• din düşmanı çoktur buralarda bu sebeple tutmaz. düşünce özgürlüğü filan derler ama altında yatan neden bellidir. bana sorarsanız uçsun uçmasın umurumda değil. çünkü ne memlekette ne de sözlükte tam anlamıyla ifade özgürlüğü var. ben şimdi düşündüklerimi burada açık bir şekilde ifade etsem daha sözlük hesabım kapatılmadan kendimi adliyede bulurum. kendimizi kandırmayalım.
  • ne zaman mı adam oluruz?

    '' görüşün ne olursa olsun ,kendin gibi düşünmeyenlere saygı duyduğu zaman. ''

    sen bugün dine küfredersen ,yarın çıkar biri atatürk'e küfreder . sen bugün hristiyanları aşağılarsan yarın gelir ateistleri aşağılar.. kimse kendiniz gibi düşünmek zorunda değil..
  • insanların kutsal değerleri üzerinden insanlara hakaret ediyorsanız, sizi inancınız ve inançsızlığınız yüzünden ezdiklerinde mağdur edebiyatı yapmayacaksınız, saygı herkese karşı olursa doğru olur, benim düşünceme saygı göster ama ben senin düşüncene istediğim gibi küfür ederim dersen siyasal islamcılar bi bin yıl daha senin kafana vurmaya devam eder, bu yaptığınla sadece onların ekmeğine yağ sürersin.
  • aynı uçurulma işlemi bazı insanların kutsalına da hakaret edilenleri kapsayacaksa kabul edeceğim uçurulma işlemi. lakin anlamadığım bir nokta var: şu üç günlük dünyada neyin kavgasını yapıyorsunuz siz? neden birbirinizin kutsallarına veya özeline saygı duymakta bu kadar zorlanıyorsunuz? söz konusu yazarın kullandığı ifadeler beni rahatsız etti ve evet kişisel fikrimi merak ediyorsanız kendisinin en azından belirli bir süre için çaylak edilmesi taraftarıyım. bu kadarı yeter! daha fazla yazmak istemiyorum.
  • entrylerine baktım ve yobaz olduğu kanaatine vardım.
    arkadaş, muhtemelen yaşının verdiği toyluk ile, bariz bir şekilde provokasyon yapıyor.

    bizim memlekette "şunlar şunlar olurken hiiiiiç sesiniz çıkmadı ama" deme hastalığı var, her cenahta. eğer sen, insanları provoke eden birini sırf kendi cenahından olduğu için kayırıyorsan, karşı cenahın provokasyonuna laf etme hakkın olmaz.

    bu arkadaşı kendi cenahından olduğu için kayırıyorsan, "vay efendim kadroları kendi adamlarına veriyorlar" deme hakkın var mıdır? bi düşün istersen. kayırıyorsan, eleştirdiğin şeyi yapıyorsun demektir.

    t: uçurulmasında beis görmediğim suser için başlatılan kampanya.

    not: agnostisizmliler derneği
  • hatred crime bu sözlükteki davarların yaptığı tek şey. anasını sattığımın dünyasımda iki ayaklı hayvanın insanı bizi bulmaz ki.
  • futbol maçı başlıklarında küfredenler
    terör örgütü sempatizanları
    insanları suça ve ahlaksızlığa teşvik edenler
    ırkçılık yapanlar
    türkçe bilmeyenler

    bu saydıklarım dışında kimse uçurulmasın. azıcık hoşgörülü olalım. hakareti allah cezalandırır ya da affeder. iyi bir müslüman hep iyiyi haykırmalı, taş atana ekmek atmalı, kötüyü iyiye çevirmek için çabalamalı. yunus'un, mevlana'nın yolundan gitmeli.

    söz konusu yazılar sadece kınanmalı. ben kınıyorum.
  • eleştiri ile hakaret arasında farkı bilmeyen herkes uçurulsun. aynı şey islam'a değil museviliğe veya başka inançlara yapılsa yine uçurulması lazım.

    karl popper şöyle demiş; " senin yumruk atma özgürlüğün benim burnumun ucuna kadardır" bunu şuna uyarlarsak sıkıntı kalmaz her konuda "senin eleştiri özgürlüğün benim inancıma hakaret boyutuna gelmeyecek şekilde olmalıdır."
  • yobaz olmak bir hastalıktır. neye inanırsan inan bu hastalığın dini ırkı olmuyor. hatta ateist yobazlar diğerlerinden daha fenadır. çünkü bir şeyi bildiklerini zannederler.

    başlıkta adı geçen canlıyı savunanları okuyunca daha net anlarsınız. hele bir tanesi çıkıp demişki sizin allahınız ok veriyor. hesap günü gelsin görelim bakalım kim kime ok veriyor.

