• öncelikle (bkz: #40009925)

    utvandrarna nam-ı diğer the immigrants devam filmi nybyggararna ile izlendiğinde ortaya destansı bir süreç çıkıyor. bu satırların yazarı '19.yüzyılda yaşamak isterdim yaeee' diye sağda solda dolaşan bir eleman ve zaman zaman kepçük ağızlı arkadaşlarıyla bu mevzu üzerine dambıl dumbul konuşan biri. hah işte bu filmde on dokuzuncu yüzyıla damgasını vuran icat mucit tarafın bırakarak büyük toplumsal değişimleri ince ince işliyor.

    isveç'ten başlayıp amerika'dan sonlanan ikilemenin araya giren 'mutluluk' parçaları haricindeki bütün tonu karamsar. ikinci filmde göreceğimiz 'yeni dünya' bölümleri de dahil. ikilemenin yedi saat civarındaki süresi boyunca yaklaşık otuz yıllık bir zaman dilimi anlatılıyor ve geçişler mevsimler üzerinden sağlanıyor. knut hamsun'un ( yönetmenin bir knut hamsun biyografisi de var bu arada) dünya nimeti romanını andıran bir doğa-insan mücadelesi var filmde. romandan farklı olan ise bu sefer kazananın doğa olması. troell'in filmleri de roman uyarlaması. bir nev-i tez antitez mevzuları.

    vilhem mobderg'in romanını okumadığım için atıfları knut hamsun'a yaparız. zaten basılmamış türkiye'de roman. troell reyisin filmlerinde başat unsurların başında din geliyor. liv ulmann ve diğer ahali dine sıkı sıkıya bağlı ama ürkek ürkek itirazlarını filmler boyunca sürdüren bir max von sydow gerçeği söz konusu. yoksulluğun, berbat iklimin ve filmin girişinde akan yazıyla öğrendiğimiz sınıfsal çelişkilerin etkisiyle 19.yüzyıla damgasını vuran 'yeni dünya' göçlerinden biri yaşanıyor. dünya nimeti'nin isak'ının toprakla kavgası zaferle sonuçlanırken troell filminde karl-oscar gol üstüne gol yiyor ve allaha atarlanıp duruyor. karısının her çocuk doğuruşunda yirmi birinci yüzyıl türkiyesi'nde de görülen 'rızgıynan gelir' mottosu ise iki film boyunca sürüp gidiyor.

    filmin ikinci bölümü amerika yolculuğu üzerine kurulu ve amerika'ya 'yeni dünyaya' yeni umutlara yelken açışı anlatıyor. yelken açış ifadesini okuyunca ikinci sınıf şiirsel cümle duymuşcasına yüzler buruşmasın zira filmde yelkenli bir gemi ile yolculuk yapılıyor ve sıklıkla ekrana geliyor. klişe tabiriyle filmin şiirselliğini diğer görsel unsurlarla katmerleyen bir durum bu da. karl-oscar'ın kardeşi peter'ın ve yarım akıllı arkadaşı arvid'in amerika'ya dair abartılı, naif, efsane odaklı hayalleri (robert'ın okuduğu rehberdeki at yalanı mevzuları.) bilinir bir bilinmezliği anlatıyor aslında. ikinci filmde bu at yalanı mevzularının yalan ve inanmakla ortaya çıkan deyime dönüşüp dönüşmediğini göreceğiz.

    gardaş sen bu filmi niye sevdin diyecek olursanız ise önce ilk paragrafa bakmanız gerekecek. filmin din-insan-toprak mücadelesine dair yarattığı dünya hele bi yeni dünya'da neler olacak mevzusuna götürüyor bizleri. bunlar işin faso fisosu aslolan filmde yaratılan dünyaya girmektir. aynı ahval ve şerait içinde 'ben nörürdüm' acaba halet-i ruhiyesi yarattığı ve mücadelenin bir tarafına biz seyircileri de katması artı değerleri efenim.

    son söz ise iki başrol oyuncusuna. max von sydow ve liv ullmann yiriiim.
  • ingmar bergman'ın en sevdiği 3 filmden birisi imiş...* vilhelm moberg'in romanından uyarlama olan film, bergman'ın kıymetli listesine, jacques tati'nin les vacances de monsieur hulot ve fellini'nin la dolce vita'sıyla birlikte girmiş...

