• u$enmesem, hakkinda uzun uzun yazabilecegim hadise.
  • -nip tuck'la ilgili spoiler'lar iceriyor olabilir.-

    üşenmeyle ilgili bi yazı bu. benim üşenmemle. eşyanın tabiatı gereği, bu yazıyı yazmaya da üşenmek üzereydim ki, “en azından bu kadarını yapmalıyım,” dedim kendi kendime, “hele de böyle bir ilham kırıntısı gelmişken kaçırmak olmaz.”

    geçtiğimiz pazar akşamı, cnbc-e’de nihayet tekrar başlamış olan nip/ tuck’ı seyrettim. hayatla ilgili “distorted” fikirleri insanda “sokakta görsem de gidip şöyle iki tane okkalı tokat atsam” hissi uyandıran karakterleri de, bu karakterlerin zıvanadan çıkmış “dysfunctional” aile ilişkilerini de, mide kaldıran ameliyat sahnelerini çok özlemişim. ama konumuz bu değil.

    konumuz momma boone. yeni başlayan nip/tuck sezonunun ilk bölümündeki hasta. 3 yılı aşkın süredir karavandaki koltuğundan yemek ve tuvalet ihtiyaçları için dahi kalkmadan yaşayan, sonunda da bedeninde açılan yaralar yüzünden istese de yerinden kalkamayacak şekilde koltuğa yapışan kadın. tek kelimeyle dehşetengiz bir hikaye.

    kısaca özetlemek gerekirse, troy, “oymacı” tarafından saldırıya uğradıktan sonra dünyevi meselelerden, işinden ve kadınlardan elini eteğini bir süreliğine çekmiştir. sean ise arkadaşının depresyonuna anlayış göstermeye çalışsa da, troy’un işle ilgili vurdumduymazlığı cansıkıcı boyutlara ulaşmaktadır. derken, sean’a momma boone ile ilgili bir telefon gelir. kadının yaşadığı karavana gidilir, durumun vahameti anlaşılır, kadın güç bela koltukla beraber hastaneye gönderilir. koltuğu kadından ayırmak için teferruatlı bir ameliyat gerekmektedir. hastaneye gelen troy, depresyonundan silkinir gibi olur, ameliyata sean ile birlikte girer. lokal anestezi altında olan momma’yı oyalamak, aklını ameliyattan ve içinde bulunduğu durumdan uzaklaştırmak için troy, hastasıyla muhabbet etmeye başlar. nasıl olup da bu kadar uzun süredir yerinden kalkmadığı, nasıl bir hayatı olduğunu sorar. momma acıklı hikayesini anlatır: aslında vaktiyle evini güzelce çekip çeviren, kendi halinde biriyken sonradan sonraya kendini büyük bir yorgunluk ve “şimdi bırakıp şuraya biraz uzanayım, yarın yaparım” hissine bırakmaya başlamıştır. zaten oldukça kilolu olduğu için dışarı çıkmaktan, gerçek dünyada olmaktan çok hoşlanmamaktadır. beklenen “yarın” asla gelmez, kadın da nihayetinde korkunç bir kısır döngünün esiri olur çıkar. kendisini çok seven kocası ve kızı da bu durumun önüne geçemez. kocası kendisine yemek taşımaya devam etse de, nihayetinde aslında terketmiştir karısını. kızını ise, annesini bu durumda görmesine dayanamadığı için momma kendisinden uzaklaştırır.

    troy’un kadını dinlerkenki yüz ifadesinden anlarız ki, anlatılan hikaye ile kendi hikayesi arasında bir paralellik kurmaktadır, eğer şimdi silkinmesse hiç bir zaman silkinemeyecektir. fonda momma’nın konuşması ile beraber, troy’un huşu içindeki yüzüne yapılan zoom’la oldukça kör gözüm parmağına bir alegori ortaya çıkmış olsa da, anlatılmak istenen aslında çarpıcıdır.