    her türlü yobazlığın canı cehenneme.
  • "dayım kendini bildi bileli çalışmıştı, ben de dayımı bildim bileli hep çalışıyordu. öyle senin benim "uff bu sınavlar da çok zor ya" serzenişleriyle nazlandığımız o sikindirik sınavlara da çalışmamıştı hiçbir zaman, ağır işlerde çalışmıştı adam. çalışmak zorundaydı, zira eli ekmek tutmak zorundaydı. senin benim gibi küçük burjuva bir ailesi yoktu adamın. yıllar önce emekli oldu dayım, hâlâ çalışıyor, çünkü eli hâlâ ekmek tutmak zorunda.

    dayımla öyle pek fazla anım yok. hani yakın akraban olmasına rağmen sadece bayramdan bayrama gördüğün akrabaların vardır ya, ha dayımla biz de birbirimiz için o kontenjandan akrabalarız işte. yine de tanıdığım ve annemin anlattığı kadarıyla dayım için "iyi bir insan" derdim rahatlıkla. yağmur yağınca "iyi iyi, rahmet yağıyor" diyen adam bana kendimi güvende hissettirir amına koyim, öyle bir adam dayım işte, bildiğin dayı lan. yalnız pis bir huyu var, senede birkaç kere görmesine rağmen her gördüğünde nasihatler verir bana, "aman oğlum çok çalış, akıllı uslu ol, bu devirde kimseye güven olmaz, bak biz neler gördük" gibi. galiba bu yüzden pek görüşmüyoruz lan dayımla ehehe, neyse.

    geçen gün bize geldi dayım, yine akıllı olmam ve çok çalışmam gerektiğiyle ilgili nasihatlerini dizdi sırf dayılık görevini yapmış olmak için. kendi de diyordu zaten, "oğlum ne bileyim benim aklım ermiyor, ama sen yine de akıllı ol" diye. sonra konuyu kendine bağladı ve şikayetlerini sıraladı bana, e ne yapsın adam, yıllardır çalışmış ve açıkçası etrafımdaki insanların %90'ından daha fazla dert sahibi olduğunu söyleyebilirim, dökecek içini elbette. "artık iş bulmak çok zor. bak 1 ay bir yerde çalışıyorum, sonra 2 ay iş arıyorum, sonra yine 1-2 aylık bir iş buluyorum, sonra o da bitiyor, iş arayıp duruyorum. bu şirketler anamızı belledi artık, çalışacak iş bırakmıyorlar" dedi. her şeye rağmen iş aramak ve çalışmak zorundaydı, zira benle aynı boyda iki tane çocuğu vardı, bir de karısı.

    sonra dayım belli ki gündemden de bunalmış, onla ilgili de döktü içini bana. "oğlum" dedi, "görüyorsun neler oluyor. tamam birkaç bakan rüşvet almış, var bir şeyler, ama bu adam giderse halimiz ne olacak?"

    devam etti, "bak" dedi, "allah'a şükür aç değiliz açıkta değiliz, eskiden öyle miydi, millet kırılıyordu işsizlikten. neydi o bir şey fırlatmışlardı ecevit'e, ne hale düşmüştük sonra, ama artık öyle mi?"

    "bir şey"den kastı anayasa mıydı, yazarkasa mıydı, yoksa her ikisi miydi orasını anlamadım ama devam ettim dinlemeye.

    "bak artık dış borcumuz da kapandı, ımf'ye borcumuz kalmadı" dedi. artık burada dayanamadım, müdahale etmek istedim, müdahale dediysem öyle ampute milli takımıyla oynanan maçta kırmızı kart gören ayhan akman müdahalesi değil amına koyim, dayısının yeğeni çizgisinde naif bir müdahale. "dayı yalnız ımf'ye olan borcumuzu ödedik de çok daha fazla borçlandık dışarı" dedim. dayım "yok canım iç borçtur o, kalmadı dışarı öyle pek borcumuz falan" dedi. halbuki abidik gubidik seçmeli derslere ödevler hazırlayan bir iktisat öğrencisi olarak daha geçen gün hazine müsteşarlığının (1) sayfasında görmüştüm şu manzarayı:
    (bkz: https://i.hizliresim.com/rop0aa.jpg)

    hayır, zaten biliyordum bu durumu elbette de, daha yeni rakamı rakamına gözlerimle şahit olmuştum mevzuya. hissettiğim çaresizliği düşünsene, gözümle gördüğümü karşımdakine kabul ettiremiyordum. "ne desem" diye düşündüm, aklımdan "bak dayı, bana olan 10 lira borcunu ödedin ama bu sırada komşuna 150 lira borçlandın, yani borcun çok daha fazla arttı" gibi bir örnek vermek geldi ama veremedim. utandım benim boyumda çocukları olan adama şu örneği vermekten. hoş, zaten "dayımdır" diye çok da zıt gitmek istemedim.

