• varlığının bilincinde olan ve bu varlığın sonlu olduğu kavrayan kişinin kaçmasının mümkün olmadığı durum. hiçliğin şairi dedikleri bir abi şöyle demiş " istemeden var oldum. istemeden yok olacağım." bu da varoluşsal acıları kaçınılmaz kılıyor işte.
  • yatak odasında karnını tutarak yarı yere doğru eğik şekilde "aağğ..aaaağ" şeklinde geçirilir.
  • ucu bucağı olmayan, ışık hızından da hızlı bir şekilde genişleyen evrenin ve yüz milyarlarca galaxi içerisinde onca yıldız ve onca gezegen arasından aşağı bir gezegende, dünyada, soluk mavi noktada, ne işimiz var?

    neden biz bilinçliyiz? başka bilinçli varlıklar var mı? yalnız mıyız? ne yapıyoruz bu ufacık noktada, dünyada?
    gibi sorulara cevap arayan insanların, direne direne, kanaya kanaya, ızdıraplar içinde soru işaretleriyle barıştığı sancının genel adıdır.

    (bkz: varoluş sancısı)
  • (bkz: çare camus)
  • sorgudur. niye, neden, nasıl, ne zaman... insanı haddinden fazla boğar. cahillik mutluluktur dedirtir insana.
  • insanın en çok rahat olduğu dönemler özellikle tatillerde dönem dönem kafayı yedirten bir rahatsızlıktır.
  • fazlaca kafaya takılırsa pasifizme neden olup yerini ortopedik sancılara bırakır. bu sancıların işe yarar bir şeye dönüştüğü pek görülmemiştir.

    kalkın. önce güzel bir duş alın. temiz elbiseler giyin. güzel kokular sürünün. yürüyüşe çıkın. derin nefes alın. telefondan biraz uzaklaşın. fresh bir şeyler yiyip için. sigaraya, alkole ve kafa siken insanlara ara verin. hareketi bir yaşam tarzı haline getirin. felsefe yapacaksanız sağlam kafayla ve sağlam vücutla yapın. apış arası kokan bir adamın kendisine veya insanlığa katacağı hiçbir anlam ve değer yoktur.
  • edward munch’ ın çığlık tablosunda iliklerinize kadar hissedersiniz. jean paul sartre, hayat arkadaşı ve aynı zamanda feminizmin kanaat önderi simone de beauvoir ve heidegger’ in temsilcisi olduğu varoluşçuluk akımının temel imajlarından biridir. ortega “ artık kahramanlar yok korolar var ! “ diyor. kabaca bireyin zihnen özgür olmadığı ve iyi niyetli görünen totaliter rejimler tarafından insanı varoluşsal sancılara zerk eden bir modern toplum karakteri inşa edildiği anlayışını savunan felsefi akım diyebiliriz. sartre’ nin adeta varoluşsal sancılara adadığı bulantı kitabında şöyle bir cümle geçiyor ; "anlamıyorum tanrım, hepsi birden aynı şeyi düşünmeye neden bu kadar önem veriyorlar. “
    bireyi önceleyen bu akım aynı zamanda günümüz postmodernist ve sürrealist sanat anlayışının besin kaynağıdır. bu adamlar bireye ‘iyiyi’ , ‘doğruyu’, ‘güzeli’ totalite ederek kişiye kendini var edebilme fırsatı vermediğini iddaa ederek rönesansı iki yüzlü bulur. bu yüzdendir ki çağdaş sanat bolca la bu ne çirkin şey neresi sanat bunun dediğiniz eserler üretmiştir. çünkü amaç rönesansa tepki olarak genel bir güzel oluşturmamak ve insanlara doğruyu öğreten alt mesajlar vererek prototip bir toplum inşa etmemek. tabi bu durum son derece suistimale açık olduğu için otu motu dal parçasını sanat eseri diye kakalamaya çalışanları da beraberinde getirdi. heidegger bireyin zihninin ölmeden asla özgürleşemeyeceğini savunacak kadar bu konuda ümitsizdir.
  • bu hayatta hep çektiğim, en çok çektiğim sancı türü.

    entrylere baktım da bazıları bu sancıyı aşk acısı vb. sikko acılarla karıştırmış. bu basit şeylerle alakası olmayan tarifi zor bir sancı türü bu. başka acılarla karıştırmayın. çarpılırsınız.
hesabın var mı? giriş yap