aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • üst düzey bir film, kesinlikle basit bir film değil.
  • --- spoiler ---

    renkleri ve çekim teknikleri ile zamanının en iyi filmlerinden. kim novak neden bu kadar övüldü anlamadım. ahım şahım bir oyunculuk yok filmde. son sahnede her şey güzel giderken rahibenin çıkması ve kızın kendini aşağı atması o kadar kötüydü ki haykırdım ve bu film de böyle mi biter diye üzüldüm. en azından çektiği kahırdan dolayı atlasa anlardım. rahibe geldi la noluyo sesler geliyor amk dedi kadın da çığlık atıp atladı ya la. hala aklıma geldikçe gülüyorum

    --- spoiler ---
  • sadece hitchcock abinin en iyi filmi değil, tarihin gelmiş geçmiş en iyi birkaç filminden biridir. adeta (bkz: barry lyndon) ile (bkz: inception) filmlerinin karışımı gibidir. san francisco şehrinin güzelliğiyle birleşince, barry lyndon'ın modern çağ versiyonunu andırır. her bir sahne kartpostal gibidir. görsel şölen sunar. muazzam kurgusuyla inception etkisi yaratır. kurgunun içinde kurgu barındırması beyin yakar.

    maalesef yayınlandığı yıllarda anlaşılamamış, hatta eleştirmenler tarafından da eleştirilmiş; ancak zaman içinde, kısmen hak ettiği değeri bulmuştur. fakat, imdb'de, 9 puanın, bilemedin 8.8 puanın altında olmasına ve ekşi'de yazılanlara bakılırsa 2020 yılında bile anlaşılamadığı açıkca görülür. hitchcok abi suçu kim novak'ın kötü performansına ve james stewart yerine daha genç birini tercih etmemesine bağlasa da asıl sıkıntı izleyicinin kendisindedir.
    anlaşılamamasının en büyük etkenlerinden bir diğeri isminin "vertigo" olmasıdır. zira konunun bütününe bakıldığında vertigo ismi filmi tanımlamamaktadır. inception filminin ismini "topaç" (buna karşılık gelen ingilizce bir isim) koyun mesela, o filmin asıl anlatılmak istenenini tanımlar mı?

    vertigo konusu nedir diye yazıldığında örneğin şöyle yazıyor:

    vertigo; zengin bir iş adamının psikolojik sorunlar yaşayan eşini, bir suçluyu yakalamaya çalıştığı sırada çatıda asılı kalan ve sonrasında yükseklik korkusu oluştuğu için mesleğini bırakan bir dedektife takip ettirmesiyle yaşanan olayları anlatır.

    bu filmi bu kadar sığ anlatırsan ne izlediğini anlamayan seyirci de birşey anlamaz.

    olabilecek en basit şekliyle anlatıyorum. zengin bir iş adamı karısını öldürmek için dahice bir plan hazırlar. (bkz: dial m for murder)

    psikolojik sorunları yüzünden yüksek bir yerden intihar etmiş süsü verilecektir. psikolojik bunalım içinde olduğuna ve kendini yukardan aşağı attığına bir tanık lazımdır.
    görevi esnasında yaşadığı kötü tecrübeden dolayı yükseklik korkusu yaşamaya başlayan dedektif bir arkadaşı bu iş çok uygundur. karısını takip etmesini ister. seyircinin sıkıcı bulduğu bölümler yani takip sahneleri devreye girer. (kadın aslında takip edildiğini biliyordur. sonra anlayacağız.) sürekli bir müzeye gidip bir tabloya bakmaktadır. tam intihar esnasında kadını boğulmaktan kurtarır. o an, ulan çok basit bir boğulma sahnesi, insan bir karış suda boğulmaz ki dedirtir izleyene. ikili arasında yakınlaşma başlar. koca arada dedektifi arayıp, durumun ne boyutta olduğunu teyit etmektedir. şimdilik iyidir der.
    kadın intiharı kafaya koymuştur, bir fırsat yaratıp gerçekleştirecektir. kiliseye gelirler ve kadın aşkının yani dedektifin kollarından kurtulup yükseğe çıkar ve intihar eder. adam düştüğünü görmüştür ama yükseklik korkusundan çıkıp bizzat tanık olamamıştır. zaten bu zafiyetinden dolayı kurban seçilmiştir. (o an izleyici yine çok anlamsız bir intihar sahnesi izlenimine kapılabilir.) kadının intihar ettiği hukuki olarak kabul görür. psikolojisi bozuk bir kadın gayet doğal bir şekilde intihar etmiştir. esas adamımız zanneder ki bu kadın hergün ziyaret ettiği müzedeki tablodan etkilenmiş, tablodaki kadının ruhunun, içine girdiğine inandığı için tıpkı tablaodaki kadın gibi 26 yaşında intihar etmiştir.

