• çocukluğun ilk yedi yılının hayatın bütününü belirlediğinden yola çıkan waldorf pedagojisi, çocuğu birey olarak görüp yaratıcılığını, öğrenme yeteneğini, düş gücünü, iradesini ve, iyimserliğini destekleyen, bütüncül bir eğitim tasarımını savunuyor. bir afrika atasözüyle ifade edilen “otlar çekince daha hızlı uzamaz” bakış açısından hareket eden waldorf pedagojisi, “her şeyi kendi zamanında yapma” görüşüne odaklanıyor. buna gore çocukların okullaşma yaşının takvime bakılarak belirlenemeyeceğini, aksine çocukların bedensel, ruhsal, zihinsel sağlığı ve bireysel gelişimine önem verilmesi gerektiğini savunuyor. eğitim felsefesinde ayrıca baskı ve ezber bilgiler reddedilirken, bunların yerine çocukların doğa ile iç içe, ritmik gündelik yaşam içersinde hayatı öğrenmesi hedefleniyor. burada öğretmene biçilen rol ise, gelişerek oluşan bireyin kendi varlık temelini ve yaratıcılığını keşfetmesine destek olması yönünde. çocukların model olarak gördükleri kişileri taklit ederek öğrenmeleri nedeniyle waldorf pedagoglarının özel bir eğitimden geçirilmesine büyük önem veriliyor.
    ünlü felsefeci rudolf steiner tarafından oluşturulan ve 1919 yılında almanya’da açılan ilk waldorf okuluyla uygulanmaya başlayan metod, almanya’dan sonra avusturya, isviçre, ingiltere, isveç ve bütün dünyaya yayıldı. bugün dünyada waldorf pedagojisini uygulayan 1000 civarında yuva, ilkokul, lise ve hatta üniversite bulunuyor. dünya genelinde waldorf eğitimi verilen ülkeler arasında güney amerika ülkelerinden, gürcistan ve moldava’ya, kuzey kore ve kırgızistan’dan, çin ve iran’a kadar uzanan bir coğrafyada 80 ülke bulunuyor. avrupa’da waldorf okulu bulunmayan ülke olarak yalnızca yunanistan ve türkiye kalmış durumda.
    bu eğitim metodunu türkiye’deki özel eğitim sistemine de taşımayı hedefleyen “waldorf girişimi istanbul” grubu almanya’daki ve isviçre’deki waldorf eğitim kurumları ile işbirliği içersinde waldorf pedagojisini türkiye’de tanıtmayı hedefliyor. bu doğrultuda kurumsallaşma faaliyetlerini sürdüren grup, ailelere ve eğitimcilere yönelik eğitimler düzenlemeyi, waldorf pedagojisi ile ilgili kısıtlı olan türkçe kaynak sayısını zenginleştirerek ulaşılabilir geniş bir kütüphane oluşturmayı amaçlıyor. türkiye’de waldorf pedagojisi konusunda kapsamlı veri tabanı olmayı hedefleyen bir web sitemiz yayına girmiş bulunuyor:
    http://www.waldorfgirisimiistanbul.org/
  • montessori ile alakası yoktur.

    waldorf eğitimi; yaratıcılığı, hayal gücünü destekler, çocukların kendi sınırlarını kendilerinin belirlemesini teşvik eder. güçlü, mücadeleci bireyler yaratmayı hedefler. waldorf'un kurucusu rudolf steiner bir matematikçi iken, montessori'nin kurucusu maria montessori bir doktordur. waldorf materyalleri tamamen doğal haliyle kullanılır, örneğin dal parçaları, yapraklar vs, montessori'nin değişmez, ölçüleri-sınırları belirlenmiş materyalleri vardır.
  • okul oncesinden (3-6 yas arasi) lise'ye kadar genis bir yelpazede egitim veren okullar. bugun birini gittim gordum. okul kursam cok az seyi bu okulda yapildigindan farkli yapardim. aklima bu kadar yatan bir okul gordugum icin mutluyum. cocuk olaydim da bu okula gideydim dedim.

    oncelikle okulda bilgisayar, dandirik plastik oyuncaklar, sagliksiz yemekler vs. gibi her okulda gormeye alisik oldugumuz cocuk gelisimine zararli ogeler yok. oyuncaklar tahta, pamuk, yun gibi dogal maddelerden yapilmis. cocuklar sanatla, oyunla, hareket ederek ve oynayarak matematik, tarih, bioloji akliniza ne gelirse ogreniyorlar.

