• şu düzende bize vaadedilen hastalıklı bir ilişki biçimi var:

    buna göre hayatının erkeğini/kadınını bulan kişi, işten arta kalan zamanının çoğunu bu kişiyle geçirecek, 3-4 göz odada ve iki kişinin de çalışması halinde 2000-3000 tl bir toplam gelirle "bir ömür" mutlu olacaktır.

    zaten insanın içindeki "insanları sevme" duygusu, çocukluğundan beri karşılaştığı haksızlıklarla engellenmiştir: insanlar karşılaştıkları düzen kurumlarının (aile, okul, askerlik, iş vs.) hemen hepsinde hırpalandıkları gibi, bu kurumların dışında kalan insanlara da güvenmezler. 4 saatlik bir otobüs yolculuğunda yanınızdakiyle sohbet bile etmezsiniz, 3 sene aynı apartmanda otursanız, komşularınızı tanımak için hamle yapmazsınız.

    çevreniz gitgide sınırlanır: sizi yaratan toplumun bireyleri fazla muhattap olunmaması gereken, sizinle yatmak isteyen, paranızı çalmak isteyen, zamanınızı harcamak isteyen asalaklardır. dostluklarda bile içtenlikten yoksun bir hesapçılık sürer gider. sevmek, güvenmek giderek zorlaşır, ama bu duygular beklemez, bir yere yönelmek ister.

    devletin baskı aygıtlarından korktuğunuz ya da size hep uncool ya da demode geldiği için, insanların yoldaşça ilişkiler içinde oldukları örgütlenmelerden kaçarsınız.

    sonuç:
    içinizde birikmiş büyük ve tatmin edilmemiş bir güvenme, sevme, sevilme ve hoşça vakit geçirme arzusudur. normalde iyi geçinebileceğiniz ve sizin yeteneklerinizi takdir edebilecek bütün insanlara karşı hissetmeye hazır olduğunuz o duygular birikir ve birilerine yönelmek ister. kimse yoktur, bulması zordur vs...

    sonunda birisi çıkar gelir. ve siz bütün duygusal birikiminizi onun üzerine boca edersiniz. bütün sevemediğiniz insanları onda sever, bütün bağlılık kuramadığınız dostlarla onda bağ kurar ve ondan da aynısını beklersiniz: tecrit edildiğiniz bütün insanlardan göremediğiniz ilgiyi, sevgiyi o size göstermelidir. çocukluktan beri dayatılan "örnek ilişki" modellerini onunla yaşama özlemi vardır.

    ama bu imkansızdır: kurulamayan ilişkilerin yükü tek bir kişinin omzuna yüklenirse iki taraf da ezilir. başkaları tarafından formüle edilmiş ilişki modelleri bu ilişkinin üzerine bir türlü oturmaz.

    oxford üniversitesi'nde yapılan bir araştırma, ilişkiye başlayan çiftlerin en yakın arkadaşlarından en az ikisini kaybettikleri ve bu durumun gelecekte sorun yarattığı sonucuna varmış.

    sorun sorunu doğurur: zaten yalıtık yaşantısı nedeniyle insan daha fazla açılması gerekirken, ilişkiye başlayınca daha fazla kabuğuna çekilir ve karşı tarafı tüketinceye kadar ve sadece onunla ilgilenir.

    işte uzun ilişki sonrası sendromu böyle bir hastalıklı ilişki biçiminin sonucudur.

    bu ilişki sürecinde taraflar ilgi alanlarını tekleştirir, düşünce biçimlerini aynılaştırır, birbirlerinden başka kimseyle vakit geçirmediklerinden, ayrı bir hatıra, bilgi, duygu ve deneyim birikimi yaratamazlar. dünyaları küçülür ve birbirlerine hapsolurlar. uzun vadede birbirleriyle ilgilenmeleri için bir sebep de kalmaz ve "heyecansızlık"tan yakınıp, heyecan peşine düşerler.

    aslında ortadaki basbaya bir bağımlılıktır. bağımlılık ne kadar derinleşirse, tatminsizlik o kadar artar. ama kafada ilişkilerin başka türlü kurulabileceğine dair bir fikir olmadığı için kuyunun dibine kadar inilir. bir ayrılık durumunda ise bütün sorunlar yüzeye çıkar: "beni kim sevecek, kime güveneceğim, bunca yıl boşuna mı gitti, başka kimseyle bunları yaşamadım, benim ondan ayrı bir hayatım yokmuş."

    yılların çoğunu tek bir insanla ve tek bir ilişki kurma biçimiyle geçirdiği için, diğer kadın ve erkeklerle uyum sağlamakta zorlanır. bundan sonraki aşklarında da mutlu olmak mümkün görünmez. kendini uyarlaması çok zaman alır.

