• hayalimdeki emeklilik planı bu işte.

    yaş gelince şöyle 70'e falan, atlayacaksın böyle bir alete. ama daha hızlı gidecek. on yılda falan çıkacaksın güneş sisteminden.

    şöyle geniş, tek parça bir cam. çökeceksin önüne. biraz kitap. sağlam bir müzik arşivi. şarap, viski, bira, peynir, kuru et, çerez vs. olacak. dışarıyı gören bir jakuzi, manzara on bin zaten. yatak da yine manzaralı.

    huzur.. gittiği yere kadar anasını satayım..

    hatta bitişi de sağlam yapacaksın. şöyle vy canis majoris gibi eşşek kadar bir yıldıza bodoslama dalıcan. güüümmmm. game over..

    yıllar sonra gelen edit: o gün bugünmüş. iletişim kesilmiş voyager 1 ile :( soluk mavi nokta seni çok özleyecek.
  • çok bilinmese de voyager sonsuz bir aşk'a da ev sahipliği yapar.
    1977'de uzaya gönderilen voyager'ın akıllı bir yaşam formu tarafından bulunması umuduyla bir nevi insanlığın künyesini barındıran karışık plak hazırlanır.
    bu plağı hazırlayan ekipte bulunan ann druyan'ın aklına bir fikir gelir:

    plağın içine insan beyninin düşünürken yaydığı dalgaların ses kayıtlarını koymak ister.
    buraya kadar herşey normal ve olağan bir proje çalışması ancak ekipte çalışan carl sagan ve ann druyan projenin ortasında aşık olur ve evlenmeye karar verirler...

    aşklarını ilan ettikten sonra ann hastaneye gider ve sagan'a olan aşkını düşünürken kayıt aldırır.

    ve uzaylıların bulması için hazırlanmış plağın içine, sagan'a aşkını düşünürken kaydedilmiş beyin dalgalarının sesi de konulur.

    voyager bu aşktan bir parça kayıtla beraber uzayın sonsuzluğunda ilerlemeye devam ediyor ve edecekte. sonsuz aşkın dünyada bir örneği.

    ve tam 14 şubat 1990'da 4 milyar mil uzaklıktan sevgili voyager bize dünyamızın bir fotoğrafını gönderdi.

    bu fotoğraftan esinlenerek carl sagan o meşhur pale blue dot(soluk mavi nokta) kitabını kaleme alır. ben bu yazısının bir kısmını belli aralıklarda tekrar tekrar okuyorum. ne olduğumuzu, evrendeki yerimizi, kim olduğumuzu unutmayayım diye. okumayanlar, tekrar okumak isteyenler için aynen bırakıyorum:

    "şu noktaya tekrar bakın. orası evimiz. o biziz. sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun üzerinde bulunuyor. tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, umut dolu çocuk, mucit, kâşif, ahlak hocası, yoz siyasetçi, her süperstar, her 'yüce önder', her aziz ve günahkâr onun üzerinde - bir günışığı huzmesinin üzerinde asılı duran o toz zerresinde.

    evrenin sonsuzluğu karşısında dünya çok küçük bir sahne. bütün o generaller ve imparatorlar tarafından akıtılan kan nehirlerini düşünün, kazandıkları zaferle bir toz tanesinin bir anlık efendisi oldular. o zerrenin bir köşesinde oturanların başka bir köşesinden gelen ve kendilerine benzeyen başkaları tarafından uğradığı bitmez tükenmez eziyetleri düşünün, ne çok yanılgıya düştüler, birbirlerini öldürmek için ne kadar hevesliydiler, birbirlerinden ne kadar çok nefret ediyorlardı.