    devam etti dayım, "eskiden işsizlikten kırılıyordu ortalık, şimdi halimiz vaktimiz yerinde neyse ki" diyordu. dayı, allah kitap aşkına sen beş dakika önce iş bulmanın eskisinden zor olduğunu söylememiş miydin? benim öğrendiğim teoriyi siktir et, sen zaten pratikte o konfeksiyon atölyesi senin, şu dükkan benim iş kovalamıyor muydun yıllardır? nasıl oluyor da bu hükümetin cari açıkla beraber en büyük ekonomik problemi olan işsizlik üzerinden başarı hikayesi anlatabiliyorsun? üstelik kendin bizzat bunun acısını çekiyorken? allah aşkına dayı, nasıl? kim inandırdı seni bunlara? kimlerin inandırdığını biliyorum elbette de, sen "nasıl" inanabildin bunlara?

    türkiye'de işsizlik akp iktidara gelmeden önce %9-10 arasındaydı, günümüzde ise yine aynı seviyelerde çıkıyor işsizlik oranı, fakat işsizliğin aynı seviyelerde çıkmasının en büyük sebebi tüik'in "işsizlik" tanımını değiştirmesi ve daha az kişinin "işsiz" kategorisinde sayılmasına yol açan bir hesap-kitap uygulaması. örneğin eskiden son 3 ayda resmi olarak herhangi bir iş başvurusunda bulunmak ve iş bulamamak "işsiz" olarak tanımlanmanız için yeterliyken, artık sadece son 1 ayda resmi olarak iş başvurusunda bulunup bulunmadığınıza bakılıyor. her ne olursa olsun, işsizliğin akp iktidarından öncesine kıyasla "daha iyi"ye gitmediği aşikar, üstelik daha kötü bir manzaranın üstü örtülmesi söz konusu. fakat gelgelelim bu sorunu gözleriyle gören bir adam bile bunun tam tersini savunabiliyordu.

    neyse, dayım devam etti: "adamı yıpratmak için neler yapıyorlar görüyorsun. neymiş gezi parkıymış. arkadaş ısrar etti, bir bakalım abi ne var ne yok orada diye, gittik. gittik yani cemre, gördük. gezi'yi de gördük..." diyordu dayım yılların birikimiyle.

    güzel dayım, araştırmacı gazeteci kişiliğinle zimbabwe iç savaşını görmeye gitmedin lan, taksim'e gittin alt tarafı, otobüsle 20 dakika. neyse, devam etti dayım: "abuk subuk tipler vardı. çadır falan kurmuşlar, parkta nöbet tutuyorlarmış. bence oradakilerin bu ülkeyle alakası yok"

    bugünlerde boş yere yemini ve yalan örtmek adına kullanılan "allah" lafını çok işitiyorsunuz biliyorum, ama ben siyasetçi de değilim, insan ilişkileri sayesinde mevki sahibi olmuş vasıfsız bir kodaman da değilim. inancından başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adam olarak size allah'ım üstüne yemin ederim ki dayım bunları söyledi bana. bu kulaklar bu lafları duydu.

    yıllarca "başörtüsüyle devlet kurumuna girilmez!!", "başörtüsüyle okula girilmez!" diye kendi sikimtrak coşkularını bastırmak için diğer insanları kendi düşündüğü gibi yaşamaya zorlayan ve kendisinden olmayanı aşağılık gören elitist dalyaraklardan ne farkı vardı dayımın? bana bunu anlatsanıza lan. lütfen bak. tek bir fark söyleyin. bu adam da kendisinden olmayana başka bir varlık gözüyle bakıyordu.

    "başörtülüler bana öcü gibi geliyor, başörtülü biri görünce korkuyorum" diyen serra yılmaz'dan, kaybedenler kulübü'ndeki o tonton oyunculuğuna rağmen nasıl tiksindiysem, bana bunları söyleyen adamdan da öz dayım olmasına rağmen öyle tiksindim.

    siz birbirinizin aynısıydınız.

    içiniz aynıydı, sadece görüşlerinizin istikameti farklıydı. içinizdeki kötülüğü farklı dallara tutunarak dışa vuruyordunuz, hepsi bu.

    sizi mutlak değer parantezine alsak, dışarı aynı şey olarak çıkardınız. orijine uzaklığınız eşit mesafede sizin amına koyim.

    devam etti dayım, "neyse ki polis çok fazla şiddet uygulamadı, bak diğer ülkelerde neler oluyor" dedi.

