• malların, kendi mallıklarını, diğer insanların da mal olduklarını düşündüklerinden, sanki onlar da aynı mallıkları yapacaklarmış gibi anlattıkları, sonuçta ne yaşanacaksa yaşansın, gerekirse tuvalet temizlensin, kaçırılmaması gereken bir hayat deneyimidir wat.

    ekşi sözlük hiçbir siki beğenmeme timi zaten bildiğiniz üzere her başlıkta (ve genel olarak hayatın her adımında) görev başında. hevesinizi baltalayan bu baltalara kulak tıkamayı ve sizi siz yapan içgüdülerinizi dinlemeyi öğrenmeniz belirli bir süre alacak. ben 34 yaşındayım, 24 yaşında wat için california'ya gitmeden önce bu başlığı okumuş olsaydım muhtemelen gitmezdim.

    hani acısıyla tatlısıyla diye bir klişe vardır ya.. hayat böyle güzel. valla. wat için gidin bir ajansa, ben ozman la gitmiştim, evet form doldururken destek olmamışlardı, evet beklediğim gibi ilgili değillerdi, aklınızdaki milyon tane soruyu içinize sinecek şekilde tam cevaplamıyorlardı, o dönemde çok haketmediklerini düşündüğüm bir komisyon alıyorlardı vb. ama biliyor musun, bunlar hep büyük resmin dışında kalan küçük can sıkıcı sinekler. senin çorbanın tadına etkileri yok. çorba hala lezzetli.

    california'da legoland ‘de iş buldular, kabul ettim. tam olarak ne iş yapacağımı, kaç para kazancağımı filan bilmiyordum ve bu beni sürekli kemiriyordu. iş görüşmesi için legoland'den arandım, sabahın 5'i filandı, hızlıca "senin için arkadaşların ne düşünür" "kendini tanımlamak istersen nasıl tanımlarsın" filan gibi sorular soruldu. burada önemli olan rahat olmak. senin götü boklu arkadaşının senin için ne düşündüğünü öğrenmek değil amaç. sen birşeylere nasıl cevap veriyorsun, mal mısın, ingilizce seviyen müşterilerin karşısına çıkmak için idare eder mi vb bilgiler edinmeye çalışıyorlar o kısacık görüşmede. sonra gittiğimizde öğrendim ki bu görüşmelerden edindikleri izlenimlerle hemen o anda park içinde yerleşim yapıyorlarmış.

    hani bazı mallar yazmış ya, "şöyle kötü, böyle kötü" diye, kötü olan sensin piç. sen bir boka yaramadığın için iş verenin de sana değer vermemiş. sen kfc'e gittiğinde gravy sos kalmamış diye garsonla kavga edensin. kendinden başka kimseyi sevmeyensin, sen bir siki beğenmez, etrafına kasvet, mutsuzluk ve zulüm saçarsın, bir bok üretmezsin, zerre fayda sağlamazsın, üretenleri ve emek verenleri eleştirirsin sadece. amerika görücem diye gittiğinde de karşına çıkanlar hayatın gerçekleri olduğu için duvara toslar, gelip buradan dır dır edersin. "mal" ın tam karşılığısın.

    neyse efendim konumuza dönelim. bir şekilde gidiyorsunuz, oryantasyon için çağırıyorlar, bizde 3 gün filan sürdü, bol bol paperwork yapıyorsun, sonrasında işe başlıyorsun. bu süreç her firmada değişik olabilir. firmadan hiç aranmayabilirsiniz, oryantasyonsuz doğrudan çalışmaya başlayabilirsiniz. wat için öğrenmeniz gereken ilk şey şans faktörünün deneyiminize doğrudan etkili olacağıdır. ancak bunu negatif bir şey olarak algılamayın. bu hayatın kendisidir.

    wat'ın amacı;

    * yabancı bir ülkede kendi ayaklarının üzerinde durmak,
    * zorluklara göğüs germek, (ilk haftada zorluktan dolayı kaçanlar var) (onlar ki hiç bir şeye sap olamayacaklardır)
    * kendine olan güvenini kazanmak,
    * yabancı bir ülkede o ülkenin insanı gibi yaşamayı deneyimlemek,
    * okullarda öğretilmeyen gerçek ingilizceyi öğrenmek (oraya gidip ucuz olsun diye 10 türk’le kalmaya çalışmak ve paso onlarla gezmek senin kendi mallığın olur)
    * farklı bir çevre edinmek,
    * gelişmiş ve refah seviyesi çok yukarıda olan bu ülkedeki beğendiğin uygulamaları gelip eşine dostuna anlatmak, bu sayede bilinç ve farkındalık kazandırarak, insanlarımızın da böyle uygulamalar için talepkar olmalarını sağlamak. (sürekli küfür ettiğim hiçbir siki beğenmeyenler, sürekli eleştirip hiç adım atmazlar. değişimin parçası olun o halde. ben legoland’de gördüğüm bazı güzel uygulamaları şu andaki iş yerimde anlatıp durdum, bazılarını kendi yöneticiliğimde uyguluyorum. aynı şekilde beğenmediğiniz uygulamaları da anlatıp bunlardan kaçınmalarını sağlayabilirsiniz.)

    daha çok amacı var ama bunları kendiniz deneyimleyin. kendiniz, başkasının fikirleriyle ve yaşadığı deneyimlerle kısıtlanmış bir hayali çürütmeyin. gidin yaşayın. kolay olmayacak. eğlenceli olması sizin elinizde. eğitici kesinlikle olacak. ileride de siz farkında olmadan çok faydasını göreceksiniz. şöyle söyleyeyim; türkiyenin en büyük holdinginde yöneticiyim. işe alım yapılacakken önüme yüzlerce cv geliyor. tecrübe ve bilgileri bizim bölüme uyan yüzlerce adayla görüşemeyeceğimiz için, bazılarını elemek zorunda kalıyoruz. ilk görüştüklerim ise mutlaka wat tecrübesi olanlardan oluyor. şu andaki ekibimde wat yapmış bir arkadaş var örneğin.

    yaşadığım zorluklardan örnekler:

    1-) california’da kalacağım eve gittiğim ilk akşam, oranın saatiyle sabah 03:30 civarında yatakta uyanıp ağlama krizine girdim. hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyordum. erkek adam ağlamaz filan yalan. kolay kolay ağlamam, neye ağladığımı bile bilmeden “buradan gitmek istiyorum, eve dönmek istiyorum” diye diye ağladım. sabaha kadar oturdum. odadan kıpırdayamadım çünkü ev sahibi kadına rahatsızlık vermek istemedim.

    2-) şu andaki karımla tanışalı sadece 1 ay olmuştu. onu bırakıp geldim. nasıl bir psikolojide olduğumu düşünün.

