• "diyamandi’den kaynaklanan bir ad verilmiştir ona: öğrencilik döneminde öğretmenleri ona “yamandi molla” demektedirler. hayata atılır, “yamandi efendi” olur. yaşı ilerler “yamandi’nin ‘di’sini atarlar. geride “yaman” kalır. mevlevi olduğu için de “dede’yi eklerler böylece “yaman dede” çıkar ortaya. ama o bunu bir türlü kabullenemez: “bana, ‘yanan dede’ veya ‘yanar dede’ deyiniz lütfen. ben yaman adam değilim. yanan adamım ben…” oturur yanmayı istediği münacaatı’nı yazar:"

    yak sinemi ateşlere, efgânıma bakma;
    ruhumda yanan âteşe, nîrânıma bakma;
    hiç sönmeyecek aşkıma, îmânıma bakma;
    ağlatma da yak, hâl-i perişânıma bakma.

    ağlatma ki âlâmımı tahfîfe de başlar;
    ağlatma, serinletmededir bağrımı yaşlar;
    rahmetme sakın, gerçi dayanmaz buna yaşlar;
    ağlatma da yak, hâl-ı perişanıma bakma.

    yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın;
    âteşle yaşar, yaşla değil, yâresi aşkın;
    yanmaktır, efendim, biricik çâresi aşkın;
    ağlatma da yak, hâl-i perişanıma bakma

    ayrıntılı bilgi almak isteyenler için adres
    http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=619
  • peygamber aşkıyla yanıp tutuşan, aklına o aşk geldiğinde duvar diplerinde * o aşkın narıyla gözlerinden alevden damlalar akıtan bir zahid.

    mevlananın " dinle çün neyin nasıl şikayet ettiğini, ayrılıkları nasıl dile getirdiğini" beyitinin ateşiyle henüz 13 yaşındayken tutuşmaya başladı. hıristiyan bir rum genciydi ve osmanlının tüm kurumlarıyla birlikte hasta yatağına mahkum edilmeye çalışıldığı, dinin hayattan koparıldığı bir dönemde, gönlünü islama, hz. peygambere, pîr'e kaptırmıştı. yıllar yılı gizli bir mümin olarak yaşadı. 1942 yılında ismini mehmet abdülkadir keçeoğlu olarak değiştirdiğinde hem hanesinde, hem patrikhanede kıyametler koptu. evini terk eder ve zevcesinden ayrılırken “aşkımın bedeli bu yaşananlar. sizler sakın üzülmeyiniz. aşk, ızdırapsız olmaz. size acı vermeye hakkım yok. bu ev ve içindekiler size kalsın. elveda!” dediğinde sırtında yalnızca ceketi vardı.
    şiirler yazdı, yazdığı şiirler bestelendi. 1962 yılında vefaat edene kadar neredeyse her an cezbe halinde yaşadı ve asude baharına öylece ulaştı.

    naatı şerifinden;

    gönül hûn oldu şevkınden boyandım yâ resûlallâh
    nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ resûlallâh
    ezel bezminde bir dinmez figândım yâ resûlallâh
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen
    muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen
    habîb-i kibriyâsın sen, muhammed mustafâ’sın sen
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    gül açmaz, çağlayan akmaz, ilâhî nûrun olmazsa
    söner âlem, nefes kalmaz, felek manzûrun olmazsa
    firâk ağlar, visâl ağlar, ezel mestûrun olmazsa
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    erir cânlar o gül-bûy-ı revân-bahşın hevâsından
    güneş titrer, yanar dîdârının, bak, ihtirâsından
    perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    susuz kalsam, yanan çöllerde cân versem elem duymam
    yanardağlar yanar bağrımda, ummanlardan nem duymam
    alevler yağsa göklerden ve ben messeylesem duymam
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    ne devletdir yumup aşkınla göz, râhında cân vermek
    nasîb olmaz mı sultânım haremgâhında cân vermek
    sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    boynu büktüm, perîşânım, bu derdin sende tedbîri
    lebim kavruldu âteşden döner pâyinde tezkîri
    ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîr’i
    cemâlinle ferah-nâk et, ki yandım yâ resûlallâh

    ayrıntılı bilgi almak isteyenler için adres
    http://www.semazen.net/yazar_yazi.php?id=59
  • karacaahmet mezarlığına, çiçekçi otobüs durağının hemen dibinden girince; oracıkta yatmaktadır.
  • zamanında ih ortaokulunda farsça dersine girermiş. biraz gramer gösterdikten sonra mevlana'dan iki beyit yazar ve ağlaya ağlaya onu şerh edermiş. ama ne ağlama.. hep daimi bir hüzün halindeymiş...
    hüznün sebebi ise şurada gizli;

    "susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam,
    yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam,
    alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam,
    cemâlinle ferah-nâk et ki yandım yâ rasûlâllah!.."
  • asıl adı diyamandi olan, kayseri rumlarından iplik tüccarı yuvan oğlu “afurani’den doğma” bir tasavvuf ehli. böylesine bir aşk duymuş olmasını, kendisini maddeden bu denli soyutlamış olmasını, bizzat maddeyle çepeçevre sarılmış olmamdan sebep, hafzalam almıyor. bu nasıl bir aşk, nasıl bir teslimiyettir?

