• bu yılın, hatta tüm zamanların en iyi filmlerinden biri.

    hayvanlar üzerinden sınıf mücadelesini, iktidarı, tüketim toplumunu, ayrımcılığı, hoşgörüyü nasıl anlatabildiğine hala inanamıyorum. izleyeli iki gün oldu ve kafamı yeni yeni toparlıyorum.

    --- spoiler ---

    o köpeğin korkularını, kafa karışıklığını, sevincini, intikamını, üzüntüsünü nasıl anlattığını gerçekten anlamıyorum. böyle bir filmin kesinlikle onlara zarar vermiş veya herhangi bir biçimde sömürmüş olabileceğine hiç inanmıyorum. tepede otururken köpeğine numaralar öğretmeye çalışan adamı gördüklerinde lili'nin hagen'e, "ben sana böyle davranmayacağım" demesi bile benim için bunu gösterir. dolayısıyla muazzam bir oyuncu yönetiminden bahsediyoruz.

    sömürdüğüne emin olduğum tek şey benim. ruhum emildi resmen ve bir yerden sonra ağlamak da yetmedi.

    bu yozlaşmayı çözmenin yolunun anlamaya çalışmak ve eşitlikten geçtiğini anlatmanın daha iyi bir yolu var mı ki? solist lili, şef hagen ve köpek orkestrasıyla sahnede aynı şekilde uzanmak kadar estetik bir şey olabilir mi bilmiyorum.

    --- spoiler ---

    izleyiniz.
  • rüya gibi bir açılış sahnesi ile ters köşeye yatıran, bazı sahneleri ve konusu itibariyle, size farklı farklı hollywood filmlerinin sahnelerini hatırlatsa da hagen'in sokakta kalmasından itibaren insanı içine çeken bir hikaye anlatmayı başarmış filmdir. küçükken ayı'yı izlerken içim parçalanmıştı. bu film de öyle başlayıp beni gerilim dolu bir aksiyonun içine bırakıverdi.
    film boyunca köpek eğitmenlerinin halini düşündüm durdum. onlarca köpeğin nizam içinde rol yapmasını sağlamak kolay olmasa gerek.
    filmin doruk noktasındaki müziklerle görüntülerin uyumu da ayrı bir güzellik olarak zihnime kazındı.
    köpeğimizin melez olduğunun üstüne basıla basıla söylenmesi, filmde karşımıza çıkan bazı karakterlerin de farklı etnik kökenlere sahip olması esas derdin ırkçılığa dair olduğunu düşündürtüyor haliyle. köpeğin içindeki şiddetin ortaya çıkartılması, intikam hırsı, çözümün şiddetten uzak bir yöntemle elde edilmesi ve filmin sonunda köpeklerin akıbetine dair bir fikrimizin olmaması ("biraz zaman tanıyalım") herkesi bir başka noktaya götürür sanırım.
  • hitchcock'un "kuşlar" filminde katastrofik saldırının nedeni bir sır olarak kalıyordu. bu elbette kadınlığın cinsel-sosyal psikopatolojisinin ve bastırılmış ensest enerjisinin araştırılmasının doğal bir sonucuydu.

    fakat beyaz tanrı adlı muhteşem filmde kısa dalgalı bir distopik evren meydana getiren köpeklerin saldırısı intikamcı nedenlere dayandırılıyor. filmin hitchcock'un sinemasından saptığı nokta da burasıdır.

    bir tür uyarı niteliğindeki bu vahşi saldırının hedeflerinin tek tek bakıldığında kötücül itkilerin yönlendirdiği vatandaşlar olması kayda değerdir. masumlar hiçbir yara almazlar mesela.

    bu film de hitchcock sineması gibi doğal gündelik akışın bozulmasıyla ilgilidir. bir gün her şey tersine dönüp de dünya yaşanmaz bir hale gelirse, işte o vakit ne yapacağız sorusu bir kural olarak belirir.

    yeni bir enerjiyle dolu güzel bir film.
  • öncelikle bu yazıyı telefondan yazdığımı belirtmek istiyor, muhtemel yazım ve anlatım hatalarım için baştan özür diliyorum. en kısa zamanda kontrol edeceğim yazıyı.

    peki niye bu acele? filmi yeni izlemişken her şey tazeyken yazmak istiyorum.

