• – her uykusuz gece yaşamayı kısaltan bir bıçkıdır..
    – düşünce, kuruntu insanı çökertir..
    – içkilerin tümü zehirdir.
    – sigara erken götürür.
    ben kimseye uzun yaşamak isteyorum demedim ki.

    özdemir asaf
    yuvarlağın köşeleri
  • şu tavsiyelerle başarılabilecektir. (anneannem 1919 doğumlu, 75 yaşında gibi görünüyor. tuvalet, banyo vs. tüm ihtiyaçlarını yardımsız karşılayabilmekte ve yetmezmiş gibi yemek yapmakta, temizlik yapmaktadır.)

    * her sabah mutlaka süt içiyor. mutlaka bal yiyor kahvaltıda.
    * evin içinde bile olsa yürüyüş yapıyor. sayıyor adımlarını. 100 adım da olsa yürüyor.
    * yazları balkonda da olsa güneşleniyor. bacaklarını, vücudunu güneşlendiriyor. başını koruyor tabi ki.
    * yüzüne sabun sürüyor. garipsiyorum ama nedense çok güzel yüzü yumuşacık.
    * ben kendimi bildim bileli tahin-pekmez yiyor neredeyse her gün.
    * yaşama çok sıkı bağlanmış durumda. hiçbir şekilde "off yaşım kaç başım kaç" demiyor.
    * haftalık balık yemeyi aksatmıyor.
    * bana çok garip gelse de günde 3 tane yumurta yiyor.
    * sebzeleri çiğ yiyor. yoğurda semizotu karıştırıp yiyor mesela.

    daha aklıma gelmeyen çok şey vardır. her ne kadar huysuz olsa da başarıyor bu kadın iyi yaşamayı.*
  • geçen hafta yalıkavak'ta gittiğim bir meyhanede, şarkıya ara verilerek, "bugün bilmem kim hanımın 90. yaş günü, kendisine uzun yıllar, sağlıklı yaşlar diliyoruz" denmesiyle ayağa kalkıp alkışlara teşekkür eden bir hanım gördüm. ama ne hanımmmm. ışıl ışıl, dimdik, güleç. buludlaaar, pambık gibi buludlaaardan daha beyaz dişleriyle gülümserken etrafa, açılmaya karar verdim. ortam sakinleşince ve ilgi ondan erol evgin'in oğluna geçince (adını unuttum adamın iyi mi. birinin oğlu olmak böylesi bir isimsizliğin sebebi olabilir mi? halbuki sesi güzel bana kalırsa, tipi de fena değil, tamam bi' yaşar değil ama serdar ortaç'tan da hallice...dünya görüşü de iyiyse...neden tanıtamadı ki kendini bizlere...neyse, bunu sonra tartışırız dedim kendime) avıma odaklandım. ah benim sevdalı başım, ah benim şair telaşım, ah bu benim başımın belası açılma kalkışmalarım...çingenenin tekinin masadaki brezilyalı'ya kaktırdığı güllerden bir tanesini araklayarak 90'lık çıtırın masasına uzadım.

    - (sırıtarak ve heyecanla) merhabalar, yeni yaşınız kutlu olsuuun. oturabilir miyim?
    - (gülümseyerek) çok teşekkür ederim, elbette, buyrun.
    - gerçek yaşınız mı?
    - anlamadım?
    - (iltifat ettiğimi sanarak) hiç 90 değilsiniz gibi, sanki sizden on yıllar önce doğmuş da ölmüş ablanızın nüfus cüzdanını sizin için kullanmışlar gibi..(ah bu benim patavatsızlığım)
    - babam askerdi. tarihlere, gerçeklere çok önem verirdi. böyle bir şey mümkün değil ama demek istediğinizi anladım. teşekkür ederim yeniden (uuu kız çok zeki, latif, şirin; hem kitap kurdu hem bir ahu). yaş dediğiniz rakamlardan ibaret. ben 90 olduğuma sizin kadar şaşırmıyorum mesela.
    - 90 olmanız değil, 90'ınızda bu kadar pürüzsüz olmanız çok şaşırttı beni. ne sağladı bunu cidden merak ediyorum.

