• nihat genç'in de 29 ağustos 2011 tarihinde, oda tv internet sitesindeki hoşgeldin bedevi isimli yazısında ele aldığı konulardan biri...

    olur ya, internet sansürü, parasızlık vs yüzünden link gidiverir diye yazıyı buraya da copy paste edelim...

    arap baharı’ denilen amerika’nın yeni sömürgeleştirme hareketleri hepimize arap ve islam dünyasına yeniden ve derinden bakmamızı şart koşuyor.

    mesela yüzün üstünde üniversite ve onlarca başarılı ilahiyat fakültesi ve ekranlarda bitmeyen ‘din’ tartışmaları ve bir çok parlak islam bilginimize rağmen, ülkemizde, şu anda, orta-doğu’yu peşinden sürükleyen ‘vehhabilik’ ve kökü ‘bedevilik’ üzerine bilgiler çok sınırlıdır.

    daha doğrusu geniş kitleler arap, islam, şehir, bedevi gibi fazlaca kullanılan bu kavramları iyi bilmediği için çorba gibi karıştırır o çok fiyakası yapılan ‘islam’ konusunda cehaletleri sırıtır.

    islam ‘şehrin’ dinidir, şehir (medine) ne demek sosyolojik anlamıyla bilinmeden islam’ın ne olduğu anlaşılmaz. emevi, abbasi, endülüs, selçuklu ve osmanlı’nın çağlarının en büyük, çok çeşitli, çok kültürlü, çok ırklı en kalabalık şehirlerini inşa ettiğini unutmayalım.

    şehrin çok çeşitli sosyal kültürü, mimariden müziğe tarikat ve sosyal örgütlemelere medreselerine kadar çok derin gelenekler inşa etmiştir.

    şehir, islam kültür ve geleneklerinin oluştuğu yerdir, çöl ise bomboş bir yerdir, aslında şehri anlamak için önce bedevi’yi yani çöl kültürünü tanımak lazım.

    aksine ‘bedevilik’in üstünden atlanmış, nasıl bir kültür tartışılmamış ve islam ve arap kelimeleriyle haksızca hala yan yana iç içe kullanılmaya devam etmiş ve ‘çöl arabı’ deyip işin içinden sıyrılmışız.

    oysa geniş kitleler bir yana ülkemiz islam bilginleri ‘arap’ kelimesine duydukları kutsal saygıdan olsa gerek ‘bedevilik’in ne olduğunu bir türlü anlamak istememişler, sağcısı solcusu ilericisi müslümanıyla ülkemiz insanı böylelikle ‘islam’ın ne olduğunu zihinlerinde çok doğru bir yere koyamayarak bugünkü işgal günlerine geldik.

    baştan söyleyeyim, şaşıracaksınız ama bugün avustralya için büyük çoğunluğu bir türlü ‘ehlileştirilemeyen’ ‘şehirleştirilemeyen’ ‘aborjinler’ ne anlama geliyorsa arap dünyası için de ‘bedevi’ aynı şey’dir.

    hatta sömürge tarihi bize 19. yüzyıl içinde kuzey ve güney amerika’daki tüm kızılderili halklarının topyekün kazındığını, kültürlerini terk ettiğini, bir çoğu bağımsızlık için intihar savaşlarına girdiğini, bir çoğunun beyazlarla anlaştığını, bir çoğu vergi vermeye razı olduğunu, bir çoğu kamplarda eriye bite alışa alışa kamplaşarak varoşlaşarak şehirleştiğini, vs., nihayetinde ‘tarih sahnesinden topyekün’ çekildiklerini gösterdi.

    ya da eskimolar ya da orta afrika’nın animist kültürleri ya azala azala ya değişerek ya da modern kültüre yenilerek yok olmaya yüz tuttuklarına şahit olduk.

    bedevilik, kızılderililer, yerli kültürler, eskimolar, aborjinler, vs. hiçbirine benzemeyen bir başka tarih yaşadılar.

    islam gibi şehirli sosyal bir dine rağmen, ve en ücra kasabalarına kadar çok sert sosyal ve siyasi devrimlere rağmen, tarihin en büyük servetleri bu şehirlere taşınmasına, tarihin bütün ana yolları bu şehirlere bağlanmasına, ve bütün insanlığın gözleri mekke ve medine’ye çevrilmesine ve tarihin en gözde üniversitelerinin bu coğrafyada yüzlerce yıl ayakta kalmasına rağmen, islam dini, arap yarımadasında asırlar boyu bedeviler’i topyekün tarihten silmeye gücü yetmedi.

    yani islam’ın henüz ilk yüzyılında uzak doğu’ya ulaşmasına rağmen mekke ve medine’ye yüz kilometrelik yerlere 18. yüzyıla kadar uzanamadığı ve bedevi hayatını bütünüyle sosyalleştirip tarihe gömemediği bir ‘gerçektir’.

    peki bedevi kimdir, çapulcudur, nehir kenarındaki yerleşikleri ve kervanları soyarlar, deve çobanları da diyebilirsiniz ancak deve çobanlığının şerefli bir iş olarak görmezler, öldürmek soymak ‘şereftir’, sinsilik hile kaçmak bedevi destanlarının kahramanlık şarkılarıdır, katilleri himaye etmek kabile reisleri için en büyük şereftir, kendi soyunun şerefini kutsamak ve kendi kabilesinden olmayanları aşağılamak karakterleridir.

    at deve hırsızlığı soygun ve talana bir çok ‘yerli’ kültüründe de çokca şahit olunur ama hiçbir yerli kültür hırsızlığı ‘şerefli’ bir gaza olarak görmez.