    edit: imlâ.
  • sinemanın yapı taşlarından birisi olan isveç'li yönetmen ingmar bergman'ın hemşerisi jan troell'in yönetmenliğini yaptığı maria larssons eviga ögonblick filmini izleyip çok beğenmemin ardından, yönetmenin diğer filmlerini araştırmam sonrasında keşfederek izleme fırsatı bulabildiğim, efsaneler efsanesi arasına girmesi gerekirken benim gibi bir sinefilin dahi adını çok sonradan duyduğu, 1800’lü yılların başlarında isveç’den her dönemin rüyası olmayı başarmış ülke amerika’ya olan göçün destansı hikayesini anlatan toplamda 6 buçuk saatlik muhteşem ikilemenin ilk filmi. benim için ben-hur nasıl ki sinema tarihinin en destansı filmi ise bu filmde ben-hur’dan sonra izlediğim en destansı film olmuştur. hayatımda 3 saatin su gibi akıp geçtiği başka bir film izlememiştim dogrusu. hatta öyle ki 3 saatlik filmin bitmesinin hemen ardından yine 3 saatlik devam filmi olan nybyggarna’yı da izlemeye başlamış fakat sabah erken kalmam gerektiği için filmi yarısına kadar izleyebilmiştim. erken uyanma durumum olmasa toplamda 6 küsür saatlik olan ikilemeyi tek oturuşta izleyecektim, film o kadar akıcı ve başarılıydı yani.
    filme başlamadan önce itiraf etmeliyim ki ingmar bergman tarzında felsefelerin havada uçuştuğu ağır bir film olacağını, 3 saatin nasıl geçeceğini kara kara düşünürken yönetmenin ingmar bergman'dan tamamen farklı stili olduğunu anlamamla bana derin bir nefes aldırmıştır doğrusu. yoksa filmin uzunluğundan dolayı tek seferde izleyebileceğimi sanmıyordum.

    film; " bu, isveç - ljuder småland köyünden kuzey amerika'ya göç eden bir grup insanın hikayesidir. 1844 yılında ljuder 1925 kişilik bir nüfusa sahipti. bu sayı bir asır öncesinin tam üç katıydı. kendi toprağına sahip 254 çiftçiye ek olarak, 39 zanaatkâr, 92 topraksız rençberve 11 asker bulunuyordu ljuder'de. dahası, 274 hizmetkâr, 23 işsiz ve 104 işsizlik maaşı alan insanla birlikte, 60 özürlü, 5 yarım-akıllı, 3 zırdeli, 3 fahişe ve 2 hırsıza sahipti.gücünü kanundan ya da dinden alan 4 kişi ljuder'e hükmetmekteydi: papaz brusander, polis şefi ınnegren, lord, şövalye ve ayni zamanda kıdemli yüzbaşı olan paul rudeborg ve kilisenin diyakozluğunu yapan tüccar per persson. işler diğer birçok yerde yürüdüğü gibi yürümekteydi." şeklindeki bir bilgilendirme yazısıyla başlar.
    karl oskar ( max von sydow ) ve eşi kristina ( liv ullmann ) tarımla uğraşan köylülerdir. karl oskar'ın babası iş sırasında geçirdiği kaza sonrasında sakat kalır ve evin tüm yükü karl oscar'ın omuzlarına biner. aynı evde kalan kardeşi robert’de evlenmeyi beceremeyip bir baltaya sap olamamış ırgatlık yapan bir looser’dır. bu yaşamından hiç memnun olmayan robert yakın arkadaşı arvid ile amerika’ya gitme hayalleri kurmaktadır. karl-oscar’ın her sene verimsiz geçen hasattan dolayı zor durumda kalması onu da kardeşi robert gibi yeni dünya amerika’ya göçe zorlar. aynı köyden amerika’ya gitmek isteyen birkaç aile ile birlikte; hastalıkla, salgınla, açlıkla, ölümle birlikte sizi de aynen o gemideki yolcularda birisiymiş gibi hissettiren bir yönetmenlik başarısı eşliğinde aylarca sürecek destansı bir yolculuğa çıkarlar. öyle bir yönetmenlik başarısıdır ki; destansı o göç yolunda sizde en az filmdeki yolcular kadar bitap düştüğünüzü hissedersiniz.
    bu filmin ardından devam filmi olan nybyggarna'nın mutlaka izlenmesi şarttır yoksa bir filmi yarıda bırakmış gibi olursunuz. aslına bakarsanız nybyggarna filmi bu filmden sonra çekilmeye başlanmış bir devam filmi değil. çekimleri aynı zamanda tamamlanan tek bir filmin ticari olarak iki bölüme bölünüp bir sene aralıklarla gösterime sokulması diyebiliriz.
  • 6 buçuk saatlik bi serüvenin ilk ayağı. gerçekten harika bir film. başka ne denebilir bilmiyorum. gerçi ikinci film olan nybyggarna'yı ben daha çok sevdim.

    film, onları arkasında tutan taş duvarlar ve otorite ile başlıyor. sürekli bergman ile kıyaslanmış. kısmen benzerlikleri var, dokundurduğu otorite ve din temaları ile. ama jan troell daha net ve hafif bi dokunuş yapmış. ve yine bergman filmleri gibi bir sürü metafor içeriyor. mesela kristina çiçekleri çok sever kendisi de çiçek gibi zaten. etrafına neşe saçar, meyve verir, narindir, toprağından alınıp başka toprağa ekilince, nazlanır, kök salmaz. veya kaptanın kupasındaki detaylar vs. daha pek çok var sayamadığım. sayamıyorum çünkü 6 buçuk saatin (iki film birden) sonunda çoğu şey uçtu gitti. izleyin, izletin.

    sadece filmin ilk bölümlerinde hiç bir şey olmuyorken yer yer kullanılan gerilim müziği biraz eğreti durmuş.