    masadaki hatunlardan biri "o, 60 yıldır bekar" dedi ve meyhaneyi inlete inlete güldük. 3 çocuğu varmış. eşi ölmüş genç yaşında. bizimki de ne aşka inanırmış ne erkeklere...eşine de aşık değilmiş zaten. aslında romantikmiş ama işte, bizim anlayamayacağımız bir romantizmmiş bu. konu derin, hatunlar kıkır kıkır. baktım geyik uzayacak, benim ağız yayılacak, gidesim gelmeyecek bir yerlere; kalktım, masama geldim. sonra da gece boyunca bunu düşündüm.

    aşksız onca yıl. insana ışıltı veren, onu güzelleştiren, hayata bağlayan aşk değil miydi yahu? erol evgin'in oğlu "gözlerimde gözlerinin izi olmasa, bir de cana can katan sevdan olmasa" demişken hem de...uzun yaşamak denildiğinde aşkları akla gelen alobar ile kudra'ya kaldırmışken kadehi...bu kadar uzun yaşayıp, aşksızlıktan kurumamak. hâlâ iltifat alabilmek, hâlâ eğlenebilmek, hâlâ yaşamak...kabul edemiyorum bir türlü, bu nasıl yaşamak?
  • sadece saglikli yasayarak gerceklesmez. herkesin omrune omur katan farkli bir motivasyonu vardir.

    dusmanlarinin, sevmediklerinin, nefret ettiklerinin olumunu gorecek kadar yasamaktir.

    (bkz: mezarlariniza tukurecegim)

    die motherfucker die!
  • uzun yaşama isteğini çok iyi anlıyorum. elbette uzun ve sağlıklı yaşama isteği bu, onu daha da iyi anlıyorum. burada anlamadığım şey, uzun ve sağlıklı yaşamak için özel olarak bir şeyler yapıp (mesela düzenli egzersiz yapıp ki bence de olması lazım ama az sabır anlatacağım) kendi çapında sağlıklı beslenmeye çalışan insanların bu durumu bir tür takıntı haline getirmeleri ve hatta daha kötüsü kendilerini diğerlerinden üstün kılan bir özellik gibi görmeleri.

    belli kesimdeki insanlar arasındaki en popüler konuşma konuları en sağlıklı, en yararlı, ideal besin değerine sahip, mucizevi falan filan bitkinin, egzotik meyve sebzenin, besin takviyesinin hangisi olduğu, kalori cetveli, diet falan etrafında dönüyor. yanlış anlaşılma olmasın, kürekle para döküp satın aldığımız ve yediğimiz ne idüğü belirsiz katkı maddeleriyle doldurulmuş ve yeterince denetlenmeyen şirketlerin insafına kalmış gıda maddeleri konulu halk sağlığı, etik, kapitalizm falan temalı bir sohbetten bahsetmiyorum. bahsettiğim tipolojinin önem verdiği tek şey kendisi. benim derdim, bu tiplerin bu şekilde kendilerini değerli hissetmeleri. anlayamadığım şey tam olarak bu.

    örnek verelim. bir dönem zırt pırt kulağıma çalınan şimdiki popüleritesini bilmediğim kinoa denen bitkiyi/tahılı? tüketiyor diye niye bir insan başka bir insandan daha makbul olsun? aslında bu soru, daha büyük bir sorunun parçası, yaşam tarzı neden bazı insanları bu denli etkiliyor? sabah koşuya çıkan, dönüp gelince duş alıp kahvaltı yapıp işine, okuluna giden, öğle yemeğinde kinoalı bilmem nesini açıp yiyen bir insan olmak güzel bir şeydir şüphesiz. ama bu insanla bir başkasını yan yana koyunca koşu sever insanın kendini daha değerli görmesi güzel bir şey değil. bu bakış, bana düpedüz zeka eksikliği emaresi gibi geliyor. hele hele bu yaşam tarzına hiçbir katkı sağlamadan, neredeyse tüm sağlık, egzersiz, beslenme ıvır zıvır bilgilerini ya doğrudan ya da çeviri vs. halinde farklı kültürlerden alıp uygulayan birinin kendini şahane biri olarak düşünmesi hepten şaşırtıyor.

