• başıma bir şey gelmeyecekse şarkılarını da, konusunu da beğenmediğim film. oyunculuklara laf edemem.

    ilk kez bir siki beğenmeme timine katılıyorum çok heyecanlıyım.
  • sevgili ile izlenen film.. şuanda içeriğinden çok izlenilen anına özlem duyulan.. eğer sevgiliden uzaksan... çok uzaksan..
  • ılk olarak beni ağlatmayı başardığı için on tl’mi haketmiştir, emeği geçenler bu parayı güle güle harcayabilirler, sadece onlar değil her kimki beni duygulandırıp ağlatmayı başarırsa benzer bir ücretlendirmeyi kendisinin belirleyeceği bir alana yönlendirebilirim. ancak evrende gerçekleşen tüm olaylar gibi bu film de kendi içerisinde olumlu ve olumsuz yönler barındırıyordu. aksi olsa başyapıt olarak nitelendirilir zaten; gerek olumlu gerekse olumsuz manada. bizim iş geleneğimizde iki tür yaklaşım mevcuttur birincisi ‘işe göre adam’ ikincisi ise ‘adama göre iş’ olmak üzere. ışe göre adam çağdaş ve liyakata uygun eleman istihdamını gerektirir adama göre iş ise genellikle elinden bir iş gelmeyen, mesleki yeterlilikten uzak ancak ya sözü geçen bir aileye mensup ya da siyaseten bir dayısı olan kişileri istihdam için kullanılan bir yol ve yöntemdir. kısaca elimizde şöyle prototipte bir insan var acaba bunu nasıl değerlendirebiliriz, bunun elinden tutup bir baltaya nasıl sap edebiliriz bakış açısının yansımasıdır. elbette kadın zevata karşı böylesine sert üslup kullanılmaz. önceki cümlelerde geçen tanımlamaları sadece olayın konu ve kapsamını belirlemek yani çerçevesini çizmek için kullandım. özellikle farah ablamıza karşı bu sert tanımlamaları kullanmaktan imtina ederek olayın özünde ‘farah’a göre iş’ yaratma arzusu ve kolaycılığı olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim.
    elimizdeki prototip genç kız rollerine uygun bir sıfat, mümkünse liseli bir kız rolü olsun, kısa etek ve okul kıyafeti kendisine yakışıyor, görüntü itibariyle yaşını belli etmiyor, liseli özgür kız modeline uygun, böyle birisi şarkı söylemeden olmaz zaten liselerde yakışıklı bir guitarist ve onun öncülüğünde kurulan bir müzik grubu mevcuttur, işte bu kızımızda bu grubun solisti olmaya aday, ayrıca eski zamanlarda geçsin, duygusal şarkılar barındırsın, halkımız hem eskiye hayıflanmayı sever hem de ne günlerdi be demesini, bu sayede gişe de yapar, biraz da sanat havası, vefa, aile içi geçimsizlik katarsak bu iş olur biter havasındaydı. kısaca tamamen para kazanma amaçlı bir şekilde ortaya karışık servis edilmiş bir yapım olmuş, geçer not veremiyoruz.
  • bu yüzyıl için çağan ırmak kotamı dolduran filmdir.
  • beni de ağlatan, sımsıcak film. aynı karakterin yaşlılığını ve gençliğini oynayan ışıl yücesoy ve gözde çığacı benim filmde en çok beğendiğim isimlerdi.

    --- spoiler ---

    en çok etkileyen sahnelerse yaşlı hanife'nin kendine çorba yapıp içtiği, yalnız uyandığı sahnelerdi. yalnız olması, yaşamaya çalışması, mücadele etmesi çok dokundu bana.

    bir de, filmde izlerken farkına varamadığım daha çok ince detay olduğunu düşünüyorum, ''bu evde bir beste gizli'' gibi.