    bedevilik soygunu kutsallaştıran kahramanlaştıran bir kültürdür.

    orta asya’nın derinliklerinden bilge kağan’dan beri türkler’in kervanlara koruculuk bekçilik yapması anadolu’ya akan öncü türkler’in nasıl çok büyük karakteristik özelliği olmuşsa ‘soygunculuk ta’ bedevi kültürüdür.

    bir soygun partisi için çölde bin kilometre gidip gelmek bedevi için iş değildir.

    gerçekte bedevi kimdir, nedir, ülkemiz aydınlarının üstünkörü geçiştirdiği bu konu bu satırları çok aşar. basra körfezi’nden fas’a kadar arap topraklarına iyice bakın, upuzun ve bir çok yerlerde derinlikleri hala keşfedilmemiş büyük sahra çöllerini göreceksiniz. çöl, sadece deve ve kıl çadır değildir.

    çöl, tarihin bilinmeyen günlerinden beri ‘çapulculukla’ geçinen ve çok sert kabile hiyerarşileri olan birbirinden bağımsız yaşayan vahşiliklerini insan aklının almadığı bambaşka bir kültürdür.

    çöl’ün allah’ı yoktur.

    kitapçıya gidin ilkel ve yerli kültürleri anlatan sayısız kitap bulacaksınız, şaşıracaksınız bedevi dışında üretmeden yaşayan bir kültürü tarih yazmamıştır.

    oysa bu çöl kültürü bizleri de binlerce yıldır derinden etkilemiş ve bir çok unsurunu hayatımıza sokmuştur. mesela alın size ‘dansözlük’, çöl’den gelmedir, alın size dünyanın en güzel dili arapça bu çölde doğdu ve kültürümüzü işgal etti. alın size uçsuz bucaksız kervanların güvenlik kültürü ve kayseri’ye kadar gelen yorulmak bilmeyen eşekleri, günlerce susuz yürüyen develeri de kültürümüz oldu.

    bedevi taharetini kesik kesik işemesiyle meşhur deve sidiğiyle yapar, kadınları saçlarının her bir perçemini hançer ucu gibi kıvırmasını yine deve sidiğiyle sağlar, ayrıntılara sayfalar yetmez.

    çöl’de yaşayanlar güneşi hiç sevmez güneş cehennemin kendisidir, çölde yaşayanların sevgilisi ay’dır, geceleyin ay’ın vahaları çimlemesi çiğleştirmesi nemlendirmesi hayat’ın her şeyidir, bu yüzden ay’ın hareketlerini ezbere bilirler, peygamber’in kameri ay hesabı bu yüzden hızla tutmuştur.

    çöl’de asabiye yani soy kültürü şeref ve onur’un her şeyidir, her bedevi mutlaka soylu bir kabileden gelmekle övünür, bu yüzden soyun izini süren şecereler kabile içinde birilerine mutlaka ezberlettirilmiş ve soya dayalı bu şeref kültürünü onca evliyaya rağmen islam ortadan kaldıramamıştır.

    ülkemizde kaynaklar çok sınırlı ancak hayat uzun bir yerlerden bedevi ve çöl kültürü’nün ne olduğu bilgilerini bulup okursunuz, konumuza geçelim.

    bizim bildiğimiz ve yaşadığımız islam, mekke ve medine’de yani şehre indi, bugün islam’ın ilk yüzyıllarında mekke, medine, şam, bağdat, kahire, basra, endülüs ve çok sonra iran ve anadolu şehirleri hakkında elimizde enfes kitaplar mevcut, her biri, çok ırklı çok kültürlü çağlarının en gelişmiş insanlık kültürüne büyük değerler katan kozmopolit dünya şehirleri.

    fakat bundan iki yüzyıl önce 1800’li yıllara varmadan arap yarımadası’nda bambaşka bir ‘din’ peydah oluyor: vehhabilik.

    vehhabilik bir ‘bedevi’ dinidir, yani şehirle medeniyetle hiçbir ilişkisi yok. basra’dan bağdat’a ordan şam’a kadar yerleşim ve kervan yollarını soyan çapulcu bedeviler üzerinde etkisi olmuş ve zamanla kurumsallaşmış bir yeni ‘mezhep’.

    vehhabilik kendine 12. yüzyıldan ibn teymiyye’yi ve ehli sünnet’in hak bildiği hanbeli hazretlerini örnek aldı, islam’ı saf arınmış ilk günkü gibi bir şekilde yaşamak diye tarif ediyor, buna ‘selefilik’ diyoruz.

    selefiliğin çok tartışılan yönü medeniyete ve şehre karşı bir ‘mezhep’, şarkı söyleyenlere, çalgı çalanlara, türbe ziyaret edenler, uzun kollu elbise giyenler, bıyık uzatanlar, tütün içenler, hepsi ‘putperestlik’ olarak kabul görüp bedeviler tarafından erkekleri kesilip kadınlarının karınları deşilip çocukları ortadan kaldırılıp yola çıkıyorlar, taliban’a kadar.