    3-) ev sahibi kadın 60 yaşlarındaydı. evine gittiğim ilk gecenin ertesi sabahı sağ olsun arabasıyla beni kütüphaneye götürdü aileme telefon açabilmem için. 3 dakika kadar geç kalıp onu arabada beklettiğim için bana kızdı ve bir daha böyle bir şey yapmamamı söyledi. moralim alt üst oldu. düşünün; zaten gece ağlama krizine girip sabaha kadar uyumamışım ve ailemle telefonda görüşürken kadın beni arabada bekledi diye trip atıyor. işte bu nokta sizin için dönüm noktası.. inceleyelim:

    siz olsaydınız ne yapardınız?

    3a-) hayata küsüp, "sikerim wat’ı amk" diyebilirsiniz. down olup, geri kalan her zorlukta da benzer tepki vereceğiniz için mutsuz küçük veletler şeklinde çalışıp, belki de erkenden geri dönersiniz. sonra sözlüğe girip bu başlığa, “gidilmemesi gereken” diye entry girersiniz.

    3b-) amerika’lılara düşman olursunuz. "böyle insan mı olur amk" dersiniz. bu zaten normal. herkes böyle yapıyor. kaçırılan nokta şu: insanlar özgür, küçücük yaşlardan itibaren kendi ayakları üzerinde, kimseye bağımlı olmadan yaşamayı öğrenmişler. herkesin kendine ait bir konfor alanı var, bu konfor alanına tecavüz edersen tepkilerini hemen dile getiriyorlar. sen hep içine atan bir kültürden geliyorsun. "aman ayıp olmasın" kültürü var sende. bizim örneğimizdeki kadının tepkisi sana ne kadar ters gelse de, senin yaptığın da ona ters geliyor.

    3c-) sakin şekilde konuşup, bundan sonra bir daha asla bu duruma düşmemek için çözüm yolu üretirsin. bu yöntem benim yöntemim de oldu aynı zamanda. gidip dedim ki, “kötü bir ilk gece geçirdim, destek olmak için uzunca benimle konuşmak istediler.” bu zaten kadına yetti. ama sonra tekrar arabasına muhtaç kalmamak için beni eve götürmeden doğrudan bir bisikletçiye götürmesini istedim. gidip bisiklet aldım ve hayatıma devam ettim.

    yaşadığım zorluk örneklerine devam:

    4-) ev sahibim olan kadın bana bir süre sonra aşık oldu ve içinde romantik yemek hazırlama aksiyonlarının da bulunduğu bir dizi deneme yaptı. ben hiç ilgi göstermedim ve bu yüzden bana düşman oldu. beni ikinci haftanın ortasında evden kovdu. hem de şu cümleyle: “it’s over. monday and you’re gone!” iyi bir wat ve hayat deneyimi işte sana.. böyle anlarda sakinliğini hiç elden bırakmayacaksın. beyninle düşüneceksin. başka şeylerle değil. ben ok dedim. ozman’ın california’daki local coordinator’ımız olarak tanıttığı kişiyi aradım, durumu anlattım. iş yerinde sevdiğim ve samimi olduğum bir kankam vardı, “istersen bizim eve gel, ev sahibim seve seve kabul eder” dedi. ben de local coordinator’a bunu söyledim. “olur” dedi ve ben monday’i beklemeden aynı gece evden ayrıldım. güçlü olmak, sakin olmak.. anahtar..
    eski ev sahibime mail atıp bir iki gün içinde eşyalarımı alacağımı söyledim. ok dedi. birkaç gün sonra gittiğimde beni evde karşıladı, özür diledi, sarıldı, ağladı. ben de “it’s ok, don’t worry” dedim. sırtına pat pat yapıp eşyalarımı toplayıp ayrıldım.
    yani sızlanmadım, çözüm buldum ve hayatıma devam ettim. tırssaydım, sızlansaydım, kendi çözüm yolumu bulmasaydım kadının evinde kalmaya devam edecektim. ama bunun yerine kardeşim gibi sevdiğim ve bunca yıldır hala görüştüğüm kankamla tanışmış ve kardeş olma fırsatı yakalamıştım. yeni ev sahibim olan çift, muhteşem tiplerdi ve bugün bile hala görüşüyoruz. eğer kendi çözüm yolumu sunmasaydım, yani kankamın evine gitmek istediğimi, ev sahiplerinin kabul ettiğini söylemeseydim, beni türkiye’ye ertesi gün geri gönderiyorlarmış, sonradan şans eseri öğrendim. gönderilme sebebi olarak ise “uyumsuzluk, ev sahibiyle münakaşa” yazacakmış. kimse sizin sızlanmanızı dinlemek istemez. bu kural her yerde böyle.

    5-) işyerinde sayko bir müdürümüz vardı. kadın ve alman. iki ölümcül bileşim. her şeye karışıyor, herkesin burnundan getiriyor, mekana geldiğinde ortamda huzur kalmıyordu. kahve standında peçete eksilirse dahi başına dikilip “bu neden eksik, buradan defalarca geçiyorsunuz, neden dikkat etmiyorsunuz” diyerek moral bozuyordu. istisnasız her çalışana laf sokmuşluğu vardı. ve yine istisnasız bütün çalışanlar kadını feci dövmek istiyorlardı. bana da ilk günlerde taktı, laf soktu. hiç karşılık vermedim, onun yerine sakin olup, “öyle olduğunu bilmiyordum, bundan sonra dikkat edeceğim” “daha önce görmemiştim, bundan sonra oraya da bakarım” “bunu kontrol etmem bana söylenmemişti, kendime not alıyorum merak etmeyin” vb. diyerek, kendine güvenli ve kontrollü ses tonlarıyla hep geçiştirdim ve gerçekten de söylediği konulara dikkat ettim.

    çoğu çalışan, kadının tavrından rahatsız olduğu için kendilerine bir set çekiyor, kadının söylediğini dinlemiyor, bir sonraki sefere yine azar işitiyordu. ben bir süre sonra genel olarak prensipli, düzenli ve çoğunlukla takıntılı biri olduğum için, üzerime vazife olmayan konularda da bir checklist oluşturmaya başladım. örneğin temizlik kategorisinde, buzdolabını açınca iç kısmındaki akordeon gibi olan parçanın aralarına şef salatası hazırlanırken tavuk parçaları düşüyordu, bunların da temizlenmesi gerekliliği gibi çok detay içeren 50 – 60 maddeden oluşan bir listeyi müdüre verdim. ertesi gün beni ofisine çağırdı ve “team lead” pozisyonuna terfi ettiğimi söyledi. yani çalışan ekibi fırçalama görevi bana verilmişti :-)

    müdürle daha çok muhabbet etmeye başladık, cidden yeni kankasıydım. bana bir gün şunu demişti,

    müdür: biliyor musun, amerikalılar sörf yapmayı çok severler..

