• zamanında, üzerimizde lise formasıyla rahatça girebildiğimiz, biriktirdiğimiz tüm harçlıklarımızla bir kaç meze eşliğinde şarap içebildiğimiz bir yer idi. 2 kadeh şarapla kafa olduğumuz zamanlardı. çok güzel bir yer olarak görünürdü bana, mesela yüksek tavanıyla ferahtı. içtikçe içesi gelirdi insanın.
    bir arkadaşım vardı o zamanlar, süleyman. hırsızlık yapardı, hepimiz bilirdik. iyi çocuktu da aslında, modern zaman robin hood'u gibi bir şeydi. zenginlerin cebinden çalar, tüm okula sosisli ısmarlardı mesela. bazen hep beraber viktor levi'ye gittiğimizde, o hesabı ödeyeceğini söylerdi, hani herkes rahat rahat yesin içsin diye. hırsızlık parası diye ağzıma tek yudum koymazdım. masaya benim ismini ponçik koyduğum pofuduk ekmekler gelirdi, ücretsiz. karnım çok acıktığında onlardan yerdim biraz, tutsun diye. ee okuldan çıkmışız, açız. içmesem bile deli eğlenirdim masada, kalkamazdım yanlarından. ancak "duruşumu" ponçik yiyerek sağlardım. çocukluk işte.
    senenin sonu henüz geliyordu, okula gittim. herkes ağlıyor. süleyman ölmüş. köprüden atlamış. atlamadan da bir defter bırakmış, içinde herkese notlar. bir sayfada da "ponçik'e" yazıyor, beni unutmamış. ben de onu hiç unutmadım.
    bulamadık sularda, cenazesini bile yapamadık, defterine bakıp ağladık sadece. bir daha da gitmedik viktor levi'ye.
  • yemekleri ve şarabı güzel onlara lafım yok.

    ama keşke yerli peynir tabağına kars gravyeri, trakya eski kaşar, hadi en olmadı izmir tulumu falan koysalar. kaanlar (taze) kaşar ve aknaz taze beyazla yapılan peynir tabağı da... yani... bilemiyorum...

    sepet peyniri ve çörekotlu peynir de bim'den. ürünleri biliyorum da markalarını unuttum şimdi. gerçi sepet peyniri galiba bim'de yok. a101'den o zaman; orada olduğunu biliyorum.

    hadi "fakir fakir yerli tabak almayın siz de canım aaaaa!" dediniz.

    la bari pastabanın üzerine şekerli labneyi dayayıp "tiramisu" diye satmayın. alkolsüz mekan olsanız anlayayım ama bu nedir?

    hesap da işte her düzgün kadıköy ortamı gibi. doğru düzgün bir yerde oturmak için, bim peyniri tabağına 50 lira veriyor ve birer porsiyon sipariş ettiğiniz şeyleri ikişer kişi yiyerek kişi başı 100 lira verip çıkıyorsunuz. memleket meyhanesi, güneşin sofrası, moda sahil restoran, her yerde böyle bu.

    bence piraye'de de öyledir ama oraya artık kesseniz gitmem. piraye'nin içinde yeni açtıkları mekanın ismine bak: vera. kadının anısına bile kuma getiriyorsunuz allahsızlar, kabuslarınıza girsin e mi o piraye.

    neyse yani viktor levi'ye gidilir gidilmesine de işte yılda bir falan.
  • içeri girmeden önce "yemek alacak mısınız" diye soran, almıyorsanız sizi en dandik yere oturtan yöneticilere sahip şarap evi.

    bu anlayışa göre bir porsiyon tavuk yeyip su içen müşteri bir şişe şarap içen müşteriye yeğ.