    dedektif kabuslar görür, ki o kabus sahneleri çekildiği yıla göre inanılmaz etkileyicidir. her yerde kadınının hayalini görmektedir. bir gün tesadüfen ona benzeyen judy'i görür. ona intihar eden sevgilisini hatırlattığını söyler ve en azından birlikte bir akşam yemeği teklif eder. judy'nin aslında madeleine olduğunu dedektife yazdığı mektuptan anlarız. kendisi dahice hazırlanmış bir cinayet planı için satın alınmış bir kadındır. aslında zengin iş adamının karısı değildir. intihar esnasında zengin iş adamı çan kulesinden gerçek karısını atmıştır. tüm bu gerçekleri yazıp çekip gidecektir ama dedektife tutulmuştur bir kere, gidemez. gerçeği de söylemez. adam judy'i madeleine'e benzetme çabaları esnasında madeleine bir hata daha yapar ve tablodaki kadının kolyesini takar. dedektif tablodaki kolyeyi daha önce gördüğü için onun aslında madeleine olduğunu anlar ve intikam planı hazırlar. çan kulesine götürüp muhtemelen oradan atacaktır. bu arada madeleine hep vicdanen rahatsızlık duyar. hem masum bir kadının ölümünde parmağı vardır hem de aşık olduğu dedektife ihanet etmiş konumdadır. yani tıpkı zengin iş adamının karısını oynadığı dönemdeki ruh haline bürünmüştür. (bu sefer gerçektir, rol değildir.) intihara meyillidir. çan kulesine güç bela çıkarlar ve scottie yükseklik korkusunu yendiğini fark eder. e kadınında yaşadığı pişmanlığı görmüştür. tam sarıldıkları esnada bir karaltı görür madeleine. ölmesinde payı olduğu kadının ruhunun yansımasını görmüştür. kendini aşağı atar. ilahi adalettir. ektiğini biçmiştir.

    atladıktan sonra anlarız ki o bir rahibedir. ama madeleine rahibe olduğunu anlamadan, karaltıyı görür görmez vicdan azabıyla korkarak intihar eder.
  • vertigo, amerikan sinemasının eşsiz klasiklerindendir. ingiliz yönetmen alfred hitchcock’un kariyerindeki en özel ve olağanüstü incelikle işlediği en önemli filmidir. birçok sinema eleştirmeni, yönetmen ve kuruluşa göre film, 20. yüzyılın en önemli başyapıtlarındandır. filmle ilgili birkaç detayı, filmi izlemiş olan okurlarla paylaşacağım;

    --- spoiler ---

    —film çatı katı kovalamaca sahnesi ile başlar. bu sahneyi dikkatle izleyenler kolayca fark edeceklerdir ki, ilgili sahne, 1999 yapımı matrix’te yer alan ajan smith-polis- trinity kovalamacısına oldukça benzer. matrix’in ilhamını o tarihte 40 yılını dolduran bir filmden alması, filmin hiç eskimeyecek bir klasik olduğunu bize gösteren sadece bir kanıttır. (her iki filmde de çatıdaki kovalamacada 3 farklı kişi/karakter vardır; bunlar “suçlu/şüpheli”, polis ve ajan/dedektiftir.)

