• http://tinysong.com/skfx

    laura marling bir anda play count'u sıfır olan bu şarkıyla itunes'un repeat'ine takıldı geçen gün. benim de takıldığım bir andı ki, 1 saatin sonunda hala aynı şarkıyı dinlediğimi fark edince burnuna çimen değdirilip uyandırılmış biri gibi kendime geldim. kısa zamanda iliklerime fark etmeden sızan kadının sesi, söyledikleriyle birleşti, 4-3-2-1 keki gibi alelacele hazırlasan da tadı hep çok güzel olan bir şeye döndü. tesadüfen önüme çıkan ya da içine girdiğim her güzel şeyde olduğu gibi. tesadüf olmasına inanmanın güç olması gibi. dili kesilen bir kadının sözleri kulaklarıma doldu. taştı.

    forgive me, hera, i cannot stay,
    he cut out my tongue, there is nothing to say,
    love me, oh lord, he threw me away,
    he laughed at my sins, in his arms i must stay.

    he wrote: 'i'm broke, please send for me.'
    but i'm broke in two, and spoken for, do not tempt me.

    her skin is white, and i'm light as the sun,
    so holy light shines on the things you have done.
    so i asked him, how he became this man?
    how did he learn to hold fruit in his hands?
    and where is the lamb that gave you your name?
    he had to leave, though i begged him to stay.

    left me alone, when i needed the light,
    fell to my knees, and i wept for my life,
    if he had of stayed, you might understand,
    if he had of stayed, you never would have taken my hand.

    he wrote: 'i'm low, please send for me.'
    but i'm broke in two, and spoken for, do not tempt me.

    and where is the lamb that gave you your name?
    he had to leave, though i begged him to stay.
    begged him to stay, in my cold wooden grip,
    begged him to stay by the light of this ship.
    me fighting him, fighting life, fighting dawn,
    and the waves came and stole him and took him to war.

    he wrote: 'i'm broke, please send for me.'
    but i'm broke in two, and spoken for, do not tempt me.

    forgive me, hera, i cannot stay,
    he cut out my tongue, there is nothing to say,
    love me, oh lord, he threw me away,
    he laughed at my sins, in his arms i must stay.

    we write, that's alright, i miss his smell.
    we speak, when spoken to, that suits us well.
    that suits us well.
    that suits me well.
  • bkz: onlarca kere dinledikten sonra konuştuğun dile katmak istediğin şarkılar.

    affet beni hera, kalamam
    dilimi bağladı
    başka bir şey diyemem

    beni fırlatıp attı
    güldü günahlarıma
    kalmalıyım onun kollarında

    meteliksizim
    diye yazdı
    lütfen gönder bana
    ama ben de beş parasızım
    ayrıca başka biri var
    beni ayartma

    teni bembeyaz
    ve güneş gibi ışıldıyorum
    öyle ki, kutsal ışık altında parıldıyor yaptığın her şey

    sonra ona sordum
    nasıl bu adam haline gelmişti
    parmaklarının arasında meyve tutmayı
    nasıl öğrenmişti

    ve sana adını veren masum neredeydi?
    yalvarmama rağmen gitmesi gerekti

    yapayalnız bıraktı beni ışığa ihtiyacım varken
    dizlerimin üstüne düştüm, hayatım için ağlarken

    kalmış olsaydı, belki anlardın
    kalmış olsaydı, ellerimi asla tutamazdın

    sefil bi haldeyim
    diye yazdı
    lütfen gönder bana
    ama ben de beş parasızım
    ayrıca başka biri var
    beni ayartma

    ve sana adını veren masum neredeydi?
    yalvarmama rağmen gitmesi gerekti

    kalması için yalvardım, içinde soğuk ahşap mengenemin
    kalması için yalvardım, ışığında bu geminin

    onunla olan kavgam,
    ışıkla, şafakla kavga
    ve gelen dalgalar onu çalıp
    sürüklediler savaşa

    meteliksizim
    diye yazdı
    lütfen gönder bana
    ama ben de beş parasızım
    ayrıca başka biri var
    beni ayartma

    affet beni hera, kalamam
    dilimi bağladı
    başka bir şey diyemem

    beni fırlatıp attı
    güldü günahlarıma
    kalmalıyım onun kollarında

    yazıyoruz.
    her şey yolunda
    özledim kokusunu

    konuşuyoruz,
    konuşulduğu zaman
    tam da uyuyor bize bu
    tam da uyuyor bize bu

