• (bkz: tanırım iyi çocuktur)

    ***

    "skor hesaplıyorum, yüzüncüyü sana giricem*" kabilinden bir laf etmiştim zamanında buna. eh zamanı geldi artık. zaman, birlik ve beraberlik içinde entry girme zamanı..

    kendisinin benim hakkımdaki düşünceleri:
    öncelikle entrylerimden birkaçına baktığını ve beğenmediğini söyledi. mizahımı da beğenmiyormuş. zaten birçok yazımı da okumamış.
    dün konserdeydim, kız kestim eğlendim filan derim. "sittir, uydurukçu" der. bu kadar çok güvenir bana. biraz işim var abi, derim. "olm senin ne işin olacak. yeter, bırah o kitapları, senin bu münzevi hayatını zikeyim" der. geçen tunalı'daydık derim, "sen dışarıdaydın ha? peeh. sana, ankara'da 'şuradayım gel' desem kaybolursun olm sen" der. izlediğim filmleri beğenmez. güzel dediğim bir kıza, daha "güzel" dediğini duymadım. genelde, "senin zevkini ..." diye devam eder. günlük yaşantımın hemen hiçbir rutinini tasvip etmez. falan filan. umarım beni ne kadar çok sevdiğini anlatabilmişimdir. -bunların hepsi belgeli bu arada, loglar duruyor-

    kendisi hakkında bilinen gerçekler:
    krautrock ve italyan progu dışında her türlü progresif müziğin gurusu/en bi malumat sahibi ve dahi misyoneri; aynı zamanda türkiye'nin en büyük guy ritchie hayranı bir sinemasever, hatta sinemaçokçoksever; herhangi bir zirveye katıldığında ortamı dağıtacak yakışıklılıkta (kızlar dikkat!). aynı zamanda tam bir 'gerçek' kategorisinde olmasa da, doktor olma potansiyeli de var. ben kendisine inanıyorum. vidar: bizler inandık, sen de inan. bizim için o diplomayı al. hayda nayda ninayda, hayda nayda ninayda. geyik yapıyorum hea, geleceğin freud'udur kendisi. bi de pes oynamayı bilmez. liverpool hastasıdır.
    ---
    not:
    (bol bol anı yazacağım, üçüncü kişiysen ilgilenmeyebilirsin bak, uyarmadı deme.*)
    ---
    kendisi hakkında bilinmeyen gerçekler:
    maddelere bölelim, kolay okunsun;
    1) enginar dıç we vampir'le interview'lı roger waters konseri
    2) sabaha karşı 5te denize girmek
    3) kafa 1500ken proust okumak
    4) hadi içelim-telefon ve mybrute

    ---

    1) şimdi sene 2006. deliler gibi engin ardıç okuyoruz. "olm bu adam niye günde 2 3 yazı yazmıyor ki ne?" diyorum. "al benden de o kadar," diyor. almam, diyorum, hadi kalk gidiyoruz adamın kitaplarını alacağız. 1 saat yolculuktan sonra bursa/merinos'a varıyoruz. abi iki adım yol, şuradan yürüdük mü, heykel'deyiz diyorum, hem sohbet muhabbet olur. heh. o yol 2 adım değil aslında. biz, daha da uzatıyoruz. arasokaklar-sinerjiler-kızlar filan.
    6 saatçik filan yürüttüm bunu. dolaşmaya çıkmış 2 arkadaştan ziyade 10bin metre yürüyüş olimpiyaları için hazırlık yapan tipler gibiydik filan ama eğlenceliydi. lakin bu, tüm dönüş yolunda koca karılar gibi vırvırvır söylendi. oram ağrıyor buram ağrıyor. halbuki benim ağzım kulaklarımda, enginar okuyacağım tüm gece diye.

    ben sınav kitaplarını filan attım, enginar'larla gidiyorum artık okula, fekat o gün gelmedi bu.
    ayaklarım tutmuyor, bacaklar koptu, ölüyorum filan.. yakınıyor da yakınıyor. yok bi daha benimle yürürseymiş, yok beni kınamış ve bana yaptırımlar hazırlamış filan.

    günlerden 20 haziran 2006 roger waters istanbul konseri oldu.
    taksim'de dolaşıyoruz. hadi gidelim, beşiktaş'tan kuruçeşme'ye 2 adım yol, yürürüz, dedim. "sittir lan oradan, göt," dedi bu. 2 aydır hiç durmadan tekrarladığı sözleri tekrarladı. ayağı hala ağrıyormuş, 5 gün yürüyememiş filan.