    şimdi...

    yakın bir arkadaşım geçenlerde "bebişim beyaz tanrı filmine 2 biletimiz var ama gidemeyeceğiz. sen giden mi?" dedi. ben de "he ya giderim ne de olsa işsizim" dedim. konusunu azıcık okudum ama işte "bir kiz var bir de onun köpeği sonra barınak varmış" ekseninden çıkamadım. spoiler yemekten ya da kötü yorum okumaktan korktum açıkçası çünkü evden pek çıkmıyorum. sinema da evden çıkmak için güzel bir bahane olduğundan hevesim kırılmasın dedim.

    peki bunlarını niye anlatıyorum, özetlersem:

    1 - bir kere bu filme ben gitmedim, film bana geldi yani beğenilerime ya da önerilere dayanarak bir seçim yapmadım
    2 - konusuna hakim olmamakla birlikte off hayvanlı filmmiş (sanki leslie meh), peff şeklinde olumsuz bir düşünce ile gittim.

    sonuç:

    iki kelime ile "ağzıma s.çıldı".

    tamam aylardır ışid bilmem ne derken korkunç katliamlar duyduk, korkunç ölümler. insan denen varlığın ne kadar korkunç olabileceğini sanırım artık daha iyi kavradık yanı başımızda olanlarla ama bu film yine de korkunç bir tokat vuruyor insanın yüzüne. ağız burun kanatan cinsten hem de. insanlar sadece kendilerine zarar vermiyorlar, çevrelerindeki her canlıya zarar verecek güçteler. zarar vermek sadece canını yakmak da değil, insan denen canavar başka canlıları da canavarlaştırmaya muktedir. işte bu film bunu gösteriyor.

    evet filmin sonunda uyarı var, çekim aşamasında hiçbir köpeğe zarar verilmemiştir diye. vermemişlerdir de orada yenen b.kları yiyen insanlar yok mu? var allah kahretsin ki var.

    film hakkında çok farklı yorumlar var burada. size tavsiyem feher isten başlığı altındakileri de okumanız. ben sanırım sadece insanların zalimliklerine odaklanabildim. başka bir şey görmedi gözüm.

    aynı şeyleri avatar * "appa's lost days"de de hissetmiştim ve size bir şey söyleyeyim mi, o 20 dakikalık bölüm de bu filmden az etkileyici değil. bu karşılaştırmada yerme ya da yüceltme yok, yanlış anlaşılmasın. sadece sevgi dolu bir hayvanken kaçırılıp oradan oraya sürüklenen appa'nın dramı, geçirdiği değişim ve sonunda insanlardan ürken yaralı bir hayvana dönüşümü inanılmaz etkileyici.

    --- spoiler ---

    aynı, kendisini yakalamaya ve barınağa götürmeye gelen görevlinin elini yalayan hagen'in korkunç bir katile dönüşmesi gibi.

    --- spoiler ---

    ay çok yazdım. kısaca azıcık bile düşünürseniz eleştirecek bir sürü nokta bulursunuz filmde. tamam ama bu film kusurlarının toplamından fazla. izlemeye değer bence. işte öyle.