    bu nedenle sonuç genellikle uzun ya da kısa süreli bir depresyon olur.

    sonra yine bir kısır döngü: herşeyin güzel olacağı beklentisi, yeni birisini bulursa daha mutlu olacağı yanılgısı, bu sefer eski hataların yapılmayacağı umudu. birini bulmak ve yeniden aynı hikaye...

    bunların hiçbiri sorunu çözemez, çünkü mesele insanda değil, onlara dayatılan ilişki kurma biçimlerinde; insanları birbirinden tecrit eden, onları kendine ve başkalarına güvensiz kılan toplumsal düzendedir.

    bu değişmediği sürece, yaratıcı olması gereken ilişki süreçlerini birbirlerini tamamen tüketerek geçiren birçok insanla karşılaşacağız ve depresyonun bir hali olarak uzun ilişki sendromu varolmaya devam edecek.

    işte devrimi bu yüzden de çok seviyorum.
    sadece insanlar arasındaki sosyal adaletsizliği ortadan kaldıracağı için değil, geleceğin insanını kendine güvenli ve ilişkilerini geriye değil, sürekli ileriye götüren bir şekilde yaşatacağı, dünyasını küçültmek yerine büyüteceği için.
  • uzun ilişki yaşamamış kişiye "ooo gelsin karılar gitsin ruslar ehehe" şeklinde gelen sendrom. ama gelin bunu uzun ilişki yaşamış kişiye sorun bir de.

    karı-kız en son akla gelecek şey. insanın içinden gelen tek istek ağlamak. saatlerce, bağıra bağıra ağlamak. ağlamayı daha geç saatlere ertelemek için, içmek bir çözüm olabilir. herkes yattıktan sonra ağlayayım derseniz, bunu deneyin.

    bir süre sadece o kişinin başkasıyla olma ihtimalini düşüneceksiniz. başkasına sarılmasını, başkasını sevmesini, sizinle yaptığı o erotik konuşmaları/mimikleri artık başkasına yapmasını, başkasıyla gülmesini, başkasını hayatının ortasına koyuşunu, başkasını "erkeği" olarak görüşünü ve bilimum sizin rolünüzün bittiği senaryoları düşüneceksiniz. daha da ağlatacak bu sizi.

    sonrasında, "o da bir insan, olabilir tabii başkasıyla" deseniz de beyniniz sürekli yılbaşı hediyesini verdiğinizde sevinçten ağlayışını getiricek önünüze, izletecek size. veyahut, yükseklik korkunuza rağmen lunaparka gidip kusunca "cesur sevgilim benim" deyişini.

    bir süre sonra içmenizin sebebi, bu ibnelik yapan beyninizi uyuşturup aradan çıkartmak olacak. koskoca adam olarak her şeyde duygusal bir yan aramanız böyle başlayacak. çok afedersiniz, amı götü dağıtmak bu oluyor işte erkek için.

    bir arkadaşınız ilişkisinden dert yanarken, "bak mesela bizim de şöyleydi" diye öğütler verip, yine onu düşünmek var buradan sonra. "n'olur çık aklımdan!" diye yalvartır izbandut gibi adamı da sümsüğün tekini de.

    en son olarak,* "mutlu olacaksa başkasıyla olsun" evresi var. bu evre, insanın kendisine en çok yalan söylediği evre. dil, "başkasıyla olabilir mutlu olacaksa" derken beyin, "köpekler gibi seviyorum lan hala seni!" deyip, saatlerce sarılıp boynunda ağlamak isteyecek. dışarıda dile, evde beyine göre yaşayacaksınız. tırlatma başlayabilir, dikkat.

    illa ki sendromu atlatacaksınız ancak hiç bir zaman tam olarak unutamayacaksnız. her zaman ilişki tavsiyeleriniz buradan gelecek. her zaman bi burukluk olacak. bunu okuyan uzun ilişkideki arkadaşlara da bir mesajım var :

    oğlum çok acı çekiyor lan insan, allah belamı versin çok mutsuzum, n'olur ayrılıp da bu derde düşmeyin, çekilecek dert değil.