    2. sinif matematik dersinde 10 tane cocuk bir daire seklinde oturdu. sonra bir top yun aldi hoca ucunu birinci cocuga verdi. sen ikisin dedi. hadi simdi uc ekle ve obur arkadasina gonder topagi dedi. topak bes nolu cocuga gitti. o da ipin bir ucunu tuttu ve 8'e gonderdi, sonra o tuttu ve uc yanindakine gonderdi. boyle boyle yun topagi once bir yildiz yapti sonra gunes gibi 10 koseli bir cisim. sayi 30lara geldiginde hoca cocuklarin herbirine tuttuklari sayilari sordu. mesela bes olan cocuk (5-15-25-35) dedi. cocuklar hem ucer ucer saymayi ogrendiler hem de kendi sira numaralarina 10 ekleyerek yeni sayilar turetmeyi.

    sonra 7. sinif tarih dersine girdim. konu ronesansti. hoca kara tahtaya resim gibi bir italya haritasi cizmisti (okuldaki butun ogrencilerin ve hocalarin yazi ve cizim kabiliyetleri olaganustuydu bu arada) cocuklarin defterlerinde de kendi cizdikleri bazi meshur ronesans ressamlarinin resimlerinin kopyalari vardi (haritalar da vardi). hoca donatello'nun hayati ile ilgili bir hikaye anlatiyordu. donatello'yu ninja kaplumbagalardan ogrenmis bir apartman cocugu olarak vay anasini dedim. sonra cocuklardan bazilariyla konustum ve defterlerine baktim. allam cocuklarin hepsi resim ve yazi ustasi gibiydi.

    sonra mutfaga gittik. birkac cocuk yemek yapiyordu. mutfak buyuk bir ciftlik evinin mutfagina benziyordu. oturup cocuklarla yemek yapmak istedim. kokular, atmosfer filmlerden firlamis gibiydi.

    ordan ciktik metal ve tahta atolyesine gittik. her bir cocuk tahta'dan chisel (metal bicak gibi birsey) ile oyarak heykel yapiyordu. kimisi misirli firavun, kimisi antik yunan heykeli felan... buradan da way babo diyerek ayrildim.

    muzik derslerine girmedim, ama orada da neler oldugunu asagi yukari tahmin edebiliyorum.

    sonra okuldaki ogretmenlerden biri geldi ve bizimle konustu. okulun felsefesini vs. anlatti (onlara wikipedia'dan bakin ilgiliyseniz). cocuklar sabah geldiklerinde eurhytm denen dans, egzersiz tarzi birsey yapiyorlarmis once vucutlarini ve zihinlerini uyandirmak icin (bizdeki andimiz gibi ama daha zevkli oldugunu tahmin ediyorum). sonra iki saatlik dersten sonra disari cikip temiz hava aliyorlarmis yarim saat boyunca. hava karli, yagmurlu bile olsa cikiyorlarmis. kadin "there is no bad weather, but only bad clothes" dedi. yani kotu hava yok kotu giysiler var. cocuklarin temiz hava almadan, oynamadan, hareket etmeden ogrenemeyeceklerinden felan bahsetti. ha bir de birinci siniftan itibaren yabanci dil (ispanyolca ve almanca) ogrenmeye basliyorlarmis. baska diller de vardir belki. yemekhanede (ki yemekhane demek dogru olmayabilir, daha cok bir evin mutfagi sicakliginda bir yer) orada taze yapilan yemekler yiyorlarmis.

    neyse uzatmayayim. neticede waldrof ulkemizdeki tabirle yaris ati degil insan yetistirmek icin hizmet veren bir egitim kurulusu (ya da zincir mi desek). ulkemizde meb'in ne yapip edip bu tarz okullar acilmasina izin vermesi lazim ki, kucuk de olsa liseyi bitirip de psikopata baglamamis bir azinlik olabilsin.

    edit: bahsettigim okul chicago waldrof school
  • su diyolaga sebep olmus okuldur.