    --- spoiler ---
  • oldukça sevdiğim 70’ler arkaplanı üzerine oturmuş, dolayısıyla büyük beklentilerle izlediğim bir filmdi. 70’lerin her anlamda büyülü dünyası çağan ırmak’ın müthiş dram yeteneğiyle birleştiğinde ortaya büyük bir başyapıt çıkabilirdi.

    çıkamamış.

    hümeyra ve ışıl yücesoy’un kendi yaşanmışlıklarıyla taçlandırdığı enfes bir 70’ler hikayesi olabilirdi.

    olamamış.

    ruhen 70’lerde yaşayan biri olarak filme büyük umutlarla gitmiştim. projenin çağan ırmak imzası taşıması büyük bir özenin işaretiydi bana göre. hümeyra ve ışıl yücesoy’un kokularını hissedecektim filmde.

    sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, filmden etkilendim, çok duygulandım, gözyaşlarıma hakim olamadığım anlar oldu. ama bu kadar güzel bir hikayenin hakkı çok daha iyi bir filmdi kanımca. filmin eksiklerini üç başlıkta toplayabiliriz; konuların çokluğu, hikayenin dağınıklığı ve dolayısıyla yüzeyselliği, esinlenilen film ve hikayelerin yeterince anlaşılamamış olması ve tarihsel hatalar. kısaca özetlemek gerekirse, bu haliyle müthiş bir dizi olabilecek bir proje, sinema filmi olmaya çalışması dolayısıyla çok eksik kalmış.

    --- spoiler ---

    öncelikle tarihsel hatalara değinmek gerekir. içinde 70’leri yaşamış, ve bizzat filmin hikayesindeki ünlü, zengin hayatları, müzik dünyasını yaşamış ışıl yücesoy ve hümeyra gibi isimler olan bir projenin tarihsel hata yapma lüksü yoktur. 1971, 1972 yıllarını anlatıyorsan, o yıllarda müzik yapan insanların ne giydiğini, ne dinlediğini, ne çaldığını ilgili herkes biliyor. film, açılış sahnesindeki şarkının düzenlemesiyle ve sahnedeki müzisyenlerin (ayperi, tarık, erhan ve diğerleri) duruşları ve kıyafetleriyle beraber büyük bir eksiyle başladı. 1972 yılında daha ortada abba bile yokken türkiye’de bir orkestranın abba tarzı bir aranjman yapması, abba’nın 1970’lerin ikinci yarısında giyeceği türden kıyafetlerle sahnede yer alması/klip çekmesi mümkün değildi. beyaz arkaplanda erkeklerin göbeğine kadar açık yaldızlı kıyafetleriyle boy göstermesi abba klipleri için çok normal olsa da, bizim müzisyenlerimiz için değildi. giydikleri kat kat kıyafetler dolayısıyla müzisyenlerin isilik olduğu bir dönemde hem de… bu noktada filmden koptum ve 10-15 dakika kadar da geri giremedim.

    film boyunca devam eden müzikle ilgili her şey zamanı ile alakasızdı. bütün şarkıların düzenleri, altyapıları, aranjmanları, sahnede ekseriyetle klasik gitar kullanılması, çoğu yerdeki mikrofonlar (bir kısmı doğru olmasına rağmen sonradan yer verilen shure super 55 model mikrofon aslında o dönemde neredeyse hiç kullanılmamıştı), okul konserindeki davul, müziğin, çalanların bastıkları notalarla bazı yerlerde uyuşmaması oldukça kötü bir etki bırakıyordu. şarkılarda 1980’ler sezen aksu’sundan, 1970’ler abba’sından, ve dahi manowar’dan (evet evet, bildiğiniz manowar. yazının sonuna bakın) izler gördük. dönemin müzik anlayışını doğru yansıtan yegane şey, ki yüzümü güldürmüştür, beste yaparken köprü kısmında yarım ton incelme konusuydu. 70'lerde ekseriyetle kullanılan bu tekniğe yer verilmiş olması, işe en azından biraz özen gösterildiğini belli ediyordu. karikatürize fecri ebcioğlu tiplemesi güldürse de, fecri beyi yansıtmadığı gibi, aranjmanlar döneminin sonuna denk gelen bir dönemde yer alması da üzücüydü. fecri bey 70’ler boyunca çalışmalarına devam etse de asıl eserlerini 60’larda vermiştir. bu noktada filmdeki ayperi’nin fecri ebcioğlu’na koyduğu postayla bu dönemi bitiren kişi olarak konumlandığı varsayılabilecek olsa da, 1971’de fecri ebcioğlu’nun böyle bir diyaloğa girmesi mümkün değildir; zira 60’ların ortalarından itibaren türk müziği kendini çoktan kanıtlamıştır. öte yandan film boyunca gördüğümüz gazete kupürlerinin özenle hazırlanmış ve gerçeklerine birebir benziyor olması beni çok mutlu etti.