    ben: evet ben de seviyorum, yeni yeni öğreniyorum.

    müdür: hayır o anlamda söylemedim. onlar sörf yaparlar ve bunu çok severler. çünkü 2 saat boyunca aptal bir tahtanın üzerinde dalga beklerler, maksimum 1 dakika dalgayı yakaladıktan sonra 2 saat daha beklerler.. amerikalılara disiplinli olmayı ve çalışmayı öğretmek çok zordur. onun için biraz dominant ve sert olmalısın.

    haklıydı, etrafımdaki arkadaşlarımın çoğu amerikalı ve “ tomorrow i’m calling in sick” diyebilen rahatlıktaki, çalışmayı hiç sevmeyen ve sorumluluktan kaçan tiplerdi. işte alman – kadın müdürümüz bu yüzden sertti. herkesin üzerine alınmaması gerekliydi.

    bu kısım çok önemli, çünkü gitmeyi planlayan birçoğunuz, işyerinde benzer kişilerle karşılaşacaksınız. her şeyi üzerinize alınmamanız, elinizden geleni yapmanız gerekiyor. geri kalanı artık sadece şansınıza kalıyor. buradaki şanssızlığınız wat’ın değil, hayatın bir cilvesi olur ancak. sonuçta aynı sıkıntıyı türkiye’de yaşama ihtimaliniz çok daha yüksek. kimi neden ne zaman suçlayacağını bilemeyen insanlardan öğüt dinlemeyin.

    kötü örnekler yeter.

    geri kalan önemli bir bilgi, bu başlıktaki bazı mallar 3 ay asgari ücretle çalışıp son 20 günde gezileceğini yazmış. bunlar harbi mal la. bizim aynı arabayı kiraladığımız ahmet diye bi çocuk vardı. o kadar cimriydi ki hiç gezmedi, benzin alırken filan cent hesabı yapıp ödemeleri öyle bölerdi. bu yüzden ona kalkül ahmet diyorduk. bu gezi süresi hesaplamasını yapan mallar da işte bizim kalkül ahmet gibi.

    ya arkadaş, mesaiye sabah başlıyosun, günde 8 saat – çoğunlukla 7 saat schedule yapılıyor, resmi 1 saat öğle yemeği filan da yok, onun yerine “take a ten” diyip 10 dakikalık izinler veriyosun personele birkaç saatte bir. öğle yemeklerinde de işte takılıyosun hızlı hızlı. sizin şansınıza bu rahat süre uzayabilir, kısalabilir.
    neyse, akşam 4 gibi (en geç 5) işin bitiyor, basıp gidiyosun. biz hemen yol üstünden hamburger filan drive-in den alıp geziye başlıyorduk kankamla. totalde 4 ayda gezmediğim, adım atmadığım yer kalmadı. bu mallar nereye gitmişler, akşamları ne yapmışlar, hadi akşamları bırak, la olm hafta sonu naaptınız, evde oturup temizlik mi yapıyosunuz anlamıyorum ki? bizim kalkül para gitmesin diye gezmedi, bunlar da herhalde öyle yapıp burada tatava yapıyolar. sizi gidi minik sevimsizler :-)

    siz kimseyi dinlemeyin, akşamlar olsun, hafta sonu olsun, çok kritik zamanlarda bir – iki kereyi geçmeyecek şekilde “i don’t feel good, i need to rest” demeler olsun, hayvan gibi vaktiniz olacak. deli gibi gezeceksiniz. parasız da kalacaksınız, onun tadını da alacaksınız.

    dediğim gibi bu hayatın kendisi.. bu tecrübe.. bu sizin çorbanızda bir baharat..

    parasız kalıp, bir de üstüne müdürden fırça yediğinizde çocuk gibi ağlanıp sızlanırsanız wat size kabus. ama eğlenmenin ne demek olduğunu, büyümenin, gelişmenin ne olduğunu deneyimleyeceksin ve hayatında hiç unutamadığın bir anı yaşayacaksın, bunu unutma. o yüzden aklında ne soru varsa bırak cevaplama, oraya gittiğinde aklındaki soruların cevaplarını yaşa direkt olarak.

    oraya git, ağla, sevin, gez, çalış, üzül, özle, şaşır, sıkıntı yaşa, ishal ol ve ishal olmanın ingilizcesini bilmediğin için yardım istemekte zorlan, meksika’ya git, las vegas’a git, çalışmaya nereye gidiyorsan etrafındaki meşhur yerlere git. kimseyi dinleme. kendine güven ve cesaretli ol, yeter.

    edit: @bastila shan uyarısıyla bazı kelimeler değiştirildi :)
  • şimdi bu işin her şeyiyle karşılaşmış biri olarak;

    mali durumla alakası olmayan bir organizasyon. 2011 yazında gittim, pensilvanya'nın harrisburg şehrinde, hershey's in paketleme fabrikasında çalıştım. yaptığım iş 8 saat boyunca 20-25 kg'lık kolileri taşımaktı genelde ve muhtemelen wat ile yapılabilecek en ağır iş bana denk gelmişti. evet bu iş epey şansa bakıyor. ben de işimin bu denli zor olacağını düşünmemiştim. hatta ilk hafta bırakıp gelecektim zorla dayandım, bi süre sonra vücut eşek gibi çalışmaya alıştı. kazancım da öyle ahım şahım bir şey değildi, overtime olmadığı haftalarda kirayı da düşünce elime net 200 dolar kalıyordu minimum. bu işin iş/para kısmıyla ilgilenenler içindi.

    gelelim sosyal kısmına, work and travel ile sadece turist olarak gezmeye gitmeyi asla bir tutmamak gerek. ben her sabah 5 te kalkıp ameriikada sadece göçmenlerin çalıştığı bir fabrikada eşşekler gibi çalışmaya giderek öğrendim para kazanmanın, kazandığın parayı harcamanın ne olduğunu. bu kişisel gelişim açısından hiçbir şeyle kıyaslanmayacak bir tecrübe. bunun yanında bir de tabi oraya diline tam hakim olmadığınız bir ülkede her türlü işinizi kendiniz yapmak zorundasınız. 20 küsür yaşına gelip de fatura yatırmamış olan insanlar için böyle bir şeyin nasıl zor, ve nasıl yararlı olacağını söylemeye gerek bile yok. orada edindiğiniz arkadaşlıklar gerçekten güzel oluyor. herkes öğrenci olduğu için şahane ortam oluyor. ben birlikte gittiğim arkadaşım dışında türklerle takılmadım hiç, ev arkadaşlarım da çinliydi. dolayısıyla hem avrupalı arkadaşlarınızın hem de asya afrika gibi bilimum farklı yerin kültürlerini öğreniyorsunuz. zaten herkes cana yakın, sıcakkanlı oluyor türkler dışında, kezban her yerde kezban.. eğlence kısmı tamamen size kalmış, düzenlenen home-party'lere giderseniz, en olmadı siz düzenlerseniz keyfinize diyecek yok. bu partiler amerikan pastasını aratmıyor ben öyle diyeyim gerisini siz anlayın.. böyle iletişim kurarsanız zaten diliniz de gelişiyor. dil dile değmeden şeyi..