    böbürlenmelerimiz, kendimize atfettiğimiz önem, evrende ayrıcalıklı bir konumumuz olduğu hakkındaki hezeyanımız, hepsi bu soluk ışık noktası tarafından yıkılıyor. gezegenimiz, onu saran uzayın karanlığı içinde yalnız bir toz zerresi. bu muazzam boşluk içindeki kaybolmuşluğumuzda, bizi bizden kurtarmak için yardım etmeye gelecek kimse yok.
    dünya, üzerinde hayat barındırdığını bildiğimiz tek gezegen. en azından yakın gelecekte, gidebileceğimiz başka yer yok. ziyaret edebiliriz, ama henüz yerleşemeyiz. beğenin veya beğenmeyin, şu anda dünya sığınabileceğimiz tek yer.

    gökbilimin mütevazılaştırıcı ve kişilik kazandıran bir deneyim olduğu söylenir. belki de insanın kibrinin ne kadar aptalca olduğunu bundan daha iyi gösteren bir fotoğraf yoktur. bence, birbirimize daha iyi davranma sorumluluğumuzu vurguluyor, ve bu mavi noktaya, biricik yuvamıza."

    sonsuz aşk'ın kaynakçası
  • bu günkü uzay haberlerinde; nasa'nın "dünya'dan en uzak uzay aracı" unvanlı voyager 1 aracı, uzayın derinliklerinde, yıldızlararası ortamdaki gazlar tarafından üretildiği idda edilen bir uğultu kaydı göndermiş.

    1977'de fırlatılan araç şu sıralar dünya'dan yaklaşık 23 milyar kilometre uzakta . uzay aracının güneş'ten uzaklığı da; güneşin dünya'yla arasındaki mesafenin 150 katından fazla. kısaca yaklaşık 21 ışık saati mesafede. bu nedenle ışık hızında iletilen verilerin dünya'ya ulaşması 21 saatten fazla sürüyor.

    44 yılda ortalama 65000km/h hızla hareket etmesine rağmen 21 ışık saati mesafeye ancak ulaşabilmiş.

    not: bize en yakın yıldız sistemi alpha centauri ile aramızdaki mesafe 4,3 ışık yılı.
  • voyager 1 in halen gönderdiği verilere göre yıldızlararası alandan uğultu geliyor. 44 yıldır uzay yolculuğu yapan voyager 1, güneş sistemi'nden ayrıldıktan sonra bulunduğu yerden hala veri geçiyor. 1977'de fırlatılan voyager 1, (bkz: heliosfer) olarak bilinen güneş sisteminin sınırlarını terk etti . burayı güneşten yayılan yüklü parçacıkların akışı olan güneş rüzgarından etkilenen uzay baloncuğu olarak tarif edebiliriz. voyager 1, bu balondan çıktığından beri, yıldızlararası ortamın ölçümlerini periyodik olarak geri gönderiyor.

    bilim insanları, bu verilerin gerisinde uğultu şeklinde bir dip sesin varlığını keşfetmiş. bu düşük seviyeli titreşim, koronal kitle atımlarından sonra meydana gelen salınımlardan daha sönük, ancak çok daha uzun ömürlüymüş. nature astronomy dergisinde 10 mayıs'ta yayınlanan yeni araştırmaya göre uğultu en az üç yıldır sürüyor. yıldızlararası plazmayı daha iyi anlamak için bu iyi bir haber. bilim insanları uğultunun kaynağından emin değil ama güneş'ten savrulan elektronların yol açtığı titreşimden şüpheleniyor.
  • [resimli hali fularsız entellikte ve mediumda ama içerik aynen aşağıda]

    ***

    radiolab’in güzel bir bölümünü dinledim geçenlerde. ilk kısmı gerçek anlamda kozmik bir aşk hikayesi hakkında. ikinci yarıysa güneş sistemi’nin sınırı gibi önceden tahmin etmediğim kadar esrarengiz bir konuyu içeriyor (ilk ve son üç dakikayı atlayabilirsiniz, güneş tutulması anında insanların verdiği tepkileri merak etmiyorsanız).

    hikaye 1977 yılında başlıyor. uzak gezegenleri keşif için iki nasa aracı fırlatılıyor: voyager 1 ve 2. kısa süre içinde bunların güneş sistemi’ni terkedecekleri tahmin edildiği için, “bari bu şişelerin içine birer mesaj koyalım” fikri ortaya çıkıyor.

    buradaki naifliğe gülümsememek elde değil:

    1) birilerinin bu mesajı bulması çok düşük bir ihtimal. muhtemelen onu ilk “bulan”, bizim sonraki nesillerimiz olacak. bunu biliyorlardı elbet ama yine de üşenmemişler.

