• manasız eleshtırırlerı haketmeyen, turk romancılarının fazla dokunmadıkları bir konuda, gayet ıtına ıle yazılmıs, duzgun ve hos bır `canakkale romanı
  • canakkale'ye bir kere bile gitmemi$ her turk insanının kendini sorgulamasına yol acacak bir kitap. "tarih yazılmalı mıdır?" ya da "tarafsız tarih yazılabilinir mi?" gibi sorularla bu konuya guzel oneriler ve acılımlar getirmekte.

    (bkz: canakkale savası)
  • yeni zelandada ki yerli halk maorilerin bu adaya taktiklari isim imis yani "aotearoa" - uzun beyaz bulut, ve de anzak gallipoli.

    neden bu kadar "tu kaka" edildigini anlayabiliyorum, zira hak vermiyorum, o kadar da yerin dibine batirildigi kadar degil,tek takildigim nokta, neden "dort"-"bes" sene beklenilmis, ya da bu sure icinde kitap icin ne calismasi yapilmis.eser, su andaki durumuyla, a.altan'in sulandirilmis, harlequin kurmacalarindan iyidir.11.basim - 50.000 baski adedi.
  • --- spoiler ---

    okurken ilk kısım, mektuplar ilgi çekici olmalıydı ben çok sıkıldım ve hatta okumamayıda düşündüm. beyaz hala karakteri ilgi çekici geldi ordan aldım yürüdüm. kitapta o kadar yer var ben derin olduğunu düşündüğüm şu cümlelere takıldım. sonlara doğru toprağın çıtırdadığı tam 5 defa yazılmış; ilkindede anlardık aslında ne yapalım böyle olmuş!

    insan yüreği kabuk bağlamaya, derisi kalınlaşmaya başlayınca artık insan olmaktan vazgeçmiş sayılır ve başına her türlü musibet gelebilir.

    adil olmak dünyanın en büyük eziyetidir. ama bir defa muvaffak olursan, gözündeki perde kalkar, vicdanında körlük biter, artık hür olursun fakat bundan sonra bütün namussuzları çıplak görmek zorunda kalırsın.

    insan ancak büyük, güzel insanları tanırsa dünyanın neden hala tamamen namussuzlara teslim olmadığını anlar. ama onları bulmak zordur. büyük ve güzel insanlar öyle ortalarda gezinmezler. onlar kıyıda, kenarlarda bekler, zamanı gelince işlerini yapar, sonra gene ortadan çekilirler. bu insanları tanımak, bilmek için bazen taa dünyanın dibinden kalkıp buralara gelmek, emek vermek ister.

    okurken durup düşündüren insanın kendini sorgulamasını sağlayan şu cümleyi yazmamak olmazdı. sanki bu satırları beyaz hala bana söylüyor; hayde ben bi halt ettim, sen ne diye kendi hayatını yaşamıyorsun a ahmak kızım? benden geçmiş artık, ama senin önünde uzun bi hayat var. hem... hem hiç değilse ben yaşayan birine tutkundum, seninki çoktan ölmüş be, a benim saf yarim!

    midemin tam üzerinde, burada, bıçak yarası almış gibi somut bir acı hissediyorum. acı bir gün geçecek, biliyorum ama yaramı kapatmak için atılan dikişi hayatım boyunca taşıyacağım. bedenimde gelibolu'da aldığım yaranın izini daima taşıyacağım.
    --- spoiler ---
  • çanakkale savaşı için yazılmış olmasının ötesinde özeliği olmayan buket uzuner romanıdır.

    orijinal bir fikirden ortaokul seviyesi bir kitap çıkmış. çanakkale savaşına ilişkin'çok kan vardı, ölü vardı, kötüydü, savaş kötüdür' gibi mesajlardan öte pek bir şey yok. araya mustafa kemal serpiştirilmiş. özel bilgiler vermiyor. bazı filozofi denemeleri var, onların da pek bir önemi yok. bir yerde sigarayla ilgili bir mesaj da var, içenler içmeyenlere saygı duysun gibi bir şey, tam ilkokul çocuğuna mesaj olmuş, anlamsız.

    bir de ingilizce konuşan beyaz hala'nın cümlelerini türkçe yöresel diyalekt ile yazmak ne kadar doğru bilemiyorum: come on my beautiful girl - gel bakem gözel gızım!!!

    okunmasa pek bir şey kaybedilmez.
  • zaman zaman bir ayna vazifesi gören kitap.