    gelelim travel kısmına, benim yegane amacım gezmekti bu işe kalkışırken. doğu tarafında çalıştığım için çalışırken orayı gezdim. harrisburg dışında, new york city(2 kez),philadelphia (2 kez), washington dc, ocean city, niagara falls'u gezdim gördüm. gerek araba kiraladık gerek trenle gittik. tatilin sonuna doğru work kısmını bitirdiğim de ise batı tarafına geçtim uçakla. burada ise san francisco, las vegas ve los angeles'da gezilmedik yer bırakmadım desem yeridir. bi tek üşendiğim için grand canyon'a gitmemiştim, tek pişmanlığımdır. öyle paramı alışverişe yatırmadığım için gezmeye param kaldı dolayısıyla. 15 gün de buraları gezdikten sonra döndüm.

    şimdi birazda bu olayda neler yaşadım bunları anlatayım, işimin zorluğu, ve iş yerinde yaşanılan bazı haksızlıklardan ötürü şimdi detaylarına çok fazla giremeyeceğim bir şekilde amerika birleşik devletleri tarihinde bir ilk olan, çalışan yabancı öğrencilerin yaptığı (j1 vizesi ile giden) eylemi organize ettim. evet bildiğiniz eylem. iş çok ağır olduğu için, gerekli haklarımızı vermedikleri için, haksız yere bir çok öğrenci kovulduğu için ve benzer sebeplerden ötürü yaptık bunu. bizi destekleyen bir sivil toplum örgütüyle birlikte hareket ederek 1 ay kadar fabrikada çalışan neredeyse 400 öğrenciyle toplantılar düzenledim, konuşmalar yaptım vs vs. sonunda öğrencilerden yeterli desteği aldığımızda harekete geçtik ve fabrikanın içinde ve dışında eş zamanlı olarak ilk eylemimizi yaptık. ardından iş bırakma eylemi yaparak 380 küsür gündür 24 saat boyunca çalışan fabrikada üretimi durdurduk. bu ilk eylemi takip eden diğer eylemlerde, new york'un göbeğinde times square'de elimde megafonla onlarca kişiye konuşma yaptım, philedelphia'da verizon eylemine konuk olarak katılıp binlerce kişinin önünde yine konuştum. aralarında abc, fox, the new york times gibi çok büyük medya organlarının da bulunduğu onlarca yerle röportajlar yaptım. (hatta şu entry'im zamanının ötesine yollandı (bkz: #26689444) ) bunlar sonucunda farklı zamanlarda new york times'da iki kere fotoğrafım yayınlandı, ana haberlere çıktı eylem sırasında çekilen görüntülerim. (bkz: #28993661) daha detaylı anlatsam sayfalar sürer cidden. tabi bu tarz şeyler yaşamak çok büyük ihtimalle sizin başınıza gelmeyecek ama, daha başka ne gibi şeyler yaşanabileceğinin güzel bir örneği olarak anlatıyorum bunları. isteyen "hershey protest" "protest in hershey's" "j1 strike in hershey's" google ederek anlattığım şeylere ulaşabilir ` : swh` bu eylemlerin sonucunda, cetusa adlı wat sponsorlarından en büyüklerinden birisinin bir şubesini kapattırdık, en tepesindeki kişiyi öğrencilerin katıldığı bir toplantıda yerden yere vurma zevkini yaşadım, hayatımda gurur duyacağım bir şey yapmış oldum, belki de en büyüğü, fabrikanın sırf artık duralım diye 400 öğrenciye iş sürelerinin son 1 haftasını tatil ve 500'er dolar para vermesini sağladık. ve amerikan hükümeti, j1 organizasyonları ile ilgili iyileştirmeye gidilceğine dair yazı yayımladı.

    en uzun entry'im oldu ya la. dediğim gibi, bu organizasyonla yaşanabilecek hemen hemen her aksaklığı yaşamış(kalacak yerim hiç sıkıntı olmadı kabul) buna rağmen bahsettiğim şeyleri yapmış ve delicesine eğlenmiş birisi olarak herkese tavsiye ediyorum. fırsatı olan herkesin en az bir kere yapması gereken bir şey work and travel..

    ps: soru sormak, bilgi almak isteyenlere yardıma hazırım.
  • sanırım üzerinde konuşabilmek için yeterli deneyime sahip olduğum program.

    2014 yazında ben & jerry's ile anlaşarak virginia beach'e gittim. bir yandan gitmez olaydım diyorum da bir yandan da iyi ki gitmişim. yani ben bile üzerimdeki bedeviliğe rağmen iyi ki gitmişim diyorsam siz bir düşünün bence.

    benim work and travel'im, daha doğrusu survivor'ım, havalaanında başladı. aktarma sırasında bavulum kayboldu. amsterdam'da kaybetmişler, bana bir hafta sonra ulaştı. neyse eve gittik, - o dediğiniz 10 türkle kalan da benim bu arada - evde hiçbir eşya yok. ciddiyim. sadece yataklar var. bir de mutfakta tabak çatal vs. ki bize gösterilen ev fotoğrafları ünlülerin makyajlı - makyajsiz halleri gibiydi. neyse, dedik halledilir, hallettik. ilk iki hafta bizden önce gelen filipinliler olduğu için doğru düzgün çalışamadık, dolayısıyla gelirimiz olmadan sürekli bir gider hali mevcuttu, hadi onu da kurtardık. bu sırada dünyanın en uzun sahilini her gün geziyor olmak bizi orada oyalayan şey, ama yine de hepimize sorsan kesin dönüyoruz bir iki haftaya.

    günler geçti etti derken, bizim evin arka kapısı büyük bir bahçeye açılıyordu. benim de sağolsun böcek fobim yıllardır başımın tacı, evde her gün bir böcek olsun, örümcek olsun misafir ediyoruz, ben de 50 derece sıcakta evde uzun pijama, çorapla geziyorum. tabii ki sakınan göze çöp battı, türünü bilmediğimiz bir şey soktu beni. ama ne sokmak, allah kahretsin onun nefes alan organlarını. alerjim varmış meğer, orada öğrendim. sağ kolum sağ bacağıma döndü şişlikten. koluma dokunamıyorum, yanıyor bildiğin ateşten. ilaçlar vs onu da hallettik, ben bu arada evi ilaçlattım. neyse işe başladık, gidip gelmek için aldığımız bisiklet 3. günün sonunda kilitli halde çalındı. virginia beach'e gidecekseniz, kural 1; bisikletiniz her daim çalınır. bir yeraltı mafyası var bunların siyahi arkadaşlardan oluşan, ki ben içlerinden biriyle bildiğin kanka olarak paçayı zor kurtardım.