    1800 yıllardan itibaren mekke’ye saldırmaya başlıyorlar, 19. yüzyıl boyunca, mısır’da ibrahim paşa, osmanlı türkleri ve iran şiileriyle ölümcül savaşlar veriyorlar.

    birinci dünya savaşı öncesi ingilizler’in bölgeye geldiği günlere kadar uçsuz bucaksız çöllerde etkili bir küçük emirlik oluşturdukları söylenemez, ancak, vehhabilik önce suud ailesinin himayesiyle büyüyor kurumsallaşıyor sonra da büyük britanya ile anlaşarak tarih sahnesinde kökleşiyor.

    peki neden bu bedevi dini vehhabilik bir çok mezhep gibi tarih sahnesinde kaybolmadı, çünkü vehhabilik, üretmeden yaşayan bedevi çöllerinde ‘petrol ve altın’ ve kervan yolları’nın en alası mekke hac turizmini ele geçirdi.

    ilk günkü islam’ı yaşamak adına yola çıkan bu din, yeni, uygar, modern ne varsa adına bid’at dedi, yani islam’a sonradan sokulan hayırsız günah şey… peygamberin sokağından osmanlı kalesine kadar her şeyi yakıp yıkmakta beis görmediler, ancak, islam’ın ilk günlerinde hiç olmayan ‘gökdelenler’ inşa etmekte çekinmediler.

    islam’ın ilk günlerinde hiç olmayan dünyanın en büyük kafir ordularıyla andlaşmada da bir sakınca görmediler, kafirlerden zırhlı silahlar toplar tüfekler almaktan da rahatsız olmadılar, çünkü uçaklar, silahlar, altından saraylar’ın hepsi din’in fıkıh alimlerince ‘bidat’ı hasene’ yani güzel adetler olarak benimsendi.

    bugün arap yarımadası’na tam olarak hakimdirler ve sosyal yaşamları ortadadır, kısaca toplumu mahrem nikahlı kadınları gibi görüp ‘düzenlemenin’ adına islam demişlerdir, ne yazık ki toplumu mahrem nikahlı karısı gibi görme alışkanlığı bugünlerde bir çok islamcı yazarın da dünya görüşü haline çoktan gelmiştir.

    bizim islam alimlerimiz vehhabilik’in kökenlerinde ibn teymiyye ve hanbeli hazretleri olunca seslerini çıkartmadılar ve vehhabilik’i ‘sosyolojik, antropolojik’ olarak tartışmadılar.

    çok uzun tartışırsak bedevinin sinsilik hilecilik ve ikiyüzlülüğün ve çalışmadan üretmeden yaşayan kültürünün hokus pokus abra kadavra nasıl islam akidesi haline dönüştürüldüğü apaçık görünür.

    bugün altın saraylarda oturan ingilizler’in sözde krallaştırdığı suud ailesi, dışarıya başka içeride bambaşka bir hayat sürerler, bu mahrem hayatın şaşaası debdebesi ayrıntılarıyla incelendiğinde bedevi kültürü’nün hiç değişmeden ‘din’ kisvesi altında yoluna devam ettiği çok açık görülür ve her mümin müslüman bu akıl almaz müsrif insanlık dışı lüks hayatından iğrenir.

    ve zamanla bu bedevi dininin ne kadarı islam ne kadarı ‘uydurmadır’, sorgulayacak uyaracak tartışacak islam alimlerinin sayısı da günümüzde kalmamıştır.

    bugün bu bedevi dini yine şii iran’ıyla düşman yine mısır’la türkiye’yle düşman, dün ingiliz bugün amerika’yla siyasi ve silah andlaşmaları devam ediyor.

    ancak nasıl 1900’lü yıllarda büyük britanya suudlar’ın tarih sahnesine çıkmasında büyük kapılar açmışsa bugün de benzer bir siyasi sıçrayışlarına şahit oluyoruz, şöyle:

    suudlar bugün arap devrimi’yle mısır’da müslüman kardeşler ve türkiye’de adalet ve kalkınma partisi’ni en yakın siyasi ortaklar olarak kucak kucağa.

    sadece amerikancı siyasetleri değil, suud ailesinin bedeviler için icad ettikleri, uygarlık gelenek sosyal hayat düşmanlıkları, şaşılacak bir benzerlikle hem müslüman kardeşler hem akp siyasetinde fazlasıyla benzerlikler gösteriyor.

    amerikan arap devrimi’nin motoru olan bu ittifak dikkat edin sosyal hayata, geleneklere, şehre ve kurumlara karşı bedevi sinsiliği bedevi hileciliği bedevi ikiyüzlülüğüyle tıpkı çöl bedevisi vahşiliğiyle şehirlerimize saldırıyorlar.

    bizim için korkulan tarafı ise, iç ve dış siyasette yükselen bu ‘bedevi’ kültürü, binlerce yıllık selçuklu ve osmanlı şehir gelenekleri içinde büyüyen anadolu müslüman hayatı’nı da dönüştürmeye başlamış olmasıdır.

    en azından kendilerine muhafazakar, islamcı, müslüman diyen gazete ve yazarlara bir bakın, ergenekon’dan fenerbahçe’ye üniversitelerden beyoğlu sokakları’na tapulara ve derelere el koyan siyasi hükümete kadar olup biten vahşi haksızlıklar karşısında sesleri çıkmadığı gibi, bu vahşilikleri ikiyüzlülükle islam’ı bir kılıfa ‘fıkha’ oturtma gayreti içindeler.

    müslüman dünya tarihinin şam, kahire, bağdat, konya, bursa ve istanbul’una bakın, bugünkü kadar vahşi, hukuk adına gasp, işgal ve yağma sahnelerini bulmakta çok zorlanırsınız.

    gasp, işgal, yağma, talan bir bedevi kültürüydü, şimdi atalarımızın her bir taşını dualarla bize emanet ettiği tarihin bu en asil şehirlerinde vakayı adiye haline döndü.

    ama asıl soru bu topraklarda din adına müslümanlık adına yetiştirdiğimiz çocuklar nasıl oldu da çölün vahşi bedevilerine dönüştüler?