    "insan denen aklı yüce mahlukat, maalesef şeytandan hain, akbabadan beter, cellattan acımasız."
  • yeni zelanda'lı hatuna türk kahvesi pişirme tarifi ile gecenin 3'ünde şahsımı özendiren ve 23 yaşında ilk defa türk kahvesi içmeme vesile olan kitaptır.
  • buket uzuner okumaktan zevk aldığım bir yazar değil ama sanırım tek sevdiğim romanı budur.

    beyaz hala karakterinden okurların çoğunun aksine hiç hoşlanmadım. bence gereksiz tekrarlarla ve tipik "bilgiç yaşlı" tasvirleriyle ilgi çekici ve güçlü olması tasarlanırken tam tersi itici bir karakter olmuş ama victoria'nın bitmek bilmeyen merakıyla körüklenen bir havası var. yazar karakteri planlarken okurların kitaba tutunmak için onun hayat hikayesinin çözülüşünü takip etmelerini ederken de ona hayranlık duymalarını istemiş.

    bense günümüz karakterlerinden çok (ilişki örüntülerini yapmacık buldum) geçmişte olup biten her şeyle ve herkesle ilgilendim.

    alistair john tyler'ın başından geçenler bana etkileyici geldi. olayların arasına serpiştirilen mektuplar da bende romandan ayrı değerlendirebileceğim bir etki bıraktı. arada sırada geri dönüp sadece o kısımları okuyabilirim. mektuplarla ilgili güzel olan bir başka şey yazarın yıllar önceki bir savaş ortamında aşk ve ayrılık acısı yaşayan, etrafında olup bitenleri anlamlandırmakta zorlanan, ev hasreti çeken insanlarının duygu ve düşüncelerine girebilip bu anlarda romanın genel atmosferinden ve dil kullanımından sıyrılabilmiş olması. gerçekten kendini unutturdu yazar. günümüz tasvirleri ve olay örgüsü beni çekmezken "bakın burada daha özel bir dünyaya giriyoruz." dercesine alıp götürmeyi başardı böylece.
  • yanlış hatırlamıyorsam okuduğum ilk buket uzuner romanı. kaç yıl geçti bilmiyorum üzerinden. ya liseye yeni geçmiştim ya da orta okuldaydım okurken. konusunu da hayal meyal hatırlıyorum. hoş bir tat bırakmıştı. az önce aklıma gelince o tadı anımsadım sadece. bir anda neden bilmem aklıma geldi. okuldan arkadaşıma verdiğimi hatırlıyorum. daha sonra istediğimde ben sana getirdim demişti. hala kendimi sorgularım onda mı ben mi kaybettim diye. kitaplığımdan kaybettiğim ilk kitaptır da aynı zamanda.

    başlığı okuyunca hatırladım biraz kitabı. böyle tarihsel bir arka planda geçen hikayeler bana hep tatlı gelmiştir. pek işlenmemiş bir arka plana sahip olması açısından da diğerlerinden ayrılır. ne kadar edebi bir kitaptı yargılayamayacağım. mutlaka okunmalı mı? cık. okunursa zaman kaybı mı? ona da cık. benim için en iyi buket uzuner romanı kesinlikle ise kumral ada mavi tuna dır. kaç tane romanını okudun dersen 3 veya 4 derim. onu bile hatırlamıyorum.
  • cikis noktasi yeterli derecede inandirici olmasa da, gerek mektuplarla gerekse olusturdugu ambiyansla (ambiyans da ne demek bilmiyorum, entel gozukme kaygisindayim) saglam bir hikaye orgusu (ha keze hikaye orgusu de ne?) olusturarak bu acigini kapatan bir roman. milliyetciligin cesitleri hakkinda yaptigi gondermelerde malesef bir turk kimliginden uzaklasma, son gunlerin populer kavrami olan turkiyelileseme konusu on plana cikarilmis. tabi ben nobet esnasinda uykusuz sekilde okudugum icin hic bi sey anlamamis da olabilirim. lakin okunasi bi eser, insani dusunmeye itiyor yazili tarihin dogrulugu veya tarihin ne kadarinin bilinmesi gerektigi ve tarihimize sahip cikmadigimiz konusunda.
hesabın var mı? giriş yap