    deli waldorf okullarini bir tanidigina anlatir ve ekler;
    -cocuklari gondermek istiyorum, arastirdim var yakinda
    -e senin kiz hippi mi olacak yani?
    -he? hmm evt...
  • şu an istanbul çekmeköy'de veli insiyatifiyle kurulmuş bir waldorf yuva mevcut
  • antroposofi temelli eğitimi savunur, sağlarlarmış. araştırma, öğrenme aşamasındayım ben de
  • çocuğu, akrabasının, arkadaşının çocuğu giden olursa buralara yazsın istediğim.
    hani olur da doğurursam...
  • anaokulları ile iş yapan birisi olarak söylüyorum kadıköy ve üsküdar bölgelerine hizmet veren ve hakkıyla waldorf eğitimi verecek olan bir okul açılıyor. ilgilenenlere yardımcı olabilirim.
  • temel eğitimde montessori'yi waldorf'a tercih etsem de, mimari açıdan konuşacak olursak waldorf okulları birçok okula nazaran binalarını genellikle daha sosyal binalarda konuşlandırıyor. okuldaki sıraların, renk seçiminin, pencere büyüklüğünün, koridor yapılarının ve daha başka muhtelif mimari elementlerin insan psikolojisi ve eğitim verimliliği üzerine doğrudan etkisini oldukça iyi analiz ediyorlar. buna en iyi örneklerden biri chorweiler-köln'de kullandıkları okul binasıdır.

    ben nereden biliyorum peki? bachelor boyunca yaptığım projeleri göz önünde bulundurarak bende "müze ışığı" gören sevgili hocam* tarafından müze mimarisine iteklenmeme kafa kaldırarak tezimde okul mimarisinde uzmanlaştım (avusturya sistemi). bir sene boyunca waldorf'uydu, offeneschulesiydi, freiluftschulesiydi, adeta üçüz çocuklarını leş imam hatip pençesinden kurtarmaya çalışan anne edasıyla okul okul gezdim. sayısız makale okudum. sonunda da edindiğim tüm insight ile bu tespitte bulundum.

    +++
    tabii bir de fasulyenin faydaları var. buraya geldiyseniz muhtemelen çocuğunuz için okul arayışlarına girmişsinizdir. ben bitirme projemi yaparken waldorf prensibiyle işleyen bir okul projesi üstünde çalıştığım için, bu okulların aklınıza gelebilecek her şeylerini inceleyip analiz etmek zorunda kaldım. size gözlemlerimi ve düşüncelerimi anlatayım.
    bunu anlatırken de mimariye girmeden yapacağım. ne gördüysem, ne okuduysam, bu çocuklarla konuşup derslere girerken neler dikkatimi çeldiyse onları yazacağım.

    waldorf eğitim sistemini hayatın ilk 7-8 yılı için her çocuk adına muazzam önemli buluyorum. hayatı deneyimleyerek öğrenmesi gereken çocuklara bu fırsatı tanıyor. waldorf çocuklarını birçok çocuk arasında gördüğünüzde "bu çocukta farklı bir şeyler var" hissini yenemezsiniz. zira, o çocukta gerçekten farklı bir şeyler vardır.
    kibirden arındırılmış, empati yetileri ve özgüvenleri yüksek, yardımlaşma/imece bilinci oluşmuş, doğayı anlayan, kendilerine yetebilen, öğrenmeye açık ve sorumluluk sahibi çocuklar yetiştiriyorlar. neleri yapıp neleri yapamayacaklarını bilmelerine rağmen, denemekten ve hata yapmaktan korkmayan çocuklar.
    bunun ne kadar kıymetli olduğunu orta okulda, lisede, üniversitede başarısız olduğunuz bir dersin sınavından önce yaşadığınız stresi, karın ağrısını, uykusuz geceleri düşününce anlayabilirsiniz. waldorf çocuğu için matematikten 100 almak önemli değildir. matematiği anlamak önemlidir. bilir ki bir sınavdan 100 alamazsa ama yeterince çalışırsa bir sonraki sınavda daha iyi yapar. belki gene 100 alamaz ama kesinlikle daha iyi yapar. çalışmaya ve başarıya inancı vardır. bu süreci de karnına ağrılar girmeden, ders çalışırken gözyaşlarına boğulmadan geçirir.
    bunları bir tarafımdan atmıyorum bu arada, gayet bu verilerle alakalı paylaşılmış araştırmalar var.