    çatı katı kovalamaca

    —filmde yer alan intihar sahnesi, filminde geçtiği ve san francisco şehrinin dünyaca ünlü golden gate köprüsünün fort point noktasında gerçekleşir. o kadar etkileyici ve gerçekçi bir sahnedir ki, kurban, hiç tereddüt etmeden soğuk sulara kendini bırakır. burada verilen fotoğraflar hitchcock’un neden büyük bir sinemacı olduğunu bizleri şaşırtarak gösterir. ayrıca filmde yer alan scottie ve judy'nin plaj sahnesi, görsellikte tamamen aşmış olup, evinizin duvarlarınızı süsleyecek güzellikte ve mükemmelliktedir.

    golden gate fort point
    at the coast scene

    —vertigo bilinen anlamında beyin-kulak merkezli, baş dönmesi ve bulantıya sebep olan, hastada sahte bir baş ve ortam dönmesi hissi yaratan bir hastalıktır. ancak filmin başrolü dedektif hem vertigo’dan hem de yükseklik korkusundan (akrofobi) muzdariptir. dolayısı ile ikisinin birleşimi hayatını zindana çevirmekte, bir çok tehlikeli durumda işini zorlaştırmaktadır.

    —san francisco şehrinin doğası itibarı ile (volkanik yüzey) şehrin iniş-çıkışlı yolları filmde fazlasıyla gösterilir. özellikle araba takip sahnelerinde, oyuncularla birlikte seyirci de bu yollarda iz sürer. böylesi bir korku klasiği için bulunmaz nimettir çünkü filmde de hem asıl karakterin hem de yardımcı oyuncuların, psikolojilerinin sürekli inişli çıkışlı halini görürüz. bu mükemmel bir sinemasal anlatıdır.

    streets of san francisco
    2nd image

    —dedektif scottie, madeleine’nin izini sürerken, madeleine ve diğer yan karakterler dedektife sürekli beklemediği cevaplar verirler. öyle ki, kendi arkadaşı midge bile dedektifin akıl sağlığını yitirmeye başladığını düşünüp, onun adına endişelenir. scottie’nin kendisi de sürekli akli git-geller yaşamaktadır. bu, kendisine karşı işlenen planın kusursuz işlemesinden dolayıdır. çünkü filmin başında dedektifden bu görevi yapmasını isteyen eski okul arkadaşı ve madeleine'in kocası gavin, dedektifin zaaflarını bilmekte ve cinayetten yırtmak için, dedektifi delirtecek planlar yapmaktadır. bu şeytani planları, “basic instict/ temel içgüdü” film serisinin ikisini de izleyenler hatırlayacaktır. temel içgüdü’de fazlaca “vertigo” referansları bulunmaktadır.

    —gizem, şüphesiz ki hem sinemada örneklerini çokça gördüğümüz, hem de gündelik hayatımızda bizi hayata bağlayan ve yaşadığımızı bize hissettiren, içinde merak, heyecan, takıntı, şüphe, korku vb bir çok duyguyu barındıran oldukça karmaşık bir histir. başrol dedektifin aşkının ana temeli, sarışın kadının kendisine vermiş olduğu gizem duygusudur. işte filmin kilit noktası tam da burasıdır. dedektif sarışın kadına güzelliğinden çok, kadının hayatındaki karmaşıklığı anlama çabasından dolayı ve duygusal tepkilerine cevap aradığı için aşık olmuştur. hollywood ve diğer ülke sinemaları kadınların gizem dolu olmasına çok önem verirler. gizemli kadın figürünün hollywood’da en çok bilinen tasviri, muhteşem güzellikte olan dönemin starı “rita hayworth”ın oynadığı 1946 tarihli “gilda” rolüdür/filmidir. bu rolü oynayan rita hayworth aynı zamanda diğer mükemmel gizem başyapıtı, mulholland dr. daki en önemli yan karakter camilla’nın, sahte/takma adına referans olmuştur. ayrıca mulholland dr. daki camilla rhodes ismi de (sarışın olan fake camilla), vertigo'daki carlotta valdes isminden türetilmiştir. dolayısı ile bu üç filmin sondan başa doğru tek yönde referansları vardır.

    rita hayworth - "gilda"
    camilla named herself "gilda"
    carlotta valdes
    camilla rhodes (false one)

    —daha önce hollywood yapımı polisiye ve suç filmlerinin bir çok örneğini izleyenler, bu filmlerdeki bazı klişe konu başlığını hatırlayacaklardır. başroldeki adam, görevini bırakmış ve emekliye ayrılmıştır. ancak günün birinde biri, tüm becerilerini kullanacağı son bir görevi ondan yapmasını rica eder. emekli adam başta görevi reddeder ancak işin içine girmeye başladıkça, ya eski avcı içgüdülerine karşı koyamaz ve işi alır ya da daha önce hiç yaşamadığı bir duyguyu yaşadığı için görevi üstlenmeyi kabul eder. işte vertigo’da ikinci şık gerçekleşmekte, dedektif daha önce hiç tatmadığı, “görev objesine büyük ve tutkulu bir aşkla bağlanma” yaşayarak görevi kabul etmektedir.