    iş de oldukça yorucu bu arada, amerikalıların obezitesinin sebebi yan dükkandan x-large pizza alıp sonra zoraki iki adım atıp bizim dükkana geçerek yine x-large dondurma almaları. yemin ederim ben böyle üşengeç millet görmedim. neyse dur burası "ben amerikadayken" ayrıntısı, gerek yok.

    işe böyle gidip geliyorum, iki hafta geçti derken gidişimin tam 1. ayında, bisikletle eve dönerken laaap, araba çarptı. evet, hayatında kolunu kırmamış, dikiş yememiş şu bünyeye allahın amerikasında dodge dakota mı nedir, o araba çarptı. sol bacağım komple o sıcakta asfalta sürünüp yanık oluştu, bisikletin altında kaldım, ayağımın üzerinden de o araba geçti. bak o ilk anları hatırlıyorum da, o yanığın acısından ağlamak bir yana, arabanın geçtiği kısmı hiç hissedememenin verdiği korkuyu ömrüm boyunca yaşamadım. bir anda polis ambulans itfaiye (itfaiye?) üçlüsü geldi, işte ilk müdahale, rapor vs yapılıyor. o esnada bi tane kadın gelip elimi tuttu, ay kıyamam bana ne kadar acıdıysa "her şey çok güzel olacak sakın korkma" diye teselli ediyor gözleri dolu dolu. ben zaten ağlak, o öyle yapınca daha çok ağlamaya başladım. gene çenem düştü, günlük gibi anlatıyom buraya ya her şeyi. hastane, ilaç falan derken 10-15 gün evde bacak sargıda yattım. hayatımın en çaresiz dönemiydi, artı annem yok, babam yok, kimse yok. toparlayınca işe geri dönmek istedim. bu arada da kazayla ilgili hukuki işlemler başladı, sigorta şirketiyle görüşmeler yapıldı ama bu işlemler o kadar uzun sürüyor ki 6 ay oldu, hala hastaneden rapor bekleniyor mesela. bir de işlemler inanılmaz detaylı, kendi program sponsorumuz dahil sigorta şirketinden de bir sürü olmak üzere yaklaşık 8-9 farklı kişiye kazanın nasıl olduğunu anlatmak zorunda kaldım. ha tabii, evde yattığım süre esnasında yine gelirim olmadı.

    derken işe başladım. çalınandan sonra kazada parçalanan bisikleti de sayarsak, 3. bisikletimi aldım. iş normalden daha yorucu, çünkü ayağım her gün ağrıyor. sigorta şirketiyle işler iyice karışmaya başladı, artık türk taksi şöförleri gibi koltuğun altında levye bulsam öyle dalacağım, sinirler o kadar yıpranmış. erken dönsem mi dönmesem mi diye düşünürken, 3. bisikletim de çalındı. tamam dedim, bu işarettir. zorlama kızım kendini. patrona haber verdim, dedim ki ben sigorta işlemlerinden dolayı en az iki hafta daha burda olmak zorundayım, ama normalden bi 10 gün önce ayrılabilirim işten. haber verme zorunluluğumuz varmış çünkü. vermez olaydım. pazar akşamı dedim, pazartesi sabah beni shift'e yazdığı halde işten çıkardı. ayağına bir şey olursa sorumlusu ben olurum diye. hiç zorlamadım, hiç soru da sormadım, tamam dedim, bileti erkene aldım, ayrıldım. iki üç günlük gezebilmeme imkan veren bir tur aldım, seke seke falan ama yine de gezdim geldim. hatta en son gün jfk'dan sabahın 6'sında çıkıp newyork'u tek başıma gezdim, en azından kapanışı güzel yapayım diye.

    özetle, bavulum kayboldu, kaza geçirdim, iki kere bisikletim çalındı, biri kazada parçalandı, işten çıkarıldım, türkiye'ye döndüğümde cebimde 21 dolar vardı ama bir gram da pişman olmadım. ben o kazayı geçirip orada kimse yokken bir şekilde tek başıma hallettiysem, daha da gam yemem heralde. hala fotoğraflara baktığımda, sabahın 5 - 6'sında kumsalda kahve içip güneşin doğuşunu izlediğimiz sahne geliyor gözümün önüne. gecenin bir yarısı müslüm gürses söyleyip siteyi ayağa kaldırdığımız, karpuzun dilimimin 3 dolar olmasına "oha" deyip muzun kilosunu 50 cent görünce kafayı yediğimiz zamanları düşünüp mutlu oluyorum. kaza evet büyük talihsizlik ama olacağı varmış, oldu diye bakıyorum.

    her şeye rağmen gidip gördüğüm, iyisiyle kötüsüyle yaşadığım için baya mutlu olduğum bi yerdi. imkanınız varsa gidin, hakikaten. dilerseniz şirket, yer, iş konusunda da fikir verebilirim.
  • gitmeyi düşünen ve buradaki entrylerden medet umanlar için birkaç bişi karalamayı borç bilirim. ben de gitmeden önce yazılanlara söylenenlere çok takılmıştım. bu programa gitmeyip de kulaktan duyma bilgilerle bok atanları geçersek gidip de sakın gitmeyin diyenlerin ya ingilizcesi çok kötüdür ya arkadaşlık kurmada zorluklar yaşıyordur ya gelişmiş bir toplumda yaşamaya adapte olamıyordur ya da annesinden ayrılamıyordur. eğlenmesini bilen ve gezgin ruha sahip birinin sakın gitmeyin tu kaka demesini bir tek bununla açıklayabiliyorum. üniversite döneminde malak gibi yazın sıcağında istanbul gibi yerlerde kalıp bir de üstüne yaz okulu yapanlar varken ben gençliğimin tadını çıkararak envaiçeşit milletten insanla çalıştım, içtim, sıçtım, gezdim. birkaç başlıkta toplamak gerekirse,
    1)karar 2)şirket 3)iş 4)bölge 5)vize 6)çalışma hayatı 7)travel 8)para

    1- amerikadan geldiğimden beri devamlı wat yapmayı isteyen ama etrafındaki insanların kötü yorumlarıyla korkan kendine güvensiz gençliğin sorularına maruz kalıyorum. "herkesin tecrübesi kendine aittir" bunu unutmamak gerekiyor. benim gördüğüm, bayılıp ölüp 5 kere arka arkaya aynı yere wat'a giden de vardı, allah belamı versin neden geldim diyen de. ki ben de çok çok zor zamanlarda sinirden neden geldim bir daha asla deyip seneye kendimi aynı yerde buldum. zorluklar oluyor, hastalığı var psikopat patronu var, her şey olabilir buna göğüs gerebilecek birey olmak gerek ki zaten 20li yaşlara gelmişsin artık kendi başının çaresine bakıver. fakaaat, eğer ailenin maddi durumu seni rahatlıkla amerikaya gönderip en azından bir ay bütün masraflarını karşılayabilecek durumdaysa, üstüne dil okuluna ya da bu tarz bir etkinliğe para ayırabiliyorsa, üstüne sana alışveriş için ve birkaç haftalık da şehir şehir gezmen için para veriyorsa ya da bir şekilde bu parayı sen kazanıyorsan sakın ve sakın work and travela bulaşma. durum tam tersiyse bu büyük bir fırsat git ve değerlendir.