    örneğimizdeki kinoayı güney amerika'ya gidip keşfeden kişi olsa haydi bir nebze. velhasıl, benim indimde insanın neyi kopyaladığı değil, sonuçta ortaya neyi çıkarttığı önemli. kopyalama öğrenmenin ilk fazlarından biri ancak bir sonuca, senteze varırsa anlamlı. bir insanı bir diğerinden daha değerli yapacak bir şey varsa (yani ille de bunu belirlememiz gerekiyorsa), bu olsa olsa yaptığı katkıdır. tek derdi dünyada daha uzun süre geçirmek olan, sağlıklı beslenme ve yaşama takıntısından başka bir uğraşı olmayan tam zamanlı bir bencilin nesine saygı duyabilirim ki? aksine bencilliğin daniskası olduğu için insanlığa ve dünyaya zarardan başka bir şey değil. sadece tüketmeye yarayan ve tek derdi bunu daha uzun süre yapmak isteyen biri olsa olsa parazit olur.

    belirtmeme gerek olmaması lazım ama burası okuduğunu anlama konusunda sıkıntısı olanın çok olduğu bir yer olduğu için belirtmek lazım, sağlıklı yaşam, beslenme, düzenli egzersiz şu bu gibi eylemlere önem veren insanlara tu kaka demiyorum. aksine iyi yapıyorlar. ama siz yine de arada iki kadeh atmaktan çekinmeyin, gerginliği alır haha.

    (konuyla alakasız ama aklıma gelmişken buraya bir ek yapmam lazım: sırf kendi inanıyor diye herkesin o inancın kuralları ve talepleri doğrultusunda yaşamasını şart koşmaya çalışacak kadar fanatizm derecesinde dindar olanların yaşama isteğini kesinlikle anlamıyorum. ben böyle koyu bir dindar olsam, ne olursa olsun bir an önce bütün hayatımı ve yetmezmiş gibi etki alanımdaki herkesin hayatını kendisine göre yapılandırdığım tanrıyı ve vadettiklerini görmek için hemen ölmek isterdim. kendimi öldürmezdim şüphesiz, yasaktır elbette ama öleyazdığım zaman da bunu tersine çevirmeye çalışmazdım, seve seve kendimi ölümün kollarına bırakırdım. bunu istemeyenleri, aksine hayata sıkı sıkı sarılıp ölmemek için, icabında yerin dibine soktukları insanların, grupların ve ülkelerin kapısını çalanları çok ikiyüzlü ve hatta sahtekârca buluyorum. neyse bu uzun hikaye.)
  • nasıl ki yemeğin bolluğundan ziyade, iyi pişirilmiş ve lezzetli olması önemliyse, hayatın da uzun sürmesini değil, onu kullanarak tecrübe edeceğimiz ürünlerin tadını önemsemek gerekir.
  • sağlıklı olmadıktan sonra hiçbir anlamı ve zevki yoktur. belli bir süre sonra işkenceye döner. ölsem de kurtulsam dedirtir.
  • insanlar tarafından istenmesine anlam veremediğim şey.
    ne diye uzun yaşamayı ister ki insan? bir süre sonra çocuklar ölse de mirasını yesek diye bakıyor. bütün arkadaşların ölüyor, bir başına kalıyorsun.
    ideal ölüm yaşını bir süredir düşünüyorum. 40-42 yaş aralığının optimal olduğuna karar verdim. o zaman gelince bu satırları okuyup güler miyim acaba?
  • hayata karşı çok iştahlı biri değilim. aslında öyle olduğumu zannediyormuşum taa ki geçen sene yazın sağ mememdeki kitleyi fark edene kadar. sağ mememde bir şey çıktı biranda. önemli bir şey değildir diyerek bir ultrason çektireyim dedim. durumum şüpheli çıktı! bütün ezberim bozuldu hayata karşı. beklenmedik bir misafir günlerce yatıya gelmiş gibi hissettim. o kadar işimin, sıkıntımın arasında bu da neydi böyle?! isteklerim, olduramadıklarım, isyanlarım, hırslarım, işim, komplekslerim...hepsi çok anlamsız gelmeye başladı. daha 30 lu yaşlarındayken hasta olmak çok koydu bana. genç ölmek istemiyormuşum meğer. yapmak istediğim daha çok şey varmış meğer. hiç bir şey yapmasam da, başarılı olmasamda, diğer insanlar tarafından sevilmezsem de hayat başlı başına çok güzelmiş. yaşamaya değermiş sonuna kadar. en çok da yeğenlerimin büyüdüğünü göremeyecek olmak çok koydu bana. onların hayatında erken yaşta vefat eden teyzeleri olarak yer ediyor olmak düşüncesi içimi parçaladı.