    üzerinde çokca konuşacağız, ama şimdilik söyleyeceğim, hızla bedevileşen bu kardeşlerimiz, çocukluklarından beri güya şehirdeydiler ama gerçekte: çöl kadar soyut, çöl kadar eşyasız, çöl kadar kültürsüz, çöl gibi reislere şeyhlere bağlı, çöl kadar sahipsiz, çöl kadar yoksul, çöl kadar sıkıcı, çöl kadar insafsız, çöl kadar vahşi cemaatler okullar sokaklar dernekler içinde büyüdüler.

    … büyür büyümez, ne buldularsa kaptılar, ne gördülerse çaldılar, kimi gördülerse ortadan kaldırdılar, başkasını hayatlarına ölümcül tehdit olarak bildiler, bu uçsuz bucaksız çölde tek çare, kabile hiyerarşisi içinde birbirlerine kenetlenip kendilerini himaye eden kafir de olsa baş eğip, derelerimizden sokaklarımıza hukukumuza kurumlarımıza hücuma geçtiler…
  • islamiyetten önceki arapların tüm olumsuz yönlerini içinde barindıran suudi ailesinin resmi belki de gayriresmi (islam)mezhebi. hazreti muhammedin ailesinin mezarını tahrip ettikleri için halife (osmanlı padişahı) tarafından sapkın ilan edilmiş, şimdiki kralın büyük amcası verilen bir fetva ile öldürülmüştür. bunlara göre islamın taliban öğretisindeki islam ile tamamen örtüşmesi, suudilerin afgan rejimini tanıyan 3 ülkeden biri olması, tüm radikal islami örgütlerin suudlardan maddi yardım almaları, ,binladinin kraliyet ailesinin akrabası olması, suudların abd ye üslerini kullandırmaması suudların bu mezhebi dünya çapında yayma çabalarından asla vazgeçmediklerinin bir kanıtıdır sanki.
  • dini silahla uygulamaya çalışan, namaz kılmayana ölüm cezası öngören, kendilerinden olmayanları kafir bilerek mezarlıklarını ayıran, peygamber devrinde olmayan herşeyi sapıklık ilan eden, aklı dışlayan, amelsiz imanı küfür sayan, kur'an ayetlerini akılla yorumlamayı yasaklayan batıl mezhep... bugünlerde bazılarının hakkında fazla bir şey bilmediğinden müslümanları temsil ettiklerini sandıkları mezhep..
  • 18.yy'da ingilizler'in islamı içinden yıkmak ve temel itikad mevzularını sarsmak için oluşturdukları sahte, asılsız, sapık mezhep. kendileri dışındaki herkesi müşrik saydıkları için diğer müslümanların haklarına asla saygılı değillerdir ve diğer müslümanlara verilen zarar onlar için hep kardır. arap dünyasında en kadim zamanlardan beri toplumda bedevilik ve medenilik diye bir ayrım vardır ve bedeviler oldukça ilkel bir topluluktur. kimsenin hakkına saygı duymazlar, geçen kervanları yağmalarlar, insancıl unsurları oldukça zayıf kalmıştır ve onlar için diğer insanların haklarını gaspetme oldukça doğal bir durumdur. kendi aralarında bile oldukça çekişmeli topluluktur bedeviler. 18.yy.'a kadar bedevilik faaaliyetlerini meşru bir kisve altında yürütememekteydi; işte tam da bu sırada sapık mezhep vahhabilik arabistanda hızla yayılmış ve bedeviler de kendilieri için aradığı fırsatı bir anda ellerinde bularak bu sapık mezhebe girmeye başlamışlardır.; çünkü bu ana kadar gayr-i meşru olarak yaptıkları gasp ve talanları bundan sonra meşrulaştıracaklardı; nitekim vahhabilikte ''öteki''kavramı çok baskındı ve kendileri dışındaki herkesin malları onların inançlarına göre helaldi. bu sebeple bedevilerin vahhabiliğe büyük bir iştahla girmesi çok manidardır ve vahhabiliğin arabistan'da yayılması açısından da bu bağlantılar oldukça önemlidir
  • es-seyhu'n-necdî lakabiyla bilinen muhammed bin abdülvehhab'in (d. 1703 uyeyne - ö.1787 deriye, riyad) düsünceleri çevresinde olusan dinî, siyasî hareket. harekete vehhabilik adi karsitlarinca yakistirildi. hareket içinde yer alanlar, kendilerine muvahhidun (tevhidciler) derler ve hanbelî mezhebini ibn teymiye yorumuna uygun biçimde sürdürdüklerini söylerler. vehhabilik bir inanç hareketi olarak baslamakla birlikte, kisa zamanda siyasî bir nitelik kazandi. arap yarimadasinda etkinlik kurarak devlet durumuna geldi. günümüzde, suudi arabistan'in resmî mezhebi durumundadir.

    muhammed ibn abdülvehhab'in düsünceleri, deriye emiri olan muhammed bin suud ile tanismasiyla (1744) siyasi bir hareket niteligi kazandi. ibn abdülvehhab, deriye'de düsüncelerini emir muhammed'in gücü ile yayarken, emir muhammed bu düsüncelerle arabistan'a hakim olma imkânini kazaniyordu. çünkü ibn abdülvehhab, insanlarin sirk içinde bulundugunu, bunlarin mal ve canlarinin kendisine inanan kisilere helal oldugunu söylüyor, emir muhammed bu fetvanin getirdigi ganimet olgusuyla yandaslarini çogaltiyor, gücünü artiriyordu. ibn abdülvehhab'in ölümünden sonra hareketin siyasî niteligi daha da agirlik kazandi. muhammed bin suud döneminde baslayan toprak kazanma faaliyetleri, ölümünden (1766) sonra oglu abdülaziz zamaninda da sürdürüldû.19. yüzyilin baslarina gelindiginde (1811) vehhabilik adina hareket eden suud emirligi haleb'ten hind okyanusuna, basra körfezi ve irak sinirindan kizil deniz'e kadar yayilmis bulunuyordu.