    hikayesi mutlaka okunmalı...

    ha bir de şu var, kendisiyle tanışmama vesile oldu, söyleyenlerin* hakkını da verelim, bir içim su:

    https://www.youtube.com/…dxjpvmys2mqu8zz86nanqu5lfj
  • ders verdiği sınıfa girince mevlana hazretlerinin beyitlerini yazar ve ağlayarak şerh edermiş. daima göz çukarlarında yaşlar olurmuş. bir gün galata mevlevihanesinde bitkin bir şekilde duvara dayanmış halde görürler. hastaneye götürmek isterler:

    "yok oğlum, hatırıma rasulallah sav geldikçe halim mecalim kalmadı" diyerek toparlanmış. daimi bir aşk ile yandığından bahseder öğrencisi osman nuri topbaş hocaefendi. her gün vapurla gidip gelirken tabii öğrencileriyle denk gelirmiş. herkesten uzakta, kalabalığa karışmadan otururmuş. önceleri anlamamışlar. ama aslında o sessizce yaptığı yolculuk haller sirayet ederin çekincesi ile zikir hali olurmuş. ne muazzam bir özen hali. kalabalıklar içinde..

    --- alıntı ---

    kayseri’inin talas ilçesinde rum esnaflardan iplik tüccarı yuvan efendi ile afurani hanımefendinin oğlu diyamandi 1887 yılında dünyaya gelir. henüz on aylık iken ailesi kastamonu’ya göç eder. ilk tahsilini rum ortodoks mektebinde yapan küçük diyamandi, 1901de kastamonu idadisi(lise)ne girer. yedi yıllık idadiyi birincilikle tamamlar. idadide arkadaşları kendisine “yamandi molla” lakabını takarlar.

    kendi bile fark etmeden peygamber sav e aşk duyar. arapça metinler, hadisler, ayetler ezberler. gizli gizli islami ilimler eğitimi almaya başlar, mevlevi dedelerinden mesnevi okumalarına devam eder.

    namazını en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılmakta, ramazanda gizli oruçlar tutmaktadır. kızı ve eşi inancından habersizdir. “tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum, ama ailem bunu hiç bilmedi!..” der hatıratında. 15 şubat 1942 de ismini değiştirir ve mehmet abdülkadir keçeoğlu adını alarak nüfus idaresine ismini ve yeni dini islam’ı tescil ettirir. bu sırada 55 yaşındadır. kırk yıldır sakladığı yeni kimliğini kuşanmış, ama o saatten sonra da aile içi sancı başlamıştır ve ceketini alarak çıkar evinden.

    her hafta pazartesi günleri akşam namazları ile cuma namazlarını eyüp sultan’da kılmayı adet edinmiştir. cumadan sonra “haftalık haccımı eda ettim” diyecek kadar eyüp ziyaretine önem verir.

    devamı için..
  • nasil yanip da kebaba donmusse cigercagizi askinin atesinden, haala kokusu buram buram. (bkz: #9243935)
  • "büyüklerimiz ulaştığı mertebeye aklın kör kandiliyle değil, gönül kanadıyla yükseldiler. içinden yaralı bir gönül sesi gelmeyenden kaçıyorum." demiş. ne güzel demiş.
  • vefatından önce, yüksek islâm enstitüsü'nde farsça dersleri de vermiş olan merhum zat. derste ne zaman peygamber efendimizin adı geçse ağlarmış, sorulan soruya ancak kendini biraz toparlayınca cevap verebilirmiş. ah ne samimi ve temiz, şefaate layık bir bağlılık.

    oradaki öğrencilerinden ahmet lütfi kazancı anlatıyor:

    "hoca'nın yüzüne, onun gözlerinin içine bakan bir insanın 'bu adam mutlaka yanıp tutuşmuş, iliklerine varıncaya kadar her şeyi erimiş' dememesi için hiçbir sebep yoktur. vücudunu çevreleyen derinin yanık bir deri olduğunu söyleyen bir insana 'nereden biliyorsun' denilmeyecek derecede aşk ateşinin yakıp kavurduğu bir insandı. 'cemalinle ferahnak et ki yandım ya rasulallah' mısraını okuyan ve bir de onun yüzüne bakan bir insan eğer 'bu adamın neresi yanmış ki' diyebilirse, onun sadece bakan ama göremeyen bir kişi olduğuna başka delil aramamak lazımdır.
    (...)
    şahsen, tepeden tırnağa peygamber sevgisiyle dolu, en meşru sevginin ateşiyle yanıp kavrulmuş bir insanı tanımanın mutluluğunu duyuyorum. peygamber sevgisini hem sözüyle hem özüyle böylesine anlatan bir başka insanla tanıştığımı hatırlamıyorum."

    kendimi anlatayım dedim, s.236-237.
  • "aman lâfzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
    anınçün âşıkın zikri 'aman'dır yâ resûlûllah"

    bestelemişler, kim bilir kaçıncı kez...

    https://youtu.be/7audkajescw
hesabın var mı? giriş yap