    2- karar verildikten sonra herkes şirket aramaya başlıyor ama bunda da net bir cevap yok. kötü iyi yorumlar hepsi için mevcut. en iyisi, bilindik şirketlere tek tek gidip konuşmak sana önerdikleri işleri görmek, sana yaklaşımlarını görmek ve içine sineni seçmek.

    3- garsonluk: advanced ingilizce gerektirir ama en çok para garantidir
    lunapark: az para, sıkıcı ve güneş altında çalışma sıkıntısı olabilecek bir iş, yine de uluslararası parti ortamı büyük bir artısıdır
    lifeguard: yine sıkıcı bir iş ama kolay, her şirketin kendi politikası var incelemek gerek, kafasını gün boyu sağdan sola hareket ettirmek zorunda olanlarını biliyorum
    housekeeping: pis iş evet ama iyi para kazandırabilir aynı zamanda güneş altında kalma sorunu da yok, bu da şartlara göre incelenmesi gereken bir durum
    fast food işleri: en son seçenek olmalı en az para ve az eğlence
    diğer: satış temsilcisi tarzında olanlar da tercih edilebilir kişinin yeteneklerine bağlı biraz

    4- yaz tatilinin yaz tatili gibi geçmesini istiyorsan yazlık bir yere gitmelisin. ama küçük şehirde daralırım modundaysan new york gibi şehirler de tercih edilebilir. fakat küçük yazlık yerlerde ki uluslararası partiler kaynaşma ortamlarını new yorkta bulamayabilirsin. yabancılara kötü gözle bakan güney ve iç kesimlerdeki eyaletleri de pek tavsiye etmem ama her yer yine kendine ait özelliklere sahip. internette seçeneklerini araştır ve en çok yabancı öğrencinin gittiği yazlık yerlere odaklanmaya çalış.

    5- ismin çok yaygınsa isim soruşturmasına kalabilmen olası. ortalaman da 1.90 altıysa işin zor. vize de sorular çok basit olur iki üç soruyla geçiştirirler rahat ol. ne iş yapıcaksın sorusuna deal with alcohol diyen barmen watçı arkadaş sen gitme.

    6- en büyük sorunlardan biri işi bırakabilir miyim? evet bırakabilirsin. test ettim onayladım. vizeni iptal ederiz bir daha anan baban kardeşin bile amerikaya gelemez dediler. ertesi sene aynı sponsorla yine gittim. hepsi yalan. işte sana bir zorluk çıkartıyorlarsa şirkete bildir sorunu ve onları takmayıp işi bırak.

    7- birkaç bin dolarınızı ayırıp travel yapın pişman olmayın. miami oradan da cruise ile bahamalar karayipler yapılabilir ya da batı yakası baştan aşağı gezilebilir. sadece new york washington turu yapanları öpüyorum. siz o hataya düşmeyin. doğu yakasındaysanız bu şehirler günübirlik gezilebilecek yerlerdir. california candır doğu yakasından çok farklı olduğunu uçaktan inince anlarsınız.

    8- giderken harcanan para yaklaşık 1900(şirket)+160(vize)+700(uçak)=2760$ olur bunun haricinde de yanında para götürmen gerekir o da 750$ civarıdır. işi kendin bulabilirsen şirket ücreti yarıya düşer.

    burada verilen bilgiler tamamen şahsımın tecrübeleridir, şirketler genellikle bu kadar açık cevap vermezler bu yüzden ben zorluk çektim başkası çekmesin diyerek iyi watlar diliyorum.
  • üniversitemdeki* bir prof.* un kapısında bu nanenin afişlerinden biri vardır ve altında da küçük bir kutucuk kağıtta şu yazar:

    "afrika'dan gemilere doldurulup çalışmaya zorlanan köleler, en azından bindirildikleri gemi için bilet parası ödemek zorunda bırakılmamışlardı"...
  • tamamiyle orman kanunlarının geçerli olduğu cangıl.

    her şeyden önce bir kere bu olayın adına "exchange" demeyin. bilmeyen için tek cümlede açıklayayım; exchange karşılıklı değiş tokuş demektir. ben bu programla abd'ye gidenlerin yerine türkiye'ye gelen amerikalıyla karşılaşmadım henüz.

    asıl olay abd'de iş gücü arzında yaz aylarında yaşanan azalmanın ithal iş gücüyle ucuza kapatılmasıdır. işverenlerinizin size bakış açıları, adana'daki pamuk üreticilerinin il dışından gelen mevsimlik işçilere bakış açısından farksızdır. bu çocuklar misafir aman gönüllerini hoş tutalım, cennet ülkemizi güzel tanıtalım gibi kaygıları yoktur. ülkenizi haritada gösteremeyecek, istanbul'u bile hayatında hiç duymamış çoğunlukla zenci iş arkadaşlarınızla birlikte vakit geçireceksiniz. içecek ayranları olmamasına rağmen onların da size sanki burkina faso'dan gelmişsiniz gibi davranmalarına şaşıracaksınız.

    micheal jackson'ı duydun mu hiç? pop'un kralı?
    türkiye'de kanyak var mı?
    türkiye'de stripriz kulübü var mı? (evet, yalan söyledim)

    diğer yandan ben bütün bunları bilerek gittim. çok yoğun bir şekilde araştırmıştım, işin içine şans faktörü girdiğinin de bilincindeydim. gördüklerimi görmüş olmaktan çok memnunum ama aynı şartlarda bir daha gitmem. kendi tecrübelerimden yola çıkarak kıssadan hisse gitmeyi düşünenlere bir kaç tavsiyede bulunmak isterim;

    * öncelikle zenginseniz amerika'da master'ı finanse edebilecek durumdaysınız o zaman work and travel ile gidip kendinizi paranızla rezil etmeyin. çok iyi anlıyorum, çok geyik bir arkadaş grubunuz var, kesin eğlencenin dibine çok pis vurursunuz, işin içine macera faktörü de giriyor, kendi arabanızı alıp bütün batı sahilini dolaşacaksınız. yapmayın, siz beni dinleyin, yüksek lisans'a gidin. öyle yapın ne yapacaksanız.