    2) mesaj başkası tarafından bulunsa daha da kötü, kendimizi ifşa ediyoruz. birileri gelip soyumuzu kırsa, galaksideki kimse üzülmeyecek, “onlar da öyle giyinmeselermiş” diyecek. hayaller star trek, gerçekler hernan cortes’in aztek katliamı.

    3) tüm insanlığı temsil etme gayretleri de güzel. her şeyi amerikalılar yapmış ama yeni birroma olmanın gazı ve iyimserliğiyle, her kültürden bir şeyler olsun diyorlar. mesela 2. dünya savaşı’nı nazilerin kazandığı alternatif bir evrende (bkz: the man ın the high castle), bu araç hangi kültürlerden mesaj taşırdı? veya 1.5 milyar insanı han milliyetçisi yapmak için yakın tarihlerini tamamen yeniden yazan çin hükümeti ne kadar evrensel davranırdı? her emperyal düzen evrensellik getirmiyor ama her evrensel bakış açısı emperyal düzen gerektiriyor (arkadaşlar, bunun sağlamasını yapmadım ama kulağa çok güzel geldi, bozmayın keyfimi)

    voyager, türkçe bir mesaj bile taşıyor (vlc açıyor dosyayı):

    “sayın türkçe bilen arkadaşlarımız, sabah şerifleriniz hayrolsun”

    uzayda sabah akşam diye bir şey olmamasına rağmen, uzaylıya da türk kültürüne de saygıda kusur etmemişler. peki nasıl olmuş bu?

    ***

    altın plak

    bu mesajları seçmek için bir siyasi parti liderine veya dini lidere değil, ailemizin astrofizikçisi carl sagan’a danışılmış. onun önderliğinde, altın kaplı bir plak içine ses ve imaj dosyaları kodlanıyor. sadece selamlar değil, şiirler, şarkılar, bilimsel teoremler de var. bu kayıtla ilgili leziz bir hikayeyi 5harfliler’den alıntılıyorum:

    ----
    bm merkez binasının stüdyosu bir iki günlüğüne ayarlanır, her üye ülkenin delegasyonu gelir merhabasını der çıkar. dünya nüfusunu doğru temsil etmesi açısından, selamların yarısının kadın yarısının erkek delegelerce seslendirilmesin önerdiğinde bunun imkansız olduğunu, delegasyon başkanlarının tamamının erkeklerden oluştuğunu ve uzaylılara merhaba deme işini hayatta başkasına bırakmayacaklarını öğreniyor. bunun üzerine nasa, sagan’a önceden bildirmeksizin bm’nin tamamını değil fakat uzay komitesi’nin bazı üyelerinin katılacağı bir kayıt ayarlıyor. durumu son anda öğrenen sagan, yapımcı tim ferris’i toplantıya gönderiyor ve “gözünü seveyim selamları kısa tutsunlar” diye tembihliyor.

    fakat sagan’ın korktuğu başına geliyor: delegelerin her biri sazı eline aldı mı bırakmıyor. fransız delege baudelaire şiiriyle başlıyor, isveç geride kalır mı o da peşinden dört kıtalık bir harry martinson şiiri patlatıyor, mısır delegesi ayet okuyor, nijerya delegesi uzun uzun nijerya’dan bahsediyor.