    haaaaa unutmadan, filmin müzikleri de inanılmaz güzel ve her güzel soundtracki burada paylaşmayı görev edinmiş ben görevimi tamamlamak isterdim ama henüz bir şey bulamadım. bulunca koyarım.
  • white god, 2014 cannes film festivalinde belirli bir bakış açısı kategorisinde en iyi film ödülüne sahip aynı zamanda 51. altın portakal film festivalinde uluslarası film yarışması kategorisinde aday filmlerden bir tanesidir. macar yönetmen kornel mundruczo'nun yönettiği, macar hükümeti tarafından safkan olmayan köpeklerin toplanıp, barınaklara gönderilmesi sonucu 13 yaşında bir kız çocuğunun köpeğini kurtarmak için verdiği mücadeleyi ve insanlarla köpekler arasında çıkan savaşı anlatılan çok çarpıcı bir film olarak kazınmıştır zihnime. film sonrasında, film ekibiyle (sadece 13 yaşıdaki lili yetişebilmişti gösterime) yapılan sohbet sırasında film sahnelerinin dijital değil gerçek olduğunu öğrenince şaşkınlığım biraz daha arttı.

    --- spoiler ---
    zannediyorum ki lili burada dövüş sahnelerini kastetmiyor çünkü yapılan yanlış düzenlemeye dikkat çekmeye çalışan bu filmde insanın içini parçalayan köpek dövüşü sahneleri vardı. eger ki bu sahneler gerçek ise film hiçbir amaca hizmet etmeyecek olup, şiddetle kınadığım bir kategoriye dahil olacaktır. köpek dövüşü sahneleri demişken 'sivas' filmi ile ilgili polemiklere gülmekten kendimi alamıyorum. bir tarafta hayvanlara yapılan işkenceyi ele aldığı için cannes film festivalinde ödül alan bir film, diğer yanda dövüş sahnelerinin gerçek olmadığı belirtilmesine rağmen bir takım türk oyuncular ve hayvanseverler tarafından terkedilen bir türk filmi. varın kararı siz verin.
    --- spoiler ---

    sonuç olarak; sıradan bir başlangıç yapan ve sonlarına doğru macera filmine dönüşen bu dram filmini izlemenizi tavsiye ederim. tabii bir hayvansever olarak salya sümük çıktım filmden o ayrı konu.
  • bir hayvansever olarak hagen reyis'in intikam sahnelerinde içimin yağlarını erittiği film.
  • neredeyse bir fabl. köpeklerin bir dile gelmediği kalmış, fakat davranış dilini buna gerek bırakmayacak derecede iyi kullanmışlar. insani bütün duyguların köpek bedenlerinden seslendiğini görebilirsiniz bu filmde.

    beyaz tanrı, tanrısı tarafından sahip çıkılamamış, terk edilmiş bir köpeğin, hagen'in düşkırıklığı üzerine kurulmuş bir hikaye. koruyucu kusursuz tanrı bir kusur işlemiş ve bu da kulunun hayatında, göz ardı edilemeyecek, çok ciddi pek çok aksaklığa yol açmış. peş peşe türlü acılarla terbiye edildiği bu döngüden kurtulur kurtulmaz da hagen, kendince bu aksaklıkların telafisini yapıyor; intikam alıyor. değersizlik duygusu ve şiddetle vahşileştirilmiş pek çok başka 'melez' arkadaşıyla birlikte, filmdeki ifadeyle 'bir ordu disipliniyle' hareket ederek, şehirde hüküm süren insan disiplinini safdışı bırakıp şehri bir gün olsun kendilerinin, istenmemiş köpeklerin kılıyor.

    filmin başında kendisini polise şikayet eden komşu dahil herkesten intikamını alana dek durmayan hagen'in, yalnızca lili'nin karşısında duraksamasının tek sebebi, hala kopmamış olan sevgi bağları. hagen'in öfke ve çaresizlik arası bakışlarında, hem özür bekleyen, hem özür dileyen bir gelgit görüyoruz. melez köpekler için geçerli katı ülke kuralları, sevgisizlik, düşmanlık, ayrımcılık -sadece ırk düzleminde değil, temelden insan ve hayvan arasında-, onlardan önce birer canavar yaratıp, sonra onlarla silahlarla savaşırken, geçmişe ait bir trompet sesi önce hagen'in, sonra -nasıl olduysa- onunkiyle birebir bağlı görünen diğer köpeklerin bilinçaltını okşuyor ve silahsız durduruyor bu vahşileşmiş grubu. sonunda tanrı'sının hagen'in bakışları seviyesine indiğini görüyoruz. kusursuz ve koruyucu değilse de sevgi dolu. uzun zaman öncesinde, hagen'in yalnız uyuyamadığı mutlu çocukluğunda kalmış güzel, yumuşacık hatıralardaki gibi.