    vehhabilik hareketinin osmanlilar için önemli bir sorun durumuna gelmesi üzerine ii. mahmud, misir valisi kavalali mehmed ali pasa'yi sorunu çözmekle görevlendirdi. mehmet ali pasa, oglu tosun komutasindaki orduyla mekke, medine ve taif'i vehhabilerin elinden kurtardi (181213). daha sonra bizzat emir abdûlaziz'in üzerine yürüdü. emir abdulaziz'in ölümü (1814) üzerine vehhabiler agir bir yenilgiye ugradi. nihayet mehmet afi pasa'nin kumandani ibrahim pasa, abdulaziz'in yerine geçen oglu abdullah ve çocuklarini esir ederek istanbul'a gönderdi. bunlarin istanbul'da asilarak öldürülmeleri (17.12.1819) ile vehhabilik hareketinin ilk dönemi kapandi.

    savas sirasinda kaçarak kurtulmayi basaran suud hanedanindan türki bin abdullah, necd bölgesinde yeniden faaliyete giriserek 1821'den 1891'e kadar sürecek ikinci vehhabi devletini kurmayi basardi. daha sonralari bir takim çekismeler olmussa da suud hanedanindan abdülaziz bin suud, vehhabi devletini yeniden kurdu (1901). hindistan ingiliz yönetiminin de destegini saglayan abdülaziz bin suud 26 aralik 1916 tarihli anlasma ile ingilizlerce necd, hasa, katif, cubeyl ve kendisine bagli diger bölgelerin hükümdar olarak tanindi. bu anlasmaya göre abdülaziz, bu yerleri kendisinden sonra miras yoluyla çocuklarina birakacak ve kendisinin seçtigi veliaht da ingilizlere bagli kalacakti.

    osmanlilarin yenik düsmesiyle sonuçlanan.1. dünya savasi'nin arkasindan vehhabiler hail, taif, mekke, medine ve cidde'yi de ele geçirdiler (1921-1926). abdülaziz bin suud, necd ve hicaz krali olarak kabul edildi (1926). 20 mayis 1927 tarihinde ingiltere ile yapilan cidde anlasmasinin arkasindan da tam bagimsizligini ilan etti. böylece abdulaziz bin suud, suudi arabistan krali olarak tüm hicaz'i egemenligi altina alti. bu devlet, suudi arabistan kralligi adiyla varligini sürdürmektedir.

    vehhabiligin din anlayisi, muhammed bin abdülvehhab'in üzerinde önemle durdugu tevhid (allah'in birlenmesi) konusundaki yorumu çevresinde toplanir. ibn abdülvehhab'a göre tevhid, kullukta allah'i bir tanimaktir. tevhid kelimesini (lâ ilâhe ilallâh) söylemek allah'tan baska tapinilan seyleri tanimadikça bir anlam tasimaz. allah kalble, dille ve davranislarla birlenmelidir. bunlardan birisinin eksik olmasi durumunda kisi müslüman olamaz. tevhid üçe ayrilir. ilki, allah'i isim ve sifatlarinda birlemek (tevhid-i esma ve sifat), ikincisi allah'i rablikta birlemek (tevhid-i rububiyet), üçüncüsü de allah'i ilahliginda birlemektir (tevhid-i uluhiya). allah'i bu üç biçimde birleme, ancak amellerle mümkündür. buna göre kur'an ve sünnet'in disinda emir ve yasak tanimamak, hz. muhammed'in döneminde bulunmayan seyleri ve tevessülü terkederek allah'i birlemek gerekir. bu tevhide ameli tevhid denir. herhangi bir hüküm koyucu tanimak, allah'tan baskasindan yardim dilemek, peygamber için bile olsa, allah disindaki bir varlik için kurban kesmek, adakta bulunmak kisiyi küfre düsürür, can ve mal dokunulmazligini ortadan kaldirir.

    bu tevhid anlayisinin getirdigi önemli sonuçlar vardir. bunlardan birisi, hz. muhammet'ten sefaat talebinde bulunulamayacagidir. sefaat, allah'a özel bir haktir. bu nedenle hz. muhammet'ten dogrudan sefaat talep etmek, onu allah'a ortak tutmaktir. nitekim müsrikler de allah'i kabul ettikleri halde, melekleri, putlari sefaatçi kabul ettikleri için müsrik olmuslardir. sefaat inanci gibi yaygin olan tevessül inanci da sirktir. tevessül inanci, daha çok mutasavviflar arasinda yaygindir. bir takim seyhlerin, velilerin hem hayatlarinda, hem de öldükten sonra tasarruf sahibi olduklarina inanilmakta, onlarin himmetleri dilenmekte ve araci kilinmaktadirlar. bu da açik bir sirktir. çünkü günah'in yaratmada, yönetmede, tasarruf etmede, isleri düzenleme ve belirlemede ortagi yoktur.