    her gün, işe gelirken, iş sırasında, işten sonra, durmaksızın aklımı kurcalayan şey işte bu.. nasıl bir iş? nasıl bir hayat? yapmak, öğrenmek, bilmek, gitmek, görmek istediklerimin yanında müthiş bir üşenme, yorgunluk, yeniden korkma, yeniden kaçma, isteksizlik hissi. “kalk gidelim” diyen yanıma karşı “otur, neyine gerek” diyen tarafım. her zamankinin ve bilinenin rahatlığına karşı, yapabileceklerimin “bu kadar” olmadığını bilmem, dahası yapmak istediğimin “bu” olmadığını bilmem.. ve en kötüsü, belki de yapabileceklerim bu kadarken, kendimden gerçek dışı beklentilerim olması, ve bunun farkında bile olmamam.

    ve sonra momma boone acıklı bir şekilde ölür ameliyat esnasında. troy ise kendini, oymacı davasını araştıran femme fatale dedektif ile yatakta bulur. ikisini yatakta basan, eski sevgili, yeni yönetmen, her daim salak kimber’ın “ama troy? daha geçen gün bana evlenme teklif etmişken... ama..? nasıl..?” tepkisine cevabı mükemmeldir troy’un. üzerine çıktığı dedektiften inmeden bir elini kimber’a uzatır en bir davetkar şekilde:
    “i’m back, baby.”

    içim öyle sıkılıyor ki...
  • çalıştığım masada oturmuş parmak uçlarımda susuzluğun oluşturduğu kıvrımları izlerken kafamı kaldırıp su sebiline baktım. sonra kafamı yere eğip sebilin köşesi ile ayağım arasında 30x30 karolardan kaç tane olduğunu saydım. dudaklarım birbirine yapışıyor ama ben gelip buraya sonucu yazıyorum. 5 adet karoyu çapraz geçersem şişeyi doldurup masaya dönerim. yani yaklaşık 5x30x2^0.5=212 cm bir mesafe var. adımım 75 cm olsa 3 adım gidiş, 1 lt şişe doldurma, 3 adım dönüş.

    üşenmek bir eylemi, böyle hesaplar yaparak, hatta üstüne bir de yazarak sonucunda dermansızlıktan kıvranabilecek kadar ertelemektir.

    su içeyim.
  • cuma akşamı eve girip pazartesi sabahı işe gidene kadar, gazete/ ekmek/ sigara ve bilimum ihtiyaçları da kapıcıya aldırmak suretiyle evden çıkamamak ve evin içinde minimum hareket etmektir.

    '' ohooo.. kalkacan da, giyincen de, gidecen de, gelecen. pöff ''
  • çağımızın hastalığıdır. doğduğumdan beri mücadele veriyorum. miskinliği üzerimden atabildiğim ender saatlerden birinde şiir yazmıştım bu amansız illet için.

    ''ekmek var 3 gün önceden kalma
    ama buzdolabında
    yumurtalı ekmek yapsak
    yesek elimizle
    çatalda durmuyor namert
    demliğin sapı senden tarafta
    çayları sen koyarsın
    benimki demli olsun.

    üşendim yine bugün
    ekmek almaya gitmedim
    o saçlarla da gidilmezdi zaten
    arkası kalkık, yana yatık
    gözümde çapak
    su çok soğuk
    çorap bulunmaz
    fırın uzak
    krep yaptım
    reçel sürersin, tereyağ da var
    ben çikolatayla severim.

    çekirdek almıştım
    100 gram da kokteyl çerez
    beyaz leblebi dişimi kırdı geçen
    mısır patlatırım bol tuzlu
    susarsın, sürahim yok
    damacana mutfakta
    bardak sağ üst rafta
    ben de içerim
    benimki soğuk olsun.

    terliğim yok
    ama halı var her tarafta
    üşümez ayakların, ev sıcak
    şöyle buyur, salon orada
    danteller annemin hatırası
    viski babamdan kalma
    yastık koyayım sırtına
    rahat ol
    kendi evin gibi davran.

    pilav yaptım
    tereyağsız ama şehriyeli
    bezelyeyi çok severim
    istediğin kadar ye
    masayı ben kaldırırım
    deterjan şurada.

    meyve aldım
    poşetini daha açmadım
    greyfurt, mandalina, elma ve portakal
    kavun karpuz da alacaktım
    ama her şey mevsiminde güzel
    tırnakların sarı olmasın
    mandalinayı ben soyarım
    kabuğundan ismini yazarım
    ellerim yapış yapış
    üşeniyorum, kalkamıyorum
    ellerimi alsana, yıkasana.

