• goreceli oldugu kadar dereceli de bir kavram.
  • bir şeyhin kendisine çok yakın duran bir müridi varmış ... o kadar ki, sürekli şeyhine yakın durmaya ve ona sokulmaya çalışırmış ! sonunda şeyh efendi dayanamayıp ona ; "evlâdım, sen bana ne kadar sokulsan ve hatta şu derimin içine de girsen, gerçekte ne isen o'sun! bana cismen yakın olmakla bir mertebe ve derece kazanamazsın" demiş...

    kıssadan hisse: yakınlık, aklen, kalben ve rûhen olmalıdır. cismani yakınlık maksat dışıdır.
  • uzaklık sayesinde ölçülür.
  • can,mal ve rızık hususunda zâlimlerden ve sair mahlukattan korkmak insanı allah'tan uzaklaştırır. kişi kendi kendine "şu zâlime karşı durmayacağım. çünkü baş kaldırdığımda ya beni öldürür, ya da rızkımı keser veya başka zararlarda bulunur" der.

    bu adam cenâb-ı hakk'ın varlığına ve kendisiyle birlikte bulunduğuna muhakkak inansa, kendi üzerindeki allah'ın tasarrufunu bilse, zâlimin üzerindeki hükümranlığını anlasaydı hakiki fâilin yalnızca allah olduğunu, hiçbir kimsenin ona bu hususta ortak olamaycağını için için hisseder de sadece allah'tan korkardı.

    işte bu anlayış ve bakış açısından kul ne kadar kuvvetliyse cenâb-ı rabbi'l-âlemîne de o nisbette yakındır. bu anlayış ve bakış ne kadar zayıfsa o kadar allah'tan uzak sayılır ve kopmuş olur.

    rızık ve benzeri bir menfaat elde etmek için zâlime yaklaşmak da aynı hükümdedir. allah'ın yegâne rızık verici olduğunu muhakkak ölçüde bilmiş olsaydı, kendisi böyle bir yola tevessül etmezdi.
    (alıntı-abdülaziz debbağ)
  • denemelerden oluşan mustafa ulusoy kitabı. daha önce ulussoy'un kitabını okuduysanız tekrar hissi uyandırabilir sizde.

    yine de şöyle ki:

    "ne içine kapanmak sorunları çözer hayatta, ne de alıp başını gitmek.
    çünkü insan gittiği yere kalbini de götürür.
    kalbin her zaman aradığıysa ‘yakınlık’tır."

    ...

    “iki insan arasındaki mesafenin hiç kapanmayacağını ve bir insanın başka bir insanı mutlak olarak anlayamayacağını fark edince, kalbini o’na açtı. istediği şeyi insanlar veremeyecekti. insanların kötü niyetinden kaynaklanmıyordu bu. istediği şeyi vermiyor değillerdi. veremiyorlardı. onu mutlak olarak ancak mutlak varlık anlayabilirdi. o’nun kendisini mutlak olarak anladığını hissedince, içindeki uzaklıklar kapandı; mutlak varlık, ona mutlak yakındı.”

    bir insan bir insanı mutlak olarak anlayamaz sahiden de. çok yaklaşabilir belki.
    insan kendini bile anlayamıyorken üstelik, istediğini sandığı şeyi istemediğini farkedebiliyorken..
    nasıl olur da mutlak anlayış beklenebilir.
  • topluluk içinde en çok konuşulup, başbaşa kalındığında çok az konuşulan kişilerden ziyade topluluk içinde en az konuşulup, başbaşa kalındığında çenelerin durmadığı insan(lar)a karşı duyulan bir his galiba daha çok.
  • "ben, kabuslar gördüm ancak siz onları gerçek yaptınız...."
    (bkz: f.kafka)
  • atanur kaleminden ruha dokunuştur:

    "içimizdeki güvercinlerin
    birbirlerine değiyor kanatları"

    (bkz: uykum gibi gelsene)
  • "bireyin kendi bütünlüğünü koruyarak, bir başkasının kişiliği içinde kendini bulma çabası..."
    (bkz: erikson)

    parçalanmışlıklar we kişiliksizlikler içinde ne zor bir eylem...
  • gerçek yakınlık, birinin yanında tamamen kendin gibi olabilmek, hatta - kişisel tanımım- yanında şımarabilmek, davranırken düşünmek zorunda hissetmemek. insanın kendini manevi anlamda güvende hissetmesine yol açan, değerini kaybettiğinde anladığın bir duygu. gerçek yakınlığın oluşması için zaman gerekiyor; aylarca yıllarca beraber zaman geçirmek gerekiyor bazen. çok yakın olunan kişinin hayattan çıkması da ayrı mesele. yakınlık ihtiyacı her daim baki; başkalarıyla aynı türden bir yakınlık kurana kadar yalnızlık hissi yakanızı bırakmıyor. o zaman da sürekli böyle kafa yoruluyor, çok yakın iki insanın iki yabancı olması durumuna hayretler ederek.
hesabın var mı? giriş yap