    vehhabiligi en önemli özelliklerinden birisi de bid'adlar karsisindaki tutumudur. ibn abdülvehhab'a göre kur'an ve sünnet'te olmayan her sey bid'attir. bir bid'at çikaran mel'undur ve çikardigi sey reddedilmelidir. bid'adlarin çogu insanlari sirke düsürmektedir. bunlarin basinda mezarlar, türbeler ve bunlarin ziyaretleri gelir. mezarlarda yapilan ibadetler sirktir. sevap umarak hz. muhammed'in kabrini ziyaret bile sirke neden olabilir. sirke neden olmamalari için, mezar ziyaretleri, türbe yapimi kesin olarak yasaklanmalidir. ölülere niyaz, tevessül, falcilara, müneacimlere inanmak, hz. peygamber'in anisini yüceltmek, hirka-i serif, sakal-i serif ziyaretleri yapmak, allah'tan baskasina ibadet etmek, sirk kosmatir. mevfit toplantilari düzenlemek, bu toplantilarda mevlid okumak, sünnet ya da nafile namazlar kilmak yasaklanmalidir. göz degmemesi için nazar boncugu takmak, muska takinmak, agaç, tas vb. seyleri kutsal saymak, bir hastalik ya da beladan kurtulmak, güzel görünmek vb. için boncuk, ip, hamayi gibi seyler takinmak, sihir, büyü, yildiz fali gibi seylere inanmaz, iyi kisilere, velilere tazimde bulunmak, onlara dua etmek, onlardan yardim dilemek gibi seyler de tamamiyle sirke neden olan bid'adlardandir. riya için namaz kilmak, sofuluk etmek, iyi insan gibi görünerek çikar saglamak da sirktir. cami ve mescidlerin süslenmesi, minare yapilmasi da terkedilmesi gereken bid'adlardir.

    vehhabiligi olusturan düsünceler, birçok çagdas müslüman düsünürü etkilemis, onlara esin kaynagi olmustur. günümüzde ise, önemli ölçüde degisime ugramis biçimde, suud kralliginin resmî görüsü olmaktan öte bir anlam tasimamaktadir.
  • vahhabilik, adını 18. yüzyılda yaşamış bir din adamı olan muhammed bin abdülvahhap’dan alan bir mezhep;– bugün, suudi arabistan’ın resmi mezhebi.

    ‘mezhep’ diyorum; ama vahhabiliğin gerçekten bir mezhep olup olmadığı tartışmalıdır. prof. yusuf ziya yörükan, (ankara üniversitesi) ‘ilahiyat fakültesi dergisi’nin, 1953 yılında yayımlanan i. sayısındaki ‘vahhabilik’ başlıklı makalesinde, ‘vahhabiliğe bir mezhep denir mi, yoksa selef mezhebine dönmek ve ibn teymiyye mesleğini ihya etmek midir?’ diye sorar. yörükan’ın belirttiğine göre, vahhabiler kendilerini ‘i’tikadda selef, amelde hanbeli’ olarak tanımlamakla birlikte, ‘esasen, ahmed bin hanbel’[in] i’tikad hususunda selef mezhebinin nass’çı (eseriyye) kolunu temsil’ ettiğini, o nedenle de ‘i’tikadda ve amelde hanbeli olduklarını öne sürmektedirler. prof. yörükan, vahhabilerin ‘vahhabilik diye bir mezhebi kabul etmediklerini; muhammed bin abdülvahhab’ın ‘ilmen ve fiilen bir mezhebi (hanbeli mezhebini, h.y.) yenileyen bir şeyhülislam olmaktan’ öte bir konumu olmadığını iddia ettiklerini bildiriyor.

    vahhabiliğin temelkoyucu argümanları, prof. yörükan, genelde din’de akıl’a yer vermemek; mükaşefeyi (kalp gözü ile görme’yi), dolayısıyla tasavvufu reddetmek ve tevhid’i, ‘ameli tevhid’ olarak almak biçiminde özetliyor;– ki, bu argümanlar tümüyle islam’ın ruhuna aykırıdır. prof. yörükan, medine müftüsü ahmed ibn zeyni dahlan’ın ‘dürerü’s–seniye’sinden, vahhabilik konusundaki görüşlerini aktarıyor. buna göre, muhammed bin abdülvahhab, peygamberlik iddiası gütmüş; sürekli olarak müseylime gibi yalancı peygamberlerin tarihlerini okumuş; kur’an–ı kerim’i kendi arzusuna göre te’vil ile hadisleri inkar, icma ve kıyas gibi fıkhi kaynakları reddetmiştir. prof. yörükan, ‘dürerü’s seniyye’ye atıfta bulunarak devam ediyor;– şöyle: ‘bunların ‘hanbeliyiz’ demeleri bir perdeden ibaretti. namazdan sonra dua etmeyi reddederlerdi. ahmed ibn zeyni dahlan bu mevzudaki reddiyeleri yazdıktan sonra, kendisi de bunların aleyhinde birçok hadisler nakleder ve sözlerine bunların, kendilerine intisap eden kadınların saçlarını kestirdiklerini, evliyanın kabirlerini hela yaptıklarını, mevlüt okutmayı ve sünnet namazları ve ‘delail’ül hayrat’ okumayı ve minarelerde salat ve selam okumayı ve hatta peygamber’e ‘seyyidina ve mevlana’ diyenleri kâfir saydıklarını ilave eder.’