    peki neden ilk 7-8 yıl? aslında bu her çocuk için 7-8 yılı değil. yani bana kalırsa her çocuk ilk yedi yılda waldorf gibi bir sistem içinde yetişmeli ama bazısı bu sürede waldorf'tan alabileceği her şeyi tamamlayıp ileriki yaşlarında başka eğitimlerle başarılı olabilecekken, bazısı gene waldorf'ta kalarak başarılı olabilecektir.
    burada önemli olan çocuğunuzu ne kadar tanıdığınız ve çocuğunuzu bir süper projeniz olarak mı, yoksa bir birey olarak mı gördüğünüz.
    her çocuk matematik teoremi yazacak, satranç birincisi olacak, golgi cisimciği parçalayıp nasa'ya başkan olacak değil. bunların gerekmediği birçok mükemmel meslek var.
    yani burada en büyük sorumluluk ve karar size düşüyor.
    eğer çocuğunuzun bir fen lisesinde mutlu olacağını düşünüyorsanız, ilkokul 4. sınıftan sonra alın waldorf'tan, kurbağanın sindirim sisteminin karekökünü alabileceği bir okula verin.
    eğer çocuğunuzun bir fen lisesinde ya da bir anadolu lisesinde mutsuz olacağını düşünüyorsanız, elleşmeyin.

    evet, waldorf okullarında genellikle pozitif bilimler eğitimi diğer okullara nazaran zayıf. mesela yaşadığım ülke olan avusturya'da, pisa verilerine göre waldorf öğrencileri sadece iki alanda oecd ortalamasının üstündeler, ki bu ikisinden biri ortalamanın çok azıcık üstü. gene de merak etmeyin, waldorf mezunları da aç ya da açıkta kalmıyor. çok büyük bir kısmı üniversite bitiriyor ve hepsi iyi işler başarıyorlar.
    daha sekiz yaşındayken iki basamaklı sayıları tak tak tak kafadan çarpabilen bir çocuk tanıyorum mesela; bu çocuk waldorf'ta elbette bir noktadan sonra mutsuz olurdu çünkü ihtiyaçlarını karşılayamazdı. hayat, her zaman herkes için şiir okuyup yağmurda dans etmekle geçmiyor. öte yanda en iyi tanıdığım kişiden, kendimden örnek vereyim, ailem beni bir waldorf okuluna yollamış olsaydı, şu an çok daha mutlu ve başarılı bir insan olurdum.

    şunu anlamak gerek, hayatın ilk 7-8 yılında, üç bilinmeyenli denklem çözmek önemli olmamalı. hayatının ilk 7-8 yılında çocuğa ahlaki değerleri kazandırmak, karakter ve beyin gelişimine fayda sağlayacak metotlar benimsemek önemli olmalı. üç bilinmeyeli denklemi de, integrali de, organik kimyayı da zaten zamanı gelince öğreniyorlar; ama kişilik dediğimiz mefhum hayatın erken dönemlerinde gelişimini büyük oranda tamamlamış oluyor. yani önemli olan şu: kişilik taşlarının yerine oturduğu ilk yılları nasıl geçirdi bu çocuk?
    her şeyin bir zamanı var ve o zamanı kaçırmamalı. kişilik ve beyin gelişimi bir ömür sürmüyor ama organik kimya bir ömür öğrenilebiliniyor. bu durum ileride doktor olacak çocuk için de böyle, piyanist olacak çocuk için de.
    bu ilk yedi yılda, sınavda arkadaşını geçemediği için aklına, yeteneklerine, bireyselliğine hakaret edilerek, özgüveni yıkılarak yetiştirilen çocuklar olursa önceliğiniz, çocuğa ne tür bir hayat görüşü ve kişilik kazandırdığınıza da ileride ağlamayacaksınız.
    "benim çocukta sınav stresi var", "oğlanın ağzına hala kaşıkla yemek veriyorum", "kızın okumakta gözü yok", "bu evde bütün iş benim üstümde, on yaşına geldi hala dötünden çıkardığı donu bile yerde bırakıyor" diye hayıflanan ve pedogoglara para döken birileri varsa bu entry'i okuyan, bir waldorf ya da montessori pedagogu size yanlış yaptığınız 1001 şeyi sayabilir.