    (bkz: aferin çok güzel düşünmüşsün)
  • üzgünüm ama vasat bir mekan olduğunu söylemem gerekiyor. ekşi sözlük hiçbir siki beğenmeme timi'nden değilim ancak insanların çok abarttığını gördüğüm için yazma ihtiyacı hissettim... özellikle hafta sonları çılgın kalabalık oluyor, sıkış tıkış göt göte oturmaktan başka çareniz yok. başbaşa yemek yiyeceklere kötü bir haberim var, ufacık masaya; peynir tabağı, şarap, yemek sığdırmanız mümkün değil. posta posta yemek zorundasınız... benim gibi uyanıklık yapıp, 3 kişiyiz diye rezervasyon yaptırın. nispeten büyük masayı kaptıktan sonra keyfinize bakabilirsiniz. (bkz: işte bunlar hep tecrübe)

    ana yemekler: fiyat/performansı oldukça kötü... 34 liraya satılan fajita'nın bu kadar kötü olma lüksü yok. steak'ler keza öyle. sonuçta deniz manzaralı, süper servisi olan bir mekan değil ki; yemek değil hizmet satın alıyoruz, o yüzden fiyatların çok uygun olduğunu söyleyemeyeceğim.

    peynir tabağı: yabancı peynirler için konuşmak gerekirse, rokfor* ve füme peynir dışındakiler oldukça yavan. yaklaşık 30 liralık ücreti kesinlikle karşılamıyor... ama sunumu güzel.

    şaraplar: 23 ve 59 no'lu şarapların fiyatı performansı iyi diyebilirim ancak ertesi sabah baş ağrısı ile uyanmanız kaçınılmaz. iyi şaraplar da takdir edersiniz ki pahalı, onları daha deneyemedim.

    yani bakıldığında tek esprisi arka bahçesi ki, bu fiyatlarla onu da pek kotaramıyor... bahçede şarap içmek istiyorsanız, kazıklanmayacağınız agapia garden'ı önerebilirim. he orası çok mu güzel, değil ama fiyatları nispeten daha iyi. lezzet farkı da pek yok.

    afiyetler olsun!
  • kadıköy şubesi gidilmemesi için birden fazla neden barındıran mekan.

    1. çalışanlar işi bilmiyor: abi daha içtiğm bira biter bitmez masanın ortasından kolunu sokup da o bardağı elimden (bakın buraya dikkat çekiyorum: elimden!) nasıl aldın ya? valla helal olsun. ayrıca bişey yemediğimiz halde servis açıyorsun, içkiler biter bitmez bir telaşla o servisi toparlıyorsun. dönüp dönüp bakmalar da cabası. yani kısacası "dostlarla gideyim birer kadeh şarap içeyim" ya da "bir şişe şarap bize yeter" diye gidiyorsanız, yanılırsınız.

    2. içkiler tatmin edici değil: şarapevi diye geçiyor ama çeşit oldukça az. içebileceğiniz bir çok şarap da hemen hemen her yerde bulabileceğiniz türden. bira tatsız, kalitesiz, sulu olma ihtimali yüksek.

    3. mekanın ambiyansı sıkıntılı: bana kalırsa farklı bir aydınlatma ile çok daha güzel bi hava yakalanabilirdi. sonuçta eski bir bina, içi bu ışıkla kasvetli olmuş. bahçe için diyebilecek bir şey yok, orası güzel.

    bir de konuyla alakasız ama, masaya oturunca verilen ilk sipariş sonrası adisyonu kesip tuzluğumsu bir şeyin içine sokmaları abes kaçıyor. üstelik oraya dokunmatik ekran falan koymuşsun, yani şu çağda adisyonu kağıda kesip masaya koymak falan. ne ki öyle çay bahçesi gibi.

