• abimin babama sigara içtiğimi söylediği ve babamın yıldırım çakan gözlerle bana çok dramatik döndüğü an.

    bir de tosba abim "senin emek emek kazandığın parayla sigara içiyor şerefsiz!" diye köpürtüyor yanardağı... o ara çocuk aklımla "şerefsiz sen misin ben miyim? annem pazardayken evde kızla yakaladım seni. altında da kilot vardı, başka bişi yoktu." diye koyverdim ispiyonu. babam konfeksiyon dükkanlarında bulunan, yukarıdaki askılı elbiseleri indirmek için kullanılan uzun sopayı eline aldığı gibi abimi kovalamaya başladı. abim de tuvalete kaçıp kapıyı kilitledi. ben de o ara dükkandan kaçtım. olaylar yatışmıştı ama abim bir kaç saat daha tuvaletten çıkamadı korkudan. kuş yemiyle besledim züppeyi.
    -çok ucuza çok pahalı bir düşman aldın moruk. dikkat et kendine. babam sker hacı.
  • çaresizlikten alta işenen andır. hele birde yılbaşı gecesi, hayallerini kurduğunuz london eye ın karşısında, yeni yıla girerken yaşanırsa traji komik bir an olarak tüm hafızaya yer eder.
  • 5 yaşında anaokulunda eğlenirken öğrenmeye çalışan bir tip olarak ben, çişim geldiği için öğretmenimden izin almıştım. kadın kukla gösterisi var oturuyum onu izleyim diye yollamadı beni tuvalete. bende sırf gıcıklık olsun diye oturduğum yerde öğretmenimin gözünün içine baka baka, şarıl şarıl altıma işemiştim. olan anneme oldu tabi. yazık kadın o kadar yolu elbise getirmek için gelmişti.*
  • on bir yaşında falanım. bir gün abimle beraber yakın sayılabilecek yerde oturan kuzenlerimle beraber top oynamaya gittik. maç yaptıktan sonra bisiklete atlayıp dönüş yoluna koyulduk. tek bisiklet olduğundan abim sürüyor, ben de ayaklar kenarda sallana sallana önünde gidiyorum. yan durduğumdan kenardaki apartmanları keserek giderken birinin önünde iki adamı elleri birbirlerinin omuzuna atmış samimi biçimde gördüm. direksiyondaki abime seslenip yavaşla, çaktırmadan yana bak dedim. adamları kapı önünde birbilerini okşar pozisyonda görünce kontrolü kaybetti, yere kapaklandık. yerden kalkarken iki adamın yanımıza yardım etmeye geldiğini farkettim. daha sonra silkelenip bisiklet elde eve yollandık. adamlardan ayrıldıktan sonra abim, adamlar ibne falan ama insan dediğini hatırlıyorum. o gün gay, ibne, ne derseniz, bu durumun ne demek olduğunu öğrendim. bunun insanlığa engel teşkil etmediğini de. bu da böyle bi an-ı-mdır.
  • kulakları sağırdı. cihaz kullanıyordu.saçları kulağını örttüğü için anlayamamıştım. istanbula ne zaman gideceksin dedim gözlerimin içine bakarak adını söyledi '' banu ''...
    gülümsedim. anlamıştım bakışlarında o sevgi belirtisi ışık parlıyordu. sonrası mı? bu hayat uzun metraj bir film ise ve trajediye dair ne varsa yazıp oynamaya başladık. başrolü kaybedeli çok oldu ama doğrusu figüranlıkta fena değilmiş. insanın zoruna gidiyor be sözlük. en iyi arkadaşı selim ışık olanlar tutunamıyorlar. yazık değil mi bize!...

    (bkz: selim ışık)
  • akşam saatleriydi. bitirdiğim kitabın yazarıyla konuşmanın mutluluğuyla şenlenip, yayınevine gönderilecek yazısıyla uğraşırken yazdı hem insan hem kadın güzeli arkadaşım. yaşadığı süreci bildiğimden, telaşla sorduğu soruya ve yardım istediği konuya odaklandık. ne kitap ne yazı aklımdaydı o an. sadece elimi tut yakarışını kasteden sorusu. durumu çözüme kavuşturduktan sonra tezlerimiz, hayat ve onun yazdığı yeni şiir gelip oturdu sohbetin ortasına. yaşadıklarına rağmen üzüntüsünü belli etmemesi gereken küçük bir kız çocuğu olduğu için şu döküldü ağzından:

    -direnç üfle bana.

    dedim ki:

    -direnç, sabır, umut üfleyerek bırakıyorum gökyüzüne.

    bir sürelik sessizlikten sonra dedik ki:

    -üfleyince geçer.

    tek cümle ve iki kelime, ikimize de ilaçtı çünkü...
  • dünyaya geldiğim an. yahu ne güzel gelmişim, aklımdan çıkmıyor o an.
  • gecenin ikisinde "şap, şulop, fulop" seslerini duymamla tuvalet kapısına merakla ve korkuyla yaklaşmam ve tuvalet kapısının camından süzülen bok parçalarını görmem. ulan bu olaydan sonra tuvalet akacak fobisi edinmiştim. ama bu fobiyi yenmem gerekiyordu. çünkü evin içine sıçamazdım. yendim de. ama hâlâ tuvalet kapılarını açtıktan sonra tavana bakıp öyle girerim. insanlara yadigar kalan hislere, anılara, alışkanlıklara bak, bir de bana yadigar kalana bak. sonra isyan edince ne var amk diyorsunuz...
  • her insanın kendi nezdinde unutamadığı anlar oluyor tabii, ailesi ile, dostları ile iyi veya kötü.. benimki bundan bir kaç sene önce, sevdiğim kız ile olanı herhalde.. çünkü nedense, ilk olarak aklıma o geldiğine göre, unutamamışım..

    mevsim sonbaharın başlangıcı, hava biraz soğuk lakin kar henüz yağmamıştı.. lise aşkıydı bizimkisi, öylelikle başlamış ama üniversiteyi kazanana kadar da devam edebilmişti, bilirsiniz lise aşkları hızlı olur.. başlamasıyla bitmesi bir olur, ama bizimkisi biraz farklı oldu işte.. ikimizde üniversiteyi kazandık, kendi şehirlerimizde.. fakat farklı fakültelerde.. hatta farklı okullarda..

    neyse,

    o dönem de babamın işten yana problemleri vardı, fakat o kadar ağır şeyler değil tabi ki.. bir adet arabamız vardı, zor günlerde bizi getirsin götürsün ele muhtaç etmesin diye, uno marka tatlı mı tatlı bir araç.. gün boyu evin önünde dururdu, benim ehliyetim yoktu fakat ufak tefek işler için kaçırırdım. işin kötü yanı, evin tek arabası, ehliyetim yok.. yani ola ki bir çevirme vs. düşsem, cezası, araca el koymaları derken ailecek biteriz yani uğraş dur, arabamız var ama böyle bir durum babamızın belini bükerdi.. hem de nasıl..

    ama gençlik ya işte, bu akılsız kafa dikine hızlı akıveriyordu işte, tutamıyordum kendimi..

    yine bir gün, sevdiceğimle aramız biraz bozuk, kendisine sürpriz yapmak istediğim için -aklım onda olduğu için okula da gitmiyordum- okulunun çıkış saatine denk getirerek arabayı da alıp gittim.. hiç unutmam, üzerimde kırmızı kareli gömleğim, altımda ise mavi kot pantolonum vardı saçlarım yana taralı, .. okuldan çıkar çıkmaz ayrılamadık, okullarında küçük bir etkinlik varmış hemde arkadaşlarını tanımam için bu etkinliğe kaldık.. akşam 9'a doğru bu etkinlik bitti ve arabamıza doğru koyulduk..

    yalnız, dedim ya benim ehliyetim yok. ama işin güzel bir tarafı vardı ki, onun vardı.. ve ben hem pratik yapması için hemde trafikte herhangi bir problemle karşılaşmamak için onun kullanmasını rica ettim..

    neyse araca bindik ve yola koyulduk.. kalkışlarda vs. problem yaşıyordu, sürekli vites atarken arabayı zorluyor ve kalkışlarda yanlışlıkla 1. vites yerine 3.vitese atarak kalkıp, aracı boğuyordu.. içim gidiyordu, lakin bir şey diyemiyordum.. çünkü naifti, kırılabilirdi ve o kadarda mühim değildi, sonuçta bir araba değil miydi?..