    müziklerle ilgili söylemek istediğim bir şey de, altında kenan doğulu imzasını gördüğüme üzülmüş olmam. yurdaer doğulu, kenan doğulu’nun babası, dönemin ünlü gitaristlerindendir. kenan doğulu da böyle bir ortamda yetiştiğine göre dönemin müziğini ve düzenlemelerini iyi bilmesi gerekirdi. bu filmdeki müzikleri babasının hatırasına yakışmamış. şarkılar her yönleriyle 70’ler sonu, 80’ler sonu ve 90’lar olarak sınıflandırılabilirdi.

    bu noktada hümeyra ve ışıl yücesoy’dan büyük katkı beklerdim. açıkçası bu kadar hatalı şeylerin olduğu bir projede yer almayı kabul etmiş olmaları bile ilginç. ayperi’nin son evinin 70’lerdeki hali inanılmaz saçma bir dekorasyona sahipti. dönemin dergilerinde ünlülerin evlerinin fotoğrafları olmasına rağmen neden bu kadar alakasız bir dekorasyon seçildiğini anlayamadım. bu noktada abba the movie ve rock star filmlerinden pek çok esinlenme gördüğümüzü söyleyebilirim. üstünkörü geçilmiş, yeterince anlatılamamış şeyler.

    ayperi’nin anadolu turnesi hikayesi iyi bir gönderme olsa da, çingenelerle olması çok saçmaydı. filmin 9 saatlik çekildiği fakat masa başında 2 saate indirildiği havası hiç gitmedi. sayısız tema bir iki dakika işlenip geçti. burada o dönemin sanatçılarının çıktıkları anadolu turneleri işlenmek istenmiş ama yersiz bir şekilde geçiştirilmiş. öte yandan kendi istediği müzik tarzını (rock) yapamayan müzisyenlerin dramı yine dönemsel olarak doğru fakat oldukça sığ işlenmiş konular arasında. örneğin erhan’ın böyle bir müzik yapmak istediğini tarık ölene kadar bilmiyoruz.

    erhan karakteri tam bir girişimci, genç müzisyen modunda hikayeye giriş yapmış olmasına rağmen sonrasında oldukça sönük bir profil çizdi. oysa o karakteri ile çok fazla kapı açacağını görebilirdik. bu tarz hikayelerdeki üçüncü kişi oldukça önemli bir yan karakter olmasına rağmen burada yine çok yüzeyseldi. üçlünün gerçek durumunu ve yüzleşmesini ancak tarık’ın öldüğü geceki kavgada görebildik, ve, tahmin edin… çok yüzeyseldi. sırf bu üçlü arasındaki etkileşimlerden bir film çıkardı.