    osmanlı, selefiye’nin, tıpkı vahhabiler gibi (ve elbette onlardan önce takipçileri olan) kadızadelilerden çok çekmiştir. mustafa aşkar’ın ‘niyazi–i mısri ve tasavvuf anlayışı’ adlı o gerçekten bilgi ve emek ürünü değerli çalışmasında mehmet murad’ın ‘tarih–i ebu’l–faruk’tan aktardığına göre, 17. yüzyılda ‘kadızadeli zihniyet (...) yalnız tütün ve kahve içen değil, kaşık ile çorba, billur bardak ile su içen, pantolon giyenleri, hatta camilerine birden fazla minare yaptıran padişahları bile küfürle itham’ etmiştir.
    hiçbir aklıbaşında osmanlı’nın asla tasvip etmediği şeyler! 17. yüzyıl osmanlı insanının tasvip etmediğini, 21. yüzyıl türkiye’sinde yaşayan müslümanlar mı tasvip edecek?
    hilmi yavuz

    (bkz: usame bin ladin) (bkz: el-kaide)
  • muhammed abdülvehhab tarafından kurulmuş, selefiyye mezhebinin aşırı ucu sayılan akımdır. suudi arabistan devleti'nin resmi mezhebidir. katı bir islam anlayışları vardır. tarikatlara, türbe ziyaretlerine karşıdırlar. öyle ki mekke ve medine'de bulunan tüm sahabe mezarlarını dozerlerle yerle bir etmişlerdir. peygamber efendimizin mezarını da yıkmaya kalkışmışlardır ancak islam dünyasından gelen sert mesajlardan ve ultimatomlardan sonra bundan vazgeçmişlerdir. bu denli tarikat ve türbe karşıtı olmaları, bu şeylerin müslümanları şirke sevkettiğini düşünmelerinden kaynaklanır. iranlılarla karşılıklı bir nefretleşmeleri vardır çünkü iranlılar da tıpkı bizim gibi saçma sapan türbe ziyaretleri yapmakta, özellikle peygamberimizin naaşının bulunduğu mekandaki demirlere ve taşlara ellerini ve yüzlerini sürerek ağlaşırlar. bu durum vahhabi suudi polisini çileden çıkarır ve hemen hemen her hac mevsiminde tartışmalar yaşanır. ayrıca suudi yönetiminin kabe'nin etrafında inşa ettirdiği hotellerin , kabe'nin boyunu geçmesi ve kötü bir görüntü oluştumasına karşı çıkan iranlılar türklerden bu konuda destek beklemektedirler. konuyu biraz dağıttık ancak vahhabileri tanımak için bu bilgiler gereklidir. arabistan dışında pek taraftarı yoktur. osmanlı'nın son zamanında ingiliz maşası olmakla ve osmanlıya ihanetle suçlanırlar.
  • en düz şekilde tabir etmemiz gerekirse teoride püriten pratikte militan olan islami akım. sizler için üşenmedim ve neden böyle bir akımın/mezhebin ortaya çıktığını elimden geldiğince ve dilim döndüğünce açıklamaya çalıştım.

    başlayalım.

    1699 senesinde imzalanan karlofça antlaşması islam'ın temel mantığına aykırı bir antlaşma idi; zira müslümanların yenilmesini ve toprak kayıplarını bir kenara bırakırsak allah'a göre yanlış inançlara sapan ve hatta o inançlarda da gitgide daha yanlış yollara sapan hıristiyanların müslümanların karşısında galebe çalması son derece mantıksız bir durumdu. yine de bu durum islam dünyası'nda karlofça antlaşması sonrası değil, daha çok xviii. yy'ın ikinci yarısından itibaren pek çok soruya(ve soruna) yol açtı.

    1768-74 osmanlı-rus savaşları'nda osmanlı'yı bir bakıma avrupalı diplomatların kurtarmasından tutun da avusturya-macaristan karşısında uğranılan yenilgilere kadar pek çok savaş müselman tebaasında hoşnutsuzluğa yol açmış vaziyetteydi. örneğin bir dönemler altın orda'nın uyruğu olan ruslar şimdilerde ortodoksların koruyuculuğu vasfıyla osmanlı'nın içişlerine karışabiliyorlar iken, diğer yanda kutsal roma imparatorluğu da osmanlı karşısında galebe çalıyordu.

    sorun sadece osmanlı tarafında da değildi. xvi. yy'dan itibaren batılı devletler hint okyanusu'nda, körfez'de etkin bir şekilde bulunmaya başlamışlardı. bu da yabancıların tabiri ile gunpowder empires denilen üçlünün(yani osmanlı, safevi ve babürler*) güçten düşmesine delalet idi.

    devletlerin güçten düşmesinin nedenleri ve süreci yorumlamakta yetersiz kalan ulema bu kötü gidişin de bir gün tersine döneceği ve rüzgarın yeniden ümmetin yanında eseceğine dair inanç geliştirmişti; yani bir bakıma kaderci bir yaklaşım sergiliyorlardı. öte yandan kimileri böyle bir kaderciliği reddetmişlerdi ve durumu yeniden kendi lehlerine çevirmek için birkaç fikir ortaya sunmuşlardı. bunlardan genel kabul gören ikisi şu şekildedir:

    i- avrupalılar askeri açıdan başarılılar, dolayısıyla onların tekniklerini almak gerekir.

    buna örnek olarak yalnızca osmanlı'daki ilk reformların genel olarak askeri alanda olduğunu gösterebileceğimiz gibi iran'da kurulan kazak tümenlerini falan da gösterebiliriz.

    ii- allah'ın sevgisini yeniden kazanmak.

    buradaki temel düşünce islam'ın gündelik yaşamına girmiş olan ve aslında onunla uyuşmayan bozukluklardan arındırmak şeklinde yorum yapabiliriz.

    bu iki temel akım pek tabii olarak birbirleriyle çatışacaktır, günümüzde de çatışmaktadır. olabildiğince absürt örnek vermek gerekirse "abi japonlara bak kültürlerini muhafaza ediyorlar, fakat gelişmişler." sözü verilebilir. öte yandan belirtmek gerekir ki bu iki düşünce akımı birbirlerinin zıttı olarak görüldüler/şu anda da görülüyorlar; misalen hem laik hem müslüman olunmaz. gerek iki görüşten birisinin diğerine üstünlük sağlayamaması olsun gerekse iki görüşten de üretilebilecek sentez görüşlerin kabul görmemesi olsun reform çabaları nihayetsiz kalmıştır ve bu durum da müslüman toplumda daha büyük bir umutsuzluk ile hayal kırıklığına yol açmıştır.