    çay içsek balkonda
    kurabiye olması lazımdı
    ağzında dağılsın lokmalar
    çayına kaç şeker atayım?
    kek seviyorsun madem
    koyarım içine badem
    kaynar suyla birlikte koymam dem
    biraz daha kalmaz mısın?''
  • bir yaşam tarzıdır. okula gitmeye üşenip 7 senede ailenin zorlamalarıyla sınavlara girip okulu bitirmek, yalnız yaşadığın evde açlıktan ölmeye ramak kalana kadar yemek yememektir.

    her zaman kötü bir şey olmuyor üşenmek, insan bazı uzuvlarını kullanmadıkça diğer taraftan kendisini geliştiriyor tabii ki. iş yapmayınca çeneden kazanıyorsun misal, nasıl işten kaytarırım diye düşünürken, işine yarayacak herkesi kafalamaya başlıyorsun. insanların güvenini kolayca kazanmaya dahi yarar üşenmek, diğerleri sizin için "adam su almaya üşeniyor, bize mi kötülük yapacak" diye düşünürler ve gayet rahat olurlar yanınızda. bu sayede üniversite 2. sınıfta gittiğim stajda yanıma çırak verildiğini bilirim veya askerde bütün rütbelilerin ağız birliği yapmışcasına "sen askerlik mi yaptın" demesine rağmen bana iş vermemesini de.

    ancak önemli bir husus var ki bu konuda, bu işte samimi olmanız gerekir. işinize gelende arı gibi olup da, işinize gelmeyende ağustos böceği misali yatarsanız insanlar samimiyetinize inanmayacaktır. en önemlisi çizginizi her daim korumanız gerekir, siz üşendikçe daha arkadaşlarınız sizden iyilik istemeyecek, siz üşendikçe hayat kolaylaşacaktır.

    dipnot: iş bu yazar işsizlikten iyice sıkılmakta, etrafından kendisine iş bulan ve sadece cv'ni mail at diyen kuzenlerine henüz bir cv hazırlayamadığından dolayı gönderememekte, cv hazırlamak içinde gece 12'ye kadar çalışan arkadaşına güvenmektedir. ayrıca burada yazmaya neden üşenmiyorum diyerek kendini sorgulamaktadır.
  • bu eylem(sizli)ğin kaç yaşında olduğunu merak ediyorum. magarada buzusmus uyuyan homo sapiens ailesi gun agarmaya baslayip avlanma zamani geldiginde "hiç sabah insanı değilim şekerim" manasında homurdanıyor muydu, "bugün avlanmasam olmaz mı" diye bahane düşünürken boş gözlerle duvardaki mızrak doğrultulmuş bizon motifine dalıyor muydu, "ya ban bugünü kış zannediyodum daha sonbaharmıış" diye sitem ediyor muydu acaba?
    bilinmez tabii, ama üşenmek insanların başkası için ürettiği, ürettiğini tüketemediği modern zamanlardan itibaren pasif ve bireysel bir başkaldırı gibi başlamış ve herkes tarafından benimsenmiş, zamanla nedeni unutulup kendisi kalmış genç bir eylem gibi.
  • ileri boyutları çürümeye neden olabilen, çürümenin ilk evresi.
  • evet, açılın arkadaşlar, teke tek vuruşacağım!

    hanımlar beyler, nasıl ki belli şeyler için, mesela ergenlik, "insanlık ayıbı, insanlık suçu" kavramını kullanıyorsak, bu hususta üşenme'nin karşılığı olarak sizlere şunu söylemek istiyorum: üşenmek, bir yaşam ayıbıdır, bizzat yaşamın kendisine karşı suç işlemektir.

    bu noktada üşenme denilen pisliğin kapsamını belirlememiz, sizler de takdir edersiğiz ki, hayati bir önem arz etmektedir. değerli dostlar, üşenmek bir işe koşmak istememek değildir. orada bir istememe vardır çünkü. en özdeki itki, evet itki, istememe, hoşlanmama itkisidir. bu noktada bakkala gitmek istememek ile bakkala gitmeye üşenmek arasındaki ayrımı açıklığa kavuşturmuş bulunuyoruz, kutlu olsun.