    neyse konsere girdik. yanımızda zaga'daki kan emici vampirlerdeki kısa boylu adam var, tiyatro oyuncusu. o skeçlerin hepsi iğrençti, berbattı filan ama bu adamın etrafında ciddi bir insan kalabalığı var. vidar da dinliyor. nesini dinliyorsun, okan'ın şimdiye yaptığı hiçbir skeç berbat ötesinin üstüne çıkamadı performans olarak, dedim. vampiri bulduk, interview yapıyoruz, dediler. yani daha ilk anda anlaşılmıştı ilginç bir konser olacağı. susuzluktan kurumak, içtiğimiz biralar yüzünden sidik torbalarımızın patlaması filan dışında süperdi her şey.

    sonra konser vakti geldi, çattı. tek bi adam gitarıyla çıktı sahneye. mother söylüyor.

    mother do you think they'll like the song? dedi sahnedeki adam. vidar'a döndüm. abi, şarkıyı sevdim de, sahnede niye richard gere var? dedim. konser biletini filan check ettim, yanlış mı geldik deyü. neyse. sahnedeki richard gere, üç dört şarkı sonra barış işaretleri yaptı, "donkey bush" diye bizleri 'coşturdu' filan, ondan sonra kani oldum onun roger olduğuna.
    son şarkı, comfortably numb'dı, onu anlatacağım. hayatımdaki en etkileyici anlardan biriydi zira, yanımda yine vidar. şarkının sözlü kısımlarını bi tarafımızı yırtarak/sarılarak filan söyledik lakin soloda ne yaptığını bilmiyorum. o efsanevi solo başladı. bi an gözlerimi kapattım. "gilmour atıyor bunu" diye iç-telkinlerle kendimi inandırmaya çalışıyordum. bi an, lan 40 yılda konsere gelmiş, aç gözünü seyret, tekrarı yok bunun demim kendime ve açtım gözleri. sahnede solak olan gitarist saçma sapan triplerde, tam 'artis pezevenk' denilecek tip. sinirlendim. "sanki çok eğleniyormuş, beyinsel orgazm yaşıyormuş" saikiyle gözlerimi kapattım o sikko adamın saçma sapan harekketlerini görmemek için* filan.

    solo bitti, vidar'a baktım. "oha"dan daha anlamlı bir kelime söyleyemedik ikimiz de.
    bazen bu, "oha!" şaşkınlığı, 'anlamlı susuşların' bile ötesinde bir mana taşıyor. hele ki yanında çok sevdiğin bir adam varsa.

    kendisiyle tek konser anımız budur. diğer hepsinde sattım bunu. ama bu 200 konserlik kadar güzeldi, o da ayrı mesele.

    ---

    2) şimdi sınav bitmiş, kutlama için yazlıktayız 4 kişi. akşamüstü 6da içmeye başladı bunlar. "abi ben dayanamam, uyurum" diyorum, gülüyorlar. saat 12 gibi kendimden geçmişim. bunlar düzeneği hazırlamış, soruyorlar: "tink, içkiyi bırakıyormuşsun söylentiye göre", anlaşılamayacak bir türkçe ile "buuğndaaağn soooğaa gasoooz biee içmeeyceem" diyorum ben. videosunu çekmişler, youtube'a koyacaz diye tehditler ediyorlar. ben 1-2 saat sızdım, sonra ayık şekilde uyandım, bunları kafası hala güzel.

    öcümü fena aldım.

    hadi denize girelim, şimdi eylüldeyiz (eylül 30), deniz çok sıcak, diyorum.
    saat 5, denize giriyoruz. ben önden atladım, aaa süper süper gelin siz de. geldi bunlar. "biraz soğuk mu ki" dedi bir arkadaşım. "yook yooook hiç soğuk değil" diyorum.
    5 dakika geçti, denizin ortasındayız, ama bunlar donmuşlar. ben alışkınım soğuk suya. zaten deniz pek soğuk değil, lakin bunlar o sarhoşlukla gerçekten korktular. "olm, tink, çocuğum olmayacak, eğer çocuğum olmazsa seni sikicem" diyor bi arkadaş. ben yerlere düşüyorum orada gülmekten, halbuki denizde şaka olmaz.. "abi öyle deme. nasıl ki öğlen 12de değil de 2de gün en sıcak oluyor, deniz de yaz ayında değil, eylülde en sıcak olur, teoride böyle" diyorum. vidar; "dondum lan dondum. tink, şu denizden çıkalım, seni teoride de sikicem, pratikte de sikicem" diyor. diğeri karaya çıkmayı da beklememiş, peşimden yüzüp bana yetişmeye çalışıyor.