    çokça belirtilmiş yukarıda da, iki film bir kerede çekiliyor. amerikadaki sahneleri (nehir yolculuğu dışında, o isveç'de çekilmiş) wisconsin, iowa arasında çekilmiş. bütün film bir seneye yakın kısa süre içinde çekilmiş ve çekildiğinde isveç'in o güne kadarki en yüksek bütçeli filmiymiş.

    --- spoiler ---

    filmin sonunda, yüzü gülmeyen, rahata ermeyen karl oskar, işaretlediği ağacın altına oturup gözlerini kapayarak gülümsemesi, mutluluğu bulması, ve kameranın o esnada arkadan sesleri gelen gökyüzünde uçan göçmen ördek sürüsüne odaklanması paha biçilemez. tabi bu mutluluk uzun sürmeyecektir..
    (bkz: nybyggarna)
    --- spoiler ---

    yukarıda da bahsedilmiş, bu romanın bu yıl içinde aynı isimde yeni bi uyarlaması gelecek, ve başrolde vikings'teki floki'yi izleyeceğiz. zira gustaf skarsgård her rolde bize floki izletmeyi görev edinmiş durumda. pek sevgili rahmetli max von sydow'un üstüne kendisinin yer edinebileceğini sanmıyorum, ama göreceğiz bakalım.
  • 1971 yapımı, 3 saatlik süresine rağmen sıkmayan, muhteşem bir göç hikayesi.

    --- spoiler ---

    yüz yıllardır insanların göçmen olma hikayesi aşağı yukarı aynı: çaresizlik. bu filmde de, isveçli çiftçiler 6 aylık bir gemi yolculuğuna çıkmayı, hastalığa, açlığa ve hatta ölme ihtimaline rağmen göze alıyor. filmin ilk yarısında çiftçi karl oskar ve ailesinin boyuna çoğalışı, topraklarının verimsizliği, yetersiz ve kötü beslenmeden ölen çocuğu merkeze alınıyor. inançlı insanı bile “neden ben” demeye itecek şeyler yaşıyor ve en sonunda ellerinde ne var ne yok satıp amerika’ya gitmeye karar veriyorlar. kendilerine eşlik edecek, aynı oranda çaresiz insanlarla birlikte. ikinci yarısında korkunç ve bir o kadar da gerçekçi bir gemi yolculuğu izliyoruz. bitlenmeler, hastalıklar, açlık ve ölümler. nihayet film, karakterlerimizin özgürlüklerin ülkesi amerika’ya ulaşmasıyla ve sahipsiz toprakları mülk edinmesiyle sona eriyor.

    aslında inançlı ve fakir insanlar için tek bir tanrı yok, tanrılar var. tanrı’nın iktidarı, insanların iktidarıyla gölgeleniyor filmde. köle sahipleri, kölelere eziyet ederek, aşağılayarak, bir an olsun nefes almalarına izin vermeyerek güç gösterisi yapıyor. peder, kendisinin aymazlığını ve kötülüğünü ortaya çıkaran insanları aforoz ederek güç gösterisi yapıyor. tanrı dışındaki bütün bu muktedirlere, hatta tanrı’nın insafına boyun eğmeyip yeni bir yol seçen insanların hikayesi. ölüm de getirse özgürlüğü, kölelikle bir ömür boyu karın tokluğuna yaşamaya yeğleyenlerin hikayesi.

    --- spoiler ---
  • her karesi kartpostallık resmen. 19. yüzyılın henüz başları.. isveç'in harika doğası, çiftlik evleri, insanların yaşantısı, arayışları.. din ve otorite baskısı yüzünden kuzey amerika'ya yapılan göçün umutları, beraberindeki hayal kırıklıkları.. mis, tertemiz film.
  • yokluk ve yoksulluk özelinde başarılı buldum ancak anlatım çok yavaş ve temposuz, çekimler güzel, sarışın mavi gözlüler çarpıcı, umuda yolculuğun hazin öyküsü ama süre uzun bence, daha kısa, net ve vurucu olabilirmiş...
  • 2021'de yeniden çekilecekmiş ve filmde herkesin orospu dediği ulrika'yı, tove lo canlandıracakmış. eminim kendisi istemiştir bunu. oyunculuk tecrübesi yok ama hiç zorlanmayacağına eminim.
  • ingilterenin yetiştirdiği en iyi sinema adamlarından biri olan mike leigh’in en sevdiği 10 film listesine girmiş dev film.
  • 5 dalda oscar'a aday gösterilen 1971 yapımı film.

    ingilizce adı için (bkz: the emigrants)

    ayrıca (bkz: vilhelm moberg)
hesabın var mı? giriş yap