştir halkını yıllarca” diye iyice kıvırdıkça kıvırdım. ama yabancı durdurak bilmiyordu “faruk kim lan faruk kim? çağır lan, çağır.” diye gayet cahilce bana karşı hasmane tavrını sürdürdü. onun seviyesine inmedim ama “bokunu yiyim vurma abi özür dilerim çocuğundan. evet haklısın terbiyesizlik yaptım” demekten de kendimi alamadım. mahalleye geldim geç olmasına rağmen bakkal hala açıktı. bir kola alıp bakkalın önündeki bira kasalarında oturup geceye dair, hüzüne dair yudumladım müseccel markayı. asit genzimi yaktı gözlerim yaşardı. aya bakıyordum ve göz yaşlarımı dizginleyemiyordum. bir el geldi gözyaşlarımı sildi. döndüm baktım bu elin sahibi ergüder abiden başkası değildi. “abi sen beni yanlış anladın yaa! ben sana burda, sizin yanınızda ne arıyorum demiştim. benim şimdi onun yanında, onun kollarında olmam lazım demiştim. tuttun beni sahaya soktun, senin yüzünden dayak yiyordum az daha... benim gündüz ekrem’lerle denize gitmekle, akşam okeye dördüncü olmakla, gece şirketler arası maçla ne işim olur abi!! ben böyle bi adam değilim ki benim şimdi yanımda siz değil o olması lazım. niye beni anlamıyorsun abi.niye?!!” diye haykırdım. “iyi de umutcuğum sen artık bize kaldın anlasana. senin etrafında bundan sonra biz ve bizim gibiler var. çünkü o...” dedi, şiddetle sözünü kestim. “ abi yapma yaa! en nefret ettiğim yazı türü yazının son cümlesinin yazının başlığı yapıldığı yazı türüdür. şimdiye kadarki yazılarımda bunun böyle olmamasına çok özen gösterdim. yapma, yalvarırım sus!”dedim.susmadı. “çünkü o... unuttu seni” dedi...
  • sözleri sibel karabaş'a, müziği ise ercan ırmak'a ait parçadır.. sibel can'ın belki de tarihinde en iyi seslendirdiği şarkıdır.
hesabın var mı? giriş yap