    gece olunca duygusallaşan the thing that should be bildirdi, söz stüdyoda tekrar.
  • -bi saniye, nasıldı hatırlamıyorum...yanlız dışarı çıkmak, yalnız uyumak...hatırlamıyorum. şimdi ne yapçam? bilmiyorum...
  • "...üç yıllık bir ilişkiden çıkmış biri olarak aslında gayet güçlüydüm. bir iki kendini yere atma, beş altı defa arayıp birbirimize duyduğumuz sevginin görkemi ve aşkımızın yüceliği ve bu minvalde yeniden, evet yeniden biraraya gelmemiz hakkında konuşma, 15'i bir önceki konuşmamı destekler nitelikte olan, 10'u gittikçe sertleşip sonunda üzerine araba sürmek, küçük kardeşinin kolunu kırmak gibi tehditlere kadar varan, ardından gelen 8'i yine aşkımızın kutsiyetini anlatan, sonraki 3'ü yine küfür dolu, en son ikisi ise nokia 3310'un hazırda bulunan hamburger ve dans temalı resimli mesajları olmak üzere üzere toplam 38 cevapsız mesajın sonunda kesin olarak ayrılmıştık işte.
    ilişki biter bitmez üstümden adeta bir yük kalkmıştı. adeta pırıl pırıl olmuştum. artık telefonumun şarjı bittiğinde gerilmek, birbirimizin hayatına çok saygı duyuyormuş gibi yapıp, o tuvalete gidince masada duran telefonun rehberini, gelen mesajları karıştırdıktan sonra o gelmeden ekranın ışığı sönsün diye dua etmek yoktu. ve en önemlisi ekranını anamdan babamdan çok gördüğüm bu alet yokyu hayatımda. son bir kez telefonun rehberi kontrol edildi ve kızlara bakıldı. üç yıllık ilişki sadece benden değil rehberden de çok şey götürmüştü. telefon rehberim abdi ipekçi erkek öğrenci yurdu gibiydi.
    eski sevgilim nur'u 'nuri' diye kaydetmiştim 3 yıl önce telefonuma. kız arkadaşımla otururken nur arayınca, sanki nuri diye bir arkadaşımdan zamanında 20 milyon borç almışım da ödememişim gibi yapıp, 20 milyonuna tamah eden, yine parasını istemek için arayan nuri'den iğrenç bi insan olduğu için fellik fellik kaçıyormuşum süsü veriyordum bu telefonu açmama eylemime..."

    "...ne yapıyordum ben? dün kız arkadaşımdan ayrılmıştım, devlerin aşkı gibi bir aşkı yeniden yeşertmek, hadi hiç olmadı ebru'yla yeni bir aşka yelken açmak yerine sabah 4'te, 5 erkekle gümüşsuyu bayırından aşşağı yürüyerek tezahürat yapıyordum. ellerimi havaya kaldırıp titreterek, 'yeni beste' diye bağırdım, ardından ellerimi çırparak 3'lü çektim. çocuklar heyecanlandılar. sus hareketi yapıp 'önce dinle' diye 3 kere bağırıp, derin bir nefes aldım. pür dikkat beni dinliyorlardı. "ben kız arkadaşımı özledim lann!" diye ağlamaya başladım..."

    umut sarıkaya, uykusuz, sayı1

    işte böyle bir yazıyı okuduktan sonra sandalyeden düşürebilecek bir sendromdur aynı zamanda. sadece çeken bilir telefon rehberinin halini, yeni aşklara yelken açıp acıdan kurtulmak isteğiyle bi şeyler yapmaya çalışıp olduğun yere çakılı kalmayı ve hiçbir şey yapamamayı.. erkek arkadaşlarınla anlamsız ve gayesiz bir şekilde gezerken birden bire "ben kız arkadaşımı özledim lann" diyip ağlamaya başlamayı...
  • sanki onsuz hayatın, ondan öncesi hiç olmamış gibi elini kolunu nereye koyacağını bilemediğini farkettiğin an sen de bu sendromun içindesindir işte, aramıza hoşgeldin.

    oysa sana verdiği gözyaşlarından önce gülümsemelerin vardı, hatırladın mı? hatırlamazsın sabahları içinde onun sevgisiyle uyanmak bile bi gülümseme sebebi olduğu gün sen unuttun dimi ondan önceki mutluluklarını. aferin.

    bi de gurur vardı bu ilişkinin çook gerisinde bi yerlerde sende de olan. o da kaçıp gitti onun gibi iyi mi. geçmişler olsun.

    kendi parfümünü bile başka tende algılayamayan sen nasıl da duyarlısın dimi otobüsteki elin adamında eski sevgilinin kokusuna.

    kaldığın yerden devam edememek işte. çünkü nerde kaldığını bulamamak.

    en sevdiklerinin yanında onu aramak, kimsenin yetmemesi, her gece yatağa nolur dünya dursun artık onsuz dönmesin diye dualar ederek girmek, ama her sabah yeni bir güne uyanmak zorunda olmak.

    doğumgününde arayıp aylar sonra sesini duyduğunda, sesin titremesin diye telefonu çabucak kapamak, oysa konuşacak ne çok şey vardı. onun anlatacakları ama sen onsuz kayda değer hiç bir şey yaşamadın ki...