    —filmin sahnelerinde yer alan bir çok mekanda, bir çok renk skalası, yönetmen tarafından bilinçli olarak izleyiciye aktarılır. burada yönetmenin filmindeki detaylara ne kadar önem verdiğine şahit oluruz. yönetmen hem mekanlardaki renklerle gözümüzü canlandırmış, hem de bu mekanlarda yer alan detayları biz fark edemeden dedektifin ustaca yaptığı ipucu yakalama becerilerini bizlere göstermiştir. ilgili mekanlar; müze, mezarlık, kilise, bahçe, otel, golden gate iskelesi, restoran, ikinci otel ve filmde olağanüstü fotoğrafların verildiği “çiçekçi” sahneleridir.

    mezarlık
    çiçekçi
    kilise
    müze
    restoran

    —filmin son sahnesinde rahibe'nin judy'e, akşam karanlığı ve gölgelenmenin etkisiyle korkutucu bir varlık olarak görünmesi ve sonrasında judy'nin ölümü trajik ve oldukça gerilimlidir. kilise çanını çalmaya gelen rahibe, bilmeden bir kadının ölümüne sebep olmuştur. judy, yerine geçtiği madeleine ile aynı "karma"yı yaşayıp ölmüştür. scottie yaşamı boyunca bu olayın vicdan azabıyla yaşayacak, ve bu travmadan asla kurtulamayacaktır.

    --- spoiler ---

    zamansız bir gerilim klasiği olan film, gerçek sinemanın ne olduğunu tanımlayan mükemmel bir sanat yapıtıdır.

    edit : film sahnelerini içeren ve önceden ekşi görsele yüklenen fotoğraflar, moderasyon tarafından kaldırıldığı için entry editlenmiştir.
  • bu kadar geç izlediğim için kendime kızdığım, 58 yapım bir hitchcock filmi. ismi gibi filmin kendisi de gerçekten baş döndürücü. çekimler, olaylar veya karakterlerin davranışları olsun her açıdan izleyiciyi sarsan bir film.
    ilk başlarda bana doppelganger temasını hatırlattı. edgar allan poe’nun william wilson hikayesinde, dostoyevski’nin öteki ben kitabında, oscar wilde’ın dorian grey'in portresinde görülebilecek bir tema. insanın kendisinin tıpatıp aynısı olan, “kötü” olarak tanımladığı bir hayali ikizdir doppelganger. psikolojide karşılığı freud tarafından alter ego olarak verilir ve bireyin karşıt ve bastırdığı özelliklerini hayalinde bir vücuda aktarmasıdır. tabii buradaki fark madeleine’in carlotte’de kendi karşıtını görmemesi. birebir, tıpatıp aynısını görmesi.
    bu psikolojik rahatsızlık madeleine’in kocasının işine gelmiştir ve ondan kurtulmasına fayda sağlamıştır. nihayetinde zaten olaylar birbirini izliyor ve judy, madeleine’in çok benzeri, kendisini madeleine’in atıldığı yerden atıyor. o sahnede judy’nin korkup kendisini atmasına veya düşmesine neden olan kişi bir rahibe. ve çoğu dizide,filmde, romanda veya öykülerde rahip-rahibeler etkileyici ve bir bakıma korkunç bir figür olarak kullanılıyor. ki zaten judy ve madeleine’in çatısından düştüğü kilise de ürpertici, biraz da gotik bir yapıya sahip. kilise
    bu ve bu gibi birçok psikolojik, gotik ve grotesk unsurlar da hitchcock’un amacına ulaşmasına fazlasıyla yardımcı olmuş, kesinlikle tavsiye ediyorum.
  • bu film gerek senaryosu, gerek kullanılan çekim teknikleri, gerek müzikleri ve gerek de kendi içerisinde kapalı bir döngüye sahip o zamansal boyutuyla alfred hitchcock şaheserlerinden birisidir. james stewart'ın oyunculuğu filmin diğer alanlarda yakaladığı başarıyı bir çıta daha da yükseltmekle birlikte, diyalogların, başrolünde james stewart'ın yer aldığı bir diğer hitchcock filmi rear window'da olduğu gibi oldukça başarılı kurgulandığı vertigo ayrıca birçok hitchcock motifini bünyesinde barındırmaktadır.