    üstelik o gün kayıtta yer alan diller dünya dillerinin çok azını temsil ediyor: rusça yok, mandarin yok, bizim sabah şerifleri de yok. bir yandan da fırlatma tarihi yaklaşmakta, zaman azalıyor. sagan’ın aklına, kendisinin de hocalık yaptığı cornell üniversitesi’nde pek çok dil departmanı olduğu gerçeği geliyor ve selamları burada kaydetmeye koyuluyorlar.

    arkeolog peter ıan kuniholm, orada ulaşılan kişilerden biri. o günü şöyle anlatıyor: “kürsümün başkanı antik yunanca, latince ve galce selamlamalarını yeni kaydetmişti. koridorda karşılaştık, ‘sen de gidip türkçe bir şeyler söyler misin’ dedi”.

    peki mesela neden merhaba değil de sabah şerifleriniz hayrolsun?

    “60’lı yıllarda robert kolej’de ingilizce öğretmenliği yaptım. sınıfım behçet kemal çağlar’ın edebiyat sınıfıyla yan yanaydı ve beni her sabah öyle selamlardı. basit bir merhaba veya günaydından daha süslü bir selam. ben de behçet bey’in bana her gün verdiği selamı vermiş oldum yani. diğer yaşlı edebiyat hocaları da öyle konuşurdu. onları dinlemek büyük keyifti. birbirlerine günaydın demeleri her sabah 15 dakikayı bulurdu.”

    ----

    diğer dillerdeki selamları ve plaktaki şarkıları dinlemek için buyrun playlist.

    ilk selam sümerce, uygarlığımızın başlangıç noktasını temsilen. insan dillerinin dışında balinaların haberleşmesi, köpek havlamaları, çocuk sesleri, uzay roketlerinin gürültüsü bile var. bir şu bilimadamlarının sembolizmine bakın, bir de bm’de kendi boktan ülkesi hakkında dakikalarca konuşma kaydetmeye çalışanların küçüklüğüne.

    ama plakta bunların hepsinden de ilginç bir kayıt var…

    ***

    uzayda yankılanan evlenme teklifi

    ekipteki kadınlardan biri olan ann druyan’ın aklına, beyin dalgalarını kaydetmek geliyor. yeterince ileri bir uygarlığın, bu eeg sinyallerine bakarak o insanın hislerini ve düşüncelerini okuyabilmesi teoride mümkün. ekip bu fikri beğeniyor, druyan’ı seçiyorlar.

    kayıttan hemen önce carl sagan arıyor. aylardır her gün beraber çalışmışlar, o günse sagan uzak bir yerde konuşma veriyor. telefondayken, bunca zamandır birbirlerine iyice yakınlaşmış olduklarını farkedip, doğrudan evlilik muhabbetini açıyorlar. konuşmadan iki dakika sonra sagan tekrar arıyor, “bir dakka, şimdi biz gerçekten evleniyoruz değil mi, şaka filan değil” diye kontrol ediyor ve karar veriyorlar. o telefon konuşmasına kadar ne bir kez öpüşmüşler, ne aşktan meşkten bahsetmişler, ne de önceki ilişkilerinden.

    kadın mutluluktan uçmuş bir halde eeg kaydına gidiyor. bir saatlik düşünceleri, daha sonra hızlandırılıp bir dakikaya sığdırılarak plağa konuyor. 27 yaşında, hayatının aşkını bulmuş biri. bundan milyarlarca yıl sonra, voyager 1 işe yaramaz bir hurda olarak uzayda dolanırken, dünya güneş tarafından yutulmuşken, belki insanlığın soyundan gelen her canlı forumunun dahi soyu tükenmişken, o altın plak halen mutluluğun resmini taşıyor olacak.