    sonra mideyi/böbrekleri üşüttü, kustu bunların hepsi. ahahahaha. sabah oldu. o sabah ve devamındaki 2 sene boyunca şu geyği yaptım:
    "ya, bundan sonra içmesini bilmeyen adamlarla içmeyecem ben, madem dokunuyor, içme abi! süt var, ısıtayım ballı filan. sonra kola iç, o da güzel. hadi çok içmek istiyorsan yeter sana 1 bira, herkes benim gibi 'sünger' olmak zorunda değil ki.."
    onlar da sürekli videoyu açtılar. bi arkadaş, "ya çok sivrisinek var burada" diyor, ben de;
    "onun hakkı abisi de var, hakkı abii hakkı abiiii"* diye bağırıyorum anlamsızca, videoda. hala duruyor mu bilmem.

    ---

    3) şimdi ben gecenin 12'sinde 6 saat ankara'ya gitmişim (devlet yönetiyorum da) işimi bitirip (devleti değil işimi bitirip) hemen aynı gün geri dönmüşüm. vidar kapıda çadır kurmuş, beni bekliyor. illa içcez de içcez.
    "olm, normal bi insan, uykusuz, aç ve 12 saat otobüs yolculuğundan sonra seni camdan atardı. bak ben insaflıyım, bi saat sohbet edelim sonra sen geç içeride takıl ben yatıcam." dedim
    yok içceziçceziçcez. iyi, içelim.

    rakı var, bira var, ne istersin? rakı! tamam.
    ben rakı masası kurdum. şöyle bi inanmadan baktı. ee, dedim. asıl sana ee, dedi, masa nerede? ne masası, dedim. rakı masası, dedi. işte rakı var, yoğurt var, peynir var, su var, masa bu, dedim.
    bi 5 dakika afalladı. kendine gelince bana tam 55 dakika süren, "rakı masası" sunumu yaptı. sunum dediysem ciddi ciddi sunum, görsel destekli filan. "bak şu fotoğrafa, görüyon mu?" diyor. evet, ingiltere kraliyet masası gibi 2 metreye 42 metre bi masa görüyorum, üzeri hayatımda hiç görmediğim rengarenk ufak tabaklarla dolu. "heh işte, ona meze diyoruz, bizim 'öğrenci evinde' yaptığımız en baştan savma rakı masası böyle oluyor" dedi. tam rakı masasında hangi müzikler dinlenir faslına gelmişti ki, susturdum. tamam, rakıyı ben içiyorum, sen bira takıl ve susuver azıcık, dedim.

    ben rakıları, kendi mütevazı 'meze'lerimle mutlu-mesut içtim. gözler yarım, bu da içti işte bikaç bişi. kafayı bulunca, "dur bakayım senin elinde ne vardı bugün, proust, getir okuyalım"

    ben sallana sallana kütüphaneme gittim (3000 kitap!), gözlerim filan yarım bile değil, kapalı artık. ayakta uyuyorum. bu yatakta hoplayıp zıplıyor, yihuu, proust filan diye. anlamazsın bak bu kafayla, normal kafayla da anlanılmıyor bu, diyorum. abuk sabuk konuşma, getir diyor.
    getirdim. başladı okumaya, o ünlü 7 sayfa süren uyku ile uykusuzluk arasındaki an'ın tasvirine.
    bi kitaba bakıyor, bi bana bakıyor.
    "nokta yok mu hiç kitapta?" dedi.
    "eh, orası öyle, cümleler 2şer sayfa" dedim.
    "yok olm olur mu öyle şey, bulucam noktayı, arayacağım" dedi.

    ben hafiften sıvıştım, kafayı koydum, o "uyku ile ayıklık arasındaki an"ı hiç hiç yaşamadan daldım gittim. sabah kalkıp baktığımda hala 4 satırdan aşağı biten cümle arıyordu kendisi. yılmamış. yeri geldiğinde adeta bir hırs küpüdür yani.

    nedir ne değildir bilmem de, başarılı olduğunu sanmıyorum.