    filmde zeki, anlayışlı; ancak cinsel açıdan çekici olmayan o "çok şey bilen kadın motifi" barbara ile izleyiciye sunulur (hitchcock'un kendi kızının yansımasıdır)

    freud'un niederkommenlassen dediği, the man who knew too much , to catch a thiefve rear window gibi hitchcock filmlerinde de bir insanın umutsuzca başka bir insanın eline tutunması olarak işlenen, o melankolik intihar düşüşünün bütün alt tonlarına sahip kendini düşmeye bırakma motifi, filmin başında scottie'nin (james stewart) çatıdan düşmemek için polise tutunmaya çalıştığı sahne ile aktarılır.

    görsel

    filmde scottie'nin madeleine'i pencerede gördükten biraz sonra onu odada bulamadığı bölüm de, boşluktan çıkıp gelen ve tekrar boşlukta kaybolan bedenler yorumu itibariyle (iki sene sonra vizyona girecek olan psycho'yu işaret edermişçesine) psycho'daki büyük merdivenleri olan, içinde kimsenin olmadığı, oysa daha önce karakterin pencerede bir kadın silueti görmüş olduğu gotik ev motifiyle örtüşmektedir.

    filmde birçok kez vurgulanan carlotta valdes'in portresinde ve madeleine'in buklesinde gördüğümüz benzer detaylar, kilisenin iç dizaynı, ve filmin sonlarına doğru izlediğimiz 360 derecelik çekim ile, içinde geçmiş ve şimdiki zamanın tekrarlarını barındıran, dairesel hareketin iki yöne sıkışmış olduğu o kendi kendine kapanan vertigo'nun zamansal boyutu izleyiciye sunulmaktadır.

    hitchcock, 56 yıl önce, filmin başından itibaren izleyiciyi olmasını istediği şekilde konumlandıran bir tutum sergileyerek, bu zekice kurgulanmış olay örgüsünü de, yine kendi bulduğu vertigo tekniğiyle süsleyerek (bu teknik yükseklik korkusu'ndan sonra birçok yapımda yer almış olup günümüzde de halen kullanılmaktadır) günümüzde halen izlenilmesi ve yorumlanması oldukça keyifli bir yapım ortaya koymayı başarmıştır. tekrar tekrar izlenip üzerine kafa yorulası.
  • artık kesinlikle izlenmesi gerekenler listesine girmiş bir film. son 20-30 dakika olmasa da olurmuş, beni bayağı etkiledi desem abartmış olmam ayrıca izlediğim en eski yapımlardan biri olabilir.
  • hithcock’tan beklendiği üzre dönemin teknolojik şartları zorlanmış filmde. gerilim kavramıyla bu film arasında uçurum var, basit bir aşk filmi demek daha doğru olur. 6/10
  • geçtiğimiz günlerde izlediğim başyapıttır. kesinlikle nefis bir klasik. herkese öneririm.
  • 1958 yapımı, sonuna kadar keyif ve merakla izlenen ve yine her yanı gizem kokan bir alfred hitchcook filmi. dönemin benzer nitelikte filmlerini düşündüğümde özellikle kurgusu açısından bu konuda hatta günümüz bir çok filminde bile üstünde; işte o zaman alfred amcamın nasıl bir dahi olduğunu anladım. yanılmıyorsam bu filmle birlikte yönetmenin sarışını kim novak olmuştu ki grace kelly evlenip monaco prensesi olunca oyunculuğu bırakmıştı. demeden de edemeyeceğim kim novakın kelly'e yakın bir güzelliği var ama o kalemle çizilmiş kalın kaşlar neydi öyle yahu.
hesabın var mı? giriş yap