• kesinlikle "ne guzel gorunuyo bu, avokado ezmesi mi acaba?" diye dusunulerek kocaman bi lokma halinde agza atılmaması gereken şey
  • 2001 yilinda, frankfurt maritim otelinin restoraninda sushi yemek icin bulusmus olan proje ekibine katildigimda tanistim wasabiyle; ama ne tanisma!

    islerim bitmedigi icin, "siz gidin, ben pesinizden gelirim" diye yolladim takimi ama is de inat gibi bitmedi. ben restorana vardigimda arkadaslar yemeklerini yemisler, ickinin ve sohbetin tadini cikartiyorlardi. ben hic olayi bozmadan bos bir sandalyeye oturdum, menuyu alip hemen siparisimi verdim, hic vakit kaybetmeden de geyige orta yerinden girizgahimi yaptim [burada elimi korkak alistirmadan parantezimi acayim: bu benim ilk sushi tecrubem, ama karizma sapasaglam dursun, elin gavurlarina acigimizi vermeyelim diye hic de oyle degilmis gibi davraniyoruz. aman siz de caktirmayin]. neyse geldi sushi, e tabi alisik olmadigimiz bir lezzet [tabi, olaya yaklasimimdaki kuul hali gorseniz, sanirsiniz ki annemler yaprak sarmayi gecen yuzyil birakti, evde fuzyon mutfak olayina girdik, "oglum acsan dolapta sushi var, yemege kadar bastirir" tadinda diyaloglar donuyor], bolca cigneyerek, yeri geldiginde cignemeden yutarak, hemen uzerine ickiden koca bir yudum alarak idare ediyoruz. e iki-uc derken baydi tabi, chopstick elimde, kendimi sushiyle oynamaya verdim. o sirada bir baktim, kenarda bir yerde, sebze ezmesi benzeri, yesil bir sey var. e agzimin tadinin da toparlanmaya ihtiyaci var; daldirdigim gibi cubuklari attim agzima [aciyla hic aram olmadigini vurgulamak icin burasi en uygun nokta galiba].

    olayin gerisini soyle bir tasvirle vereyim: bir ates topu yuttunuz diyelim, onune ne cikarsa yakip yikarak agir agir yemek borusundan asagiya hareket ediyor, siz de an be an vucudunuzun hangi bolgesinde oldugunu takip edebiliyorsunuz.

    neyse, benden bosanan ter ve rengimdeki kirmiziya donus hemen solumda oturan san francisco gulu andrea'nin dikkatini cekmis ki, "neyin var otuzdokuz? yoksa begenmedin mi?" seklinde ilgisini bana yoneltti ve daha cevabimi beklemeden "wasabinden kucucuk* bir parcayi soya sosuna koy, sushiyi de sosa bandirarak [benden "bandirmak" fiili yerine ingilizce'de ne kullandigini da size aktarmami beklemeyin lutfen, ben zaten yanmisim!] ye, daha lezzetli olur" dedi. tabi bir yandan da wasabiye bakiniyor ve fakat goremiyor. ben caktim hemen mevzuyu, "wasabi derken su yesil seyden mi bahsediyorsun?" diye actim kartlarimi.
    gerisi zaten laf u guzaf; o gecenin geri kalaninda butun masa esrafi benim karizmayi soya sosuna banarak afiyetle tukettiler, hala kulagimda cinlayan sen kahkahalar esliginde.
  • yabanturpu (karaturp) adi verilen bitkinin koklerinin ezilmesinden filan yapilmis birseydir bu.

    japonya'da bulunanlar, avrupali akrabalarina nazaran daha bir yesil olduklarindan rengi yesildir. ancak orijinal wasabi'nin rengi ne bu kadar yesil, ne de kendisi bu kadar pure benzeridir. daha bir sebzemsi gorunusu olmaklan birlikte, japonya disinda bulunanlari genellikle karaturp konsantre tozunun suylan karistirilmasindan olusmus abuk seylerdir (o yuzden soya sosunun icinde bu kadar rahat erir gider).

    normal wasabi soya sosunun icinde oyle kolay kolay erimez. eriyen erir, kalan saglar bizimdir, yani kalan parcalar sos ustunde yuzer.
  • bu embesil sos yüzünden işyerindeki en iyi çalışanlarımdan birini kovmak zorunda kaldım ben.
    bir gün, bizim elemanlarla çok yoğun bir projenin finaline hazırlanıyoruz. öğleden sonra müşteri gelip sunum izleyecek, biz de sözleşmeyi yapıp yapamayacağımızı göreceğiz. arkadaşlar dediler ki "dışarı yemeğe çıkmayalım, konsantrasyon bozulmasın". dedim "tamam", ve ekledim "ben size yiyecek bir şeyler söyleyeyim".

    her zamanki mekanımızı arayıp pizza ve içecek siparişi verdim. telefondaki kız "bugün suşi servisine başladık, deneme paketi ister misiniz? üstelik eski müşterilerimize 80% indirimli" dedi. patronuz ya, indirim lafını duyunca atladım. hem "ooo çalışanlarına suşi yediriyor" desinler, namımız yürüsün. nereden bileyim başımıza gelecekleri.

    geldi pizzalar, suşiler. herkes "oooo" çekti tabi. neyse, bizim işyerinde çiko vardı, çok çalışkan eleman. bu elemana bir türlü yediremedik suşi. neyse, gömüldü pizzaya, ayı gibi yedi. bir ara lavaboya gitti geldi, ben "bana yardım edin çiko'ya numara yapıcam" dedim. millet vasabi'nin ne olduğunu bildiğinden fazla kasmıyorlardı kendilerini, kimse almıyordu. dolayısıyla baya bir wasabi artmıştı.

    neyse, çiko lavabodan dönünce, "abi bak bunmutlaka denemelisin, normalde sana bırakmam ama sen hiç suşi yemedin, suşi de kalmadı bari sostan tat diye ayırdım sana yoksa ekmek arası yapacaktım" dedim. bu bir iki mırın kırın etti ama sonra razı oldu. kaşığı daldırdım, uzattım. denyo, tuttuğu gibi gömdü kaşığı ağzına. işte kayış orada koptu.

    bunun ağzı yanınca bir başladı küfretmeye, analı bacılı böyle. lan dedim sakin ol ne old....u...böy.... bi saniye ya...
    ardından gelişen olaylar.. hmm. lan?
    lan...
  • seni bulanın da hazırlayanın da tülakatını sikeyim. 30 saniye öbür tarafa gittim geldim. henüz bu sosu denemeyip merak eden varsa gitsin 750 cc jet yakıtı içsin aq.
  • ilk defa bugün tattığım, anasını avradını sikeyim demekten kendimi alamadığım japon hardalı.
  • tadı hardalımsı olan sos. 15 tane sushi ile birlikte iki fındık boyutunda wasabi tüketebilir duruma geldim. asıl o zencefil turşusu felaket... ıslak mendil tadı var.
  • gayet etkili olan ama etkisi bir kaç saniye süren, biber acısı gibi uzun süre yakmayan japon hardalı.
  • çok mekanik bir acı olmasına rağmen yapışkan olmayan, ağzınıza birşeyler attıktan sonra etkisi geçen bir acı türü.
  • suşinin pezevengi..
hesabın var mı? giriş yap