    ***

    muhammed bin abdulvahap(1691-1787)

    xviii.yy'da artan batı etkisi ve gücüne karşı islam dünyası'nda başat olarak iki temel dini tepki ortaya çıktı. bu iki tepki de islam'ın bozulduğuna, dinin saflığından uzaklaştığına yönelik protest tepkilerdi.

    ilki şu anda da ortadoğu'da etkin olan nakşıbendilik. sufi kökenli olan nakşıbendiyye'nin arap yarımadası'na yayılması ile birlikte buna karşıt bir akım ortaya çıktı ve bingo. vahhabilik. temelde dinin bozulmasının bir parçası olarak sufi mistisizmini de kabul eden vahhabiler en temelde kuran'da ortaya konulmuş olan tüm kişisel ve toplumsal davranış biçimlerine uyulması gerekliliğini düşünüyorlardı. aşırıcı derecede tutucu ve katı olduklarından dolayı kuşkulu bir durumla karşılaştıkları zaman daha ağır ve daha sıkı yükümlülüklerden yana olmayı kabul ediyorlardı. her ne kadar xviii.yy'da arap yarımadası'nı askeri olarak da ele geçiren vahhabiliğin gücü 1818'de avrupai usullerce donatılmış olan mısır ordusu'nca kırılmış olsa da düşünceleri islam aleminde giderek yayılmaya başlamıştı.

    ***

    reformlar

    1699 sonrası orduda reform yapma ihtiyacı doğdu. ilk etapta topçu birliklerinde değişimler gerçekleşti, lâkin 1716-18 avusturya macaristan savaşı yıkıma neden oldu. daha sonra da piyade birlikleri reform edildi ve 1735-39 osmanlı vs avusturya-rus savaşları'nda galibiyeti getirdi. işin absürt yanı da bu noktada başladı. bu savaşın ardından uzun bir dönem barışta kalan osmanlı reformların devamını getirmedi, zira zafer kazanılmıştı, o hâlde reformların devam etmesi gereksiz idi. tabii bu durum da yedi yıl savaşları'nda son derece tecrübe kazanan rus ordusu tarafından 1768-74 savaşlarında ezilmesine neden oldu. bunun ardından reform çabaları yeniden başladı, lâkin sadece askeri alanda değil genel olarak her alanda. yine de 1826'ya* kadar etkili bir girişim olmadı desek yeridir.

    ***

    teorik olarak sofu bir müslüman allah'ın sırrının bilinmeyeceğine inanan ademdir desek sanırım yanlış olmaz. bu noktada o kişinin allah'ın amacı açığa çıkana kadar mevcut hükümlere daha sıkı sıkıya sarılacağını söyleyebiliriz. başka bir şekilde ifade edecek olursak ilk müslümanların yaşayış tarzlarını kendilerine örnek almaları, yani püriten bir geri dönüş hareketi, var olan konsept içerisinde son derece mantıklıdır. vahabilerin öne sürdükleri görüş de budur. tabii bu da zamanla daha katı ve daha çok öze dönüşü savunan başka bir akıma yol açacaktır.

    (bkz: selefilik)

    ***

    william h. mcneill der ki: "mutlak inkâr kör inancın tek seçeneğidir." buradaki kör inanç her şeyin zamanla yeniden düzeleceğine dair olan inançtır. yine de bunun vahhabilik ile ya da selefilik ile düzelmesi bana kalırsa kendi kendine büyü üreten asaların varlığı kadar gerçekçidir. zira bu mezhepler/akımlar/yorumlar da en temelde sufizme karşı çıkan, kendisini ona karşıtlık üzerinden tanımlamış olan, yani kendilerini karşıtlıkları üzerinden tanımladıkları için etkisiz olacaklardır.
  • birkaç belli başlı kaidesi olan din:

    hz. adem'i peygamber kabul etmezler,

    "dünyadaki bütün müslümanlar evliya kabirlerine, eski müşrikler gibi putlara tapınıyorlar" derler*,

    "amel imandan bir parçadır, azalır ve artar, bir farzı yapmayan kafir olur" derler,

    "şefaat, tevessül, istigase" gibi kavramlara çok gıcıktırlar,

    tasavvufu redderler ve tasavvuf önderlerini en çirkin şirk ve küfür sözleri ile anarlar,

    "allah yukarıda arş üstünde oturuyor, eli kolu vardır" derler...gibi...
  • bosna'daki canlarimizin vicdanlarina ruhlarina ve beyinlerine olanca paralariyla sicmaya cabalamaktalar ve maalesef baya bi sictilar.

    o kadar ayi o kadar yobaz ve medeniyetten bihaberdirler ki, bes yuz yillik tekkelerin bahcesindeki mezartaslarina geceleri kazma kurekle saldirirlar. munferit bir sekilde degil duzenli bir sekilde.
hesabın var mı? giriş yap