    (druyan ve sagan hemen değil, 4 sene sonra evleniyorlar. meşhur cosmos belgeselini beraber yazdıktan sonra yani. sagan 96'da ölene kadar evli kalmışlar)

    ***
    ***
    ***

    araf

    hem druyan, hem de voyager araçları hala hayattalar. voyager’ın mühendisleri, ona bir düzine sene ömür biçmişlerdi ama geçenlerde 40. yaş gününü saniyede 17 kilometrelik bir hızla kutladı.

    belki hatırlayan vardır, birkaç sene önce voyager 1'in, güneş sistemi’ni terkeden ilk insan yapısı araç olduğu söylenmişti. kesin entelliğime zeval gelmesin diye “vay anasını, işte insanlık, işte aklın geldiği nokta” filan demişimdir ama işin teknik kısmı hakkında hiç düşünmemiştim. sanıyordum ki güneş sistemi’nin belli bir sınırı var, bunu nasa’dakiler tabii ki de biliyorlar, ve kolayca hesap edip söylemişler.

    halbuki bu sınırın geçildiğini anlamaları 1 seneden fazla sürmüş. tarihi 25 ağustos 2012 olarak veriyorlar ama bunun açıklamasını eylül 2013'te yaptılar. çünkü sınırı bilen yoktu, ilk defa bir şey oralara gidiyor.

    bir kere güneş sistemi, en dıştaki gezegenin yörüngesinin de ötesine uzanıyor. sınırı belirleyen şey, güneş’ten çıkan ve dışarı doğru hızla seyahat eden parçacıklar ve onların taşıdığı manyetik alan. bunların hızı, uzayda başıboş gezen atomlara çarptıkça biraz azalıyor, ama asıl, galaksinin merkezinden bize doğru gelenlerle kafa kafaya geldiklerinde neredeyse duruyorlar (ve manyetik alanın kavisini takip ederek yön değiştiriyorlar). 25 ağustos günü olan da, bu “çarpışma” anı ve parçacıkların tam 1000 kat yavaşlaması.

    ama manyetik alandaki değişiklik garip olduğundan, açıklamada tereddüt etmişler. hatta "kozmik araf" (cosmic purgatory) diye alan adı bile uydurmuşlar ve bir noktada oylama bile yapmışlar, “şimdi biz çıktık mı çıkmadık mı” diye. bir nevi brexit ertesi ingiliz halkı. "demokrasi"yle bilim yapmak gerçekten zor iş.

    sonunda üzerinde anlaştıkları sınır o kadar uzak ki, dünya’ya 8 dakikada ulaşan güneş ışığı, oraya 17 saatte ulaşıyor. voyager’ın şu anda olduğu yere ise neredeyse 20 saatte. güneş şu saniye patlasa, voyager bunu neredeyse 1 gün boyunca farketmeyecek.

    ***

    1990 yılında, sagan’ın insiyatifiyle voyager’ın kamerası son bir kez dünya’ya doğru çevrilmiş ve meşhur pale blue dot (silik mavi nokta) resmi çekilmişti. elimizdeki en uzun sopayla çektiğimiz bu selfiede, tüm gezegen zar zor bir piksel olarak seçiliyor. bildiğimiz her şey, her şeyi bildiğini sanan herkes, her iyilik ve kötülük, bu pikselde olup bitti.

    27 sene ve 14 milyar kilometre sonra, bugün voyager geriye dönüp bakabilse, bir noktacık dahi göremeyecek. biz aynı bok çukurundayız ama o artık gerçek anlamıyla yıldızlar arasında. interstellar.
  • maceralarını olabildiğince güncel nakleden tatlı bir link.

    evet şu an dünya'ya olan uzaklığı 19 milyar kilometre. buradan, en yakın yıldız(lar) olan alfa-beta centauri ve proxima üçlü sistemine kısa bir hesap ile:

    yaklaşık 40 trilyon - 19 milyar = yaklaşık 40 trilyon

    kilometre yolu kaldı. dikkatinizi çekerim, en yakın yıldıza. bu işin bütün samanyolu'su var, andromeda'sı var, 100 milyar galaksisi daha var, minicik bir bonus olarak da, gözlemlenebilir evrenden * çok daha geniş başka yerler de var.