    * zenginim illaki gitmek istiyorum, banane banane banane babişkoo yaaa söz vermiştiiin :(((( diyorsanız da bari mallık edip alaska'ya falan gitmeyin. ne biçim zenginsiniz olum bok mu var alaska'da? öle demeyin var böyleleri. hali vakti bir hayli yerinde bir arkadaşım, anlam veremediğim şekilde alaska'ya gitmişti. facebook'da gemi üstünde üzerine naylon poşet geçirilmiş elektriksiz, mekanik traş makinalarıyla traş olurken fotoğraflarını koymuştu. gereksiz. ertesi sene new york'a gitti acısını çıkartmak için.

    * ailemin durumu hiç iyi değil, kesinlikle parayla dönmem lazım, çok para kazanmak istiyorum, zora gelebilirim, anadolu çocuğuyum bana sökmez bunlar derseniz; yeriniz alaska'dır panpa. amerika'da kazanabileceğiniz paranın en azından 2 katını kazanır, masraflarınızı minimumda tutarsınız. eğer borç yaparak, kredi çekerek gitmeyi düşünüyorsanız bir aksilik olmazsa döndüğünüzde bence hem borcunuzu ödeyebilir hem de 1 senelik harçlığınızı çıkarmış olursunuz.

    * orta halliyim, gururlu bir yapım var. zorluklar konusunda pek iyi değilim sanırım ne bilim, ciddi olarak denemedim kendimi hiç bilmiyorum diyorsanız eğer, okul notlarınız da pek iyi değilse ve ileride yurt dışına çıkma şansınız olur mu pek emin değilseniz muhakkak gidin. bu riski alın. her şey bombok da gitse, fiziksel bir hasara uğramadan (kaza, kavga, dövüş vs'ye bulaşmadan) geri gelirseniz kendinizi güzel bir teste tabi tutmuş olacaksınız. karakter olarak hiç ummadığınız kadar olgunlaşacaksınız.

    * orta halliyim, iyi bir insanım, gitsem mi diye düşünüyorum bazen çünkü ailemin yurt dışında master'ı finanse edebilecek gücü yok ama notlarım çok iyi, yurt dışına sürekli öğrenci gönderen bir üniversitede okuyorum, beni destekleyecek hocalarım var, burs bulabilirim sanırım akademisyen de olacağım diyorsanız, geçiniz. hiç bulaşmayın. notlarım iyi ama üniversitem kötü, para da yok diyorsanız, hiç acımayın, gidin. iş ararken artınız olur.

    bakış açımı net bir şekilde özetlediğimi düşünüyorum, amerika'da üniversiteler gerek imkanları, gerek kampüs ortamı gerekse insan kalitesi olarak çok iyidir. en boktan okula bile gitseniz amerika master'ının burada size sağlayacağı avantaj da ortada. dolayısıyla bir şekilde oralara gidebilme şansınız varsa, mevsimlik işçi olarak kendinizi öptürmenizin bir anlamı var mı? peki diğer türlü niye mevsimlik işçi olarak gidip kendimizi öptürmeliyiz, eleştirip eleştirip yine de gidin diyorsun ne ayaksın, kimden komisyon alıyorsun diye de sorabilirsiniz.

    bir şekilde gidin istiyorum çünkü bazı gerçekleri yaşayarak görmeniz, öğrenmeniz için gidin diyorum. gidin ki sağdan soldan duyduklarınızla değil kendi gördüklerinizle en doğru karşılaştrmayı yapabilin diye. türkiye'de orda olan hangi şartlardan yoksun yaşıyorsunuz diğer yandan türkiye'de orada olmayan hangi nimetler var daha doğru anlayın diye gidin. burada kıç kadar yerde bile şucu bucu diye birbirimizi ne kadar kolay ötekileştiriyoruz, dışlıyoruz öğrenin diye gidin diyorum. gidin ki gerçek bir şekilde öteki olmak ne demekmiş anlayın. cebinizde taşıdığınız, birilerine yapıştırmak için can attığınız o etiketleri ekonomik kullanmayı öğrenin diye gidin diyorum.

    her neyse... gitmeye karar verdik ve araştırma aşamasındayız, ne yapmalıyız, nelere dikkat etmeliyiz?

    - iki kişiden fazla bir grupla gitmeyin. üzerine aylarca konuşsanız da bazı arkadaşlarınızın gerçek niyetlerini oraya gitmeden öğrenemezsiniz. kimi 28 yılın patlamasını yaşamaya*, kimi para kazanmaya, kimi gezmeye, kimi oraya yerleşmeye gidiyor olabilir. iki kişiden fazla olursanız olayların seyrine göre işin içine politika girecektir. matematiksel olarak ifade etmek gerekirse, üçün ikili kombinasyonu üç, dördün ikili kombinasyonu altıdır. yani üç kişi giderseniz üç farklı şekilde, dört kişi giderseniz altı farklı şekilde gruplaşabilirsiniz. arkadaşınızın beğendiği kız size yavşar. hoppaaa. kötü adam siz oldunuz, önce tavırlar sonra evin havası değişir. bir yere çok gitmek isterseniz ama arkadaşınız o gün başka plan yapmıştır, diğerini de kandırır kaldınız mı tek? iki kişi öyle değildir, birbirinize karşı tahammül limitleriniz maksimumdur. her koşulda diğerini de hesaba katmak zorundasınızdır. üç aylığına kader birliği etmişsinizdir, satış olmaz.

    - evinizi çalıştığınız yer ayarlıyor olsun. hem ev aramaktan kurtulmuş olursunuz hem de nispeten ucuza kalırsınız. oha evi vermeyen işler de mi var derseniz, evet var. bazı işlerde evi sizin bulmanız gerekebilir. sponsor firmanizdaki danışmanınız da sizi gazlar, çok kolay ev bulursunuz, çok ucuza ev bulursunuz der inanırsanız, hoop abd'de 40. gününüzde kendinizi ev ararken bulabilirsiniz. işiniz size kalacak yer garantisi verebilmeli bunu muhakkak aklınızda bulundurun. diğer yandan şöyle düşünün eğer evler gerçekten bol ve ucuzsa işvereniniz pekala size kalacak yer garantisi de verebilir.