    bu arada ayperi’nin hikayesi şenay ve şerif yüzbaşıoğlu çiftinden de hayli etkilenmiş duruyor. şerif yüzbaşıoğlu dönemin ünlü müzisyeni, aranjörü, orkestra şefi iken şenay’ı (ikinci kez) keşfediyor ve evleniyorlar. şenay’ın bugün en çok bilinen şarkıları hayat bayram olsa ve sev kardeşim’in altında şerif yüzbaşıoğlu imzası var. bu şarkılar aranjman olmalarına rağmen düzenlemeleri orijinallerinden daha iyidir. şenay şarkı sözleriyle ön plana çıkmıştır, ayperi gibi(!) şarkı sözlerini kendisi yazar. tarzı dönemin türk sanatçılarından farklıdır. eşini 1981’de kalp krizinden kaybettiğinde çöker, bir daha toparlanamaz. fiziksel olarak da farah zeynep abdullah’a benzediğini söyleyebilirim. bu bağlamda hikayesi de benzemektedir. şerif yüzbaşıoğlu orkestrasında vokal iken seslendirdiği başarılı şarkılarla şenay adı bir anda ön plana geçer (tam da 1971, 1972 yıllarında). tabii şerif beyin, filmdeki gibi, şenay’ı çekememesi söz konusu olmamıştır diye tahmin ediyorum. ayrıca şerif yüzbaşıoğlu da tarık gibi sanatını müziğine yansıtamamaktan şikayetçiydi. piyasa müziği yapmak zorunda olduğu noktada yeterince para biriktirip, piyasadan sıyrılıp kendi müziğine yönelmiş ve bunun sonucunda maddi sıkıntılarla karşılaşmıştı.

    hikayenin yüzeyselliğinden dolayı, erhan’ın bir anda gitme kararı alması şaşırtsa da dönemin istediği müziği yapamayan sanatçılarında sık görülen davranışlardandı.

    öte yandan filmde ayperi’nin bir seyyal taner gibi, bir ayten alpman gibi poz vermesi gerçeklikten uzak olsa da güzel göndermelerdi.

    velhasıl, dönemin gerçeklerinden bu kadar çok fazla noktada ayrılması yüzünden filmden sürekli koptum, bir türlü havasına giremedim.

    yoksa ayperi’nin geçmişi üzerine alzheimer olması, ailesine büyük ihanet etmiş olması fakat yine de kendince haklı olması; ablasının acıları ve çektiklerine rağmen ayperi’ye adadığı bir odasının olması tam çağan ırmak tarzı şeylerdi ve aslında kağıt üzerinde inanılmaz derin ve iyi duruyordu. bunların filme tam ağırlığıyla yansıtılamamış olması bana filmin iki kişi tarafından iki farklı şekilde çekildiğini ve sonradan birleştirildiğini hissettiriyor; 70’ler sahneleri bambaşka birinin elinden çıkmış ve günümüz sahneleri çağan ırmak’tan çıkmış. birleştirince de iki yarım, ama toplandığında tam bir hikaye etmeyen bir iş çıkmış ortaya.

    belirtmek gerekir ki, gözde çığacı müthiş bir seçim olmuş ışıl yücesoy’un gençliği için. farah - hümeyra hiç benzemese de, ışıl yücesoy ve gözde inanılmaz benzerlikleriyle ön plana çıkıyorlar. açıkçası, filmin belki de en büyük başarısı bu kadar uyumlu bir ikiliyi bulmuş olmak olabilir.

    öte yandan 40 yaşındaki mehmet günsür’ü genç gösterecekler diye batırdıkları badana adamcağızı solaryum gazisi yapmış. teoman’a dönmüş. o kart zampara haliyle 17’lik hatice’nin peşinde koşması ise ayrı korkunçtu.

    kerem bursin’in çok iyi giriş yapmasına rağmen sonradan sönük bir karakterle geri planda kalmasına üzüldüm. fakat sonra köksal engür olarak geri geldiğinde gözlerimiz parladı. o dönemden sonra neler yaptığından bahsederken “izmir’e yerleştim, emlakçılık yapmaya başladım,” dediği zaman filmi beraber izlediğim arkadaşımdan şu tepki geldi; “ayrıca sesimi ve konuşmamı düzelttim.” durup dururken sinemada kahkaha attım. kerem bursin ile çok alakasızdı :) daha sonra başka bir arkadaşım ise şunu ekledi, “çünkü ikna kabiliyeti yüksek bir emlakçı olmak bunu gerektirir!”