    türkiye'de anne babaların şunu iyi anlaması gerek. çocuğunuza, tıp oku, mühendis ol, avukat olmazsan sana küserim, diye baskı kurunca sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirmiyorsunuz. sağlıksız, mutsuz, birey olamamış insanlar yaratıyorsunuz.
    babanızın halasının gelini yarım ağızla, nihal'in oğlu da doktor olmuş, yıldız'ın kızı atom parçalıyormuş, diyecek diye çocuklarınızı seksen senelik mutsuzluğa mahkum etmeyin. çocuğunuzun mutluluğu elalemin takdirinden ve mesleki titrden daha önemli olmalı.

    yukarıda temel eğitimde montessori demiştim. montessori'yi evde uygulamaya koymak çok daha iyi. zira elinizin altında bebeğin doğduğu günden itibaren izleyebileceğiniz bir rutin, belli bir sırayla tanıştıracağınız oyuncaklar mevcut. izlemeniz gereken her şey adım adım belirlenmiş ve bu ebeveynin işini mükemmel kolaylaştıran bir şey. özetle, yarın öbür gün anne olduğumda, en azından ilkokul/volksschule için waldorf'u, evdeyse montessori prensiplerini yerleştirmeyi isterim. sıradan bir anaokulunda gördüğüm manzara, durduk yere yanındaki çocuğun kulağını ısıran arsızlar ve onlarla kaynaşmak zorunda kalan zavallı çocuklarken (üzümün zamanla üzüme benzemesi riskini de taşıyorsunuz burada), bu iki eğitim prensibiyle işleyen okullardaki çocuklar son derece naif ve bilinçliydiler. sistemleri bunun üstüne kurulu zira. bilinç. yardımlaşma bilinci, doğa bilinci, çalışma bilinci, başarızlığın hayatın bir parçası olduğu ama hayatın sonu olmadığı bilinci...
    montessori ve waldorf tarafları da birbirleriyle çok çatışırlar ama ikisinden birini seçmek zorunda değilsiniz. montessori prensiplerine aşinaysanız hiçbir şekilde çocuklar için hazırlanmış fantazi oyunlarına izin vermediğini bilirsiniz mesela ama iki yaşındaki çocuğunuzu bırakın biraz pretend play yapabilsin. sıkmayın çocukları yahu.

    entry'mi bitirmeden önce size içeriden bir bilgi vereyim. türkiye'de çocuk psikolojisi ve sanat terapisi üzerine çalışan bir arkadaşım var. dört beş sene almanya'da okuyup bir waldorf okulunda çalıştıktan sonra türkiye'ye döndü. dediğine göre, montessori de olsa, waldorf da olsa, türkiye'de henüz %100 olarak bu eğitim prensiplerine bağlı kalarak çalışan okul yok. iddia ediyorlarsa da yalan söylüyorlar. zira şöyle bir olay var, waldorf'un köklü olduğu ülkelerde, waldorf okullarında çalışan öğretmenlerin çok büyük kısmı waldorf mezunları. türkiye'de geçmişi ne kadardır bu okulların? ya da kaçının bir koruya, ormana sınırı var ki doğal hayatı eğitimin parçası haline getirebilsin? avusturya'daki waldorf okullarında 12 ay - 36 ay arası sınıflarda sadece 12 çocuk oluyor ve bu çocukların başında üç tane öğretmen bulunuyor. 36 ay - 60 ay arasında ise üç öğretmen ve 24-28 çocuk oluyor. türkiye'de bunları sağlayabilecek bir okulun ücretiyle herhalde her yıl bir ev alınırdı.

    neyse, benim gidip gezdiğim okullarda, konuştuğum çocuklar ve öğretmenler arasında montessori ve waldorf çocukları sahiden apayrıydılar. türkiye'de, sana vurana sen de vur, üstüne kurulu düzeni bildiğimden, 14 yaşındaki çocuğunun tabağına yemesini beklediği zeytinleri dizen babalar gördüğümden, inanın buraya ne kadar yazsam da kafi değil. hayattan beklentiler o kadar apayrı ki iki ülke insanında, o kadar olur.
    entry çok orada burada oldu ama toparlamak için pek gönlüm yok. aklıma ne geldiyse yazdım biraz ama genel fikri iyi kötü anlatabilmiş olduğumu umuyorum. entry'mi bitirirken de sizleri şu video ile başbaşa bırakıyorum. en azından almanca bilenlerinizi.
hesabın var mı? giriş yap