    sarsıcı, hatta örseleyici bir film.
  • macaristan'ın gurur duyması gereken kornél mundruczó'nun, insanlar ve hayvanlar arasındaki iletişimden yola çıkıyormuş gibi görünüp ters köşeye yatırarak, yormadan sıkmadan değinmedik mevzu bırakmadığı muhteşem film. sonunda hiç gocunmadan ağladım.

    --- spoiler ---

    sözde 'insanlığımızla' baş başa kalmaya o kadar meraklıyız ki, 'diğerleriyle' birlikte yaşamak konusunda bir o kadar beceriksiziz. ırk bahanesiyle köpekler üzerinden uygulanan ayrımcılık, sadece insan olduğumuz için hayvanlar üzerinde kurabileceğimizi düşündüğümüz üstünlük şovlarıyla sarsıcı bir başlangıç yapıyor film. köpeği vahşileştirmeye çalışırken yapılan işkenceler, oldukça rahatsız edici köpek dövüşü sahneleri, bolca eli bıçaklı, kırbaçlı, sopalı insan görüntüleri, insanın ne derece kibrin esiri olduğunu vurguladıkça vurguluyor. başından sonuna kadar filmde tek bir mutlu insan bile yok. görüntüler hep gri, insanlar hep gergin, öfkeli. lili'nin müzik öğretmenini bile, filmin en agresif ve mutsuz karakterlerinden biri olarak görüyorsunuz.

    dakikalar ilerledikçe film, insan-hayvan arasındaki eşitsizlikten devasa bir toplumsal baskı, ötekileştirme, çoğunluk-azınlık eleştirisine doğru yol alıyor. belki de bugün var olan tüm sorunlarımızın çıkış noktası olan insanın bir nevi 'kontrol manyaklığı' işleri öyle bir tersine döndürüyor ki, insan-hayvan ayrımı olmaksızın evrendeki varlıkların birbirine yabancılaşma boyutunu dehşetle izliyorsunuz. aslında hepimiz biliyoruz, bizi bu yarattığımız 'sen-ben' düşüncesi bitirecek. mundruczó bu gerçeğe o kadar dâhiyane bir şekilde bakıyor ki, cannes film festivali'nden un certain regard ödülüyle dönmüş olması tesadüf değil.

    --- spoiler ---

    filmde köpeklerle birlikte çalışmak için üç aylık bir hazırlık sürecinden dahi geçen genç oyuncuzsófia psotta da, filmin her ayrıntısını ilmek ilmek işleyerek gerçek bir yönetmen olduğunu çoktan kanıtlayan kornél mundruczó da harika iş çıkarmış. öyle etkileyici ki, filmin hemen ardından bir kez daha franz liszt - hungarian rhapsody no.2 dinleyip sakinleşmek lazım.
  • filmi izlerken bir kez daha anlıyoruz ki, masumiyet, insanın yaratıldığı gün kayboldu...
  • bu filmi izlerken direk kıyas yapma gereği duydum. o kadar hayvanı senaryo doğrultusunda komut vererek oynatmayı geçtim, bir iki tanesini böyle yönlendirerek çekilecek türk filmi yoktur. varsa da çok çok azdır`:sivas filmini izlemedim. onu da izleyip ona göre editlerim`.
    piyasamızda senaryosal olarak gerekli olan köpeği sokakta arayan prodüksiyonla iş yaptığımızdan dolayı olsa gerek fikirlerim bu yönde.

    film ile alakalı yeterli tanım ve yorum girilmiş. ekstra bir diyeceğim, üstteki yazı harici yok. izlenilesi bir macar filmi.
hesabın var mı? giriş yap