    ---

    4) 1 ay kadar önce;
    şimdi akşamında konuşuyoruz. "sabahın köründe geliyorum sana" dedi. her zamanki gibi, uykusuzum, açım, yorgunum, öğlen gel, diyorum. yok illa sabah. tamam sabah olsun. 8:40'a kurdum saati, kahvaltıya bekliyorum madem, diyorum. okey diyor.

    taze sıkılmış portakal suyundan melemene bayağı bi zengin kahvaltı hazırlıyorum. mesaj atıyorum. ulaşmıyor. bekliyorum, gelmiyor. neyse, saat 12 oldu. kapı çaldı. "selaam" diye üzerime yürüyor. bisitir dedim. açlıktan öldük burada. işte uyandım, geldim hemen, diye bi dolu ıvır zıvır...

    neeyse, arkadaştır yapar, dedim. tekrar başladı, hadi içelim, had içelim. "yahu vidar, ben prensip sahibi bir insanım ve tek prensibim, hayatta hiçbir prensip edinmemek.. fakat son 3 senede öğle vakti içmişliğim ya 1 ya 2dir, prensip olarak içmem bu saatte" dedim. yok illa içcez. votka içcez. aldık votka. ben yine içiyorum anlatıyorum, bu oralı değil. telefonuyla oynuyor, mesaj yazıyor.

    ben anlatıyorum anlatıyorum, kafasını telefondan kaldırıyor, "ha, haklısın" diyor. "abi, soru sordum aslında.." diyorum, mesajı gönderdikten sonra "haklısın soruyu sormakta yani" diyor, "sürekli ben konuşuyorum, biraz da sen anlat" diyor ve telefonuna dönüyor yeniden. her zamanki gibi içtiği de yok. tüm içkiler gibi votkayı da rezil etti. eksi 2 dereceye soğutulmuş votka, mesajları bekleye bekleye 40 derece oldu. içemeyeceğim, diye bana verdi kadehi. dilime değirmemle höykürmem bir oldu.
    neyse, vidar efendide mesaj bitti, oturdu, mybrute oynadı bir süre. tokatı yedikçe dönüyor, e hiç anlatmıyorsun, diyor, sonra oyuna devam.

    oyundan da sıkılınca, "çok özlemişim seni" diye sarıldı ve evine doğru yaylana yaylana gitti.

    ---

    vidar dediğiniz adam budur, iyi belleyin. içelim derse, yalandır. içmez. bursanın en güzel muhallebicisine götürseniz (arap şükrü sokağının girişindeki işkembeci) beğenmez, yakınır. 2 adım yürütsen söylenir. vampir'le görüşür, zevk almak için gerekirse şeytanla bile görüşecek kadar hedonisttir. seray'ı sever. ama ankara'yı sevmez. bursa'yı sever. böyle de ters adamdır.
    türk insanı balık hafızalı... hafızamız 23, bilemedin 24 gün. bunlar unutulmasın.
    gazeteler bunları niye yazmıyor???
  • germen mitolojisinin sessiz ve yalnız tanrı'sıdır.
    ormanın derinliklerinde, yapraklardan yapılmış bir sarayda yaşayan güçlü, sessiz ve yalnız bir tanrı'dır. doğanın yok olmayan güçlerinin cisimleşmiş hali ve ragnarok'ta sağ kalmaya yazgılı az sayıda tanrı'dan biridir. demir nallı ayağıyla kurt fenrir'i öldürmüştür.