    işin özü bir daha gitmeyi düşünmüyorum.
  • tırt bir şarap evi. bahçesi olsun mekan olsun, çalışanların yaklaşımı vs herşey mükemmelken, dışarıdan yine çok sükseli bir mekan havası verirken asıl işini beceremeyen mekan.
    öncelikle şarap çeşidi çok az, yukarda da denildiği gibi çoğu tekelde daha fazla çeşit var,
    asıl saçmalık ise şaraplara kendi etiketlerini basmaları, menüde ise viktor levi no bilmemkaç diye yazıyor, arkadaş ben üzümü vs ne bilmeden ha şunu getir mi diyim sana bu nasıl saçmalık? garsona soruyorsun öküzgözü boğazkere var mı diye, yok diyor, bu numaralar arasındaki fark ne denildiğinde de başlıyor cebinden çıkardığı kağıttan çeşitleri saymaya(ki evet aralarında öküzgözü boğazkere var).
    ben ilk defa gittim bilmiyorum ama "ha şarap olsun da..." kitlesine mi hitap ediyor burası. yaşadığım şehirde çok daha kendi halinde olmasına rağmen bu işin daha düzgün yürüdüğü şarap evi de mevcut. çok zor olmasa gerek.
    üstüne etiket yapıştırarak getirdiği şarabın kavaklıdere olması da ayrı bir komedi.
  • viktor levi gelibolu''lu sardalyacı bir ailenin oğlu. sardalya almak için gittiği bozcaada'da üzüm toptancılığına başlıyor ve daha sonra şarapçılığa başlar. istanbul'a sardalya getirdiği yerlerden alacaklarını toplarken şarap talebi ile karşılaşır. şöyle ki istanbul’a sardalya getiriyor,üzüm işi de yapıyor aynı zamanda, bu yerlere uğradığında insanlar sürekli soruyor üzümlerin var da şarap yok mu diye, bu şarap talepleri gelince ve artınca şarap toptancılığına girer ve moda’da bugünkü yerinde şarap üretim tesisi açar.
    şarap toptancılığına başlaması böyle olmuştur. peki mekanını nasıl açıyor?

    1900lü yılların başında istanbulda 4 tane sağlam kaliteli şarap evi var. pano şarap evi, diamandi şarap evi, izmirli şarap evi ve sofaki şarap evi.
    1910lu yılların başlarında viktor levi bunlardan şarap alıp satıyor. ama bunlar levi'ye diyorlar ki bu şarapları en çok biz satıyoruz bize istediğimiz gibi para vereceksin. viktor levi bir yahudi. bakıyor ki bunlar işin kurnazlığında, gidiyor kendi şarap mahzenini açıyor. şarap üretmeye başlıyor. yıl 1914

    aradan zaman geçiyor, şaraba rağbet çok oluyor. levi şaşırıyor buna. kendisinin de haberi yok meğerse şarabı çok kaliteli yapıyormuş satışlar artıyor tabi. sadece mahzen ve üretim olarak değil işi toptancılıktan mekancılığa çeviriyor ve mekan açıyor. açtığı mekanı 1967 yılında ölünceye kadar işletiyor. levi ölünce kuzeni yasef levi 1985 yılına kadar şaraphaneyi iletiyor. sonra nedeni belli değil yasef dükkanı kapatıp amerikaya gidiyor. şaraphane kapanıyor.

    15 yıl kapalı kalıyor. hatta 10 yıl kapalı kalıyor. sonra kahvehane olarak işletilmeye başlanıyor. 2000 yılına gelindiğinde pano şarap evinin sahibi olan fevzi büyükerol ve ortağı talip sönmez o kahvehaneyi satın alıyor. ve restore etmeye başlıyorlar. en eski haline uygun tümüyle aslına göre restore edip bir yıl sonra viktor levi şarap evi olarak açıyorlar beyoğlundaki viktor levinin şaraphane tesisini.

    o günden sonra açık ve gayet rağbet görüyor. bir tane beyoğlunda bir tane de kadıköyde şubesi var. mutlaka uğrayın.
  • değişik bir mekan. tek gecelik ilişkilerin kudüs’ü. sadece ilk gece için...
  • tek gidildiğinde şarapları gazap üzümlerinden yapılmışa dönüyor. sanki hala karşınızda, hala gülümsüyor, hala gülüyor gözlerinin içi annesini anlatırken. aman kırpma sakın gözünü, alınıyor hemen, küsüveriyor o silüet. sonra ikna etmek için hızlandır yudumlarını şarapta, gelirse bir daha diye, bir ümit..
  • peynir tabağı diye getirdikleri tabağa bir dilim rokfor bir dilim emmental koymayan, mezeleri hadi kerhen güzel olsa da bir mantar graten bile getirmeyen, alt katında karbonmonoksit solunan yermiş viktor levi.
    garsonlardan biri de arzach'a muhteşem sinir oldu ben gördüm, bir daha gitse almayacaklar o derece.
    bir dahaki zirvelerde buluşulmaması gereken yer olarak belledik ki, ardından tophane şahane geldi, deniz havası, çam ormanları, hatta alp dağları gibi geldi.
hesabın var mı? giriş yap