    bu fotoğrafı dünya'dan 6 milyar kilometre uzaktan çekmişti sanırım. o minicik mavi nokta bizim gezegen. (bkz: itiraf et bir an göremedin)

    otu boku ateizme bağlamak gibi olmasın da; sonu gelmez bir kibir ile bu evrenin biricik çözüm yolunun kendilerinde olduğuna inanan milyarlarca insandan daha ilginç olan şey, bu bilgiler yanı başındayken bir milyarlarca insanın daha bu uzay ile hiç mi hiç ilgilenmemesi.
  • sabah namazını kılmak için kalkmış bir uzaylı tarafından farkedilme ihtimaline karşılık bir türkçe mesaj taşıyor.

    (bkz: sabah-ı şerifleriniz hayırlı olsun)
  • aha buraya yazıyorum, bu alet gün gelcek götümüze girecek şemsiyedir. hadi selam maksatlı ses kayıtları koydunuz, bunu anlayabiliyorum. ulan açık açık koordinatları yazmışssınız. tamam saf olabilirsiniz, iyi niyetle buyrun gelin dediniz. buna kıl olsam da yine de olabilir diyorum.

    ulan bre mınakoduğumun dallamaları, neden tutup da tüm dünya tarihi, doğal yaşam, anatomi bilgileri, matematik, fizik, kimya, psikoloji vs. cart curt her bokun geniş anlatımlı dökümanlarını koydunuz?

    gerizekalı mısınız? hani biri bulsa denkgelse, adamlar hakkımızda ve yapabileceklerimiz hakkında her boku biliyor olacak. akıllarında yokken; "hadi gidip şu dünya'yı sikertek panpa" moduna girebilirler.

    http://voyager.jpl.nasa.gov/spacecraft/scenes.html

    edit: ulan dna yapımızı bile koymuşlar bu bilgilerin içine. iyi aferin amk, çat çat mokoko yaparlar çok rahat.
  • wikipedia'nın tanımı çok sevimli .. 'yeryüzünden en uzakta bulunan insan yapımı nesne' .. an itibariyle dünyadan yaklaşık 22 milyar 218 milyon 611 bin kilometre uzakta .. 5 eylül 1977'de fırlatıldığında, bu satırların yazarı 3 yaşındaydı ..

    yolculuğun anlık verileri buradan izlenebilir : jpl
  • https://www.birgun.net/…-ile-ilgili-aciklama-388528

    haberde, 1977'de uzaya fırlatılan ve hala görevine devam eden voyager 1 isimli keşif aracında oluşan "gizemli" sorun oluştuğundan bahsediyor.

    45 yıldır uzayın derinliklerinde süzülüp keşif görevine devam eden uzay aracının, merkeze gönderdiği veriler arasında bir uyumsuzluk olduğuna dikkat çekiyorlar.

    mühendislerin açıklamasında, "yıldızlararası kaşif normal çalışıyor, bilim verilerini toplayıp geri getirmenin yanı sıra dünya'dan komutlar alıyor ve yürütüyor. ancak sondanın tutum artikülasyon ve kontrol sisteminden (aacs) alınan okumalar gemide gerçekte neler olduğunu yansıtmıyor." ifadesine yer verildi.

    voyager'ın anteninin hala dünya'ya dönük ve sinyallerinin güçlü olduğundan emin olduklarını belirten ekip, bu yanlış verinin doğrudan bu cihazdan mı geldiğini yoksa başka bir sisteminmi buna neden olduğunu tespit etmeye çalıştıklarını açıklamışlar.

    güneş sisteminin etki alanı dışında araştırma yapan bu heyecan verici arac dünyaya 23,3 milyar kilometre ( yaklaşık 23,5 ışık saati) uzaklıkta bulunuyor. bu nedenle
    nasa ile voyager arasındaki bir mesajın gelip gitmesi iki günü buluyor.

    edit: 20,5 ışık saati 23.5 olarak değiştirildi.
hesabın var mı? giriş yap