    ve en sonunda aylar sonra kabullenmek artık sevilmediğini bir daha asla geri gelmeyeceğini, yok olduğunu bundan böyle onsuz yaşayacağını. sanki dipsiz bir kuyuya düşmek gibi sonunu görememek gibi.

    onsuz hayat nasıldı ki?
  • belirtileri
    - işe gitmede isteksizlik
    - arkadaşları arama manyaklığı
    - yalnız kalma korkusu
    - kendini gece hayatına vurma

    olarak özetlenebilecek sendrom.
  • dedi ki doktor: hâlihazırda bağlanmaktan korkan saçlarınızı bir de topuz yapmışsınız; şu firketeleri çıkarsak dahi, bir süre daha ağlayacaklardır.
  • uzunca bir zaman başka birinin eline bırakınca hayatını, kaderini, kalbini; ilişkinin bitmesinden sonra insanı öldürüp öldürüp tekrar dirilten küçük ayrıntılara boğulursun bu süreçte. bütün kızgınlığını, nefretini, olumsuz her düşünceyi unutup özlemeye başlıyorsun hayatının rutinini..

    ne zaman görmezden gelinebilecek bunca hatıra? ne zaman benzetilmeyecek onun parfümüne yanından geçen adamın kokusu?
    ne zaman çıkacak rüyalardan yüzünün sureti? ne zaman bitecek hiç aramayacağını bile bile süren bu bekleyiş?
    ne zaman bitecek eşin-dostun "peki, şimdi kesin bitti mi?" soruları? ne zaman bitecek gecenin bi yarısı kalbe giren ani sızı..
    ne zaman bitecek yalan teselliler?

    o kadar yıl birinin hayatında en özel insan olduğunu "sandığında", artık böyle olmadığını kabullenmek zor oluyor doğrusu.
    özellikle sen hala ona hayatındaki en özel insanmış gibi davranmaya devam ettiğinde daha zor oluyor..
    noldu şimdi onca güzel zaman? tatiller, özlemler, tartışmalar, sevgi sözcükleri.. bir anda silindi mi her şey?
    hiç olmamış gibiler mi? hiç olmamalılar mıydı? pişman mı olmalı? kabullenmeli mi?
    hiç bitmiyecek mi "şimdi ne yapıyordur", "beni sevdiği gibi başkasını sever mi", "unutmuş mudur gerçekten", "hiç acı çekmiyo mudur yani" soruları..

    her şey geçer ama nasıl geçer? içindeki bütün güveni, heycanı, saflığı alarak; onun yerine korku, çekimserlik, güvensizlik ve çarpmayan bir kalp bırakarak geçer..

    ne anladım bundan? neden harcadım ben senelerimi o zaman? manasız gibi her şey..
    yazmak bile manasız.

    hadi uyuyalım, boşver.
  • sevilen birisinin ölümü ile eşdeğerde acı yaşatan sendrom.
  • bir sabah ansızın telefonla biten bir uzun ilişkiden bahsediyorsak... şöyle ptsdlere yol açabilir:

    - alo?
    - alo naber kızım?
    - iyiyim anne n'oldu?
    - bi'şey yok yahu, nasılsın diye sorayım dedim.
    - emin misin? kesin yok mu bi'şey? bak saklamıyosun benden di mi?
    - aaa delirdin mi ayol?
    - tamam tamam hadi iyiyim ben görüşürüz.

    *

    aldatılarak biten bir ilişki söz konusuysa, yeni ilişkide:

    - necati?
    - efendim hayatım?
    - hayatım ne demek necati sen bana hiç hayatım demezsin. nerden çıktı şimdi? neden şimdi? neden dün diil de şimdi ha?
    - noluyo yahu?
    - nolduğunu sen daha iyi bilirsin necati. zaten son sevişmemizdeki o zottirik pozisyondan anlamalıydım.
    - sen iyice delirdin ama.
    - yalnız kalmak istiyorum! sarıl bana.

    *

    uzuu...un süren ilişki sonrasında flört etmeyi unutan kişi sendromu:

    - şu adam bana bakıyo, niye bakıyo, manyak mı?
    - sakin ol cicim ya bakmıyo sana öyle gelmiş.
    - bakıyo bakıyo. bak! baktı.
    - hani?
    - sen bakınca çeviriyo kafayı. aha ba-ba-ba.
    - e sen de ona bakıyosun?
    - yok ben o baktı diye bakıyorum.
    - adam ne bilsin ayol sen niye baktın. hem fena da diilmiş?
    - n'oluyo fena olmayınca? fena diil diye bakıcak mı öküz gibi? hmm, evet fena diilmiş.. n'apsam ki? utanırım ben bakamam. bakıyo mu bakıyo mu?

    (bkz: back to highschool)
hesabın var mı? giriş yap