    bakkala giden yoldaki engebelerdir, o yoldan geçerken bir insanı görmekten duyduğunuz çekincedir, bakkalı işleten adamla muhatap olmaktan imtina etmenizdir vesairedir; tüm bunlar sizin bakkala gitmek istememe nedenleriniz olur arkadaşlar. gelgelelim, bakkala giden yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğine ant içmeniz için her türlü zemin mevcut iken siz bakkala gitmiyorsanız, bir yaşam ayıbına imzanızı maalesef atmış oluyorsunuz; yani, üşeniyorsunuz arkadaşlar.

    bu noktada bir detayı daha belirtip sövgü dolu bölüme geçeceğim. üşenmenin kapsamına, o an için yapılan alternatif maliyet hesabı da girmemektedir. yani bir insan, bakkala gideceğim vakti sulu boya yapmaya harcarım daha iyi diyorsa, bakkala gitmekten vazgeçmesini anlamlı hale getiriyor demektir. çünkü bakkala gitmemenin bir karşılığını üretmiş ve artık o noktada üşenmek denilen ayıbdan sıyrılmıştır. bu arkadaşımızın sözlüsüne beş verdikten sonra mevzuya artık girelim.

    arkadaşlar üşenmek, tam anlamıyla, bir şeyi gerçekten istemek ama istenilen şey için bedel ödemekten kaçmak anlamına gelir. amına koyduğumun yerinde canınız eti sütlü burger çekmiştir. o kahrolası burgeri istiyorsunuzdur fakat sırf bakkala gitmeye üşendiğiniz için yemekten vazgeçiyorsunuzdur; yani, eti burger yemek için ödemeniz gereken bedelden kaçıyorsunuzdur. hanımlar beyler anlayacağınızı bilsem yüzünüze tükürmek isterim ama ondan da anlamazsınız siz. çünkü hanımlar beyler, sizler, bir şekilde kendinizi içinde bulduğunuz bu yaşamın, size tanınmış olan bu şansın, şans olduğunun bile farkında olmayan iğrenç rezil yaratıklarsınız! arkadaşlar sizlerin bu tavrı bizlere apaçık şekilde bir şeyi daha işaret etmektedir ki o da sizlerin ruhsuz ve de tutkusuz bir puşt olduğunuzdur. siz o siktiğimin burgerini canınız çekmesine rağmen üşendiğinizden o burgerden vazgeçerek aslında yaşamaktan vazgeçtiğinizi bile anlamayacak kadar hödük ve de şerefsizsiniz arkadaşlar. dolayısıyla yaşamın kendisine karşı bir ayıb içerisinde olduğunuzun da farkında değilsiniz maalesef. sizlere verebileceğim tek paye, kazandığınız en rezil birincilik olarak, diğer spermleri alt etmeniz olabilir ancak. yaşama ulaşacak dirayeti ve başarı gösteren birer götveren sürüsü olarak yaşamı yaşama bilincinden yoksun olduğunuz gerçeğinin ilanıdır üşenmek.

    dolayısıyla hanımlar beyler işte sizlere altın bir kriter: eş ve dost seçimlerinizde, karşınızdaki kişiyi irdelerken, o kişinin herhangi bir şeye üşenip üşenmediğine mutlaka bakmanız size çok şey kazandıracaktır. şahsi yaşamının kendisine saygısı olmayan ve ayıblardan ayıba koşan bu yaratıkla yola çıktığınızda, o yaratık ilk zorda kaldığı anda sizi harcamaktan asla çekinmeyecektir. evet, bu kutlu müdahaleyi ne zamandan beri yapmak istiyordum. yaptım, artık olay benden çıktı. sonra da vay evren hocam biz bilmiyorduk olmasın. size bu topraklarda altın değerinde bir entry ile seslendim. geceniz güzel olsun.

    edit: imla.
  • iki adim otedeki mutfaga cola almaya gidememek
    ya da mouse uzanmamak ichin klavyedeki tum shortcut key leri ezberlemish olmak
hesabın var mı? giriş yap