    aynı karakterin genç - yaşlı oyuncuları arasındaki benzer bir uyumsuzluk hümeyra ve farah’ta da şarkı söylerken ortaya çıkıyordu. hümeyra vibratosu oturmuş, kuvvetli bir ses; eskiden de öyleydi. eğer gençliğinizde biraz vibratonuz varsa yıllar geçtikçe derinleştirebilir, olgunlaştırabilirsiniz. fakat yoksa bunu yapmanız çok zordur. farah’ta yoktu. tabii farah’tan böyle kuvvetli yorumlar beklemiyordum, fakat hümeyra biraz daha farah’ın yaşlanmış hali gibi, daha basit söyleyebilirdi şarkısını. vokal teknikleri arasındaki fark türkan şoray ile, filmlerinde şarkıları asıl seslendiren belkıs özener arasındaki fark kadardı neredeyse!

    ayperi’nin dramatik yaşlılığı hümeyra’nın müthiş oyunculuğu ile birleştiğinde ortaya gerçek bir başyapıt çıkabilirdi. keşke bu film bir üçleme olarak çekilseydi!

    bir de son sahnede ayperi sahneye çıktığında keşke ablasına da söyletseydi! ışıl yücesoy’un yıllardan sonra tekrar sahnede ışıl yücesoy olduğunu görmeyi çok isterdim! :) aslında, onun da kardeşi ayperi kadar iyi bir vokalist olduğunu öğrenseydik, 40 yılı bulan bu acıklı hikaye ayperi’nin bu hırsızlığıyla bambaşka bir boyut daha kazanırdı. söylemeden geçemeyeceğim, filmi ilk duyduğum andan beri adının hikayesini merak ediyordum herkes gibi; ve çok iyi bir hikaye çıkacağını biliyordum. son sahnede bu hikayenin çözümlenmesi ile çağan ırmak’a bir kez daha saygı duydum. unutursam fısılda…

    yine son sahnede aslında tarık’ın giderken bıraktığı, ayperi’nin son hit’i sevdim’i dinlemek isterdim; ayperi için en anlamlı şarkı oydu zira, sözlerini kendisinin yazdığı tek şarkı! bu noktada filmin adını nasıl bağlayacaklarını düşünmüş ve diğer sözlerin asıl sahibi abla hanife’nin bu sözleri bilemeyeceği sonucuna varmış olabilirler. fakat ayperi’nin posterlerini ve kasetlerini saklayan bu ablanın bu sözleri bilmemesi de mümkün olmazdı.

    yine bir yan ve son hikaye olarak erhan’ın yıllar sonra ayperi’ye kavuşmasını, evlenmelerini(!), ayperi’nin bu sayede kendisini tekrar bulmasını ve iyileşmesini, ve dahi hayatlarının sonuna kadar beraber mutlu olmalarını dilerdim. çok yeşilçam ama, güzel bitmeliydi işte! hatta bence bu hikaye böyle bitti :)

    --- spoiler ---

    velhasıl, 70’ler aşığı biri olarak içimde buruk bir acı kaldı bu filmden bana. hümeyra ve ışıl yücesoy ile bir rakı masasında oturup, sabaha kadar dinlemek isterdim o günleri!

    son olarak; filmde tekrar tekrar yer verilen, soundtrack’teki peri kızı adlı parça (https://www.ttnetmuzik.com.tr/ss/331934/3741882) bildiğiniz, manowar’ın the crown and the ring (http://www.youtube.com/watch?v=kullkzkkwyy) parçası. inanılmaz. yapma kenan, din kardeşiyiz.
  • spoiler demişsin ama senaryoyu yazmışsın kardeş. eline sağlık.
  • beklediğim kadar iyi değildi. oyunculara, yönetmene ve müziklerine aldanıp gittiğim film olarak kalacak hafızamda.
hesabın var mı? giriş yap