    tam da uyuyor bana bu
  • berlinale 2017'de altın ayı ödülünü kazanan on body and soul adlı filmde geçen güzel şarkı. filme de çok güzel gitmiş bence.
  • laura marling denen üstün yetenekli hanım kızımızın yazdığı en etkileyici şarkılardan biridir. şarkıdaki harika vokaller ve yavaş yavaş başlayan gitarın yarattığı his gerçekten bambaşka. laura marling, bu şarkıyı savaş sırasında askerlerin eşlerine yolladıkları mektuplar hakkında bir makale okuduktan sonra yazdığını söylemiştir.
  • teströl és lélekröl filminde de geçen laura marling şarkısı. kalbinize bıçağı saplayıp çevirmekten pek de farkı yok. ilkini yapamıyorsanız bu şarkıyı dinleyerek benzer bir his yakalayabilirsiniz.

    forgive me hera,
    i cannot stay
    he cut out my tongue,
    there is nothing to say

    love me? oh lord, he threw me away,
    he laughed at my sins, in his arms i must stay

    he wrote, i'm broke
    please send for me
    but i'm broken too,
    and spoken for
    do not tempt me

    her skin is white, and i'm light as the sun,
    so holy light shines on the things you have done

    so i asked him,
    how he became this man?
    how that he learned
    to hold fruit in his hands?

    and where is the lamb that gave you your name?
    he had to leave, though i begged him to stay

    left me alone when i needed the light
    fell to my knees, and i wept for my life

    if he had of stayed, you might understand
    if he had of stayed, you never would've taken my hand

    he wrote,
    i'm low
    please send for me
    but i'm broken too,
    and spoken for
    do not tempt me

    and where is the lamb, that gave you your name?
    he had to leave, though i begged him to stay

    begged him to stay in my cold wooden grip
    begged him to stay by the light of the ship

    me fighting him,
    fighting light,
    fighting dawn
    and the waves came,
    and stole him,
    and took him toward

    he wrote,
    i'm broke
    please send for me
    but i'm broken too,
    and spoken for
    do not tempt me

    forgive me, hera, i cannot stay
    cut out my tongue, there is nothing to say
    love me oh lord, he threw me away
    he laughed at my sins, in his arms i must stay

    we write
    that's alright
    i miss his smell

    we speak,
    when spoken to
    that suits us well
    that suits us well
    that suits me well
  • peaky blinders da olmasa bu şarkıyı bulur muydum bilmiyorum ama bulduğum için çok şanslı olduğumu düşündüğüm şarkı. o 3:33'de "i miss his smell" kısmı için bile sonsuza kadar dinleyebilirim. ama en baştan o dakikaya kadar beklemem gerek dinlerken. tadı o zaman çıkıyor. o zaman loop.
  • +

    sonra hiçbir vedanın tam olarak bir veda olmadığını anladığın bir anda, diline, kalbine usulca sızan bir bıçak parıltısıyla, kanadığını bile bile, sustuğunda havayı ağırlaştıran şeylerin tozundan, pasından kaçınarak, konuştuğunda sözcüklerin dolaylı bir yolla da olsa ona varacağını bilerek... dilini kanatan sözcükleri içinde dışarı kusmak için. dilinin paralanacağını, pişman olacağını bile bile. susmak ya da konuşmak pek bir şeyi değiştirmiyor aslında. bardakların yeri değişmiyor. çoraplar aynı çekmecede. düşüncelerin değişmiyor. gömlekler ütüsüz, askıda. sakallar uzamış, bacakların kendi kayasını taşıyanların ağırlıyla et kesmiş. ağrıyan bir şeyler var ama tam olarak nerede?

    seni daha canlı, mutlu, neşeli yapan şeylerin hatırası evin her yerinde öylece duruyor. aynı hatıralar acıtıyor. dünün ve bugünün farkı bu kadar işte. evden çıkmanla dönüşün arasına sıkışan her şey öyle önemsiz, anlamsız ki... arkadaşlar çağırıyor, dostlar 'iki bira içelim' diyor. dönesin yok, gidesin yok. nereye gitsen orası yıkılacak üstüne. nerede kalsan kaçak uykuların ve tütünün ülkesi olacak orası. bunun farkında olmak canını yakıyor. bir şeylere sığınıyorsun ki aslında sığındığın şeylerin sana böyle bir şey vermek gibi bir derdi yok. sonra onlara her mağlup gibi küsüyorsun.