    - işiniz patron şirketi olsun. asla mallık edip kurumsal bir yerde çalışmayın. kurumsal şirketlerde başınızda başkaları tarafından atanmış müdür olur, ne siz ne yaşadıklarınız umrunda olmaz. tek umursadığı ay sonu ulaşılması gereken hedeflerdir. işler sarpa sardığında madem böyle olacaktı beni buraya niye getirdiniz diye sorduğunuzda seni ben getirmedim, o işler merkezden ayarlanıyor der hoop kendini sıyırır, size savaşıcak değirmenler kalır, kimi nereye şikayet edeceğinizi bilemez, öylece kalırsınız. patron şirketlerinde sizi bizzat işin sahibi patron getirtmiştir ve bunu sizin sponsor şirketinize para ödeyerek yapmıştır, dolayısıyla hem parasını yakmak istemeyecek hem de mevsim ortasında çalışansız kalıp, fazla para isteyen amerikalı işçi çalıştırmak istemeyecektir. ister istemez sorunlarınızla ilgilenecek, gönlünüzü nispeten hoş tutmaya çalışacaktır. ama bu da demek değildir ki sizin kaprislerinizi çekecek, bir dediğinizi iki etmeyecek. nitekim tersleri çok pistir, canlarını çok sıkarsanız, hiç okumadan imza attığınız sözleşmedeki bir maddeyi ihlal ettiğinizi öne sürerek hoop kapı önüne koyabilirler sizi.

    - şehir olarak filmlerden gaza gelip lap diye new york'a, los angeles'a gitmeyin. param çok cebimden para harcamaya hazırım diyorsanız o başka. onun yerine hep görmeyi arzu ettiğiniz büyük şehire arabayla 3-4 saat mesafedeki nispeten küçük şehirleri seçin çalışmak için. büyük şehirler sadece filmlerde o kadar renklidir panpalar. büyük şehirlerdeki işlerde maaşlar da iyi gibi görünür. ortalama yerlerde saatlik 6-8 dolar iken new york'ta 12-13 dolarlık işler görebilirsiniz. sanmayın ki siz çok para kazanın diye mayışlar o kadar yüksektir. hayat maaşın karşılayabileceğinden çok daha pahalıdır başka bir deyişle mevsimlik işçi maaşıyla new york'da bir sex and the city, bir how i met your mother hayatı yaşayamazsınız. 21 yaşından küçükseniz zaten pub'dır, bardır, strip club'dır unutun. ulaşım pahalıdır, ev kiraları, restoranlar pahalıdır. ortalamanın çok altı bir hayat yaşar, new york dışında hiçbir yeri gezemez, new york'ta üç ay kaldım der gördüklerinizi biraz süsleyip anlatırsınız. daha küçük bir şehirde ise masraflarınızı kısabilir, daha fazla çalışabilir para biriktirebilirsiniz. çalışma süreniz boyunca tatil günlerinizde size yakın büyük sehre keyif yapmaya gidebilir, çalışmayı bitirdikten sonra biriktirdiğiniz parayla başka şehirleri de gezebilirsiniz.

    - sponsor firmanızda size sözde danışmanlık yapan kişiler profesyonel yalancılardır. her yıl sizin gibi yüzlerce kişi görür tanırlar. takdir edersiniz ki beklentileriniz de çok tahmin edilebilir ve birbirine benzeyen şeylerdir. onlar da beklentilerinizle uyumlu vaatlerde bulunurlar. görevleri gideceğiniz şehri, yapacağınız işi allayıp pullamak kısacası size yalan söylemektir. dediklerine, vaatlerine araştırmadan inanmayın. her şeyi muhakkak kendiniz de araştırın, soruşturun. becerebilirseniz potansiyel işverenlerinize mailler atın, sorularınızı direk onlara sorun, sözler alın. uçak biletinizi bile onların önerdiği yerden araştırmadan almayın, daha ucuz bilet bulabileceğiniz acentalar muhakkak vardır. son olarak da uçağa adımınızı attıktan sonra da onlarla bir bağınız kalmaz. onlara sorarsanız tüm yaz sizinle iletişim halinde olacaklardır ama kazın ayağı öyle değildir. maillerinize bir hafta sonra bir takım imkansız öneriler içeren cevaplar verirler. iletişim halindeyiz, sorunu konuşuyoruz derler ama gerçekte ne iletişim vardır ne de herhangi bir çözüm bulma süreci. uçağa adım attıktan sonra teksiniz. böyle düşünün, sorunlarla daha kolay baş eder kendinizi daha kolay sınarsınız. bu demek değildir ki sorunlarınızda sponsor firmanızı haberdar etmeyin. tabi ki haberdar edin ama sorunlarınızı çözecek irade onlarda değil sizde bunu aklınızdan çıkarmayın.

    orman kanunları geçerli diye başlamıştım bu kadar yazacağımı da tahmin etmiyordum ama yazmışken bildiklerimi paylaşayım dedim. ne demek istediğim anlaşılmıştır umarım. gitmeyi düşünenlere, gideceklere bol şans.
  • daha önceden work and travel ile ilgili fikirlerimi şu entryde belirtmiştim: (bkz: work and travel/@roket adam)

    bugün wat yapan bir arkadaşımın evinde bölümümüzdeki hocalardan biri tarafından yazılmış, "analitik zekası, akademik başarısı ve liderlik vasıfları sayesinde work and travel için en uygun adaylardan biri olduğunu belirtir, kendisini wat için içtenlikle tavsiye edebilirim" tarzı bir tavsiye mektubu görmemle krize girmem bir oldu.

    elin amerikalısı balık ayıklatmak için üste para aldığı yetmiyormuş gibi, notuna da bakıyor, notuna baktığı yetmiyormuş gibi üstüne bir de hocalardan sanki bilimsel bir projeye tavsiye ediliyormuş gibi tavsiye mektubu istiyor görüyorsunuz.

    sormak istiyorum, siz ne zaman bu kadar gurursuz oldunuz?
  • üni öğrencisi kardeşim yazın work and travel ile abd de saati 7,5 dolara çalışırken türkiye'de doktor ablama özel hastanede teklif edilen maaşın saati 6,5 dolardı.
  • bizimkiler 3 aydır bunu yaptığını iddia ediyor.3 ay da 7 defa para gönderdim.

    travel tamam da,work tarafını merak ediyorum.

    kazançtan çok mu harcıyorlar
    memleketler mi pahalı
    bizimkiler mi tasarrufsuz
    konuyu yanlış mı anladılar

    ben work onlar travel...

    annemde onları sınava hazırlık kampında sanıyor.
  • şehir dışında üniversite okuyorum. aileme dedim işte böyle böyle bir olay var, 3-5 bin lira bir sermaye ayırın hem amerika göreyim falan filan. bunlar tamam dediler. aradan 3-4 ay geçti pasaport çıkaracağım aradım bunları. ee oğlum para yok işte sıkışığız falan başladılar. n'apim ben de peki dedim. adamın cebinden zorla parasını alacak değilim ya yok diyorsa yoktur. artık seneye erteledik. geçen hafta eve geldim ne göreyim !? bunlar oturma odası, yemek odası almışlar. perdeleri değiştirmişler. gitmişler halı falan da almışlar. ne diyeyim artık !?

    amerika şeysi.
hesabın var mı? giriş yap