    buarada neyse ki 2 3 aylık sürecin sonucunda ameliyat oldum kitle alındı ve olumsuz bir şey olmadığı ortaya çıktı. hiçbirşey için bu kadar şükretmemiştim. belki bu bir sınavdı benim için yada bir uyarı. kendimi dersimi almış gibi hissediyorum fazlasıyla.

    neticede uzun yaşamak güzel birşey. şikayet etmeyin .
  • ben çocukken yüz dört yaşıma kadar isterdim. bunda hem üç asırda bulunmuş olma isteği hem de dört sayısının uğurlu sayım olması etkiliydi. tarihe tanıklık etmek istiyordum.

    sonra büyüdüm. yine uzun yaşama isteği vardı aklımda. yapacak çok şey, öğrenecek çok bilgi, okuyacak çok kitap vardı önümde. dünyayı her şeyiyle öğrenmek istiyordum tüm benliğimle. her şeyi bilmek için upuzun yaşama isteğiyle dolup taşıyordum.

    geçen gece yatağımda uzanır uykuya dalmaya çalışırken dank etti. birden düşünemedim çok ilerisini. içimi buz kestirdi uzun yaşama düşüncesi. yabancılık duygusu olur ya, tarif edilemez bir şeydir hani. öyle hissettim. düşünemiyorum artık geleceği ve bu benim için tamamen yeni bir his. bir yıl sonrasını hayal edebliyorum. beş yıl sonrasını da... ama fazlası olmuyor, sanki daha fazlası olmayacak gibi. ya o kadar yaşayabileceğim ve bu bir önsezi ya da gerçekten istemiyorum fazla yaşamayı. öğreneceklerim, dünyayı keşfetme arzum tamamen boş geliyor artık. bir yanım istiyor ki birkaç yılda yapabileceğimin en iyisini yapayım sonra göçüp gideyim.

    bu da garip biraz. içimde yaşam filizlenmiyor artık ama her şey için insanüstü çabalar gösteriyorum hala. her şeyin en iyisini yapmayı deniyorum yine. içime yaşamımın uzun soluklu olmayacağı doğuyor veya bunu istemiyorum ama olmuşken mükemmel olsun isteğim hala var. sırf bunlardan dolayı dışarıdan bir insan çok mutlu çok hayat dolu olduğumu düşünebilir.

    bilemiyorum belki bir an gelir üzerimdeki ölü toprağını atarım. eskisi gibi herkesten daha mutlu olurum. içimden bağırarak şarkılar söylerim; döne döne dans edesim, hoplayıp zıplayasım gelir. yalnız kaldığım zamanlarda da gülümserim belki. ancak şimdi dileğim uzun yaşamak değil.
hesabın var mı? giriş yap