    sonra bir çocuğun ardına saklanıyorsun. bir şeylerin sızısını dindirmenin en güzel yolu çocuklarla kör ebe oynamak. ardına saklandığın her kahkaha, her içten dilek, sağlıcakla kalmasını umduğun her temas orada öylece duran şeylerin hatırasını tutuyor. yanlış değil, belki bazen üzücü. belki hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz şeylerin anlamıdır bizi yaratan. belki unutmak istediğimiz şeylerin bizlere hatırlattığı duygularla baş edebilmek için verdiğimiz mücadelenin anıtıdır tüm bunlar. hatırlamakta yanlış bir şey yok, unutmakta olduğu kadar.

    her şey öylece sürüp gidiyor. acı veren tam olarak bu. acı var evet. orada öylece duruyor ama tutup karşına alıp konuşamıyorsun mesela. bir şeyler öylece durmuyor yerli yerinde. içinde kalkıp inen, sürekli hareket eden, bir şeylere çarpıp duran, kırıp döken, azalır gibi yapıp aniden bastıran, gece, gündüz, zaman, mekan tanımayan arsız bir şey var. söz dinlemiyor. bir tokat atabilsen yüzüne uslu durması için. bağırsan, çağırsan. gırtlağına yapışşsan. öyle sinsi bir düşman. hem canına okuyor hem gölge bkosu yapıyor. öyle bir vuruyor ki feleğin şaşıyor. göremiyorsun. yok, yapamıyorsun. gücün yok, sözün zaten geçmiyor. her şey ama her şey öylece sürüp giderken, içinde olup biten onca şeyin acı denen bu benzersizliğin kapladığı alana, hissettirdiği ağırlığa teslim oluşu... biliyorsun, farkındasın, uyumak, unutmak istiyorsun. bir şarkı çalıyor, film başlıyor, ışıklar sönüyor.... o düşüncelerle çarpışmamak için dünyanın en saçma, düşüncelerine kapılmaya hazırsın. her şeye gülebilir, her şeye, herkese kızabilir, evdeki perdelerle dövüşebilirsin. kalkıp gecenin bir yarısı kendine çay yapıyorsun. üstelik sevmiyorsun. sigara yanıkları gecenin perdelerini delip geçiyor. oralardan sokakları izliyorsun.

    en uzun gece... her şey ama her şey öylece sürüp giderken bir daha eskisi gibi olamayacağını bilmenin gecesinde... oysa her şey esikiden olduğu gibi işte... karanlık öncekinden daha karanlık değil, güneş daha parla doğmuyor. yağmur içini arındırmak için yağmıyor, çöpçüler çöpleri kendine daha fazla acıma diye toplamıyor. hiçbir şarkı, film ya da kitap onun için ya da senin için yazılmadı. tabii senin yazdıkların dışında. herkes için birisi, birisi için herkes... yerleşiklik ya da göçebelik... yas ya da mutluluk... her şey bildiğince sürüyor. isyan yok, acı yok, ah yok... hepsinden biraz var ama... bir süre de daha olacak, biliyorsun.

    sonra bir gün diğer günlerden daha iyi uyanıyorsun. değişen hiçbir şey yok ama daha iyi hissediyorsun. içinde tarif edilemez bir huzur, dinginlik var. dinmişsin artık. biliyorsun ama beklemiyorsun. dişlerini fırçalarken aynaya bakıp, işe gitmek yerine bir kıyıya inmek geçiyor aklından. yapıyorsun ya da yapmıyorsun. artık içindeki o tarifsiz acı tatlı bir tebessüme dönüşüyor. öfken dinginliğe. tüm kötü düşüncelerini geri alıyorsun. ah yok, beddua yok... değişen hiçbir şey yok aslında... hiçbir şey değişmiyor... nihayet anlıyorsun...
  • şahaneler şahanesi on body and soul ile yeniden hatırlanan laura marling şarkısı.
  • laura marling şarkısı.

    dinleyip etkilenmemek için kalp atmamalı. göz görmemeli, gönül sevmemeli.
    bazı şarkılar göreceliğin tüm kapılarını içeriden kitler. işte bu şarkı da; böyle bi şarkı.
  • gecenin bu saatinde içimi kanatan şarkı.
hesabın var mı? giriş yap