    derken, birden arabanın kaloriferi soğuk üflemeye başladı, bir aksilik olduğunu sezdim. çünkü ilk defa böyle bir şey yapıyordu, hayrı alamet değildi.. bir kaç dakika sonra da kaputtan hafif hafif dumanlar yükselmeye başladı, kırmızı ışıkta dururken ben bu dumanı gördüm ve aklım başından gitti.. soğuk soğuk terler dökmeye başladım, ailenin tek arabası, ehliyetim olmadığı halde kaçırmışım ve şimdide arabanın ağzına sıçtım resmen diye düşüncelere girerek, babamın vereceği tepkiyi dahi hesaba katmadan ecel terleri bir bir akmaya başladı, hemen aracı sağa çekmesini söyledim kız arkadaşıma.. haliyle oda panikledi.. araçtan indik, karanlıktan dolayı pek bir şey göremiyorum ama çıkan duman o kadar fazla ki ne olduğunu anlayamadığım için de içimde inanılmaz bir korku var..

    yola bakındım biraz ve arabanın altından bir şeyler akıttığını gördüm, biraz yoldan aldım biraz aracın altından parmakladım derken, ne olduğunu bir türlü çözemedim. kız arkadaşımın okuldan arkadaşı -benim de yarım saat kadar önce arkadaşım olmuştu- sanayici idi.. daha doğrusu babası sanayici idi.. onun anlayacağını düşünerek, çağırdık ve geldi.. kartelin delinmiş olabileceğini söyledi, bu arada kartel nedir, delinince altından ne kadar hiç ama hiçbir bilgim yoktu o zamanlar. şimdi olsa, götüne parmak atarım da.. ah ulan ah şu tecrübesizlik..

    bir çok rivayetler uyduruldu fakat, ne olduğunu akşam gözüyle çözemeyeceğimizi anladık. ben panik havasındayım bir sağ bir sola gidip duruyorum ve kız arkadaşıma, sevdiceğime bakamıyorum o sırada.. aklıma dahi gelmiyor..

    şimdi sıkı durun..

    yan taraftan bir ağlama sesi geldi, işte o an duraksadım.. panik havamı bir kenara bıraktım ve sese yöneldim.. bir de ne göreyim.. kız arkadaşım ağlıyor, hemde nasıl.. yanına gittim fakat ağzımdan doğru düzgün bir şey çıkmadı, çünkü aklım arabada , babamda ve bu durumu nasıl izah edeceğimde idi.. ve biraz da aslında kız arkadaşıma da sinirliydim, hatası olduğunu düşünüyordum. ama çok küçük az birazdı, o anın tedirginliğinden gelen türden.. tüm bu nedenlerden ötürü, ağzımı açıpta tek düzgün bir şey diyemedim kıza... öylece döküldü gözlerinden yaş, kendini o kadar suçlu hissediyordu ki..

    arkadaşlarına eve bırakmaları için rica ettim, birine bindi ve ayrıldı..

    işte bu hayatımın en kötü anı, en kötü dakikasıydı.. ve hiçbir zaman unutamadım, unutamayacağım da anlaşılan..

    çünkü öyle bir yara olmuş ki, şimdi yazdıkça da içim içimi kemirdi durdu.. dünya malı değil mi şerefsiz çocuk.. siktir et, isterse yansın, sevgiden, sevdiğinden daha mı önemli? diyip.. o gözyaşlarını silemedim, sarılıp, öpüp, koklayıp, ''olur mu ya öyle şey, neden senin suçun olsun, hem senden daha mı önemli!!'' diyip, sıkıca sarılıp ona o güveni veremedim ya.. lanet olsun bu hayatın getirilerine.. hayatta hiçbir şey sevgiden daha değerli değildir.. hiçbir şey.. anladım.. ve anladığım şu günlerde, bunu hatırlamak o kadar kötü hissettirdi ki..

    bir gün bu yazıyı okursan, sana sesleniyorum benim güzel gözlüm..

    hiçbir şey senden daha değerli değildi.. hiçbir şey.. senden sonra da olmadı zaten.. senin kadar. keşke, o anı geri getirebilsek.. de sırf o göz yaşlarını silebilmek, o soğukta üşürken akıttığın gözyaşlarını gözlerinden öperek kurutabilsem..

    şimdi ne o araba var ne de sen. bu da ayrı bir ironi zaten..

    buda o günün şarkısı olsun
hesabın var mı? giriş yap