• birine âşık olmamak için başka biriyle ilgilenmeye başlayıp bu sefer ona âşık olunca ağzınıza sıçılması durumu*.
  • geçen gece geç saatlere kadar çalıştım, sonra yorgun argın dolmuşa bindim... şoförün hemen ardındaki koltuğa oturdum... terle karışık keskin bir alkol kokusu burnumun direğini sızlattı... baktım hemen ardımdaki koltukta bir amca oturuyor... bu kadar keskin hissedebildiğime göre koku ondan geliyordur diye düşündüm... zahar dedim en arkadaki de kokudan kaçmak için köşeye sinmiş... sonra beyaz sakallı bir dede bindi dolmuşa... elinde tespih "fesuphanallah" diyip duraraktan beni süzdü bir ve sanırım kokunun benden geldiğine kanaat getirip benim düştüğüme yaklaşık bir yanılsamaya düştü... zannedersem kokudan iyicene uzaklaşayım düşüncesiyle gitti en arkadaki köşeye sinmiş elemanın yanına oturdu... eleman, dedeyi görür görmez çenesi açılıp başlamasın mı apır sapır laflar etmeye (dedenin suratına suratına hohlayarak) elini dedenin omzuna atıp: "vaay dedem... tespihin de pek bir güzelmiş, zeytin çekirdeğimi bunlar... amma böyle tespihnen neyim olmuo dedem imamlık... ben de olurdum imam yoksa... napak bayıldığımızdan değil dertten içioz dertten... de bakem hangi camidesin sen.. vallah gelecem yarın ardında namaza durmaya... bak namazı kıldırırken olur ya yoruldun diyelim, ya da bana bir deneme çekmek istedin... yerine ben kıldırırım cemaate namazı.. şüphen olmasın bak!"

    daha neler saçmaladı durdu.. of off... dede bana bole bi 'pis sarhoş, senden de adam olur mu' bakışı atmıştı ya ilk bindiğinde dolmuşa; medet umar bir halde bir bana bir arkamdakine bakıyordu artık... nedense ağzını açıp da tek kelime de demedi en arkada yanında oturan ve elini yavşak yavşak omzuna atmış suratına suratına hohlaya hohlaya konuşan adama... öyle yorgundum ki dinlemekten öte bişi yapasım gelmedi benim de... arkamdaki amca hiiç oralı olmadı zaten... en son şoförün sıtkı sıyrıldı ve şey dedi: " in lan! in! -bey baba af edersin- gelirsem o tespihteki zeytin çekirdeklerini bir bir sokmim bir tarafına"

    bilemedim o aksam; kimdi kaçan yağmurdan, kimdi doluya tutulan...
  • şah*tan kaçıp ayetullah humeyniye sığınmak gibi bir şeydir bu. eskisi yalnızca ıslatırken yenisi kafanızı yarar. siz istediniz ama değil mi ?

    (bkz: türkiye)
  • başak burcuyum. malum kadınlarla sohbet ederken konu açmak için burç muhabbeti yapılır. uzun süre merak ettimdi. başağım dediğimde neden koşa koşa kaçtıklarını. meğersem olay çok başkaymış: (bkz: başak burcu erkeği).

    sonra baktım yükselenim yay. dedim buradan prim yapmaya çalışayım. bugün aklıma esti ve bakayım ne diyorlarmış hakkında dedim yay burcu erkeğinin.

    bildiğin yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşum.
  • bu güzel deyimimize örnek olarak günlük hayattan şu anekdotu aktarmayı uygun buldum:

    iki kız gece kadıköy'den taksim'e geçmek için dolmuşa binerler.dolmuşta şöför hariç herkes dişidir.fakat hareket etmeden önce boş kalan son iki yere tabiri caizse kıro diyebileceğimiz iki yurdum delikanlısı oturur.üstelik yerlerine oturur oturmaz yaptıkları ilk şey,etraftaki dişilere bakıp birbirlerini dürterek:
    -cennete düştük laaan!
    demek olur.bütün yol boyunca kadınlardan özellikle ikisini rahatsız etme amacını güden bu ikili dolmuştan inince de bu iki kadını takip etmeyi seçerler.bu durumdan ve gece gece taksim'den ürken kadınlarımız,çözüm olarak dolmuştaki diğer kadınların ikisinden yardım istemeye karar verirler,yolda onlara eşlik etmeleri açısından tabi.
    ama gelin görün ki bu iki kızımızın hesaba katmadığı şey,yardım istedikleri iki kadının amaçlarını belli etmekten,onlarla fiziksel temaslara girmekten çekinmeyen ve hatta sözlü olarak taciz edebilen iki lezbiyen oldukları gerçeğidir.
  • hayatımda başıma sıklıkla gelen, her daim nasıl yapıp nasıl beceriyorsam bir şekilde kralını yaşadığım ve içinden bir türlü çıkamadığım durumlar silsilesi. sonsuz bir döngüde gibiyim sanki. tam da yıllar önce ergen kafası ile tamamen hatalı bir tercih yapıp daha sonra bu yanlış tercihi zincirleme yanlışlıklarla devam ettirince kendimi öyle bir durumun içinde buldum ki bildiğin bataklıkta gibiyim aslında. çırpındıkça battığımdan emin gibiyim, her ne kadar dışardan öyle gözükmese de.

    kimseye anlatamam, anlatsam da dinlemezler zaten. ya da dinlerler ama göstermelik ya da geçiştirmelik. en iyi ailen dinler, anlar seni bu hayatta ama onlara bile anlatamazsın, anlamazlar işte. hayatın kendisi de zordur da; zordur ya, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.

    kaçarsınız birşeyler olmasın, yaşanmasın istersiniz. ama öyle bir tercih yaparsınız ki uyuz bir sınav misali o yanlışınız tüm doğrularınızı götürür. artık bunun üzerine yapacağınız zincirleme doğrular bile kurtaramaz sizi. ya da bir şekilde kurtarır ama o kaybetmek istemediklerinizden, yaşamak istemediklerinizden çok ama çok daha kötülerini yaşamışsınızdır ve hala bir çıkış yolunuz yoktur, üstelik hedefinizden de oldukça uzaktasınızdır. yolunuz hep çıkmaz, çıkar yollarınız hep fazlasıyla yokuş yukarı ve çetrefillidir. insanlar emeklerinizi bir hiç uğruna bozuk para gibi harcarken, en sonunda siz de her şeyi akışına bırakır, hayattaki o zorunlu yalnızlığınızın; biraz buruk, biraz üzgün, biraz da acı çekmekten artık mutluluk duyacak dereceye gelmiş olarak tadını çıkarırsınız.

    dedim ya; zordur, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.
  • lise zamanında okuldan kaçıp anne görmesin diye ev etrafında dolaşmayım diye düşünürken hiç olmadık bir yerde annenin arkadaşı tarafından görülmektir.
  • chris cornell in timbaland ile yaptığı o absürd işbirliğinin neticesi olan akla zarar şarkıyı ve danseden kovboylu, popo sallayan zenci kızlı klibi izlerken duyduğun acıyı dindirmek amacıyla can havliyle zaplamak. karşına ilk çıkan kanalda bembeyaz bir ortamda, richard clayderman tadında bembeyaz giysilere bürünmüş ve bembeyaz bir piyanonun tuşlarına haşince basarak "oy kirveeem kirveeem" şarkısını en gırtlaktan sesiyle söyleyen botokslu küçük ceylana rastlamak. korkmak. çok korkmak.
hesabın var mı? giriş yap