    açıkçası gezi'nin hiçbir boka yaramadığını, ülkeye zarar verdiğini falan söylese dayımla konuşabilirdim. bakarsın belki de ben ikna olurdum, ben de gaybı bilen değilim. fakat dayımla konuşmadım, konuşmaya da çabalamadım. çünkü karşımda gözünün gördüğünü kalbi yalanlayan bir adam vardı. dayımın bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmasından çok, gözüyle gördüklerini yalanlıyor olması ve inanmak istediğine inanıyor oluşu ürküttü beni. allah'tan başka her şeyin yalan olduğunu daha bir iyi anladım ki bu düşünceye ara sıra çok fazla kapılırım, hani bazı hisleri her zaman aynı kuvvette hissetmezsin, ama bazı zamanlar çok kuvvetli hissedersin ya, öyle oldu işte.

    freud der ki, bir insanın elinden temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma vs) alırsanız, hayvana dönüşür. bunlardan yoksun olunca insan, hayvan gibi hareket eder, hiçbir ahlak kuralı tanımaz.

    freud bu konuda yanılıyor.

    insanların bir kısmı -belki de çoğu- aynen freud'un dediği gibi elinden temel ihtiyaçları alındığında bir hayvan gibi hareket eder, fakat insanların bir kısmı da içindeki insanı o zaman gösterir. bu tamamen o insanın "iyi" veya "kötü" olmasıyla alakalıdır. freud'un hatası, kötülerin yaptığı ahlaksızlığı insanlığın tamamına genellemesidir.

    victor frankl yahudi bir psikiyatrist ve yazardır, nazi kampında yıllarca türlü işkenceler görmüş, karısını ve çocuklarını o kampların birinde kaybetmiştir. fakat victor frankl, "insanın anlam arayışı" ismindeki kitabında özetle şunları söylemiştir: tüm o işkenceci alman subaylara rağmen, bir alman subay bize hiç vurmazdı ve kendi parasıyla, hasta olan yahudi esirler için ilaç alırdı. aynı zamanda naziler tarafından görevlendirilen bazı yahudi kamp görevlileri, nazilerin gözüne girmek için kendi milletinden olan diğer yahudileri dövüp aşağılardı.

    victor frankl, bir insanın bu dünyada yaşayabileceği sanırım en kötü hayatlardan birini yaşamasına rağmen şu sonuca ulaşmıştır: insanlar ırk olarak değil, yalnızca "iyi" ve "kötü" insanlar olarak birbirlerinden ayrılırlar ve bu yüzlerini de zor dönemlerinde daha fazla gösterirler.

    sanırım iyi dediğimiz insanların kimler olduğunu görmek için, en azından biraz zorluğa, güçlüğe ve ciddi bir karar aşamasına gelmelerini beklemek lazım.

    sanırım kendimizin iyi olup olmadığını görmek için de, zor dönemlerimizde ne yaptığımıza bakmamız lazım.

    bu hayattaki her musibetin bir anlamı var. kötülükler ve zor koşullar, aslında "iyi bir insan" olduğunu zanneden biz gerizekalıların iş sıkıya geldiğinde ne kadar kötü olabileceğini göstermek içindir.

    "yoksa o kalplerinde maraz olanlar, allah kendilerinin şiddetli kinlerini hiçbir zaman ortaya çıkarmayacak mı sandılar?" (2)

    kim iyidir, kim kötüdür, bunun kararını verebilecek kapasitede varlıklar değiliz.

    ancak içten içe de bir tahmin yürütürüz.

    dayıma "kötü bir insan" diyemem elbette, ama artık "iyi bir insan" da diyemem. herkes bu kadar iyiyse, bu cehennem niye var amına koyim? sırf firavun için mi?

    kaynataya selamlar.

    kaynaklar:

    1: hazine müsteşarlığı, türkiye net dış borç stoku: http://www.hazine.gov.tr/…ış borç stoku (arşiv).xls
    2: muhammed suresi, 29. ayet.

    not: dış borcun çoğunluğunun özel sektöre ait olması, dış borcumuz olmadığı anlamına gelmez. özel sektör tarafından alınan dış borç yine türkiye'nin dış borcudur ve yine halka yansır. zira özel sektör üretmek yerine, düşük faizle dışarıdan borç alır ve kendi halkına yüksek faizden borç verir. aradaki fark yine halkın cebinden ödenir. bu durumda "dış borcumuz kalmadı" demek veya "o özel sektör borcu, sorun değil" demek abesle iştigaldir. özel sektör borcu nedir, ne işe yarar derseniz şunu okuyun derim: http://www.iktisatlilar.net/…iew=article&id=724:dis"

    michael sikkofield

    yüz kere okumamız gereken yer:

    "siz birbirinizin aynısıydınız.

    içiniz aynıydı, sadece görüşlerinizin istikameti farklıydı. içinizdeki kötülüğü farklı dallara tutunarak dışa vuruyordunuz, hepsi bu.

    sizi mutlak değer parantezine alsak, dışarı aynı şey olarak çıkardınız. orijine uzaklığınız eşit mesafede sizin amına koyim."
hesabın var mı? giriş yap