    odin ve donmuş dev grid'in oğullarıdır. son derece sessiz ve huzurlu bir yer olan vidi'de yaşar. tanrı'ların kıyamet günü ve dünyanın sonu olan ragnarok'ta, babasının intikamını almaya yazgılıdır. korkunç kurt fenrir şiddetli ve kanlı bir mücadele sonunda odin'i yenip yutunca, vidar öne çıkar ve nallanmış olan ayaklarından biriyle kurdun alt çenesini ezer ve daha sonra iki eliyle kurdun üst çenesin, boğazı ikiye ayrılıncaya kadar zorlar. vidar adının bir şekilde canavarın ikiye ayrılmasıyla ilgisi bulunmaktadır.
  • ankara'da yüksel cadddesi'nde seksenli yıllardan beri var olan, ankara'nın ilk hamburgercisi. hala o yıllardaki dekorasyonu ve lezzetli hamburgeri ile hemşehrilerimizin hizmetinde.
  • calaboose-my valentine orijinli 1977 yılı gazi kupası koşusu şampiyonu ingiliz safkan.
  • iskandinav mitolojisinde en büyük tanrı olan odin ile dişi dev grid'in oğludur. ragnarok’ta kurt fenris'i öldürecektir. kaderinde ragnarok’ta sağ kalacak 7 aesir’den biri olmak ve yeni kurulacak dünyada önemli bir rol oynamak yazılıdır.
    efsaneye göre; kötülük ve kurnazlık tanrısı loki, balder'in kör kardeşi aynı zamanda karanlık ve kış tanrısı olan hod'u kandırarak ona ökse otundan yapılmış bir ok verir ve balder’i öldürtür. olaylar gelişir ve loki kaçar.
    aesirler, sonunda loki’yi yakalamayı başarırlar ve şeytani numaralarını yapmasını engellemek için her yanını zincirlerler. loki kılık değiştiremez ama bir gün zincirlerini kırar. bu tüm kötülüklerin canavarların ve devlerin tanrılara saldıracağının alametidir aslında. tanrıların şafağında büyük ragnarok savaşı başlamıştır. odin daha sonra oğlu vidar tarafından öldürülecek olan kurt fenrir tarafından yenir. korkunç mücadelelerin tanrılar ve kötü kuvvetlerin arasında yarattığı öfke tanrı heimdall ve loki’nin yüzyüze gelmeleri ve birbirlerini öldürmeleriyle son bulur. dünya ateşle yok edilir ve bütün kainat sulara gömülür. bu son yıkımı bir yeniden doğuş dünyanın denizden yeniden yükselmesi yeşille çepeçevre sarılması ve bitkilerin ortaya çıkması izler. ölen aesirler’in oğulları asgard’a hükümdarlıklarına geri dönerler. tıpkı babalarının yaptığı gibi. bundan sonra tanrılar odin’le birlikte devlere karşı savaş yapabilmek için yola çıkmışlardır.
  • tam olarak yazılışı "vidar_" olup masstival ile ilgili gelişmeleri insanlara bildiren last.fm üyesidir.
  • bir yılı aşkın süredir yüzünü görmediğim dert ortağım , canciş badişim.
  • iskandinav mitolojisinde dev grid ve odin'in oğlu.
  • 2009 ekim siralarinda bir aksam tinklerin* evinde oturuyoruz bu adam ve ayse de var. tink entelektuel konusmalarini yapip bir yandan da 10bin(2bin de olabilir) kitaplik kutuphanesini anlatiyordu tuborg esliginde. neyse efendim yarasa iceri girdi derken kovaliyoruz o da deli gibi ucuyor. bu adamin hocalar soyledi kuduz yapiyormus cok fena lan ignleri dedigini hatirliyorum. tinkin de annem gelince cikartirizini falan. biz tinkle kor yarasayi yastikla kovalarken vidar kaybolmus canini minicik bir yarasadan kutarmisti. yarasa da bence biranin markasini begenmeyip cikmisti evden.

    simdi dusunuyorum da doktor adami dinlemeyip kuduz bulastirmasi cok yuksek ihtimal olan bu hayvani kovalamak gercekten akil isi degil. sana o zaman cok gulmustum be doktor vidarim affet beni.

    hepsini gectim de o saate ayse kalmis miydi hala onu dusunuyorum.
  • #18162697 şu entrysini okuduğumda bana nooluyosa çok fena duygulandım. muhteşem dörtlümüzün en muhalifi idi.. yerini tink'e* devretmiş.

    sen, sen, sen ve sen, yani siz! oğluuumm kızzzım kime diyorum ben. lisede yediğim her boku unuttum da kimyacının bizi şu şekilde çağırmasını unutmadım. uygur hocanın biyoloji sınavında bu adamın kağıdını yüzsüzce copy paste ettiğimi hatta o sınavda daha fazla aldığımı ve bu adamın o sınava ders notlarını mp3e kaydetmiş şekilde girerek ağzımı 5 karış açık bıraktığını da hatırlıyorum. tatili olsa, gelse bir güncük de olsa buluşsak diye ara sıra aklımdan geçirir dururum. hey be vidar lise bitti hepimiz bir yerlere dağıldık. böyle mi olacaktı? (dizi mottosu gibi oldu aman)

    zaman geçtikçe duruluyor, sakinleşiyor gözümden kaçmış değil. ayrıca mesleki kariyerine başlamadan kendisine sabo alacağıma dair söz vermiştim. o unuttu belki ama ben unutmadım.

    her ortamda lise günlerimden tiksiniyorum desem de o günlerin bir kısmını ve ben de özledim be.. :/
hesabın var mı? giriş yap